Alevilik İslamın içinde midir ?

Alevilik İslamın içinde midir ?

Başlıktaki soruya yanıt verebilmek için evvela Aleviliğin teolojisini incelemek gerekir....

A+A-

Başlıktaki soruya yanıt verebilmek için evvela Aleviliğin teolojisini incelemek gerekir.

İslamın, Hıristiyanlığın ve Museviliğin dahil olduğu teist dinlerin bazı ortak noktaları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz;

 

1- Evrene aşkın, onun dışında ve üstünde, onu tasarımlayarak yoktan yaratan, insan gibi kişiliği, duyguları, düşünceleri olan, insanlarla ilgilenen bir yaratıcı Tanrı anlayışı.

2- İnsanın bu Tanrı tarafından sınanmak üzere dünyaya kovulduğu inancı.

3- Tanrının emir ve yasaklar verdiği, bunlara uyup uymamaya göre günah işlendiği veya sevap kazanıldığı inancı.

4- Tanrıyı memnun etmek üzere onu öven ve yücelten tapınışlarda bulunmak ve bu ibadetleri aksatmamaya dikkat etmek gerektiği inancı.

5- Bu Tanrının başta hukuk alanı olmak üzere çeşitli toplumsal kurallar koyduğu ve insanlardan bunlara uymasını beklediği inancı (teokrasi).

6- Tanrının insanları kıyamet günü bedensel olarak dirilteceği, hesaba çekeceği, benlikleri ölümsüz kılacağı, ödüllendirmek istediği kullarının benliklerini cennet adlı bir yerde yedireceği, içereceği, cinsel ihtiyaçlarını karşılayacağı, dinlendireceği ve cezalandırmak istediği kullarının benliklerini ise cehennem adlı bir yerde sonsuza dek süren bir eziyet ve işkence ile tutsak edeceği inancı.

7- Tanrının, Cebrail adlı bir melek aracılığıyla peygamber seçtiği kullarına cümle cümle vahiyler ilettiği inancı.

 

Bu inançlar teist dinlerde ortaktır ama başka konularda farklar olduğu için Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam birbirinden farklı dinler sayılır. Alevilikte ise üstte sıralanan temel inançlar dahi yoktur!

Şimdi Alevi itikadına bir göz atalım;

 

1- Evrene içkin, onun içinde ve onu kendi içinde tutan, onu varından var eden (türeten, südur ettiren, doğuran), benliği olmayan, evrende olduğu gibi insanda da bulunan, insanın kendi benliğini aştıkça erebileceği bir Gerçeklik (Hakikat) inancı.

2- İnsanın benliği dolayısıyla bu Hakikatten uzak düştüğü inancı.

3- Hakikat insanda bulunduğu için onu bilen mürşitlerin (Hak Erenlerinin) daha alt seviyedeki kitlelere öğretmenlik ettiği, değişmez buyrukların olmadığı inancı.

4- İbadetin zorunlu ve Göklerdeki bir Efendiyi övmeyi merkeze alan uygulamalar değil, yola giren kişinin benliğini aşıp algısını geliştirerek Hakikat’i fark etmesini sağlamayı temel alması inancı.

5- Hakikat insanda bulunduğu için teokrasiye yer olmadığı, mürşitlerin yönlendiriciliğinde kendi kendini yöneten bir toplumsal yapı (doğrudan demokrasi) ve Hakikat benliğin aşılmasıyla bulunabileceği için ‘senin-benim’ ayrımının (özel mülkiyetin) olmadığı komünal yaşam.

6- Cennet ve cehennemin mecazi anlatım olup gerçekte olmadığı, kıyametin Hakikate eren kişinin aklında koptuğu, her şeyin ve benliğin silinip her şeyde Hakikatin görülür olmasını ifade ettiği, insanda düşmüş olan Hakikatin kâmil insan olunmasıyla kıyam etmesi (dirilmesi) düşüncesi, Hakikate erenlerin ‘Hakla Hak olacakları’, eremeyenlerin ise tekrar dünyaya gelecekleri (dondan dona geçme – devriye) inancı.

7- Cebrail’in (Cibril) ‘’40’lardan biri’’ kabul edilmesi, bencilce davranması sonucu düştüğü, özünün insana katıldığı, insanda Cibril’in bulunduğu, olgunlaşanların kendi yüreklerinden vahiy aldıkları, daha da pişenlerin Hak Ereni olup Hakla birleştikleri inancı.

Görüldüğü gibi Aleviliğin teolojisinde hiçbir madde Sünniliğe benzememektedir. Sünnilik ve Alevilik iki apayrı dine işaret ediyor. İslam adını kullanmaya kimin hakkı olduğu ise ayrı ve bence lüzumsuz bir tartışmadır. Ada, biçime, zahire takılmamayı temel alan Alevi inancı Sünnilikle farkını koymak için –İslam adını almaya kendisinin hakkı olduğuna inansa bile- bu addan feragat edebilmelidir.

Alevilik, panteist yapısıyla bırakın İslamı, semavi dinler grubunun bile dışında kalmaktadır. Yaratıcı, kişilik sahibi, sınayan Tanrı inancı, cennet, cehennem v.b. inançları ortak olduğu halde Hıristiyanlık ve İslam ayrı dinler sayılıyorken Tanrı-evren-insan ayrımını kabul etmeyen, Hakikati insanda bulan, reenkarnasyona (devriye) inanan Aleviliğin İslam içi görülmesi abesle iştigaldir. Alevilik İslama, örneğin bir Katolik Kilisesinin İslama olduğundan daha uzak kalmaktadır. Kısacası mesele Alevilikte namaz, Ramazan orucu v.b. ibadetlerin olmamasından ibaret değildir. Taban tabana zıt teolojik inançlar söz konusudur. Aleviliğin teolojisi Budizme, Hermetizme, Neo-Platonizme, Hıristiyan Gnostisizmine çok daha fazla benzemektedir ve bunlarla akrabadır.

Gnostisizm çok geniş bir öğretidir. Paganizmde (Hermesçilik, Eleusis, Attis, Adonis, Osiris ve Baküs Gizem Kültleri, Mazdekçilik, Orfecilik v.b.), Hıristiyanlıkta (Valentinyanizm, Katharizm, Bogomilizm, Pavlikanizm, Messalianizm, Marcionizm v.b.) ve felsefi okullar arasında (Pisagorculuk, Platonizm, Neo-Platonizm v.b.) dalları vardır. Bağımsız bazı dinler de (Sabilik ve Maniheizm gibi, ki ‘’Eline, beline, diline hakim ol’’ mottosunun kökü Maniheizmdir) Gnostik özellik gösterir. Çeşitli Gnostik tarikatların öğretileri yer yer birbirine zıtlaşabilmektedir. Anadolu’da Aleviliğin kökü sayılan Babailerin ortaya çıkmasından hemen öncesine dek var olan Gnostik ekol Pavlikanizm idi. Pavlikanlar reenkarnasyona inanıyor, İsa’nın esas amacının Gnosis’i (Hakikat Sırrını) öğretmek olduğunu savunuyor, bu sırra eren herkesin birer İsa haline gelebileceğini iddia ediyor, panteist bir inanç taşıyordu. Onlar kendilerinin ‘’gerçek Hıristiyanlar’’ olduklarını, bu inancın özünü bildiklerini söylüyor ve Kilise dışında ‘dua evleri’ dedikleri yerlerde toplanıp ibadet ediyorlardı. İbadetleri müzikli, danslı ve kadın-erkek karışık oluyordu. Kadınlar erkeklerle eşit sayılıyor ve öğreticilik yapabiliyordu. Pavlikanlar Bizans Ortodoks Kilisesi tarafından sapkınlıkla suçlanmış, ‘dua evlerinde’ ensest ve toplu ilişkiye girmekle itham edilmişlerdi. Tüm bu inanç ve davranışlar, hatta maruz kaldıkları iftiralar size tanıdık geldi mi? Ha bu arada, Pavlikanlar monisttir, ‘’Her şey birdir’’ diye kabul ederler ve et yer, şarap içer, cinsellikten de uzak durmazlardı. (Başka pek çok Gnostik tarikat ise çileci bir yaşam sürdürür, et yemez, evlenmezlerdi).

 

Alevi teolojisinin kökü Gnostisizmdedir. Alevilik için ‘’İslam zahirini giyinmiş, antik ve evrensel özellikli, 15.yy.’dan günümüze gelen Anadolu Gnostisizmi’’ dersek herhalde en isabetli tanımı yapmış oluruz. Bu inanç özü itibariyle bir felsefedir. Bir coğrafyaya gittiğinde oradaki yerleşik inancın karşısına çıkıp, ‘’Sizin inancınız yanlış, bizimki doğru, hadi bizimkini kabul edin’’ demez. Bu inanç yapısı gereği karşılaştığı diğer inancın içinden hareket eder. Karşılaştığı inancın öğretilerinin aslında bu inancın zahir kısmı olduğunu, özü olmadığını, batın olan özü kendilerinin bilip öğrettiğini iddia eder. Gnostik inanç eski Yunan dinine girip Orfizm adını almıştır, eski Mısır dinine girip Hermetizm adını almıştır, eski Zerdüşt dinine girip Mazdekçilik adını almıştır, Yahudiliğin içine girip Mesih beklentisinden hareketle İsa hikâyesini yaratmış ve Hıristiyanlığı kurmuştur. Son olarak da İslamın içine girip Alevilik olarak karşımıza çıkmıştır.

Bu inançta Hakikat sözlerle anlatılamaz, sembollerle ve alegorik hikâyelerle mesaj verilir. Talip, kabının yettiği kadarını alır. Bu yüzden yerleşik efsane ve dinler bu inancın kendi Hakikatini gizlediği ve anlatmak için kullandığı malzemeye dönüşür. Bu inanç esasında bir felsefedir. Bu inancın uluları (Hak Erenleri) Hakla Hak olmuştur, yani en yüksek seviyede birlenmişlerdir. Ve Hakka erme kapısı herkese açıktır. Yani bu inanca göre herkes bir İsa, herkes bir Ali olabilmektedir. Tam da bu yüzden, yani yerleşik dinlerdeki peygamber figürlerini esasında birer eren kabul etmesinden ötürü bu inanç tüm dinleri onların özünü temsil etme iddiasıyla birleştirme yöneliminde olan, böylece her dini makbul görebilen, senkretik (bağdaştırmacı) bir özellik taşır.

Buna göre dinler kabuktur ama aynı özü taşırlar, bu da Gnosis’tir. Gnosis, Alevilikteki ‘Sırr-ı Hakikat’in tam karşılığıdır; kendinin bilgisi, Tanrının bilgisi ve her şeyin bilgisi gibi anlamlara gelir. Sezgiye dayanır. Bu inancın bilenleri (mürşitleri), söz konusu inancı daha alt seviyedekilerin anlaması için hikâyelendirmişlerdir. Bunu yaparken mevcut hikâye ve efsanelerden, eski dinsel anlatılardan yararlanmışlardır. Bu noktada felsefe dinleşir. Üst kapılarda (inancın esasında) felsefe olan ‘şey’, alt kapılardaki insanların algısında din hüviyetindedir. Bu durum bu inanç için, din sahibi olmanın çok önemli olduğu eski zamanlarda bir kalkan görevi de görmüştür. Fakat bu inancın kendini kendi özüne göre tanımlaması ve günümüze uygun biçimde, korunma kaygısını aşarak daha açık davranması gereklidir.

 

Bu inanç bir din olmayıp dinler üstü bir felsefe olduğunu ilan etmelidir. ‘’Bizim için her din makbuldür’’ (Yunus Emre) demek ile ‘’Bizim için hiçbiri makbul değildir’’ demek arasında mantıken fark yoktur.

 

Gayrıdır her milletten

Şu bizim milletimiz

Hiçbir dinde bulunmaz

Din ve diyanetimiz

Yunus Emre

Bir de Harabi’nin meşhur Vahdetname’sine göz atalım mı?

 

Daha Allah ile cihan yok iken

Biz anı var edip ilan eyledik

Hakk’a hiçbir layık mekân yok iken

Hanemize aldık mihman eyledik

Kendisinin ismi henüz yok idi

İsmi şöyle dursun cismi yok idi

Hiçbir kıyafeti resmi yok idi

Şekil verip tıpkı insan eyledik

Edip Harabi

Harabi henüz Allah da yokken ‘biz’ dediği Hak Erenlerinin var olduğunu anlatıyor. Yani benliklerin ötesinde olan ve kişileştirilemeyecek olan Hakikat’i erenlerin –kitleler anlasın diye- kişileştirip Tanrı-Allah haline getirdiklerini ‘şekil verip tıpkı insan eyledik’ diyerek belirtiyor. Yani Allah (ve dolayısıyla din kapısının) gerçek olmadığını, algı seviyesi arttıkça bunların aşılacağını anlatıyor. Vahdetname’nin devamında peygamberin hikâyelerini de hep Hak Erenlerinin oluşturduğunu açıkça anlatıyor. Her şeyin Birliğini fark etmeyi temel alan Kadim Gnostik Felsefe, kendi üstatları eliyle kitlelere hikâyeleştirilerek sembollerin ardından sunulup dinleşiyor. Ama din burada bir kabuk olmanın ötesine gitmiyor ve her din aynı Hakikat’i gizleyen bir kabuk olarak kavranıyor. Dolayısıyla Alevi yolunu herhangi bir dinin (örneğin İslamın) içine sıkıştırmak mümkün değil. Bu felsefe yapısı gereği tüm dinleri içeriyor ve aşıyor. Alevilik İslamın değil ama İslam Aleviliğin içindedir; tıpkı Hıristiyanlık, Musevilik ve Paganizmin olduğu gibi!

Üstte bu inanışta Hakka eren herkesin bir İsa veya bir Ali olabileceğini söylemiştim, örnekleyeyim;

 

Pir Sultan’ım şu dünyaya

Dolu geldim dolu benim

Bilmeyenler bilsin beni

Ben Ali’yim Ali benim

Pir Sultan

Ayine tuttum yüzüme

Ali göründü gözüme

Nazar eyledim özüme

Ali göründü gözüme

(Şahkulu Dergâhı son Postnişini Mehmet Ali Hilmi Dedebaba)

‘’44. … O yerden biraz görürsen ondan olursun. Ruhu gördün ve Ruh oldun. Mesih’i gördün ve Mesih oldun. Babayı gördün ve Baba olacaksın. Böylece (burada) her şeyi görüyorsun fakat kendini göremiyorsun. Fakat (orada) kendini göreceksin; ne görürsen o olacak(sın).’’ (Gnostik Filip İncili)

Hakikatin insanda bulunması ve insanın tanrılaştırılmasını örnekleyelim;

 

Adem’de tecelli eyledi Allah

Kıl ademe secde olma gümrâh

Nesimi

Gnostik inançta Hakikate Erenler gerçeklik üzerine ve yol göstericilikte rehber olurlar. Hakikati kişileştirip Allah eden ve dinlerin hikâyesini yazan onlardır. Dolayısıyla onların sözleri (Kelam-Logos) birer ayet sayılmaktadır. İsa’nın beden almış Tanrı Sözü (Logos) sayılması bunu ifade eder. Alevilikte de benzer bir durum vardır. Örnekleyelim;

 

Gönül ne gezersin kırda bayırda

Dört kitap içinde Kur’an sendedir

On altı ağ hattı, on altı kara

İncil, Zebur, Tevrat, Furkan sendedir

Harabi

Ol kadir-i kün felakun, lutf edici Rahman benem

Kesmeyen, rızkını veren, cümlelere sultan benem

Hem batınem hem zahirem, hem evvelem hem ahirem

Hem ben Ol’um hem Ol benem, Ol kerim ü süphan benem

Yoktur arada terceman, andaki iş bana âyan

Bin bir adı vardır Yunus, ol sahib-i Kur’an benem

Yunus Emre

Ey vaiz efendi Harabi der ki

Dinle bu nutkumu bilmezsin çünkü

Ben öyle mukaddes bir Kâbe’yim ki

Kâbe gelsin beni tavaf eylesin

Harabi

Osmanlı döneminde ‘millet’ sözü dinsel cemaatleri ifade ediyordu. Örneğin ‘’İslam milleti’’ ifadesi gibi… ‘’72 millete bir nazarda bakmak’’ demek, tüm dinleri aynı görmek demektir. Böyle bir inancı sadece bir dinin içine (İslam’a) sıkıştırmaya kalkmak bu inancı anlamamaktır. Alevilik İslam içi değildir. İslamdan çok daha eskidir. İslamın Allah’ını kendi erenlerinin kurguladığını ima etmektedir. Hal böyleyken nasıl olur da Sünnilik ile aynı din çatısı altında görülebilir?

Sonuç: Alevilik İslam içi değildir. İslamdan ayrı, tüm dinleri içerebilecek ama hepsinden gayrı, bambaşka bir felsefesi olan bir inançtır. Bence kendine özgü bir din saymak da tam doğru olmayacaktır. Din dışı bir felsefe saymak daha yerindedir. Zira dinlerin tanrısını dahi kendi Hakikat algılarının kişileştirilmesi olarak görmeyi ima etmektedir. Hak Erenleri bir tür “filozof-öğretmenlere” benzemektedir. Zaten mürşit olmanın anlattığı da bu değil mi esasında?

F. Bayram

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlgili Haberler