Rıza ZELYUT : İnsanları Sivas'tan önce Edirne'de yaktılar

Rıza ZELYUT : İnsanları Sivas'tan önce Edirne'de yaktılar

Rıza ZELYUT : İnsanları Sivas'tan önce Edirne'de yaktılar  AVRUPA’DAKİ ENGİZİSYON 550 YIL ÖNCE OSMANLI SARAYI’NDA HORTLAMIŞTIAcı olayları hafifletmenin...

A+A-

Rıza ZELYUT : İnsanları Sivas'tan önce Edirne'de yaktılar 

AVRUPA’DAKİ ENGİZİSYON 550 YIL ÖNCE OSMANLI SARAYI’NDA HORTLAMIŞTI

Acı olayları hafifletmenin yolu, ondan ders çıkarıp tekrarlanmasını önlemektir. Sivas’ta yakılan aydınları unutursak, toplumumuzun yüz yüze olduğu tehlikenin üstünü örtmüş sayılırız. Eğer 550 sene önce de bu topraklarda insanların yakıldığını bilsek, buna karşı vicdani ve fikri set oluşturabilsek ‘Madımak faciası’ olmazdı. İşte o ilk facianın hikayesi...

3 gün sonra tarihimizin en kara sayfalarından birini yeniden hatırlayacağız. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta insanlar cayır cayır yakıldılar. 37 insan hayatını kaybetti. Hem de polisin, askerin gözü önünde. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, bu vahşetten sonra “vatandaşlarımız zarar görmemiştir!” diyerek kanlı olaydaki yönetim tavrını açığa vurdu. Dönemin Başbakan Yardımcısı SHP Lideri Erdal İnönü, kendisine telefon edildiği halde duruma el koymadı. Sanatçılar, aydınlar, semah dönen gençler, kışkırtılmış kara kalabalığın eline verilmişti. Sivas’ta Pir Sultan Abdal’ı anmak isteyen seçkin bir topluluğu; din adına yok etmeye kalkışanlar, onları diri diri yakarak Avrupa’daki engizisyon makamlarına taş çıkarttılar.

Bu acı olayın ilk facia olduğu sanılmasın. Sivas’taki yobazların ataları, Fatih Sultan Mehmet zamanında Edirne’de yine insanları yaktılar.

HURUFİLERİ ATEŞE ATTILAR

Fatih döneminde yakılanlar, Hurufi mezhebindendiler. Onları, Ortaçağ Türk dünyasının en orijinal aydın gruplarından birisi olarak görebiliriz.

Hurufiler, kırsal kesimde filizlenen düşüncelerini, büyük engellere karşın zamanla kentlere değin taşımışlardır. Hurufiliğin kurucusu Fazlullah, 1394’te öldürülmesine karşın, bu akım Ortadoğu’da ve Anadolu’da hızla yayılmıştır. Ölümden korkmayan ve onu ulaşılacak en yüce mertebe olarak gören Hurufilerin ikinci büyük temsilcisi, ünlü ozan Nesimi de Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür (1418).

Düşünceleri yüzünden idam edilen Seyyit Nesimi, Aleviler tarafından ‘7 ulu ozan’dan birisi kabul edilmiştir adına da Nesimi Dârı denilen bir makam konulmuştur.

Bektaşilik ve Alevilikte bugün Hurufi birçok kalıntı vardır. Bunlardan en basiti de insanın yüzünde ‘elif, lam, ha’ harflerinin yani ‘Allah’ sözcüğünün yazılı olduğuna inançtır. Bu, aynı zamanda insanı Tanrı’nın yansıması saymak, giderek de onu Tanrı ile özdeşleştirmektir. 16. yüzyılda, Hurufiliğin Rumeli’de oldukça yaygın olduğunu, bu konuda gönderilen yakın tarihli fermanlardan anlıyoruz. 17. yüzyılda Arnavutluk’ta güçlü bir Hurufi kolonisi olduğunu görüyoruz. Bu akım, Bektaşi yeniçeri ağaları yoluyla yeniçerilerin arasına kadar sızmıştı.

NEDİR BU HURUFİLİK?

Hurufilik de siyasal akımlardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Ama feodal dönemde ortaya çıkan her siyasal harekette olduğu gibi özel dinsel giysiler içinde... Batıni niteliği açıkça gözlenen bu akım, kopamayacağı bir kaynak olan Kuran’dan kendi yararlarına sonuçlar çıkarma yoluna gitmiş, bunun için de harfleri yorumlama ve ondan Sünni olmayan veriler sağlamayı yeğlemiştir. Karşı akımlar, Kuran’ın görünür anlamı dışında, bir de derinde iç (öz, batıni) anlamı bulunduğu savı üzerine kurulmuştu. Hurufilik bu soyutlamayı biraz daha ileri götürüp işi harflere değin indirgedi. Düzene karşı çıkan görüşler imal ediliyordu bu yorumlarla... Hurufilik, ‘ilm-i huruf’ adıyla bütün resmi ideolojiler içinde hareketsiz olarak yer almıştır. Kuran’daki ayetlerden ve bunların harflerinden, sayılarından yararlanarak insanların geleceğinden söz etmek, bir savaşı ona göre yorumlamak, bir hastalığın çözümünü bu yolla aramak, basit Hurufi işlemlerden olup bunun yasallığından kimsenin kuşkulandığı yoktu.

Fakat Hurufilerin harfleri resmi ideolojiyle çatışan sonuçlar yaratacak biçimde yorumladıklarından, var olan düzenle çelişkiye düşüyorlardı ve bu yüzden de yok edilmeleri için, dinsiz oldukları yolunda fetvalar veriliyor, bundan sonra da Hurufiler katlediliyordu.

Burada anlatacağımız olayda da görüleceği gibi Tebrizli Fazıl’ın liderliğindeki Hurufiler, Fatih Sultan Mehmet’in onayını almış, beğenilmiş bir küme olarak saraya değin girebilmişlerdir. Fakat onların düzenle çatıştıklarını gören ehl-i sünnet âlimleri, padişahı bile hiçe sayarak Hurufileri yakarak yok etmişlerdir.

İŞTE YAKILMA BELGESİ

Tarafımızdan yazılan ‘Osmanlıda Karşı Düşünce ve İdam Edilenler’ adlı kitapta, bu konu ile ilgili Osmanlı kaynaklarını ortaya koyduk. Acemli (İranlı) Fahreddin adlı bir şeriat âlimi tanıtılırken yakılma olayı da anlatılıyor. Şimdi, çok önemli bir kaynak olan Şakaik-i Numaniyye’nin 82. sayfasındaki ve devamındaki hikayeyi bugünün diliyle aktarıyoruz:

“Alim, amil, fazıl, kamil Mevlana Fahreddin Acemi, İran’ın büyük alimlerindendir. Seyyid Şerif Cürcani’den ders almıştır. Anadolu’ya gelince, Molla Fenari’nin oğlu Mehmet Şah Efendi’nin hizmetine girdi. Geleneklere uygun olarak bazı medreselerde öğretmen olarak çalıştı.

(...) Anlatıldığına göre, Hurufi topluluğunun yolunu sapıtmış ve aldatıcı başkanı Fazıl Tebrizi ve onun yandaşlarından bazı yararsız ve lanetlik müritler. Sultan Murad Han oğlu Mehmet Han’ın hizmetine girmeyi başarmışlardı. Bunlar, sultanın övgüsünü de elde etmişlerdi.

Bunlar, batıl sözlerini doğru diye göstererek, gösterişi bilgi diye sattılar. Böylece padişahın kutsal düşüncesi onlara eğilmiş ve içi de onların sevgisiyle dolmuş oldu. Hatta padişah adı geçen bu kovuntuları, eşyaları ve adamlarıyla birlikte sarayına aldı. Onlara pek çok saygı gösterdi. İkramda bulundu. Övülmeye değer Vezir Mahmud Paşa, bu durumdan çok inciniyordu. Hurufileri saraydan çıkarmak ve kovmak temel ülküsü olmuştu. Fakat vezir, bu dinsizler hakkında padişaha bir şey söylemekten çekiniyor; korkuyordu. Bu çirkin sorunu çözmek isteyen Mahmud Paşa, durumu Mevlana Fahreddin’e bildirdi. ‘Bu kötülük kaynaklarının; dünyanın ruhu konumunda bulunan padişahın tertemiz içine henüz tam olarak işlemeden yok edilmelerinin ilacı nedir?’ diye bilgi alışverişinde bulundu.

TUZAK KURULUYOR

Bu konuşmadan sonra Mevlana Fazıl Acemi, o dinsizlerin iç yüzlerini öğrenip inançlarının niteliğini tam olarak bilmek için onların faydasız ve çürük sözlerini doğrudan doğruya duymak istedi. Eğer onların durumlarında bir yasa dışılık olduğunu anlarsa, onları yok etmek; eğer davranışları Tanrı’ya uygun ise gereken ilgiyi göstermek amacını güdüyordu.

Bunu kararlaştırdıktan sonra Mahmud Paşa, Mevlana Fahr-ı Acemi’yi evinin bir köşesine gizledi. Melun Hurufileri, ziyaret amacıyla evine çağırdı. Sözü edilen haydut topluluğu, veziri kendi yanlış mezheplerini istiyor sanarak, geçersiz mezheplerine ilişkin söyleyişe başladılar. Sonunda söz, sapık ve geçersiz mezhebe çağırmaya gelince, Mevlana Fahreddin onurlu bir çabayla gizlendiği yerden fırladı. Öfkesi taşmıştı. Dinsizlere sövüp saydı. Adı geçen dinsiz, Mevlana Fahreddin’den korkusu nedeniyle padişahın korumasına sığınmak için, İslam ülkesi ve güven yeri olan cennetin benzeri saraya doğru kaçtı. Mevlana Fahreddin, uğrusuz dinsizin sarayda arkasından yetişti. Öyle şiddetli bir öfke gösterdi ki padişah bile bu karşılaşmada araya girmekten utandı ve tartışmaya karışmadı.

ATEŞİ ÜFLERKEN SAKALI YANIYOR

Mevlana Fahreddin, Fazıl Tebrizi’yi sultanın önünde hemen tutup sürükleye sürükleye Edirne kentindeki Üç Şerefeli adındaki camiye götürdü. O kutsal caminin müezzinleri sela verdiler ve ayrıca da bağırdılar. Bütün insanları, varlıklısının ve yoksulunun tümünü camiye topladılar.

Mevlana Fahreddin orada minbere çıktı. O pis Hurufi topluluğunun geçersiz yollarının batılılığını, onların dinsizliğin ve küfrünü söyleyip açık açık anlattı. Bundan sonra da Hurufilerin öldürülmelerinin gereğini ve zorunluluğunu, ayrıca bu konuda yardımcı olacakların en büyük sevap ile donanacaklarını halka bütünüyle bildirdi ve açıkladı. Sözü edilen Hurufi melunları ki sapkınlık harfleri, bilgisizlik ayetleri alınlarında gizlidir ve orada yazılıdır; tümü camiden çıkartılıp musallaya götürüldü. Bu maymun soyluların şeytan başkanlarını Mevlana Fahreddin yakılan ateşe attı.

O sapığın pis içinde bulunan dinsizlik ve sapıklık ateşi, gerçek olarak tutuştu, ağzından dışarıya çıktı. Onun değersiz bedeni cehennem ateşi ile tutuşup yandı. Kendi yaydığı kara dumandan kendi pis yüzü dünyada ve ahrette kara oldu.

Hurufi topluluğundan geri kalanlar, kesici dinsel yasalar gereği, din kılıcıyla öldürüldüler.

Fahr-ı Acem, Hurufileri yakacak ateşi yükseltmek için özenli ve sürekli biçimde çalışmıştır. Öyle ki Hurufilerin öldürülmeleri için hazırlattığı ateşi kendisi üfürürken kutsal sakalı bile yanıyordu.”

Bu bilgi, Sicill-i Osmani’de de tekrarlanır. Din adına insan yakan İranlı Fahreddin; 1465’te ölmüş ve Edirne’ye gömülmüş. Bu yobaz ve yobaz olduğu için de zalim olan kişi anlatılırken deniliyor ki: “Hurufilerden Fazlullah’ın yandaşları ortaya çıkınca bunların yakılmalarına ilişkin fetva verdi ve bunun uygulanmasını yürüttü. Hatta sakalı yandığı halde; Hurufilerin yakılacağı ateşi üflemekten geri durmadı.

Görüldüğü üzere, İran’dan gelip Edirne’de insan yakan zihniyet; yüzyıllar sonra Sivas’ta yine ortaya çıktı ve din adına cinayet işledi.

Sivas Madımak faciasını unutmak; gericiliğin bizlere neler yapabileceğini görmezden gelmek demektir. O ateşin yarın başka aydınları yakmayacağını kim garanti edebilir ki...

RIZA ZELYUT

AKŞAM - 29 Haziran 2008

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.