Naki BAKIR : Maraş'tan Gelen Haber

Naki BAKIR : Maraş'tan Gelen Haber

Naki BAKIR : Maraş'tan Gelen Haber"24 Aralık 1978... Olay, 'Maraş katliamı' olarak geçti tarihe: yeni bir Alevi kırımı... Kap kara bir leke düştü tarihe......

A+A-

Naki BAKIR : Maraş'tan Gelen Haber

"24 Aralık 1978... Olay, 'Maraş katliamı' olarak geçti tarihe: yeni bir Alevi kırımı... Kap kara bir leke düştü tarihe... Yürek dayanmaz, kalem yazmaz bir olay... İnsan insana yapabilir miydi bunu? Bırakın insanı, canlıya, kuşa, börtü böceğe bunu yapabilir miydi 'insanım' diyen? Ya bunu yapanlar insan olabilir miydi?

maras_kanli-maras

Güneş bile saklandı utancından, bir zemheri ayazıydı her yeri kaplayan. Buz kesmişti umum şey. Maraş’tan gelen haberdi bu. Acı haber… Yeni Hüseyinler kurban verilmişti, zamane Yezitlerine… Keşke gelmeseydi o haber de tek kırılaydı elim kolum. Ooooooy lemın, derdo lemın!”

1970’li yılların sonları…

Sağ ve sol silahlı grupların, hatta solun farklı fraksiyonlarının kıyasıya birbirini kırdığı, her gün onlarca insanın öldürüldüğü yıllar…

Adeta bir “iç savaş” tablosu…

Her gün okullar basılıyor, kahveler taranıyor, bombalanıyor.

Her tarafta CIA ve diğer teşkilat ajanları kol geziyor.

At izinin it izine karıştığı” yıllar…

Ölümün nasıl ve nereden geleceği belli değil.

Ölümün adı “kalleş”…

Toplum, sağ ve sol şeklinde iki ana bloğa ayrılmış. Bunlar da kendi içinde farklı dallarda ayrışmış.

Aleviler ise blok olarak solda. Eşitlikten, haktan, doğrudan, emekten yana çünkü…

Kurtuluşu orada görmüşüz, ona bel bağlamışız…

Güzel günlere inanmışız, “nasıl ve nereden geleceğini bilmeden”…

Ancak konumlar eşit değil, güçler orantısız…

Devlet içindeki güçlerin desteklediği eli silahlı sağcı, milliyetçi, Türkçü-İslamcı güçler karşısında solcu olmak, hele de aynı zamanda Alevi’ysen, hele de Kürt’sen, yani “Üç K”  (Komünist, Kızılbaş, Kürt) isen çok çetin bir durum.

Çetindi; çünkü Türk-İslam sentezi laboratuvarlarında üretilip klonlanmış, kan içmeye programlanmış, sayıları on binlere ulaşan tehlikeli bir canlı türü kabus gibi peşini bırakmıyor. Emperyalist güçler, uluslar arası sermaye ve içerideki komprador burjuvazinin hizmetinde ülkeyi yöneten kadrolar, milliyetçi-muhafazakar söylem ve eylemlerle bu canlı türünün oluşum ve gelişimine hep katkı yapar, cinayetlerinde kendilerine yardımcı olurlardı.

Beyinleri, sınırlı sayıdaki kavramı algılayabilen, emir ve talimatları kusursuz yerine getirecek biçimde programlanmış ve en temel tepkisi öldürme olan bu “tehlikeli tür”ün ağzından genelde; “Vatan, millet, Sakarya”, “Komonistler Moskova’ya” gibi belli kalıp cümleler duyardınız.

Bunlar, “Hira Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türk” olduklarını söylerlerdi …

Bunların “Rehberleri Kuran, yolları Turan” idi.

Devlet içindeki oluşumlardan aldıkları destek ve gazla, daha da çok solcu ve Alevi kanına susayan bu vampirler azdıkça azdı.

Bir şeyler olacağı belliydi…

Bir fırtına öncesi sessizlik,

Kerbela günlerini hatırlatan bir hüzün ve korku bireşimi havayı kaplamış, pis bir nefes gibi dolaşıyordu etrafta…

…ve o kara gün geldi çattı.

24 Aralık 1978…

Maraş’tan bir haber geldi.

Olay,  “Maraş katliamı” olarak geçti tarihe…

Maraş’tan bir haber geldi, acı bir yel esti, kara bir bulut güneşin önünü tuttu adeta…

Keşke gelmeseydi de

Tek kırılaydı elim kolum, oooooy lemın, oy!...

O gün tüm dünyanın gözü Anadolu’daki bir küçük kente çevrildi. TeReTe televizyonunun siyah beyaz ekrana yansıttığı haberler değilse de ertesi gün gazetelerde yer alanlar, bu kentte yaşanan korkunç olayı, bu insanlık suçunun boyutlarını gözler önüne seriyordu. İnsanlık tarihindeki en kara günlerden biriydi yaşanan.

Koskoca kapkara bir leke düştü tarihe…

Tarih Baba yüzünü sakladı…

Bir olay ki yürek dayanmaz, kalem yazmaz…

Nasıl bir işti bu,

insan insana yapabilir miydi bunu?

Bırakın insanı, canlıya, kuşa,

börtü böceğe bunu yapabilir miydi “insanım” diyen?

Ya bunu yapanlar insan olabilir miydi?

Ya nasıl bakabilirdi birbirinin yüzüne insan …

Güneş bile saklandı utancından,

bir zemheri ayazıydı her yeri kaplayan.

Buz kesmişti umum şey.

Buz tutmuştu yürekler.

Maraş’tan gelen haberdi bu.

Keşke gelmeseydi o haber de tek kırılaydı elim kolum.

Ooooooy lemın, derdo lemın!....

O gün 14 yaşında olan bir çocuğun yüreğine işleyen sızısı hiç çıkmadı bu acının …

Olayı  “Maraş katliamı” yazdı tarih: yeni bir Alevi kırımı…

Yeni bir Kerbela’ydı bu. Yeni Hüseyinler kurban verilmişti, zamane Yezitlerine…

Yeni bir Malya Ovası katliamıydı.

Yeni bir Bedreddin kıtali

Bir kez daha hak değil, kaba güç kazanmıştı.

Katiller, Hitler’i, Vlad’ı ve tarihin diğer en azılı canilerini kıskandırdılar. Bunlar “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar da Müslüman”dılar…

Bu kara günde yaşanan olaylar, birkaç gün öncesinden “geliyorum” diyordu. Ancak buna “dur” demesi gerekenler kör ve sağırdı adeta. Suça ortak olmanın, hatta kışkırtıp kenara çekilmenin hain yüz ifadesiyle bıyık altından gülüyorlardı pis pis.

19 Aralık’ta Maraş'ta faşistlerin propaganda aracı haline gelen C. Arkın'ın "Güneş Ne Zaman Doğacak" filminin gösterildiği Çiçek Sineması’nın bombalanmasıyla başladı olaylar. Bunun ardından 20 Aralık’ta akşam saatlerinde Yeni Mahalle'de sol görüşlüler ve Aleviler’in devam ettiği Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atıldı, iki kişi ağır yaralandı. Tehlikeli tür, 21 Aralık’ta kendi attıkları bombaya "misilleme" olarak Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden TÖB-DER üyesi Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu’nu öldürdüler. Bu da yetmez gibi katlettikleri öğretmenlerin cenaze töreninde de topluluğa saldırdılar.

Caniler, 23 Aralık’ta “Allah adına” yapılan “Cihad” çağrısıyla, köylerden gelenlerin de katılımıyla büyüyerek, katliam için toplaştılar, bıçaklarını, baltalarını bileyip, silahlarını yağladılar.

…ve “Cihad” başlıyordu…

Evleri, işyerlerini yakmaya yıkmaya başladılar. Aleviler can güvenliğini sağlamak için dağın eteklerinde kurulu Yörükselim Mahallesi’ndeki en güvenli evlere konuşlanmaya başladılar. Bu evlerde, çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 40-50’şer kişilik gruplar oluştu.

“Yetiş Ya Ali”,

“Yetiş Sultan Hızır” diyordu canlar nafile…

“Kurban olduğum Celal Abbas”…

“İriş carımıza, koma bizi darda…”

Eli baltalı, gözü dönmüş saldırgan güruh saldırıya geçti. Mahalleyi kuşatmaya aldılar. Daha geri planda ise ellerinde uzun menzilli silahlar bulunan, ağzı, yüzü kapalı esrarengiz kişiler vardı. Yani eli baltalı faşist-gerici güruhu öne süren eli silahlılar, kendileri atış menziline girmiyor, olayı seyrediyordu. Adeta katliamcıların güvenliğini sağlıyor, onlara lojistik destek sağlıyorlardı.

Gözü dönmüş güruh, önce mahallenin alt ucundaki evine erzak almak için giden yaşlı bir kadıncağızla oğlunu öldürdüler. Barbarların, vandalların saldırılarını anımsatıyordu yaşananlar.

Baltayı kapan “Allah Allah!” diye bağırarak saldırıyordu. Kıyasıyla saldırıyor, öldürüyor, öldürüyorlardı.

Daha sonra da evleri yağmalayıp yakıyorlardı.

Bilanço çok ağır, çok korkunç oldu.

Beşikte yatarken bacağından ikiye ayrılmış bebeler… Baltalarla doğranmış yaşlı, genç ve çocuklar…

Yakılmış bedenler…

Öyle bir tablo ki insanlık tarihinin az gördüğü, nadir kaydettiği türden…

Bu güneş altında bu toprak üzerinde en hunharca işlenmiş katliamlardan bir yenisi…

Kurbanlar dizildi yan yana,

dizi dizi, saf saf…

Ölmüş genç yaşlı, kadın erkek canlar…

Yakılmış,

Doğranmış bedenler…

Kurbanlar;

Bebe, çocuk, genç, yaşlı…

Kurbanlar; ana, kuzu, kardeş, yavuklu…

Feryadını içine gömdü analar,

gözyaşını içine akıttı.

Analar ağıtlar yaktı.

Döşünü dövdü analar,

bacılar saçını yoldu…

Mazlumların yoktu sığınacağı.

Yine kendileri sardı kendi yaralarını…

Bir acı ki yürek dayanmaz.

Bir acı ki kalem yazmaz.

Bir yara ki merhem kar etmez …

Bir dert ki dağ dayanmaz…

Keşke bunlar olmayaydı, kırılaydı elim kolum…

Oy lemın, derdo lemın, ez kurbano….

25 Aralık gecesi sona eren katliamın bilançosu:

Ölü sayısı resmi kaynaklara göre 111.

Olayın canlı tanıkları ise sayının 1000’in üzerinde olduğuna tanıklık ediyor. Ölenlerin gömülmesine adeta mezarlık yetmiyor, sürekli yeni yerler açılıyor, hastanenin morgu, buzhane dolup taşıyordu zaten.

-“Alevi’nin malı helal”

Katliam öncesi propagandalarında “Kızılbaşları öldüren cennete gider, evleri, malları size helaldir” diyorlardı. Öyle ya Müslümanlar cihad edince, “kafirin canı, malı, ırzı helaldir”…

Bu “cihad” öncesinde el konulacak Alevi evlerinin kendilerine verileceği vaadini duyup gelen köylüler de bir hayli kalabalıktı. Kendilerine “Alevileri öldürüp malını mülkünü size vereceğiz” demişler. Yani “ganimet” paylaşımı, tıpkı İslam devleti dönemindeki gibi…

Tehlikeli türün Alevilere karşı “cihad”ında 600’e yakın ev, 300 dolayında işyeri yakılıp yıkıldı, çok sayıda araç tahrip edildi.

Olayı izleyen günlerde yaşanan göçlerle de Maraş’ta neredeyse Alevi kalmadı. “Türkçü-İslam”cı zihniyet, adeta bir etnik temizlik gerçekleştirdi.

Maraş artık daha da yaşanmaz bir kent idi; bülbülleri susmuş baykuşlar öten.

Bu gözü dönmüş cani ruhlu yaratıklar, bedenen çok gelişip, beyinsel olarak evrimini tamamlayamamış bu garip canlı organizmalar, bu günahı işlerken, yalnız mıydı peki?

Onlara destek veren daha organize güçler yok muydu?

Bu destekte amaç neydi?

Polis devleti yaratmak mı?

Toplumsal muhalefeti bastırmak mı?

Muhalif toplum kesimlerini sindirerek, içlerine korku salmak mı?

Öteki”ni yok sayan “tek tip” insan yaratmaya dayalı anlayışın önüne çıkabilecek engelleri ortadan kaldırmak mıydı?

Yoksa kısa bir süre sonra uygulamaya konulacak 24 Ocak kararlarıyla başlayan ve giderek ülkeyi tam sömürge haline getiren radikal ekonomik dönüşüme engel oluşturan işçi sınıfını bastırmak mıydı?

12 Eylül darbesinin alt yapısını oluşturmak mıydı?

Bu amaçların hepsi mi vardı yoksa?

Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” demiş eskiler… Yani insan belleği unutma özürlüdür. Bu yüzden günümüzde hafıza malülü, kasabın bıçağını yalayan koyunu andıran, celladına sevgi sözcükleri fısıldayan, “beşerler” var. Alevileri Hira Dağı’na, Tanrı Dağı’na götürmeye çalışanlar var. Aleviliği fetihçi, ganimetçi, dayatmacı, erkek egemen, despot ideolojinin bir yan dalı şeklinde konumlandırmak isteyenler var.

Üstelik de Maraş ne ilk ne son iken.

Üstelik de Çorum Çorum ölüp,

Sivas Sivas yanarken…

Alevilerin görevi, bunlara karşı uyanık olmak.

Unutmamak…

Alevilerin görevi; karanlığın üzerine ışıkla yürümek.

Dogmanın, irticanın üzerine bilgiyle, bilimle, akılla, bilinçle…

Çünkü ışığı sevmeyen yarasalar gibi, bunlara karşı en güçlü silah bilgidir, aydınlıktır.

Görev, nefrete kine karşı sevgiyi, ırkçılığa ayrımcılığa karşı kardeşliği yeşertmek…

Çünkü faşizme, emperyalizme, şovenizme, irticaya ve bilumum şer zihniyete, ancak bu şekilde karşı dururuz.

Çünkü, ancak böyle var oluruz.

Ancak bu yolda insan oluruz.

Biz olursak insanlık da olur.

İnsanlık, ancak bizimle var olur.

Biz oldukça;

sevgi olur,

barış olur,

güzel olur dünya.

Biz oldukça,

Dünya yaşanır olur…

Bu olmazsa her gün bir Maraş,

Her gün Çorum,

Her gün Sivas olur,

Her gün karanlık, her gün bela,

Biz biz olmazsak,

her günümüz olur Kerbela…

Naki Bakır

19.11.2007

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.