Türkiye tipi 'ılımlı' mahalle baskısı için 'yerinde' bir inceleme öyküsü

Türkiye tipi 'ılımlı' mahalle baskısı için 'yerinde' bir inceleme öyküsü

"Yıldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu sene daha bir yoğunlaştı. Kapatmış gibi görünmek durumundayım, çünkü...

A+A-

Türkiye tipi 'ılımlı' mahalle baskısı için 'yerinde' bir inceleme öyküsü"Yıldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu sene daha bir yoğunlaştı. Kapatmış gibi görünmek durumundayım, çünkü belediyeyle uğraşmak istemiyorum. Ruhsatımı alabilirler. Bu işi bıraktırıp başka bir işe teşvik ettiriyorlar"

AKP iktidar oldu, cumhurbaşkanı Abdullah Gül derken Türkiye İslam ülkesi mi olacak kaygıları da arttı. Manşetlerden düşmeyen türban tartışmaları, zorunlu din dersleri meselesi gündemi meşgul ederken bu noktadan hareketle, Prof. Şerif Mardin'in ortaya attığı 'mahalle baskısı' kavramı ortaya çıkıverdi. Günlerce tartışıldı konu, köşe yazarları yazdı hatta ana akım medya mahalle baskısı dizisi bile yapmaya başladı. Kimi yazarlar bize Malezya'dan bildirdi, yaşını öğrenmeden örtünmeyi öğrenen Fahama'yı tanıdık Malezya'da. Sonra dinin insanları nasıl esir aldığını öğrendik, yoksullara fonlar ayrılıp bunun karşılığında da özel eğitim merkezlerinde İslami ders aldıklarını yazıyordu Ece Temelkuran Malezya'dan. Bu da Malezya'nın mahalle baskısıydı.

Sonra cami tartışmaları çıktı. Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da cami inşasına destek veren solcularla ırkçılar arasında bir çatışma yaşandı. Haber manşetlere "Bu da Avrupa'nın mahalle baskısı" diye yansıdı. Kavram o kadar genişti ki her türlü şey mahalle baskısına uyarlanıyordu. Ve biz de bu kavram üzerine İstanbul'un mahallelerini dolaşalım dedik... Üstelik Ramazan ayındayız. Oruç tutmayanlara karşı tavırlar yıllardır söyleniyor. Üniversitelerin, liselerin kantinlerinde yaşananları yakından biliyoruz. Peki bu durum mahallelerde nasıl algılanıyor? Mahallesinde oruç tutmayan ya da tekel bayisinde içki satan insanlara mahallelinin bakışı nasıl? Söylenildiği gibi mahallelerde bir dönüşüm yaşandı mı? Örneğin sokaklardaki tesettürlü kadın sayısının artışı hemen göze çarpıyor. Ama bunun bir yanılgı olduğunu yapılan araştırmalar gösterdi. Evet 100 kadından 61'i kapalı ama bu oran geçmiş yıllara göre artış göstermemiş. Sadece tesettürlü kadınların topluma girmesi ve sokağa çıkmasıymış bu durum. Mahallelerdeki değişim ve dönüşümü anlamak için önce Fatih'ten başladık. 'Çok uç bir örnek' diyorsunuz. Belki 'yanlış tercih' diye de düşünüyor olabilirsiniz. Ama dolaştığımız cadde Fatih'in Fevzi Paşa Caddesi. En merkezi noktası yani.

Fatih'in tek bir restoranı var, önce oraya uğruyoruz ama kapalı. Tadilat olduğu söyleniyor, asıl sebebini sorunca da "Lütfen başka yere gidin, konuşmayacağız" diyorlar. Israr etmiyoruz tabii. Hemen restoranın karşısında çok ilginç bir kareyle karşılaşıyoruz. Bir cafenin camında aynen şöyle yazıyor: "Tesettürlü bayan eleman alınacaktır." Cafenin işletmecisi kadın. Ne adını veriyor ne de fotoğrafını çektiriyor. Neden 'tesettürlü eleman' dediğimizde ise, "Neticede servis yapacak ve belirli yerlerini kapatması gerekiyor" yanıtını veriyor. Biraz dolaşınca anlıyoruz ki daha ne ilanlar var: Mesela "tesettürlü düğün yapılır" yazılı düğün salonlarının camında... Evet burası Fatih ama eskiden de bu ilanları camlarda görebiliyor muyduk?

İÇKİ REYONLARI KAPALI
Bir tekel bayisine giriyoruz. Manzara ilginç. Beyaz bir örtü görüyoruz duvarlarda. Örtünün arkasında ise içkiler. İşletmecisi Serhat Özdemir. Ramazan dolayısıyla kapattığını söylüyor, "Zaten satış olmuyor" diyor. Biraz sohbet edince anlatmaya başlıyor; "Mesela gece 03'e kadar açık olan dükkânlar 11:00 gibi kapanıyor, bu durum bizim için de geçerli elbette. Çok fazla da rağbet yok. Bulunduğunuz çevre etkiliyor. Sadece burası değil, İstanbul'un birçok semtinde aynı durumun yaşandığını biliyoruz. Kaldı ki burası Fatih'in en işlek yeri ve merkezi bir nokta. Burada bile görüyorsunuz nelerin olduğunu..." Babasının hatırına kapatmış içki reyonlarını. "Babam geldi rafları açık görünce, 'kapat, burası Fatih' dedi ve ben de babamı kırmamak için kapattım. Bana kalsa inanın kapatmam. Benim kimseden korkum yok. Hatta babama 'neden kapatıyoruz, kimden çekiniyoruz' dedim ama tabii ki onun da çekindiği noktalar var, hepimizin olduğu gibi. Şu an gördüğünüz gibi kapalı. Çok büyük tepkiler görmedik ama kapatınca insanlar 'ne güzel olmuş' dediler. Bu yıl daha farklı bir durum var. Bunu çok rahat bir çok mahallede gözlemleyebilirsiniz."

ONLAR GİBİ DAVRANMALIYIM
Zaten birçok tekel bayisi kapalı Fatih'te. Açık olanlar da içki reyonlarını örtülerle kapatmış. Bunlardan biri de Kemal Yürekli'nin bayisi. Kemal Yürekli insanlardan çekindiğini açıkça söylüyor. "İnsanların bakış açısı çok farklı. Kötü gözle bakılıyor içki satılan mekânlara. Kinli ve öfkeliler, sanki kan davaları varmış gibi. Garip bir tavırları var. Burada içki görüldüğü anda alışverişini yapmadan gidiyorlar. Tabii ki biz de içkili rafları kapatarak ramazan tedbirini alıyoruz."

Kemal Yürekli bir hayli umutsuz, "Geçinmek için onlar gibi davranmalıyım" diyor. "Yıllardır buradayım. Her yıl Ramazan olur ama bu yıl farklı. Tamam kapatıyorsam saygıdan ama elbette ki satışımı da düşünmek zorundayım. Çünkü ekmek param, ben bu içki reyonlarını kapatmazsam kimse bu dükkândan alışverişini yapmayacak. O zaman ben nasıl kazanacağım. Ev geçindiriyorum, çocuklarım var okula gidiyor. Yaşamak ve geçinmek için onlar gibi davranmalıyım. Ara sokaklara bakın kepenkler hepten kapalıdır. Burası caddeye yakın olduğu için satış olabiliyor. Tabii ki çok fazla da satış yok.

Şu anda çok fazla kaygı duymuyorum ama durumlar kötüye gidiyor. Bence bu görünen tablo bile içler acısı değil mi? Bu durum hiç iyi değil. Geleceğimizden elbette kaygı duyuyorum. Yarınımız ne olacak hiç bilmiyorum."

RAMAZAN'DA SAYGI GEREK
Cihat Bey de Ramazan vesilesiyle içki satışını durdurmuş. Hatta rafları boşaltmış. Kalanları da kartonlarla kapatmış. "Zaten alan yok ki" diyor. Hatta bu senenin genel olarak satışının da düşüklüğünden söz ediyor. "Mesela ben bu dükkânı açıyorum ama boşuna. Çünkü sabahtan akşama kadar bekliyorum cebimde 10 YTL'yi zor bulursunuz. Hayatı etkiliyor. Ama açıyoruz işte. Bu yaşıma geldim hâlâ buradayım. Bana kalsa bu dükkânı hiç açmam ama ekmek parası işte. Kendi yerimiz diye bekliyorum. Bazen iftardan sonra açıyorum." Oruç tutuyor Cihat bey; tutmayanların sokakta sigara içmesini ya da herhangi bir şey yemesini hiç onaylamıyor. "Alenen Ramazan ayında böyle şeylerin yapılmasını ben de hoş karşılamıyorum" diyor.

SİGARA İÇMEYE KORKUYORUM
Zelal Tunç Diyarbakırlı. 6 yıldır Fatih'te oturuyor. Eskiden herhangi bir sorun yaşamadığını söylüyor ama "Bu sene bakışlar değişti" diyor. 'Nasıl'ını sorduğumuzda da, "Eskiden çok rahattım, karışan yoktu. Yani Ramazan ayında sigaramı da içiyordum, yemeğimi de yiyordum. Kıyafetimden tutun da içki içmeme kadar bir sorun yoktu.. Ama şimdi içki almaya gidince bir bakkala, kötü gözle bakılıyoruz, öfke ve kin okunuyor gözlerinde. Hatta evimin penceresinde sigara içmeye korkuyorum ki en büyük keyfimdi benim. Yarın başıma ne geleceğinin garantisi yok ki. Öyle bir hal aldı."

Ve kardeşinin yaşadığı bir olayı anlatıyor: "Çok basit bir örnek vereyim, kardeşim geçenlerde fırından ekmek almaya gitti, sordukları soru 'sen Alevi misin' olmuş. Kardeşim de 'hayır değilim' demiş. 'Oruç tutuyor musun' deyince, 'tutmuyorum' diye yanıt vermiş. Fırıncı da 'yazık sana' demiş. Kardeşim ekmek almadan çıkmış. Bir şekilde dışlanıyorsunuz, bir şekilde üzerinizdeki baskıyı hissettiriyorlar size. Artık her şey alenen yapılıyor, her yerde türedi. Bunu da seçim sonrasına bağlıyorum, yani AKP'nin iktidar olması en büyük rol bence."

BAĞCILAR DA AYNI
Fatih'te gördüklerimize şaşırmak mı gerek, yoksa 'zaten Fatih...' deyip geçmek mi bilmiyorum ama galiba 'bu kadarı da olmaz' dedirtiyor. Bu yaşanılanlar sadece Fatih'e mi özgü? Bunu anlamak için Bağcılar'a doğru yola çıkıyoruz. Karma bir yapıya sahip olan Bağcılar'ın sokaklarında dolaşırken aslında her yerin Fatih olduğunu görüyoruz. Önce bir cafeye giriyoruz. Mahalle baskısından söz ediyoruz, neden haber yaptığımızı anlatıyoruz; cafe sahibi "Olmaz mı, elbette var mahalle baskısı, özellikle bu Ramazanda her şey alenen yapılıyor" diyor. O sıra kayıt cihazını açmak istiyorum. "Açarsan konuşmam" diyor. "Bunları anlatmanda ne sakınca var ki?" diyorum, "Hayır" diyor ve ben kayıt cihazını açtığımda bir anda söylediklerinin aksini söylemeye başlıyor...

'EVİME GİDEMİYORUM'
Bir restoran önünden geçiyoruz. İçeri girmeye çalışırken "Kapalıyız" diyorlar. "Birkaç şey sormak istiyoruz." O ara restoran sahibi Haydar Bey geliyor. İçeri giriyoruz. "Neden kapalı izlenimi veriyorsunuz? Açık mısınız kapalı mı?" dediğimizde, "Açığız ama kapalı gibi davranıyoruz. Perdeleri hiç açmıyoruz, ve geceleri de ışığı yakmıyoruz. Her an saldırıya uğrama korkusuyla yaşıyoruz" diyor. Daha önce başından geçen olayı anlatmaya başlıyor. "Geçen yıl başımıza böyle bir felaket geldi. Bize 'Ramazanda açmayacaksınız' dediler, biz de açtık. Ertesi gün kurşunlandı." Bu seneki baskılardan söz ediyoruz, "Tabii ki fîlen bir baskı yok ama olması da gerekmiyor, çünkü bakışlarıyla yeterince baskı unsuru oluşturuyorlar" diyor. Bu baskıyı ise en derinden hissettiğini söylüyor. Hatta sabah 04:00'a kadar restorantın önünde bekliyormuş. "Çünkü rahat değilim, tedirgin oluyoruz ister istemez. Sabah geldiğimde burası yerle bir olmuş olabilir. 1983 yılından bu yana işletiyorum. Geçen yıla kadar böyle şeyler yaşamamıştım. Ama son yıllarda yaşanıyor. Hepimiz yaşıyoruz.

Öyle bir hal aldı ki bakın çevreye, başı açık kadın çok az görürsünüz. Bir anda herkes kapanmaya başladı. Oruç tutmayanlar bile oruç tutar oldu. Bu baskı değil de ne? Örneğin ben sigara içiyorum, "aa oruç tutmuyor, aa sigara içiyor" falan diyorlar. Nerede demokrasi, demokratlık... Maalesef kötüye gidiyoruz."

'BELEDİYE RUHSATIMI ALIR'
Başka bir restoran sahibiyle konuşuyoruz, (tabii bu restoran da kapalı izlenimi vermiş). Duyduklarımız bir hayli şaşırtıcı. Restoranın sahibi Ali Musa Dolu anlatıyor. "Yıldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Belki bu sene daha bir yoğunlaştı. Kapatmış gibi görünmek durumundayım, çünkü bir de belediyeyle uğraşmak istemiyorum. Ruhsatımı alabilirler. Ben bunları göze alamam. Bu baskılarla bu işi bıraktırıp başka bir işe teşvik ettiriyorlar." Peki mahalle? "Çevrenin baskısı değil de mesela çocuklar geçiyor taş atıyorlar, o çocuğa kim öğretiyor, taş at diye? Tabii ki aileleri. Beyinlerine işlemişler çocuklarının."

Akşam ne yapıyorsunuz? "Açık ama ışıkları kapatıyoruz, sanki gizli bir iş yapıyormuşuz gibi. Bizi artık bu hale düşürdüler. Işıkları açıp bekleme şansınız yok. Başınıza her şey gelebilir." Bu sözler Fatih'te değil, Bağcılar'da söyleniyor, burası Bağcılar'ın merkezi.

'DİNE SARILIYORUM'
Duyduklarımız ve gördüklerimizin sarhoşluğuyla Esenler semtine gidiyoruz. Tabii sosyoekonomik bir değerlendirme yaparsak bu sorunların ve tahammülsüzlüklerin yaşandığı yerler yoksul semtler. Biraz da dine sarılma ağır basıyor. En çarpıcı örnek ise Esenler'de tanıştığımız Batmanlı bir aile.

Aileye misafir oluyoruz. Ne adını söylüyor ne de fotoğraf çektiriyor bize. "Ama sohbet ederiz" diyor. Eve giriyoruz. İçeride ortaokula giden bir oğlu var. Tanıştığımız kadın S.A oruçlu. Oğlunu soruyorum, "O da oruçlu" diyor. "Oruç tutmak için küçük değil mi?" dediğimde, "Farzdır, tutsun" diyor. "Oruç tutmayanların verecek hesabı çok" diye de ekliyor. S.A. da orucu birkaç yıldır tutuyormuş. Hatta bu sene namaz kılmaya başlamış.

Tabii bu söylediklerinin biraz sonra anlatacaklarıyla bağlantılı olduğunu anlıyorum. "Günün nasıl geçiyor" diyorum, mahallenin kadın toplantılarından söz ediyor. "Ne konuşuluyor" diye sorduğumda, önce "hiç" diyor sonra devam ediyor, "İşte dini meseleler" diyor. Genelde evlerde yapıyorlarmış toplantıları. "Birkaç kez gittim. Ama bir yerde bir şeylere sarılmak gerekiyor, ben de dine sarıldım" diyor gözleri dolarak. "Ben kızımı kaybettim, acım büyük."

Yine bir tekel bayisine gidiyoruz. Burada da aynı manzara. İçki rafları kartonlarla kapatılmış. Adını söylemiyor ama neden kapattığını anlatıyor. "Burası mahalle arasında bir yer olduğu için içki raflarını kapattım. Çekinme derken biz de oruç tutmuyoruz ama bu içkileri de kapatıyoruz. Saygı duymak diyelim. Belediye ya da başka bir yerden baskı yok. Öyle bir korku hissetmiyoruz. Ayrıca her yerde bu uygulama var, gidin Bakırköy'e orada bile içki rafları kapalıdır."

Yine adını vermek istemeyen bir tekel bayisine giriyoruz. İçkileri açıkta satıyor. "Bir baskı yok mu" dediğimizde de "Geçen yıl bana 'kapat' dediler, ben de 'tamam kapatayım ama benim bir aylık geçimimi sağlayacak parayı verecek misin?' dedim. Neden kapattırıyorlar ki? Burada ayıp bir şey mi yapıyoruz. İşimiz bu bizim, biz bunu bir ay kaparsak nasıl geçineceğiz Allah aşkına. Öyle değil mi? Kime neyi kapattırıyorlar? Ben bir ay kapatırsam ne yiyeceğim?" Bunları söylüyor ama adını vermemelere de ısrar ediyor.

'ORUÇ TUTUYORUM' DİYOR
Hasan T. ise bir baskı olduğunu açık açık söyleyenlerden. Soyadını sorduğumda "Her şeyde kaygımız olduğu gibi bunda da kaygımız var" diyerek söylemiyor. "Altı yıldır buradayım, piyasaya baktığınız zaman değişim elbette var. Dine kaymayı çok açık görüyoruz. Mesela bazıları var, oruç tuttuğunu söylüyor ailesine sonra buraya gelip içki içiyor. Biraz geniş baktığımızda değişim her yönlü aslında. Bu durum ya aile baskısı ya da mahalle. Ama bir şekilde baskı var."

Bakkalın önünden geçerken karşılaştıkları bakışları ise unutamadığını söylüyor. "Üzerimizde bir baskı hissediyoruz. Nasıl bir baskı? Kinli ve öfkeli bakışlar. Sanki bir suç işlemişsiniz gibi tavırlar. Bu sene daha bir arttı. Ve bunlara alışamıyorsunuz. En azından ben alışamadım." Sokakta bir pazarcıyla karşılaşıyoruz. O da hemen başından geçen bir olayı anlatıyor.

"Ben pazarcıyım, pazarda inanın sigarayı içemiyor insanlar, tezgâhın altında gizli içiyorlar. Fark edildiğinde de dövülüyor. Geçen yıl yaşadık bunu. Bir arkadaşımızı inanılmaz bir şekilde dövdüler. Bunlar çok açık yaşanıyor."

Yoldan geçen bir teyzeyle konuşuyoruz ayak üstü. "Teyze oruçlu musun?" sorusuna öyle öfkeleniyor ki bakın o sinirle neler söylüyor: "Tabii oruçluyum. Ne demek oruç tutmamak. Günah. Oruç tutmayanlar nasıl olur biliyor musunuz? Ya delidir ya ölü. Onları Allah'a havale etmek gerek."

Adına ister mahalle baskısı deyin isterseniz çevre, aile... İşte bunlar İstanbul'un en merkezi yerlerinde yaşanan olaylar. Yani sadece Fatih'te yaşanmıyor. Bakırköy'de de, Üsküdar'da da, Bağcılar'da da, Esenler'de de... Daha sayamayacağımız birçok yerde.

GÜLŞEN İŞERİ
30.09.2007 Birgün

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.