Tezcan DURNA : Din dersi ve ikiyüzlülükler

Tezcan DURNA : Din dersi ve ikiyüzlülükler

TEZCAN DURNA : Din dersi ve ikiyüzlülükler Hükümet, başörtülülerin üniversitelere girememe sorununu çözme...

A+A-

TEZCAN DURNA : Din dersi ve ikiyüzlülüklerTEZCAN DURNA : Din dersi ve ikiyüzlülükler

Hükümet, başörtülülerin üniversitelere girememe sorununu çözme konusunda gayretkeş görünürken, 'zorunlu din dersinin kaldırılması konusunda' AİHM'in ve Danıştay'ın aldığı karar için menfi yorumlar yapıyor
 
Zorunlu din dersi konusundaki Danıştay'ın son kararının iktidar katındaki tartışılma biçimi, hükümetin özgürlük tahayyülünün sınırlarını kavramada bir turnusol kağıdı olarak algılanmalıdır. Zaten eskinin adalet bakanı, bugünün hükûmet sözcüsü Cemil Çiçek'in "satanistler ve Alevilik" benzetmesi, hükümetin zihniyetine içkin olan "Osmanlı'nın Alevi algısı"nı billurlaştıran bir örnek olarak hafızalarımızda yer etmişti. Aynı algının ortaya çıkmasına örnekler vermekte zorlanmıyoruz. Alevilerin toplumsal taleplerinin tartışılma biçiminin aynısını, "cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi" konusunun tartışıldığı süreçte de görmüştük. İronik, hatta trajik olansa, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi talebinin, "mutat Ortodoks İslam paradigmasının hakikat söylemi" içinden tartışıldığı sıralarda, tüm köylüsüyle vakıf ve dernek başkanlığı sırasında icra ettiği hukuk dışı eylemleri nedeniyle davalık olan "sözde Alevi önderi" bir muhtar ile AKP'de Alevilerin taleplerini yerine getirmek vaadiyle yer bulan Reha Çamuroğlu'nun müphem organizasyonuyla Başbakan, Alevi önderleriyle Muharrem iftarına katılıyordu.

Medyada yoğun biçimde takip edilen iftarda Başbakan'ın yaptığı konuşma, Alevi topluluğu ile hükümet arasında bir ilişki başlayabileceğinin, hatta hükümetin yeni Alevi açılımlarının ipuçları olarak okunmuştu. Bunun böyle olmadığı, hükümetin değişik ağızlarından gelen "gündemimizde yeni Alevi açılımları bulunmuyor" açıklamaları ile netleşti.

Bu süreçte bizi en çok tarihin tekerrür etmesi değil, yürütmeden yargıya, medyadan davanın tarafı olan Alevi toplumuna ve bizzat Cumhuriyetin neredeyse tüm kurumlarının müzmin bir ikiyüzlülük içinde bulunması dehşete düşürdü. Bu ikiyüzlülüğü doğuran en temel dinamiğin, demokrasinin neredeyse bütün çevreler tarafından, sadece kendine demokrasi şeklinde algılanmasıdır. Türban takan dindara göre, başı kapalı olarak üniversiteye kabul edilmek dışında bir özgürlük tahayyülü bulunmuyor. Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi ise Alevi toplumunun yegâne özgürlük talebi olarak tanımlanıyor. Bütün bu farklı toplumsal, mezhepsel, kültürel grupların her talebini siyasal taleplerin çoğulluğu içinde değerlendirip siyasal süreci hareketlendiren ve zenginleştiren dinamikler olarak kavramak mümkün. Ama tarihsel, toplumsal ve siyasal olarak bu taleplerle süregiden antagonizmalar, zannedildiği gibi üretken ve birbirini eklemleyen bir işlev görmek yerine, toplumu kamplara ayırıp toplumsal gruplar arasındaki diyalogu imkânsız hale getiriyor. İşin kötü tarafı, her siyasal çevre neredeyse varolan bu diyalogsuzluk durumundan memnun görünüyor. Hükümet diyalogu sağlayacak adımlar atıyor görünse de, son kertede, temsil ettiği cemaatlerin taleplerinin dışına çıkamıyor. Bu noktada, karşımıza hükümetin ikiyüzlülüğü çarpıcı biçimde çıkıyor. Hükümet, toplumsal tabanının talebi gibi görünen başörtülülerin üniversitelere girememe sorununu tüm eleştiri ve çatışmaları göze alarak çözme konusunda fazlasıyla gayretkeş görünürken, "zorunlu din dersinin kaldırılması konusunda" önce AİHM'in, ardından Danıştay'ın aldığı kararı uygulamak şöyle dursun, kararın "din alimlerine danışılmadan verildiği" gibi skandal yorumlarla karşılıyor.

Uzatılan havuç

Aleviler, laiklik ilkesine en fazla ihtiyaç duyacak olan topluluktur. Bu bağlamda Türkiye'deki laiklik ilkesinin gerçek anlamda uygulanmadığını hatırlatmak gerekir. Zira hem laikliği kabul edip hem de belli bir mezhebin açıkça propagandasını yapan bir Diyanet kurumunu bünyesinde barındıran bir devletin, gerçek anlamda laik olduğu düşünülemez. Alevi toplumundan, Diyanet'in varlığına ilişkin değişik yorum ve talepler geliyor. Kimisi Diyanet İşleri'nin tümüyle kaldırılması gerektiğini -bu doğru tavırdır- kimisi ise Diyanet İşleri bünyesinde Alevilere de hizmet veren birimlerin oluşturulması gerektiğini -bu ise pragmatist tavırdır- işaret ediyor. Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesini talep etmenin kendisi pragmatist tavrın ürünüdür. Hem hükümeti, devleti ılımlı İslam Cumhuriyeti haline getirecek diyerek eleştirip hem de toplumsal alanda ortaya çıkan ve çıkacak olan dinsel cemaatlerden biri haline gelmeyi talep etmek, laik tavırla çelişiyor. Bu durumda Alevi toplumunun bazı çevrelerinin, hükümetin, olası Alevi açılımının kendilerine uzatılan bir havuç olabileceğinin ayırdına varmaları gerekir.

Gelelim "zorunlu din dersi"nin kaldırılması meselesine. Danıştay'ın verdiği kararın hükümet yetkilileri ve Diyanet İşleri Başkanı tarafından "din alimlerine danışılmadan" verildiği gerekçesiyle eleştirilmesi başlıbaşına bir skandal olmakla beraber, kendi içinde bir haklılık da taşıyor. Kararın siyasi nitelikte olduğu apaçık ortada. Yıllardan beri yürürlükte olan zorunlu din dersi uygulamasının, var olan hukuk içerisinde uygulanamayacağına dair bir karar neden daha önceden alınmadı da bu dönemde alındı? Bu durumda insanın aklına, devletin yıllardır hukuksuz bir iş yaptığı geliyor.

Zorunlu din dersinin kaldırılması, Sünni yoğun bölgelerde okuyan çocuklara çevreden gelebilecek baskıları artıracaktır. Dini asimilasyon aracı olarak algılayan Diyanet İşleri'nin Alevilere dair asimetrik bir bakışı olduğu ortadadır. Burada doğru tavır ne zorunlu din dersinin kaldırılmasını ne de din dersi kitaplarında "Alevi-Bektaşi" inancına dair unsurların da yer almasını istemektir. Zorunlu din dersinin kaldırılması ve seçmeli hale getirilmesi, Alevi çocuklarının okullarda dışlanmasını, dinsiz ilan edilmesini beraberinde getirir. Din dersi ile ilgili doğru tavır, din dersinin belli bir mezhebin propagandası şeklinde okutulması yerine, dinin bir kültür ve toplumların deneyimlerinin birikimi olduğunu gösterecek bir dinler tarihi dersi halinde okutulmasını istemektir. Zira sorgulayan, araştıran, dinsel ve siyasal tercihleri nedeniyle birilerini ötekileştirip yargılamayan, bir otele kapatıp yakmaya kalkmayan, kurşunlamayan nesillerin yetişmesi, ancak dinin fetiş olarak kavranmayıp, toplumların kültürel birikimi olduğu şeklinde anlaşılması ile mümkün olacaktır.

TEZCAN DURNA: Dr., Ankara Üni.
RADİKAL 2 - 16 Mart 2008

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.