ALEVİ DOSYASI  5 : Veliyettin ULUSOY (2)

ALEVİ DOSYASI 5 : Veliyettin ULUSOY (2)

ALEVİ DOSYASI  5 : Veliyettin ULUSOY (2)Gazeteci Recai Aksu’nun Milliyet Gazetesi Avrupa Baskıları için hazırladığı ‘Alevi Dosyası’...

A+A-

ALEVİ DOSYASI  5 : Veliyettin ULUSOY (2)ALEVİ DOSYASI  5 : Veliyettin ULUSOY (2)

Gazeteci Recai Aksu’nun Milliyet Gazetesi Avrupa Baskıları için hazırladığı ‘Alevi Dosyası’ yazı dizisinde yer alan Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Ulusoy ile yapılan röportajın geniş özetinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz.

En büyük tehdit şekilcilik

“Cemde amaç gönül birliği ile Tanrı huzuruna çıkmak, O’na ibadet etmektir. Tanrı huzuruna, küs, dargın, suçlu olarak çıkılmaz. Bugünkü cemlerin ne yazık ki pek çoğunda, bırakın küs, dargın olmayı, ceme girenlerin pek çoğu birbirlerini tanımıyorlar. Birbirlerini tanımayanlar nasıl gönül birliğiyle “Allah-Allah” diyecekler? Yani bu şekilciliğe çare bulamazsak, inanç sistemimizde çöküşler başlayacak, benlikler öne çıkacaktır, yol kuralları değerlerini kaybedip, sadece şekil olarak kalacaktır”.

İnancımızda ve felsefemizde ilk şey insan ve insan sevgisidir.

Alevi-Bektaşi inancı ve felsefesini özetler misiniz?

Alevi-Bektaşi inancı ve felsefesinin sınırı yok. Bu inancı yaşarsanız anlayabilirsiniz. Alevilik-Bektaşilik akıl ve sevgi sentezidir. Akıl insana verilmiş en büyük nimet, insanı insan yapan,  Allah’a ulaşmaya layık kılan nitelik. Aklın el atamayacağı sahalar var. Bu sahalarda ısrarla aklı kullanmaya çalışmak, on mumluk ampulle, gece karanlığında ufku taramaya benzer. Sonuç olsa olsa gölgeler ve hayaletlerdir. Aklımız, kişisel akıl, tasavvuf deyimiyle cüz’i akıl, ilahi aklın yanında denizde bir damla bile değil, olsa olsa ilahi akıldan bir misaldir. İlahi akıldan esintileri yakalama aracı ise akıl değil, gönüldür. Seziş, duyuş… Çünkü gönül, tek… İnancımızda “gönül gözü” vardır.. Şaire ilham gelmesi gibi… Şüphesiz akıl en büyük lütuf. Ama akıl Tanrıdan uzak tutulduğu ve “ben” iddiasına sebep olduğu, yani gönülle bağı kesildiği oranda vesvese kutusudur. Azgın inkârcıyla azgın sofu, aklını her şey zanneden kurnazla, aklı kullanmaya hiç yanaşmayan softa, aykırı yollara koşar görünseler de aynı hedefi paylaşırlar. Alevi-Bektaşi inancının temelinin Hacı Bektaş Veli’nin Hz. Ali soyuna bağlı olduğu inancı, hatta isim değiştirmiş Hz. Ali olduğuna olan itikat ve inanç, temelde birbirinden farkı olmayan Alevilik ve Bektaşiliği ayrılmaz bir şekilde birleştirmiştir.

Bizim inancımızda ve felsefemizde ilk şey insan ve insan sevgisidir. İnanç, insanı yüceltmenin, sevmenin ve saymanın bir aracıdır, inanç tüm insanlara mutluluk dağıtır. Bu mutluluğun dağıtıcısı inancımıza göre kâmil insandır. Kâmil insan ise hakikat kapısına ulaşmış velilerdir. Bu makama ulaşmanın yolu, her “yüksek huyu” almak ve her “alçak huyu” bırakmaktır. İnancımıza göre, şeytani bölümü ne kadar atarsak, içimizde mevcut olan tanrıya o kadar yaklaşır ve sonuçta Hakikat’a ulaşırız.

Dedeler sadece dini yönden değil, hukuk, ziraat, madencilik ve tarım gibi alanlarda da bilgi sahibiydiler.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı bugün geçmişteki aynı işlevini yerine getirebiliyor mu?

Geçmişle bugünü karşılaştırarak bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Hacı Bektaş Veli’den, Kalender Çelebi’ye kadarki süreç içerisinde Anadolu ve Balkanlardaki Alevi-Bektaşi toplum yapılanması Başta Hacı Bektaş Veli Dergâhı, Dergâh’a bağlı dede ocakları, dede ocaklarına bağlı talipler biçimindeydi. Dedenin tayini, azli, görev yeri ve görev dağıtımı Hacı Bektaş Veli Dergâhı’ndan yapılıyordu. Dergâh’tan alınan icazetle, yani izin belgesiyle dedeler görev yerlerine gidiyor, ellerindeki icazetleri taliplerine gösterdikten sonra göreve başlayabiliyorlardı. Yani dedeleri kontrol eden bir işlevi vardı Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın. Ayrıca dedelerin yetiştirilmeleri yine Dergâh’a aitti. Dedeler sadece dini yönden değil, hukuk, ziraat, madencilik ve tarım gibi alanlarda da bilgi sahibiydiler. Toplumun sosyal, ekonomik ve dinsel ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeydeydiler. Yakın zamana kadar Alevi-Bektaşi köylerinin mahkemelik bir işi olduğu görülmemiştir. Problemler daha büyümeden dedeler kanalıyla çözülmüştür. Dedeler, toplumun öğretmeni, doktoru, danışmanı ve dini lideri olmuşlardır.Bu işleyiş Kalender Çelebi dönemine kadar sorunsuz devam etti.

Kalender Çelebi isyanı ekonomik nedenlere dayanıyor

Kalender Çelebi İsyanı’nın Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın işleyişine etkisi ne oldu?

Balım Sultan’ın ölümü üzerine Hacı Bektaş Veli postuna kardeşi Kalender Çelebi geçmişti. Kalender Çelebi kültürlü ve şair tabiatlı bir postnişindi. Kalender Çelebi , 1527’de Kanuni Sultan Süleyman’a karşı bir ayaklanma başlattı. Hızla yayılan bu ayaklanma, Saray’ı telaşa düşürdü. Osmanlı Devleti’nin en güçlü hükümdarı Kanuni Süleyman, Sadrazam İbrahim Paşa’yı büyük bir orduyla  isyancıların üstüne gönderdi. Karaman, Sivas ve Dulkadir vilâyetleri askerleriyle de güçlendirilen İbrahim Paşa’nın ordusu ilk karşılaşmada dağıldı. Kalender Çelebi isyanının nedeni, Osmanlı yazarlarının çoğunun iddiasının tersine, ekonomik nedenlere dayanıyordu. Kanuni Süleyman tahta geçtiği zaman, para darlığına bir çare bulmak üzere arazi yazılmasını yenilemişti. Bu işlem keyfi tutumlarla sürdürülüyor ve itiraz edenlere cezalar veriliyordu. Tımarlı sipahilerin ve köylülerin zararlı çıktığı bu arazi yazımı, ülke çapında geniş olaylar çıkmasına neden oldu. Ayaklanmanın tabanını Bozok, Sivas, Maraş, Adana, Tarsus köylü Türkmenleri oluşturmakla beraber, ayaklanmaya bir o kadar da Alevi-Bektaşi olmayan sipahi ve köylü katılmıştı. Kalender Çelebi safında bulunan tımarlı sipahilerle gizli ilişki kurdu, hepsinin arazisini geri vermeyi kabul etti ve onları köylü-Türkmen isyancılardan ayırmayı başardı. Böylece ikinci karşılaşmada Kalender Çelebi ordusu bozuldu ve kendisi de öldürüldü. Osmanlı tarihinde en büyük köylü ayaklanması olan Kalender Çelebi kıyamı bu biçimde sonuçlandıktan sonra köylü bir daha uzun süre başkaldıramayacak şekilde ezildi. Kalender Çelebi ayaklanmasının tarihsel nedenlerinden biri de Yavuz Selim’in Anadolu’nun çoğu Türkmen halkına karşı giriştiği kanlı kovuşturma hareketidir. Kalender Çelebi isyanından sonra Alevi-Bektaşi toplumunun içine ikilik sokmak ve Hacı Bektaş Veli soyunun etkinliğini yok etmek amacıyla, Hünkâr’ın mücerret, yani evlenmemiş olduğu söylentisi çıkarıldı. 1552 yılında, Dergâh’a Sersem Ali Baba adında biri “Dede-Baba” unvanıyla oturuyor, evlenmemiş dervişler yerleştiriliyor, hatta Nekşibendi şeyhleri yollanıyor. Anadolu’da bazı ocaklarda. Hacı Bektaş Veli’nin evlenmemiş olduğu fikrini kendi çıkarları açısından veya Osmanlı’nın etkisiyle benimsemişlerdir.

Alevi-Bektaşi toplumu yapılan bu baskı ve can korkusuyla, kuş uçmaz kervan geçmez, gözden uzak bölgelere yerleşerek Dergâh’tan kopmuş, içine kapalı toplumlar oluşturmuşlardır.

Yani Kalender Çelebi İsyanı sonrası Hacı Bektaş Dergahı’nın işlevine müdahale mi edildi?

Yani Hacı Bektaş Dergâhı’nın kontrol mekanizması kaldırılmış, Osmanlı açısından da parçalanmış ve merkezi birlikten uzak toplumlar oluşmuştur. Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır’dan Elahram Üniversitesi’nden getirilen din bilginleri Osmanlı idaresinde, şeriatı en etkin biçimde uygulamış ve Alevi-Bektaşi toplumunun nefes alacak ufak bir penceresi bile kalmamıştır. Alevi-Bektaşi toplumu yapılan bu baskı ve can korkusuyla, kuş uçmaz kervan geçmez, gözden uzak bölgelere yerleşerek Dergâh’tan kopmuş, içine kapalı toplumlar oluşturmuşlardır. Bunun yanında, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’ndan kopmayan büyük bir çoğunluk da var. Zaman zaman gizli, zaman zaman aleni bir ilişki bugüne kadar sürüyor. Özellikle Hacı Bektaş Veli Dergâhı’ndan uzak olan yöreler zamanla bağlarını koparmış ve küçük topluluklar oluşturmuşlardır. Bugünkü parçalanmışlık bence buradan kaynaklanıyor. Kendi içlerinde Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın yerini dolduracak ocaklar oluşmuş, bu ocaklar “Seyyid-i Saadet” yani Oniki İmamlar’dan geldiklerini, Hacı Baktaş’ın dünkü bir olay olduğunu, kendi nesillerinin Hz. Ali’ye ve Hz. Peygamber’e dayandığını iddia etmişlerdir. Bilerek veya bilmeyerek bu iddialar toplumun parçalanmasından, merkezden kopmasından başka bir işe yaramamıştır. Ancak yüzyılların getirdiği köklü bir sistem var. Bu sistem sayesinde, merkezden kopmuş olsalar bile, esastan ayrılmamışlar, sadece ufak tefek farklılaşmalar olmuştur. Bu yol, dedelerin, babaların büyük özverisi sonucu bugüne kadar gelmiştir. Burada âşıklık geleneğinin de  büyük katkısı olmuş, bu erdemli dedeler, babalar, âşıklar, sadıklar köy köy dolaşarak toplumun öğretmeni, doktoru, dini görevlisi, adalet dağıtıcısı olmuşlardır. Yüzyıllar süren bu yaşamdan sonra bugün temelde aynı olmasına rağmen, farklı seslerin duyulması normaldir. Yapılacak şey, inancımızın bize verdiği güzellikleri, bizim başkalarına vermemiz lazım, sevilmemizi beklemeden, sevmemiz gerekir. İnancımızın temeli de zaten bu sevgidir.

Cemde amaç gönül birliği ile Tanrı huzuruna çıkmak O’na ibadet etmektir.

Bugüne gelelim isterseniz. Alevi-Bektaşi Federasyonları ve derneklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Alevi-Bektaşi toplumu son kırk elli yılda büyük bir sosyal patlama yaşadı. Ekonomik yönden çok zayıf olan toplumumuz, büyük şehirlere ve yurtdışına göçmek zorunda kaldı. Ekonomik yönden toparlanınca, inancına sahip çıkmaya başladı ve amaçla dernekler kurulmaya başlandı. Bu dernekler güzel ve iyi hizmetler verdi. Köy ortamlarında yaşayan Alevi-Bektaşi toplumunun yol kuralları yüzyıllar boyu devam etmişti. Ortam ve sosyo-ekonomik şartlar değişince yol kuralları da zorlanmaya başladı ve şekilcilik ne yazık ki en büyük tehlike olarak topluma hakim olmaya başladı. Alevi-Bektaşi inancında, şekilcilik yoktur, gönülden inanma, iç temizliği, kendi kendine hesap verme esastır.

Alevi-Bektaşi inancında evli iki kişinin eşleriyle birlikte Hakk’a yürüyünceye kadar kardeş kalacaklarına koruyup kollayacaklarına cem topluluğu önünde  söz vermeleri ile gerçekleşen bir törenle  kurulan, “ toplumsal bir akrabalık” olan Musahiplik toplumu tarih boyunca kaynaştırdı, bir tuttu. Musahipliğin bugün artık sadece adı kaldı. Evvelden köy ortamında ekonomik yönden aşağı yukarı eşittiler, birisi suç işlemeye niyetliyse musahip kardeşi ikna ederek vazgeçirebiliyordu. Cemde amaç gönül birliği ile Tanrı huzuruna çıkmak O’na ibadet etmektir. Tanrı huzuruna, küs, dargın, suçlu olarak çıkılmaz. Bugünkü cemlerin ne yazık ki pek çoğunda, bırakın küs, dargın olmayı, ceme girenlerin pek çoğu birbirlerini tanımıyorlar. Birbirlerini tanımayanlar nasıl gönül birliğiyle “Allah-Allah” diyecekler? Yani bu şekilciliğe çare bulamazsak, inanç sistemimizde çöküşler başlayacak, benlikler öne çıkacaktır, yol kuralları değerlerini kaybedip, sadece şekil olarak kalacaklar.

Aleviler siyasetten uzak, hemşeri kayırmasız, sırf bu topluma ve onun yoluna hizmet için birbirlerine sevgiyle yaklaşarak birliği kurabilirler.

Size göre bu şekilcilikten nasıl kurtulunabilinir?

Bugün artık kendimize bir çekidüzen vermek zorundayız. Bugünün sosyol ve ekonomik şartları da dikkate alıp esastan ayrılmayarak yeniden birleşmeliyiz. Tüm ocaklar, dernekler, vakıflar, federasyon ve konfederasyonlar bu birleşme yolunda, benlik ve siyasetten uzak, hemşeri kayırmasız, sırf bu topluma ve onun yoluna hizmet için birbirlerine sevgiyle yaklaşarak birliği kurabilirler. Tarihçi, sosyolog, antropolog, hukukçu, yazar, öğretim üyesi insanlarımızın fikir ve düşünceleri dikkate alınmalı. Ocak sahipleri dedelerin ve toplumun görüşlerine de çok önem verilmelidir.

Devlet hiçbir cemaata yardım etmemeli, her cemaat kendini finanse etmeli ve devletin görevi sadece kontrol olmalı.

Sizce Laiklik nedir?

Laiklik, en basit anlamıyla din ve devlet işlerini birbirinden ayırmaktır. Alevilik-Bektaşilik temelde kurumsal şekilci dine, iktidarların elinde oyuncak olan dine karşıdır. Devletin dini olmaz. Devlet din konusunda tarafsız ve farklı inançtaki vatandaşlara aynı uzaklıkta olmak zorundadır. Laiklik bazı çevrelerce dinsizlik olarak kabul edilmektedir. ‘Ben laik değilim’in anlamı ‘Ben kendi inancımı zorla veya kandırarak sana kabul ettireceğim, kabul etmezsen gerisini sen düşün’ demektir. Halbuki laiklik dinsizlik demek kesinlikle değildir. Devlet cemaatları serbest bırakmalı, ancak kontrol etmelidir. Bu kontrollük görevi tarafsız olmalıdır. Laiklim “Ben kimsenin inanç ve düşüncelerine karışmıyorum, kimse de benim inanç ve düşüncelerime karışmasın, devlet bunu sağlasın” demektir. Türkiye’de çoğunluk Müslüman olmakla birilikte farklı mezheplerden ve farklı dinlerden vatandaşlarımız var. Devletin yalnız Sünni mezhepten olan vatandaşlarına hizmet eden bir kurumunun olması doğru değil, Laik bir devletin Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurumu olamaz ve böyle bir kurumun olması Anayasamızın eşitlik ilkesine aykırıdır. Sünni olmayan vatandaşlarımızın vergisinden Diyanet İşleri Başkanlığına aktarılan para ne dereceye kadar helal olur. Devlet hiçbir cemaata yardım etmemeli, her cemaat kendini finanse etmeli ve devletin görevi sadece kontrol olmalı.

Bazı çevrelerce Alevilere Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yer verilmesi gündeme getirilmesi doğru bir yaklaşım değil. Alevi-Bektaşi toplumu  laik bir toplumdur, Laikliği inanan ve laikliği yürekten destekleyen bir toplumdur.

Bilim gerçekleri gösterir ve öğretir

Hacı Bektaş Veli’nin İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” sözünü yorumlar mısınız?

İlim bizleri bilgilendirir, bilim gerçekleri gösterir ve öğretir. Gerçekleri öğrendiğimiz bilim, ancak araştırmak, incelemek, denemek, düşünmek ve sezmek sistemine dayalı eğitim ve öğretimle elde edilir. Hacı Bektaş Veli Hazretleri insanlığın yüceliş yolundaki üçüncü kapıya “Marifet Kapısı” diyor. Bu kapı Tanrı’ya giden yolda iyiliğin, doğruluğun, ahlakın ve ilmin aşk fırınında pişirilmesidir.

Bu keşif ve ilhamla elde edinilen vasıtasız bilgi, manevi ve içten deneyimlerle öğrenilen ilim, bilinmeyeni açıp onu bilinir hale getirmektir. Yani, onu diriltmektir.

Her ne arar isen kendinde ara

Alevilik-Bektaşilik bir inanç-felsefe olarak nereden ve nasıl öğrenilir? 

Hz. Ali “Derman sende, ama senin haberin yok. Derdin senden ama sen görmüyorsun. Kendini küçücük bir beden sanıyorsun, oysa koskoca bir evren dürülmüş içinde senin. Öylesine apaçık, apaydın bir kitapsın ki gizli şeyler onun harfleriyle meydana çıkmada.

Dışarıya, kimseye bir gereksinimin yok senin, gönlünde yazılmış yazılar her şeyden haber verir sana” diyor Hz. Ali bunu söylerken aslında vahdet-i vücut’u işaret ediyor. Vahdet-i vücut’a göre insan, çok küçük olmakla birlikte büyük evren, yani iki cihan onun içindedir. Hacı Bektaş Veli  “Hararet nardadır sacda değildir, Marifet baştadır tacda değildir, Her ne arar isen kendinde ara, Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir” diyor.

İnsanoğlu kainatın bir özü ve özetidir

Bir insan kendini nasıl bilecektir?

İnancımıza göre, kainatta yaratılmış tüm varlıkları, insan nefsinde barındırır. Yani insanoğlu kainatın bir özü ve özetidir. Bir ağacın tohumu, ağacın bir parçası olduğu gibi onu meydana getiren ve tekrar ağaç yapan niteliklere de sahiptir. Tohumun bu özelliğini bilmek de ancak ilimle bilimle olur. Kainatın gerçeklerini özünde barındıran insan, Hacı Bektaş Veli’nin diliyle Dört Kapı Kırk Makam yoluyla kendini geliştirip gerçeğe ulaşır.

Kendini bilen kişi ruhunda hiçbir huzursuzluk duymaz, tersine kendisinin, Tanrı’nın ve nesnelerin belli bir sonsuz gereklilik duygusuyla farkında olduğundan hiçbir zaman var olmaktan çıkmaz, her zaman ruhunu gerçekten tanır.

Buna karşılık kendini bilmeyen kişi, kendi ruhunu gerçekten eline almaksızın dış nedenlerin elinde, çeşitli yönlere sürüklenmekle kalmaz, üstelik kendisinin, Tanrı’nın ve nesnelerin farkında olmadan yaşar, acı çekmez duruma geldiği zaman da var olmaktan çıkar. Kendini bilen kişinin yolu son derece güç görünse de bulunması olanaksız bir yol değildir. Kurtuluş hemen şuracıkta hazır ve hiç zahmetsiz erişilebilecek bir şey olsaydı, insanların nerdeyse tümünün ona erişmesi nasıl açıklanabilirdi? Ama eksiksiz olan her şey az bulunduğu ölçüde güçtür de.

Gönüllere girmek Allah’a ulaşmak demektir.

Alevi-Bektaşi inaç ve felsefesinde sevgi ve aşk temel ve değişmez kavramlar. Neden sevgi, neden aşk?

Birliğe iman, aşkı doğurur. Aşk, adi ve ölümlü hesapların değil, insanın ebediliğini esas alanların tavrıdır ve bunun için de insanı Tanrı’yla buluşturur. Beşeri aşkın, ilahi aşka dönüşmesi tabii bir seyir. Pek çok sufi, ilahi aşk için beşeri aşkı ilk basamak olarak görür. Çünkü, Allah güzeldir, güzelliğini sever. Aşk Hallac’ın “Enel Hak” dediği noktadadır, o Nesimi’nin cübbemin altında “Allah’tan gayrisi yoktur” dediği noktadadır. Gerek baş verirsiniz, gerek derisini yüzerler. Sırlar ifşa etmek noktasında aşk biter.

Aşk ve sevgi denince ilk akla gelen Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır, Allah katında kabul görmedir, nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.

Yunus’a göre Allah’ın varlığı aşktan başka bir şey değildir. Varlığı aşk olan Allah’tan gelen varlıklar da aşk ile ve aşk için yaratılmışlardır. Aşığın gönlü aşktan usanmaz. Aşkı olmayan gönüller taş gibi katıdır. Derviş gönlünü sevdiğine kaptırmıştır. Yaradılış sırrını anlamak, müşkülü halletmek için mürşide gönül vermek gerekir. Erenlerden etek tutan kişi gönüllerde beka bulur. Derviş, gönlünü temizleyen kişidir. Âşıkların gönüllerinde pek çok yol, bu yollarda bin türlü hal vardır. Küfrünü ve nefsini terk etmeyen kişi bu yolları anlayamaz. Gönüllere girmek Allah’a ulaşmak demektir.

Kendine ağır geleni başkasına yapma

Alevi-Bektaşilerde “Eline, beline ve diline sahip olmak” ilkesini açar mısınız?

Alevi-Bektaşi yolunda güçlü bir ahlak sistemi geliştirilmiştir, yaşantımızın ve ibadetin pek çok yerinde toleranslı davranıldığı halde, Alevi-Bektaşilikte ahlak kurallarında bu toleransı göremeyiz. Ahlak kurallarında çok hassas davranılır, caydırıcı yaptırımlar uygulanır. Uymayanlar, toplum dışına atılırlar. Her Alevi-Bektaşi, eline, diline ve beline sahip olmak zorundadır. Adam öldürmemek, yaralamamak, dövmemek, güveni kötüye kullanmamak, hırsızlık yapmamak, başkalarının hakkına tecavüzü kapsayan her türlü işten sakınmak, elini her koşulda kötüye uzatmamak, yalan şahadette bulunmamak, yalan söylememek, aleyhte konuşmamak, küfür etmemek, ayıp söz söylememek, diline sahip olmak. Irz ve namusa saldıramamak, sarkıntılıkta bulunmamak, tüm kadınlara ana, bacı gözüyle bakmak, zina ve livata yapmamak, belden gelecek kötülüklerden uzak durmak.

Bu üç ana kuralı, tüm Alevi-Bektaşi insanı kendi benliğinde oluşturmalı,  kendine ağır ve zor geleni başkasına yapmamalı.

Hakim olması gereken hoşgörünün doruğu olmalı

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Bugün Alevi-Bektaşi Toplumu’nda parçalanmışlık halen devam ediyor. Bu geçmişteki  Osmanlı politikasının bugüne yansımasının bir sonucudur. Bunun için aklımızı başımıza toplayıp birbirimizi kucaklamamız lazım. Nedir gerçek olan? Gerçek olan Alevi-Bektaşi inancı ve onun felsefesi ve o inancının uygulanmasıdır. Alevi-Bektaşi Toplumu’nun bütünleşme noktası Hacı Bektaş Dergahı, Hacıbektaş yani Serçeşmedir. Onun etrafında tarihe tekrar dönmemiz lazım. Tıpa tıp tarihteki gibi olsun demiyorum. Günün ekonomik sosyal şartları da dikkate alınarak yapılanma Hacıbektaş etrafında olmalı. Ancak birlik öyle sağlanır. Yoksa herkes benlik getirirse bu parçalanma devam eder. Bencilik inancımızda olmamasına rağmen bencilik hakim. Bugün içimizde hakim olması gereken hoşgörünün en üst noktası, yani hoşgörünün doruk noktası olmalı.

Recai Aksu

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy56564 = 'recaiaksu' + '@';

addy56564 = addy56564 + 'aol' + '.' + 'com';

var addy_text56564 = 'recaiaksu' + '@' + 'aol' + '.' + 'com';

( '' );

56564 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

KAYNAK : http://www.2temmuz.com/

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.