Misyonerlerin gözünden Alevilik

Misyonerlerin gözünden Alevilik

İnsan merkezli bir düşünce sistemi olan hakikatçi Alevilik anlayışı, Avrupa’da gelişen hümanizm felsefesine de kaynaklık eder.

A+A-

Osmanlı imparatorluğunun batıya açılma çabaları, -görecelide olsa Tanzimat ve ıslahat fermanlarıyla gayri Müslimlere tanınan kısmi özgürlükler- yabancı misyonerlerin Anadolu’da yaşayan farklı topluluk ve kültürlere ilgisini artırır. Bu topluluklardan biri Ermeni Protestanlar, diğeri ise birçok yönde aynı kader birliğini paylaşan hakikatçi Alevilerdir. Misyonerlik faaliyetleri başta konsolosluk olmak üzere kilise, okul, hastane gibi kurumlar üzerinde yürütülür. İmparatorluk misyonerlerin çalışmalarını “silahsız akıncıların yıkıcı ve bölücü faaliyetleri” olarak değerlendirir ve çeşitli düzeylerde engellenmeye çalışır. Ancak bölge insanının sıcak ve samimi davranışları, benzer gezilerin gizli de olsa aralıklarla yakın zamana kadar sürmesini sağlamıştır. 1850’lı yıllarda başlayan misyoner geziler, cumhuriyetin kurulmasıyla önemini yitirse de, 1960’lı yıllara kadar çeşitli düzeylerde devam eder.

Batılılaşma çabalarıyla verilen haklar kâğıt üzerinde kalır ve etno-dinsel arındırmaya dayalı politikalar devam eder. 1915 yıllarına gelindiğinde Alevilerin yaşadığı tarihsel kıyımların bir benzeri Ermeni halkına yaşatılır. Kıyımdan kaçan binlerce Ermeni halkı Kayseri, Maraş ve Malatya bölgesindeki alevi köylerine sığınır. Bu köylerden biri de Sarız’a bağlı Kırkısrak köyüdür. Kıyım sırasında adı geçen köye birçok Ermeni aile sığınır. Köylüler kendileriyle aynı kaderi paylaşan sığınmacılara büyük bir özveriyle yardım elini uzatırlar. Bu kader birliği kendisini hem tarihsel olarak sistemle yaşanan çelişkilerde, hem de bazı konularda yaşanan inanç benzerliğinde gösterir. Bu yüzdendir ki, her iki toplum arasında güçlü bir dayanışma duygusu gelişmiştir. Bu gün adı geçen bölgelerde Ermenilerin fiziksel varlıkları büyük oranda kaybolsa da, gerek kültürleriyle gerekse yaratıkları sanat eserleriyle halen izleri mevcuttur.

Kıyımdan sonra aileler Suriye, Lübnan, Amerika gibi ülkelere, bazı aileler ise Sıh Mamo’nun kurduğu hakikat yaşamından etkilenerek, Kırkısrak köyünde kalır. “Şıh Mamo gibi inançlarını yaşama biçimine dönüştüren insanların önderliğiyle kendilerine zarar gelse bile bu insanlara bir zarar gelmemesi için canları pahsına bir anlayış geliştirdiler. Bir yıl onları samanlıklarda ve damlarda barınmaları için ortam hazırladılar. Ortalık yatışır gibi olunca köydeki her aile onları sırasıyla evine alıp ekmeklerini paylaştılar. Bir yerlerden gelip buraya sığınan insanlar köydekilerle kaynaşıp gittiler. Bu vahşi dağların sert yapılı ama insancıl karakterli esmer posbıyıklı insanların dilini, yaşayış biçimlerini benimsediler. Bunu her türlü baskıdan uzak kendi özelliklerini koruyarak sürdürdüler. (Binboğalı Sonkökçüler, Süleyman Çiltaş, age. s.65)

Yüzyılın başında Hugo Grote, adlı bir misyoner Sarız’ın Kırkırsak köyünde hakikatçi önderlerden Mamık-i Kosa ile bir görüşme yapar. Kosa, Alevilik ile Hıristiyanlık arsındaki temel inanç ve ritüelleri karşılaştırmalı olarak Grote ile tartışır. Kosa, Hıristiyanlıkla Alevilik arasındaki benzerlikleri çarpıcı cümlelerle belirtir. Buna karşılık Hugo Grote’da hakikatçi Kosa ve temsil ettiği Alevilik düşüncesi için şu belirlemede bulunur. “Kızılbaş köyü Kırkısrak’ta sorduğum her soruyu hiç çekinmeden yanıtlayan zeki, kendine özgü bir şahsiyeti olan elli yaşlarında bir köylü çok yardımcı oldu. Yüzüne ciddi bir ifade veren derin çizgileri olan, ancak gözlerinde canlı ve muzipçe bir ifade olan, uzun sakallı, Şarkta dini konular sözkonusu olduğunda pek te alışık olunmayan alaycı bir tarzda soruları yanıladı” Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. (İç-Toroslarda Alevi-Kürt Aşiretler, Mehmet Bayrak, Özge Yayınları, Ank, 2006. s166)

Bölge hakikatçileri sosyal ve siyasal baskılardan dolayı kendi içinde kapalı bir yaşam biçimi sürmelerine rağmen, söylemleriyle evrensel ve çağdaş görüşlere sahiptirler. Aleviliğin temel ve yaşamsal düşüncesi olan “Yetmiş iki millete aynı nazarla bakılmalı” özdeyişi bütün hakikatçilerin temel sloganı olmuştur. Farklı görüş ve inançlara hoşgörü ile yaklaşılır. Gayri Müslim kesimlerin “gavur” diye dışlandığı, inanç değerlerine saldırının yapıldığı bir dönemde bölge hakikatçileri tam tersi bir tutum takınırlar. Hıristiyanlık ve onun kutsal kitabı İncili anlama yönünde bir çaba içerisine girerler. Hıristiyanlıkla ilgili materyal dağıtan yayın evleri ile temasa geçilir.

Yirminci yüzyılın başlarında (1906) Hogo Groth’un Kırkısrak köyünde hakikatçi önderlerden Mamık-i Kosa ile yaptığı görüşmenin bir benzerini, 1962 yılında Belçika’lı Jurg Marius adlı bir misyoner, Sarız ilçesinde hakikat deyişlerinin usta yorumcusu Erdem Baba ile yapar. 1926 yılında Malatya Akçadağda doğan ve yakın zamanda Almanyada hakka yürüyen Erdem Baba, düşünce ve ruhta hakikatçi düşüncenin karalı bir savunucusudur. Ancak bunu yaparken asla dogmatik ve sabit fikirli değildir. Farklı düşünceleri tanıma ve anlama yönünde büyük çaba sarf eder. Söz konusu Hıristiyanlığı öğrenmek için İstanbul’da İncil satan bir kurumla ilişkiye geçer. Bu ilişki üzerine Kayseri Sarız’a gelen Belçika’lı Jurg Marios adlı bir misyonerle günlerce sürecek, derin felsefi tartışmalar yapar. Arada yıllar da geçse Jurg Marius Sarız’daki hakikatçi yaşamı unutmaz ve anılarını “Sarız hatıraları” adlı kapsamlı bir mektupta dile getirir. Gerek Hugo Grote’nin, gerekse Jurg’un değerlendirmelerinde ön plana çıkan temel düşünce; hakikatçi Alevilik ile İncil öğretileri arasında bazı benzerliklerin olduğu ve aynı zamanda bölge Aleviliğin kendi içinde özgünlükler taşımasıdır.

Gezi sırasında 26 yaşında olan ve bugün İsviçre’de yaşayan Jurg, Sarız’a yolculuk amacını şöyle belirtir; “Ben kutsal kitap ısmarlayan bu insanları çok merak ettim. Müdür beyden İbrahim’in adresini aldım. Üniversitedeki Türkçe kursu tatil olunca otobüse bindim. Ankara’ya, Kayseri’ye Pınarbaşı’ya, Sarız’a gittim. Vardığımda öğleden sonraydı. Otobüsten indikten sonra yolu sordum. Beni “Öğretmenler Derneğine” davet ettiler, marangoz İbrahim’e haber vereceğiz dediler. O günlerde çok nadir bir yabancı Sarız’a geliyordu. Kahvede bulunanlar beni merek ediyorlardı. Epey bekledim, çaylar içtim. Sonra sakallı bir adam geldi. “İbrahim Erdem benim” dedi” (age. Mektup)

Jurg Sarız’da kaldığı sürece boyunca başta Erdem Baba olmak üzere birçok kişiyle dinsel ve felsefi tartışma yapar. Karşılıklı saygı ve sevgi içerisinde yapılan tartışmalar bazen sabaha kadar sürer. Erdem Baba hakikatçi düşüncenin yaşam felsefesini, Jurg ise İncil ile desteklediği Mesih anlayışını ortaya koyar.

Jurg, Hakikatçi felsefeye bağlı kişileri “ruhaniler” kavramıyla tanımlar. Bölgedeki Alevilik anlayışının geleneksel Alevilikten farklı olduğunu belirten Jurg, söz konusu “ruhanilerin” yayılma alanlarını şöyle sıralar: “Bütün Alevilerin Sarız’dakiler gibi olmadıklarını anladım. Sarız’dakiler kendilerine “ruhani” adını vermişlerdi. Ruhaniler aleviler arsında bir azınlıktı. Bildiğim kadarıyla “ruhaniler” Türkiye’nin kayseri, Malatya, Maraş ve Gaziantep vilayetlerinde bulunuyordu.”(age) Aleviliğin kaynağına ilişkin bugün yapılan tartışmaların bir benzerinin o dönemde de yapıldığını görüyoruz. Jurg, “ruhaniler” olarak tanımladığı bölgedeki hakikatçi Aleviliğin Hıristiyanlık ve Alevilik karışımı bir inanç olduğunu söyler. “İncil kitabından oldukça geniş bazı parçaları ezberlemiş olan bazı alevi büyükleriyle tanıştım. Onlar ve onların çevreleri kendilerine ruhani derler. Aslında onlar eski Alevilik inançları ile İncil kitabının öğretilerini karıştırdılar, yani biraz buradan biraz oradan aldılar. Başka sözlerle İncil sözlerini Aleviliğe göre yorumladılar. Alevilik inancını ise İncil kitabına göre yorumladılar”(age)

Sarız’daki Alevilerin kendisini “ruhani” olarak tanımladıkları yönündeki tespitleri ilk defa Jurg’un açıklamalarından öğreniyoruz. Ruhani, sözcüğü madde âlemine ait olmayan genel bir kavram olarak tanımlanır. Özelde ise sema ehlinde olan ve meleklerle aynı özelliklere sahip varlıklara denir. Fakat melekler madde âlemini kendi gözleriyle gördükleri halde, ruhaniler ancak başka bir canlının donuna bürünerek, maddi âlemi seyredebilirler. Ruhanilik sözle anlatılamayan, ancak deruni (içsel) bir zevkle yaşanılır. Amaç “Kal”den yani sözden “hal”e geçmektir. Hakikatçi şairlerin “ruhaniliği” gerçek aşkın yaşandığı en yüksek mertebe olarak yücelttiğini biliyoruz. Çünkü hakikatçilere göre gerçek aşk ruhani olup bedensel arzuların dışına taşmaktır.

Kimisi aklınca olmuş ruhani / Fark etmez mücessem olan Rahmani / Böylece oldular Hakk’ın düşmanı / İkrarından dönen müfsidaneler (Erdem Baba)

Meluli’ye göre ruhanilik hak ve hakikati idrak etme halidir. Kesretten vahdet diyarına yolculuktur. Başka bir deyişle insan-ı kâmil olma yolunda bir olgunlaşma ve büryanlaşma durumudur.

Hakka giden ruhaniyiz / Hak yolunun kurbanıyız / Hak bizde biz büryanıyız / Bilmeyenler cüheladır (Meluli)

Bölgedeki alevi inanç önderleriyle misyonerler arasında sıcak ilişkilerin kurulduğunu Jurg’un tespitlerinden bağımsız olarak baştan belirtmiştik. Bunu yakın zamana kadar Elbistan, Sarız ve Akçadağ gibi yörelerde kullanılan sembol ve ritüellerde de görmek mümkündür. Söz konusu adı geçen yörelerde birçok evin duvarına elinde kuzu olan ve Hz. İsa’yı temsil eden resimlerin asıldığını biliyoruz. Bu davranışın hoşgörüye dayalı bir dayanışma duygusundan mı, yoksa Jurg’un belirttiği gibi inanç benzerliğinden mi olduğu sorusu ayrıca tartışma konusudur. Bu dayanışmanın farklı inançlara ait kimselerin “gavur”, “kafir”, “zındık” diye dışlandığı, özellikle de dini önderlere ait resimlerin yasak olduğu bir sisteme rağmen yapılması ayrıca önemlidir.

Jurg’un dikkatinde kaçmayan bir diğer konu da “dörtlübirlik” diye tanımladığı iki ailenin birlikte aynı mekânda ortak yaşamaları olur. Sarız’da Erdem Baba’nın ailesi dâhil bazı aileler, Alevilik felsefesinde dört canın bir gömleğe girmesi olarak tanımlanan sevgi ve paylaşım üzerinde kurulu musahiblik düşüncesinin bir benzeri olan ortak bir yaşamı benimser. Bilindiği gibi Alevilik-Bektaşilik felsefesinde “sen”, “ben” sözü yoktur. O’nun yerine “canlar” sözü vardır.

Harabi kemteri söyleten haktır / Senlik benlik lafzı burda yasaktır / Kendini beğenmek çıkmaz sokaktır / Hak erenler birlik dirlik isterler (Harabi)

Harabi’nin yukarıdaki deyişinde de can bulan hakikatçi felsefe, Jurg’un gözlemlerine şu cümlelerle yansır; “Herkes herkese bakıyordu kimse bana karışma bu benimdir” demiyordu. Yemek bir tek sofradan yeniliyordu. Bir süre baktıktan sonra sordum. “bu dörtlübirlik nedir, neden geliyor? Cevap şöyleydi: ruhanilerin arasında bazen iki çift beraber yaşamaya her şeylerini paylaşmaya, birbirlerini sevmeye, birbirlerine tam güvenmeye, birbirlerine bakmaya ve hizmet etmeye karar veriyor ve birlikte bir evde yaşıyorlar. Bu dörtlübirlikler nadir oluyor, ama bu dörtlübirliklerin özel bir değeri var”. (age)

Jurg, Sarız’da bulunduğu süre içerisinde civar köylerden birçok kişi ile derin sohbetlere girer. “Sarız da bulunduğum günlerde etraftaki köylerden bazı “ruhani” misafirler gelirdi. Köylerin adları “Dallıkavak köyü”, “Kırkırsak köyü” ve “Şığlar mahlehsiydi” adını unuttuğum başka köyler ve Elbistan’da vardı. Bu misafirlerin bazıları beni kendi yerlerine davet ettiler. Ben de onları köylerinde ziyaret ettim”. (age)

Jurg’un bölge alevi önderleriyle birçok tartışma yapar. Başta bugün bile tartışma konusu olan Aleviliğin etimolojik kökeni olmak üzere, daha birçok konuda inançların benzer ve farklı yönleri derinlikli bir analize tabi tutulur. “Hatıralarıma devam etmeden önce “Ruhanilerin” nerden geldiğini, nasıl geliştiklerini anlatayım. Tabii bilgilerim ve anlayışım kısıtlıdır. Ve burada ancak benim anladıklarımı iletebiliyorum. Türkiyedeki Alevilerin inançları çok eskiye dayanır. Bazıları alevi sözü “alev”den geldiğini, İslam dininden çok öncelerine dayandığını söylüyorlar. O eski zamanlarda insanlar güneşe, aya, ateşe (aleve), suya, toprağa, yele tapıyorlardı. Bazıları ise alevi sözcüğünün İslam peygamberi Muhammed’in damadı olan Ali’den geldiğini söylüyor. Onlara göre aleviler Ali’yi izleyen partiden kalmalıdır.” (age)

Jurg’un dikkat çeken açıklamalarından biri de bölgenin hakikatçi önderlerinden Sıh Mamo (Mamımık-i Kosa) ile ilgilidir. Jurg, mektubunda Şıh Mamo’nun yaşam felsefesi ile İncil öğretisi arasında uygunluk olduğunu belirtir. Bunu da Şıh Mamo’nun İncil’i okumasına bağlar. Bölge hakikatçilerin sadece İncil’i değil, birçok inanç ve kültüre ait eserleri okuyup yorumladıklarını biliyoruz. Aleviler çağın gereklerine göre -hangi inanca ait olursa olsun- iyi ve güzel olanı özümsemiş, kötü ve batıl olanı ise dışlamışlardır. Bu Aleviliğin doğmatik ve şekilci bir inanç olmadığını gösterir. Dolayısıyla Jurg’un Şıh Mamo ile ilgili anlattığı anekdot İncil öğretisine uygun olabileceği gibi, başka inançlara da uygun gelebilir. Kaldı ki, Jurg’un İncil ayetleriyle desteklediği olayın Alevilik felsefesinde “İncinsen de incitme” özdeyişi ile dile getirildiğini biliyoruz. Jurg, konu ile ilgili şunları belirtir;“Şığ Mamo beklide yüz yıl önce “Şığlar Mahlesinde” yaşamıştır. Onun hakında anlatıkları çok ilgi çekiciydi. Duyduğum bir olayı hiç unutamadım. Şığ Mamo’dan başka “ruhaniler” gibi İsa Mesih’i seviyor. Ve İncil kitabını okuyordu. Mamo İncil kitabını okumakla kalmadı, okuduklarını uygulamak isteyen biriydi. Harman zamanında bir gün Mamo evine yakın olan tarlasında buğdayları kesti, tamamen kurumaları için tarlada bıraktı. Ara sıra dikkat edemediği bir anda hırsızlar gelip kesilmiş buğdayları alıp götürüyorlardı. Bunun için Mamo da saklanıp tarlasına dikkat ediyordu. Bir ara bir hırsızın yaklaştığını gördü. Adamı tanıyordu, aynı köyün bir adamıydı. Hırsız Mamo’yu görmedi. Getirmiş olduğu büyük bir çarşaf yer serdi ve çarşafın üstüne kesilmiş buğdayları yığmaya başladı. Mamo ne yapsın? İsa’nın şu sözlerini hatırladı. “komsunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulüm edenler için dua edin, öyle ki, göklerdeki babanızın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşin hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur. Yağmurunu hem doğruların hem de iyilerin üzerine yağdırır” (İncil’den Matta 5: 43-45)

Mamo, İsa’nın bu sözlerini uygulamaya karar verdi. Hırsız, mümkün olduğu kadar buğday çarşafın üstüne yığdı. Sonunda çarşafı topladı, onu yüklenip evine götürmek istedi. Ama yük çok ağırdı, çarşafı kaldıramadı. Bunu gören Mamo gizlice arkadan yaklaştı, yükünü kaldırmasında hırsıza yardım etti. Hırsız da buğdayları götürüp evine gitti.” (age)

Jurg’un burada “incinsen de incinme”, “düşmanınızı sevin” gibi savsözlerle desteklediği bu özgeci düşünce gelinen aşamada hem Hıristiyan hem de aleviler tarafında tartışma ve eleştiri konusu yapılmaktadır. Kuşkusuz, insanlar arasında barış sevgi ve paylaşım gibi değerlerin hem teorik hem de pratik yaşamda savunulması önemli ve gereklidir. Ancak burada dile getirilen genel gereksinimlerin pratik yaşamda toplumsal bir karşılığı yoktur. Belki bireysel olarak bir kimse kendisine yönelik acımasız ve canice yapılan bir davranışı bu düşünceler bağlamında bağışlayabilir. Fakat bu durum yapılan haksızlığı ortadan kaldırmadığı gibi, başka haksızlıklara da davetiye çıkarabilir. Özcesi suça bulaşmış ve kurbanı tarafından bağışlanmış kişinin aynı olumsuz davranışlarını ikinci, üçüncü şahıslara karşı da yapmayacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla hem Aleviliğin “incinsen de incitme” hem de Hıristiyanlığın “düşmanınızı sevin” vaazı, günümüzde birçok insan tarafında kuşkuyla karşılanmış ve ilgili emirlerin kişisel ilişkiler bağlamında ele alınması gerektiği yönünde görüş belirtilmiştir. “İlk dönem Hıristiyanları çektikleri acının öcünü alma görevini tanrıya bırakmışlardı, onlar tanrı mahkemesinin tez zamanda kurulacağına inanıyorlardı ve İsa, “bir kuşak geçmeden bunun gerçekleşeceği” vaadinde bulunuyordu onlara. Bu nedenle düşmanları bağışlamaya hazır olma duygusu, onların bilincinde, zalimlere karşı üstünlük sağlayacaklarına inanmanın getirdiği gizli bir sevinç duygusuyla birleşmişti. “eğer düşmanın açsa, karnını duyur; eğer susuzsa, su ver ona: çünkü sen bunu yapmakla onun başına korlar yağmış olursun” (İncil’in Romalılara bölümü, 12:20). Böylece kurban, cellet karşısında hayali de olsa ahlaki bir zafer kazanmış olur. ezilen insan, yaşadığı hayatta aşağılanmasına ve acı çekmesine karşın, düşmanlarına yönelik bu tuhaf sevgi ve bağışlama biçiminde, kendi kendini bir düşünceye inandırır” (Emek, Din ve İnsan,s.131-132)

Erdem Baba ile Jurg arasında tanrı kavramı da önemli bir tartışma konusudur. Erdem Baba hakikatçi görüşün tanrı anlayışını, Jurg ise İncil’in başka bir deyişle Hıristiyanlığın tanrı anlayışını ortaya koyar. Birçok konuda hem fikir olduklarını belirten Jurg, Erdem Baba’nın “vahdet-i mevcut” düşüncesi gereği “insan tanrıdır” görüşüne katılmaz. “İbrahim şöyle derdi: “Ermeniler’e Alllah nerdedir” diye sorduğumuzda hep elle gökleri gösteriyorlar. Tabiî ki, biz buna razı gelmiyoruz, biz allahı kalbimizde biliyoruz.” Bu konu da düşüncelerimiz bir di. Çünkü Allahın imanlı kişinin kalbinde bulunduğu İncil kitabında da yazılıdır. “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da ondan yaşar.” (İncil,1 Yuhanna4:16)

Jurg, Sarız’da beklentilerini aşan ummadığı bir hoşgörü kültürü ile karşılaşır. “Sarılmanın ve öpmenin bu kadar güzel bir duygu olduğunu burda anladım” diyen, Jurg, dostluğun, paylaşımın ve fedakârlığın en güzel örneklerini Sarız, Elbistan ve Akçadağ köylerinde yaşayarak öğrenir. Kısa bir sürede Jurg’un yaşam biçimi, hayata bakış açısı değişir. Belçikalı Jurg, artık Sarız’lı Davut olur. Gerek bölgedeki hoşgörü ortamı, gerekse Jurg’da yaşanan değişim, O’nu yöre insanı ile benzer davranışlara götürür. 26 yaşındaki Jurg, namı diğer adı Davud, Sarız’lı Kürt alevi kızına âşık olur. Jurg’un mektubunda söz ettiği kızın adı Fadime’dir. Jurg’un Fadime’ye olan ilgisini komşuları saygı ile karşılar. Komşular Jurg’un dinine, diline, ırkına bakmadan evlenmelerine onay verirler. Böylece Jurg, Aleviliğin temel prensiplerinden olan “72 millete aynı nazarla bakmak” ilkesini sadece düşüncede değil, pratikte de öğrenmiş olur. Evlilik olayı her iki tarafın istemesine rağmen Jurg’un sosyal koşullarından dolayı gerçekleşmez. Nitekim kısa bir süre sonra Ankara’da gözaltına alınarak sınır dışı edilir. Bu gün 90 yaşlarında olmasına rağmen yaşadıklarını özlemle yâd eder.

Baştan da belirttiğimiz gibi hakikatçi filozoflar, düşüncelerini pratik yaşama aktarmak ve evrensel bir boyut kazandırmak için geleneksel dedegan düşüncenin bazı ritüellerine radikal eleştiriler getiririler. Amaç sahip oldukları görüşleri Anadolu’daki farklı kimliklerle paylaşmaktır. Bunun için de biyolojik olarak kan akrabalığına dayanan “belden gelme” geleneği yerine, “sıhri akrabalığa” yani sözleşmeye dayalı “yoldan gelme” düşüncesini savunurlar. Hakikatçi düşünce bu yönüyle yerelliği aşarak, aynı zamanda evrensel bir kimlik kazanmıştır. Hakikatçi düşüncenin evrensel özelliğini, İslamdaki ümmet anlayışıyla karıştırmamak gerekir. Her ne kadar ümmet anlayışında ulus kavramı ikinci planda yer alsa da, din olgusu üzerinde başka bir din ya da mezhebe mensup topluluklar “gâvur” ya da “dinsiz” gibi kavramlarla dışlanıp suçlanabilmektedir. Oysa hakikatçi Alevilikte kişinin dili, dini, mezhebi, ulusu vb. bir önemi yoktur. “Ne olursan ol, yine de gel” düşüncesinin gereği olarak, insanlar arsında din, dil, ırk, sınıf vb. ayırımı yapılmaz. Bu yüzdendir ki Kızılbaş Alevilik, Anadolu’da etnik arındırmaya dayalı katliamlardan kaçan farklı kimliklerin, sığındığı bir liman olmuştur. Bu limana uğrayan hiç kimsenin soyu sopu, aslı nesli ve kimliği sorulmaz. Meluli bu evrensel düşünceyi su mısralarla dile getirir;

Senlik benlik kalmaz kalkar aradan / Hep bir kardeş olur gönülden candan / Aslı nesli hiç sorulmaz oradan / Aslı nesli soyu sopu muhabbet

İnsan merkezli bir düşünce sistemi olan hakikatçi Alevilik anlayışı, Avrupa’da gelişen hümanizm felsefesine de kaynaklık eder. Bu tespit bölgedeki yabancı misyonerlerin gözlemlerine de yansır. Jurg, kendisinden 56 yıl önce Hogo Groth’un bölge hakikatçileri için söylediği “Siz yaşama ve insanlığa bakış felsefenizle biz Avrupalılardan yüz yıl daha ilerdesiniz” sözlerini haklı çıkaracak, samimi ve asla bitmeyecek kalıcı duygularla Sarız’dan ayrılır. “Ruhaniler arasında insanlık sözü çok önemli olduğunu anladım. İnsanlık anlayışı batı devletlerindeki hümanizm anlayışına çok benziyordu. Bu insanlık anlayışının nerden ve nasıl ruhani Alevilere geldiğini bilmiyorum” (Sarız hatıraları)

MEHMET KÖMÜR / Felsefeci

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.