Alicenap efendiler

Alicenap efendiler

Alicenap efendilerAhmet İNSEL / Radikal(...) İmamlar Alevi yurttaşların da kanaat önderi midirler? Ermeni yurttaşların sosyal hayatına müdahale...

A+A-

Alicenap efendilerAlicenap efendiler

Ahmet İNSEL / Radikal

(...) İmamlar Alevi yurttaşların da kanaat önderi midirler? Ermeni yurttaşların sosyal hayatına müdahale etmeye de yetkili midirler? Ya da Allah’ın varlığına inanmayanlara da mı kanaat önderliği yapacaklardır?..

Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare içinde yer alan bir kamu kuruluşudur. Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare içinde yer alan bir kamu kuruluşudur. Yürürlükteki kuruluş kanununa göre görevi, “İslam dininin, inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmektir.” Bu kurum, anayasasında demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu iddia eden Türkiye Cumhuriyeti’nin genel idare yapısı içinde yer alır. Merkezi devlet bütçesinden 2010 yılında aldığı ödenek 2.6 milyar TL’dir. İdare, seksen beş bin civarında din görevlisi kadrosuna sahiptir.

Bu kamu kuruluşu, laik bir kuruluş mudur? Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, Türkiye’de Müslümanların çoğu, insanların değil devletin laik olduğunu söylerler. Bu iddiayı tartışmayalım ve doğru kabul edelim. O zaman laik bir devletin resmi kurumu olan DİB’nın da laik bir kurum olması gerekir. Ama bu kurumun kuruluş kanununa baktığınızda, bir dinin, İslam dininin inanç ve ibadetle ilgili işlerini yürütmek ve yönetmekle görevlidir. Ayrıca uygulamada İslam dinin de değil, Sünni- Hanefi mezhebinin inanç ve ibadet hizmetlerini karşılar, ibadet yerlerini yönetir. Bu durumda Fener Patrikhanesi veya Ermeni Patrikhanesi ne kadar laikse, DİB’de o kadar laiktir. Ne eksik, ne fazla. Ali Bardakoğlu ve imamların kravat takması onları laik kılmaz.

Üstüne üstlük Diyanet diğer din hizmetleri kurumlarına kıyasla aşırı ayrıcılıklara sahiptir. Birincisi, Türkiye’de toplanan vergilerden harcamaları karşılanır. Birçok bakanlık bütçesinden daha büyük bir pay alır vergi gelirlerinden. Aleviler başta olmak üzere, diğer din ve mezheplere inananlar Sünni-Hanefilerin din hizmetlerini vergileriyle finanse ederler. DİB, laik bir devletin laik olması mümkün olmayan bir kurumu olduğu gibi, anayasanın eşitlik ilkesini de fütursuzca çiğneyen bir kuruluştur.

DİB’nin ‘fazlalıkları’ bununla bitmez. Fener Patrikhanesi’nin kapatılıp, patriğin Türkiye dışına sürülmesini bir siyasal partinin talep etmesi suç değildir. Ama Diyanet’in kapatılmasını talep etmek, bir siyasal partinin kapatılması için yeterli nedendir. Neden?

Diyanet’in bir eli devlet bütçesindedir, bir eli Türkiye’nin en zengin kuruluşlarından bir olan Diyanet Vakfı’nda. 2004 yılında kamu kuruluşlarının bağlı vakıflarla her türlü ilişkisi yasaklanırken, bu yasaktan kurtulan birkaç yarı-resmi vakıftan biridir bu vakıf. Neden?

Bütün bunlara ilaveten şimdi bu laik olamayan laik kuruluşun başkanından bu kurumun personelinin devlet memurundan öte, sivil memur olduğunu öğreniyoruz. Sivil memur, sivil kaynaklarla beslenen ücretlidir. Bu ise DİB personelinin devlet memuru olmaktan çıkarak, örneğin Diyanet Vakfı’nın sözleşmeli personeli olmasıyla mümkün olur. Ya da cemaatin imam, müezzin ve vaizlerin maaşlarını, sigorta kesintilerini ve lojman masraflarını karşılamasıyla.

Laik olması mümkün olmayan bir laik kurumun din hizmeti görevlisini hem devlet memuru hem sivil memur ilan edip, onu ayrıca ‘toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden bir kanaat önderi’ olarak tanımlamak, laik olmayan laikliğin sınırlarını da aşmak demektir. Söz konusu kanaat önderi, aynı zamanda bir devlet memurudur. Her ne kadar toplumda çoğunluğu oluşturduğu varsayılsa da, bir dinin bir mezhebinin inanç ve ibadetini yerine getirmekle görevlendirilmiştir. İmamlar Alevi yurttaşların da kanaat önderi midirler? Ermeni yurttaşların sosyal hayatına müdahale etmeye de yetkili midirler? Ya da Allah’ın varlığına inanmayanlara da mı kanaat önderliği yapacaklardır?

Bu sorunun yanıtını Ali Bardakoğlu’nun kendisi veriyor. Bu haliyle Diyanet’in toplumda bütün insanları kucaklamaya yetkin olduğunu iddia ediyor. Bunu toplumsal barış için öneriyor. “Türkiye’de Hıristiyanların kendi kiliselerinde ibadet etmeleri, bizim (Müslümanların, Sünnilerin, DİB’nin) âlicenaplığımızın bir örneğidir” buyuruyor.

Laik devletin laik olmayan kurumunun başkanı eşitlik ilkesini ikinci kez çiğniyor. Türkiye’de Müslüman olmayan veya Sünni-Hanefi mezhebinden olmayan bir yurttaşın ibadetini özgür biçimde kendi ibadethanesinde yerine getirmesi evrensel bir hakkın kullanımına değil, Diyanet’in veya Sünnilerin bir âlicenaplığına mı dayanıyor? Yani Sünnilerin dışında bu toplumda başka inanç gruplarının veya inanmayanların varlığına müsamaha mı ediliyor? Ayrıca âlicenaplık cömertlik de demektir. DİB’nin kaynaklarından örneğin Alevilerin nüfusa oranları kadar pay alması talebi karşısında nedense bu cömertlik  birdenbire ortadan kayboluyor.

Türkiye’de toplumsal barış bu çarpık laiklik anlayışı üzerine tesis edilebilir mi?

Radikal - 5 Ekim 2010

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.