Asım'ın görmediği periler

Asım'ın görmediği periler

Asım'ın görmediği perilerAsım Bezirci, edebiyatı hem güzellik coşkusu veren hem de 'insanları, kuşakları toplumları ve onları kapsayan...

A+A-

Asım'ın görmediği perilerAsım'ın görmediği periler

Asım Bezirci, edebiyatı hem güzellik coşkusu veren hem de 'insanları, kuşakları toplumları ve onları kapsayan çağları, ülkeleri, rejimleri' birbiriyle tanıştıran bir sanat dalı olarak görürdü. Bu dalın emekçileri içinde 'halktan gelen sosyalist yazarların' olmasını ister ve tanıdığı işçilerden böyle eğilimi olanları özendirmeye çalışırdı

Sennur SEZER / Radikal

Yaşıtlarımdan, söz konusu olanlar 60 kuşağı elbet, Asım Bezirci’ye ‘ağabey’ diyen oldu mu bilemiyorum. Ama hiç sanmıyorum. Çünkü o, bizim aramızda Asım diye andığımız, konuşurken saygıyla Asım Bezirci diye seslendiğimiz bir arkadaşımızdı. Ben onu aramızdaki yaş farkına rağmen oğlum sayardım. O, Nezihe Meriç’in andığı biçimde “Asım Çocuk”tu çünkü. O dönemde Asım gibi iki sanatçı çocuğum daha vardı, ama Asım ilk göz ağrımdı. Bu yüzden onu şımartmaya da çalışır, kimi zaman da küskünlüğümü biraz da sert biçimde söyleyiverirdim. Gözleri dolardı. Evet Asım Bezirci, onu tanıyan hemen herkesin bildiği gibi duygusaldı. Hatta coşkulu. Duygularını göstermekten de çekinmezdi. Ama yazılarında ve eleştirilerinde duygularının değil, ölçülerinin izi vardır. Amacı eleştirilerine kişisel ölçeklerini katmamaktı. Bu bakımdan parasız yatılıdan okul arkadaşı Fethi Naci’ye hiç benzemezdi.

Erzurum Lisesinde birlikte parasız yatılı okuduklarını hangisi söylemişti bilemiyorum. Asım, Erzincanlı bir demiryolu işçisinin oğlu, Naci Giresunlu küçük bir satıcının. Onları ilk yakınlaştıran edebiyat tutkuları mıydı, yoksa Erzurum’un kıraçlığını yadırgamaları mı? Bezirci’nin anılarında “baharı kışından ayırt edilemeyen bu ağaçsız memleketin halkını, bir tutam yeşil otun hasreti yakar” diye andığı Erzurum, bu yeşile alışık delikanlılara belli ki epey zor gelmiştir. Ama ikisi de çalışkandır, “İftihar kitaplarında fotoğraflarımız birlikte yer almıştı”.

Edebiyatı seçtin, aç kalacaksın!

Aynı parasız yatılıda ayrı sınıflarda okur, son sınıfta bir araya gelirler. Edebiyata düşkündürler, aynı kıza eğilim duyarlar ama fakülte seçimleri farklıdır: “İstesem , kolayca başka bir fakülteye de girebilirdim. Fakat edebiyata olan büyük sevgim yüzünden orayı yeğledim. Fethi Naci ise iktisat fakültesini seçmişti. Bu yüzden öfkeyle ona “Edebiyata sırt çevirdin. Sen bir hainsin!” deyince o da gülerek bana: “Edebiyatı seçtin. Sen de aç kalacaksın! demişti. Zaman onu haklı çıkardı.” ( Feridun Andaç ile yaptığı konuşma).

Asım’ın edebiyat fakültesinin yaman bir öğrencisi olduğuna kuşku yok. Aralarında pek çok ünlü Türkolojici olan hocalarıyla yaşadıklarının pek azını biliyoruz. Bildiklerimiz kimi zaman bir fıkra kimliği bile kazanıyor: “Ord. Prof.Dr. Ali Nihat Tarlan, bir derste divan şiirini açıklarken periler, cinler üstünde de durur. Asım soru sormak için el kaldırdığında ilk sözü:

“Hocam, siz boyuna perilerden, cinlerden söz ediyorsunuz. Nedir bunlar ben hiç görmedim!

Ali Nihat Hoca bu ufak tefek, gözlerinin içi gülen öğrencisine bu kez alıcı gözle bakar. O tatlı şivesiyle:

- Kaç yaşındasın? diye sorar.

- Yirmi hocam.

Hoca gülümser

- Vaktin var, daha vaktin var. Elbet görürsün!”

İki parasız yatılı İstanbul’da ayrı fakültededirler, ayrı yerlerde kalırlar ama tartıştıkları kitaplar aynıdır. Fethi Naci, Asım Bezirci’yle birlikte okudukları kitapları yazılarının arasına sıkıştırıverir “Fakülteye başladığım yıl, Beyazıt kitaplığında Manifest’i, Adoratski’nin Diyalektik Materyalizmi’ni, (Galiba Babel’in Kadın ve Sosyalizm’ini de ) okumak mümkündü.(...) Kitapçılarda Lenin’in Devlet ve İhtilal’i, İşçi Sınıfı İhtilal’i, Engels’in Cemiyetin Asılları (Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni) , Suphi Nuri İleri çevirisi Kapital özeti satılıyordu(...). Asım Bezirci de anımsar o yılları, okuduğumuz kitapları.”

İki arkadaşın aynı kitapları okumaları, aynı dünya görüşünü paylaşmalarını hazırlar, ayrı fakülteleri de seçseler yaşadıkları birbirinden farklı olmaz. Asım Bezirci, Gerçek gazetesinde (1950) fıkra, araştırma yazılarıyla çeviriler yayımlarken hakkında açılan sekiz kovuşturma yüzünden, Fethi Naci İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’nin kurucuları ve yöneticilerinin hakkındaki suçlama yüzünden tutuklanır. İkisi de suçlanan yazı ve eylemlerinin hepsinden beraat ederler.

Sonunda ikisi de büyük şirketlerde hesap işleriyle kazanacaklardır ekmeklerini. Asım Bezirci muhasebeye verdiği emekten de pişman değildir:

Nitekim, yazar olarak birçok yararı dokundu bana, Örneğin; ölçülü davranmayı, yanlıştan korkmayı, belgeye dayanmayı, aklını kullanmayı, duyguculuğa kapılmamayı ve gerçekçi, düzenli, dengeli, tutarlı olmayı MUHASEBE öğretti bana. Savunduğum ve uygulamaya çalıştığım nesnel, bilimsel eleştiri anlayışımın, güçlenmesine yardım etti. Az şey mi bu? “ Bu satırları İzmir Serbest Muhasebeci Ve Mali Müşavirler Odası’nın onun adını verdiği salonda görebilirsiniz.

Asım Bezirci, edebiyatı hem güzellik coşkusu veren hem de “insanları, kuşakları toplumları” ve “onları kapsayan çağları, ülkeleri, rejimleri” birbiriyle tanıştıran bir sanat dalı olarak görür. Bu dalın emekçileri içinde “halktan gelen sosyalist yazarların” olmasını ister, tanıdığı işçilerden böyle eğilimi olanları özendirmeye çalışır. 1977 yılında Politika gazetesinde Ozan Telli için yazdığı yazıda bunu açıkça dile getirir : “(...) çevremde yazarlığa özenen bir işçinin adı geçince umutlanıyorum: ‘İşte emekçileri içerden tanıyan biri’ diye düşünüyorum. Herhalde, dışardan birine, örneğin bir küçük burjuvaya oranla böyle birinin halkı anlatması daha canlı, daha gerçeğe yakın olacaktır.”

Bu inanışının bir tanığı da Hüseyin Akyüz’dür. 1982 yılı Akademi Öykü Ödülü birinciliğini Erendiz Atasü ile paylaşan Akyüz, Bezirci’yle tanışışını şöyle anlatı : “1 Mayıs 1977 günüydü. Fabrikadan arkadaşlarla Bakırköy meydanında toplanmış oradan da bir minibüsle Aksaray’a geçmiş, sonra da yürüyerek Saraçhane’ye çıkmıştık. (...) Hava sıcaktı. Sohbet ederek Taksim’e doğru yürüyüşün başlamasını bekliyorduk. O sırada arkadaşlardan biri kaldırım taşına oturmuş esmer bir adamı göstererek,’Ne alçak gönüllü bir insan,’ dedi. ‘Adam ünlü bir yazar ama işçilerle birlikte yürüyüşe geliyor.’ (...) Adama daha dikkatli baktım.’Asım Bezirci’ dedi arkadaşım benim onu tanımadığımı anlayarak. ‘Şişli Merkez Büroda çalışıyor.’ Benim bildiğim bir tane Asım Bezirci vardı o da kitaplarını ve dergi sayfalarında çıkan eleştiri yazılarını bir solukta okumayı alışkanlık haline getirdiğim bir eleştirmendi.”

Hüseyin Akyüz, Asım’la konuşur, ona roman yazdığını söyler. Asım’ın gülümseyerek verdiği yanıt sıcacıktır: “Unilever’de tek edebiyatçı ben değilim demek ki.” Sonra Taksim’e kadar konuşurlar. Asım Bezirci bu genç işçi yazara imzalı kitaplarını gönderecektir.

Sevgili Asım, benim güzel, çalışkan, duygusal, yorulmaz sosyalist eleştirmenim. Eşin Refika’yı benimle tanıştırırken, “öp kaynananın elini” demiştin. Refika’yı balayınızı kütüphanede geçirebileceğiniz konusunda uyaramadım, caymazdı senden. Seninle son kez Cumhuriyet gazetesinde karşılaştık. Haziran sonuydu. Bir çay içmek için bile oturmadın. Sivas’a gidecektin, acelen vardı. Ve gittin. Kitapların kaldı. Bilmiyorum, şiirin perilerine ulaştın mı?..

EDEBİYATIN KIRK AYAKLI KARINCASI ASIM BEZİRCİ
Hazırlayan: Adnan Özyalçıner
Evrensel Basım Yayın
2009
488 sayfa
18 TL.

KAYNAK : Radikal Kitap - 3 Temmuz 2009

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.