Alevi inanç kırımı: İçeriden kuşatan Şia ablukası

Özcan Öğüt

Aleviler tarih boyunca yaşadıkları bölgelerde (Osmanlı ve Safevi imparatorluklarında) egemen olan anlayıştan farklı kadim inançlarının itikadını hep bir şekilde muhafaza edebildikleri için her daim din dışı kabul edilip dışlanmaya, baskılara ve katliamlara maruz kalmıştır. Bu anlamda geçmişte geleneksel İslam'ın Şii ve Sünni her iki mezhebi tarafından da “katli vacip" bir dinsizlik olarak addettikleri Alevilik, günümüzde adeta bir anda hidayete eriştirilerek İslam’ın kendi ezberi sınırları içerisindeki homojen bir algıya hapsedilmeye çalışılmaktadır. Bu durum aslında katlin boyutu, yöntemleri ve hedefi dışında halen hiçbir şeyin değişmediğini göstermektedir. Öyle ki aynı İslamcı zihniyet tarafından geçmişte Aleviler katledilirken, günümüzde bizzat Aleviliğin katledilmesi hedeflenmektedir.


Türkiye'de “Alevi asimilasyonunu” Sünni egemen Türk-İslamcı sistem dışarıdan dayatmalarla yıllardır yapmaya çalışsa da, bugün Aleviliğin inanç kırımı niteliğindeki en CAN alıcı asimilasyon tehlikesi; dönüşümü direkt Alevilerin mabedinde ve ağlarına düşürdükleri inanç yürütücüleri aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışan Şii kuşatmasıdır. Alevi kamuoyunda ve kurumlarında ciddiyeti henüz yeterince anlaşılmayan ve inancı sinsice içeriden abluka altına alan Şii ablukasının bertaraf edilmesi için gerekli önlemler alınamazsa, Alevilerin uzun vadede ciddi anlamda bir "inanç kırımı" tehdidiyle karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.

İran’ın Kanlı Kızılbaş Geçmişi
Aleviliğin içine 12 imamlar ve Ehlibeyt gibi kutsiyet atfedilen İslam’ın mazlum figürlerine dair kavramlar 16. yüzyıldan itibaren girmeye başlamıştır. Alevilerin, (tamamen farklı bir düzlemde de olsa) Şiilerle tek kesişme noktaları olan bu kavramların özellikle Şah İsmail’le birlikte Anadolu Aleviliği içerisinde yaygınlaşmaya başladığı tahmin edilmektedir. Daha önceki dönemlerdeki Alevi pirlerin ve ozanların deyişlerinde, şiirlerinde ve söylemlerinde bu kavramlara rastlanmamaktadır.


Öte yandan İran’da 9. yüzyıldan itibaren taraftar bulmaya başlayan Şia inancı, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Erdebil tarikatının Sünnilikten Şiiliğe kaymasıyla güçlenmiş, zamanla İran hükümdarı Safevilerin resmi inancı haline gelmiştir. Başlangıçta İslamla ilk olarak Sünni inancı üzerinden tanışan Fars toplumu da bu süreçte önemli oranda Sünnilikten uzaklaşarak Şiileşmişlerdir.
Safeviler ve İran konusunda uzman sayılı akademisyenlerden birisi olan Roger Savory, Şah İsmail’in son zamanlarında ve ondan sonraki hükümdarların döneminde adım adım Şiileşen devletten sistematik olarak tasfiye edilen Kızılbaşların çeşitli isyanlara kalkıştığını ve bunların kanlı bir şekilde bastırıldığından söz etmektedir. Özellikle Şah İsmail’in torunu olan II. İsmail ve ondan sonraki Şah Abbas dönemlerinde Kızılbaş aşiretlerin kılıçtan geçirildiği kitlesel katliamlar yoğun bir şekilde yaşanmıştır. Nitekim Şah Abbas döneminde Safevi devleti resmen Şiiliğe geçmiştir.


Muhammed Rahmani’nin İran’daki Şiilik ve Kızılbaşlara dair çalışmalarında; İran’ın resmen Şiileşme sürecinin hükümdarı olan Şah Abbas döneminde Kızılbaşların büyük bir kısmı Şiileşirken, Şiileşmeye direnen Kızılbaşların tekfir (din dışı) ilan edilip kılıçtan geçirildiği ve bazı Kızılbaş toplulukların ise ancak saklanarak hayatta kaldıkları belirtilmektedir. Bu süreçte Kızılbaşların yasaklanan en sembol sözcüklerden birisi de “Hü” kelimesidir. Hatta Kızılbaşlar için önemli bir manevi anlama sahip ‘hü’yü çağrıştıran bazı alakasız kelimeler bile o dönemde yasaklanmıştır.

İran’ın Alevileri Keşfi: Şiacı Sözde Alevilerin Ortaya Çıkışı
Kanlı bir Kızılbaş geçmişine sahip olan İran 1979’da İslam devrimini gerçekleştirmesinin ardından Şiiliği ihraç edeceği ve Ortadoğu’daki nüfuz alanını genişletecek potansiyel bir topluluk olarak gördükleri Alevileri üzerine yoğunlaşmıştır. İran’ın bu anlamda çalışmalarının ilk ürünü olarak öncelikle Şia’nın önde gelen isimlerinin eserleri Tahranda Türkiye Türkçesine çevrilip yayınlanmaya başlamıştır. Hedef kitle Anadolu Alevileri olmasına karşın Şii-İslamcı rejimin bu eserleri o dönem Alevilerde beklenen karşılığı bulamazken, Sünniler arasında daha fazla rağbet görmüştür. Aleviler, gerici şeriat rejimleriyle özdeşleştirdikleri İran rejimine, her zaman Türkiye’deki İslamcılardan çok daha fazla mesafeli durmuşlardır. Bu iki farklı inancın, Ehlibeyt sevgisi ve On iki imamlara itikadi bağlılıkları dışında, ne teolojik, ne de pratik anlamda hiçbir ortak noktaları olmaması rağmen, İran Ortadoğu’daki güçlü Sünni bloğuna karşın Alevileri bölgedeki etki alanını genişletecek stratejik bir unsur olarak görmüştür.   


Bu anlamda öncelikle alternatif bir tarih inşasına girişerek; Alevileri, Osmanlı’nın Sünni baskısı ve tecridi altında özleri olan Şia’dan uzaklaşan ve sonra da laik cumhuriyet tarafından kökleri unutturulan bir topluluk oldukları tezini ortaya atmıştır. İran bu tezi yaygınlaştırmak için ilk iş olarak; İran’da din eğitimi almaları için bağlantı kurdukları ve potansiyel gördükleri bazı Alevi öğrencilere burs vermiştir. Buralarda burs alan Alevi çocuklarının bazıları bu teze tamamen inandırılıp misyonerliğini yapacak kıvama geldiklerinde Türkiye’ye dönüp Türkiye’nin birçok yerinde sözde Alevi camilerini açmıştır. Aleviliğin özünün Şiilik olduğunu iddia ederek, kendilerince bir nevi öze dönüş hareketi gibi davranan bu Şiileşen Alevilerle ilgili tespitlerde bulunan gazeteci ve yazar Ruşen Çakır’a göre; Caferiliğin Sünniliğe en yakın Şii akım olması nedeniyle radikal olmayan bazı Sünni İslamcılar da Alevilerin Caferileşip Şiileşmesini teşvik etmektedir. Başlangıçta (ilk grup Şiacılarla)  Çorumu pilot bölge olarak seçtiği anlaşılan bu politika, bütün gayretlere rağmen pek başarılı olamamıştır.  


Şia’nın Caferi mezhebini esas aldıkları için özellikle Hanefi mezhebi ile benzerliklerinden ötürü Şiacı sözde Alevilerin Alevilik yaklaşımı Sünnilere oldukça yakın bir yoruma sahiptir. Zira Caferilik mezhebinin imamı olan İmam Cafer-i Sadık, Hanefilik mezhebinin imamı, Numan bin Sabit’in hocasıdır. Bundan dolayı bu iki mezhep usul ve yaklaşım bakımından esasında birbirlerine benzerler. Bu nedenle ramazan orucu ve namaz gibi Sünnilikte de uygulanan ritüelleri Caferiliğin kurallarına göre gerçekleştirilen Şiileşen Aleviler, Anadolu’da yaşayan ortalama bir Alevi’den ziyade bir Sünni’yi andırmaktadır. Bu anlamda İran İslam devrimi sonrası ilk grup Şiileşen Alevilerde, diğer Alevilerde görülen cem, semah gibi Anadolu Aleviliğine has ritüel ve uygulamalar hemen hemen hiç bulunmamaktadır.


1980’li yıllarda Diyanetin misyonerlik vasfını üstlenen ve birçok Alevi yerleşiminin asimilasyonunda başarılı olan Diyanet İşleri Başmüfettişlerinden Abdulkadir Sezgin, 1995 genel seçimleri öncesinde dönemin Başbakanı Tansu Çiller’e sunulan “Türkiye’de Alevilik, Aleviler, Alevilerde Siyasal Yapı ve Siyasal Kültür” başlıklı 107 sayfalık gizli raporda Çiller’e oy kazandırabileceğine inanılan bazı Alevi vakıf başkanlarına övgüler dizilmekte ve bunlarla yakın ilişkiler içerisinde olunması önerilmektedir. Raporun sunulduğu seçim döneminde örtülü ödenekten bu vakfa 3 trilyon aktarıldığına dair iddialar da gündeme gelmiştir. Ayrıca bu raporda 1977 yılında İran’ın Kum kentinde Molla Şeriat Medariyi ziyaret eden Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateşe, Medari’nin söylediği şu sözler de ifade edilmiştir. “Sayın Başkan, sizin Cumhuriyet rejiminiz Alevileri ateistleştiriyor. Ya siz onlara sahip çıkın Sünnileştirin, ya da bize bırakın biz onları Şiileştirelim.” Belki Şeriat Medari’nin bu önerisi de dikkate alınarak, 1980 sonrası Sünnileştirme faaliyetlerinden direkt sonuç alamadıkları birçok Alevi yerleşime Kum kentinden destekli birçok Şii Caferi camisi yapılarak Sünni camilerine sokamadıklarını Şii camilerine kazandırmak için uğraşılmıştır.

Yakın Dönem Şiacı Alevi Asimilasyonu: Alevilerin İçeriden Kuşatılması


İran’ın 90’lı yılların sonlarından itibaren başlattıkları derinden ve sinsice gelen çalışmalarının sonucunda ise ikinci grup Şiacı sözde Aleviler ortaya çıkmıştır. Bu süreçteki asimilasyon çalışmaları; 2000’li yıllardan itibaren başta İstanbul, Ankara, İzmir, Tekirdağ, Çorum ve Adıyaman gibi iller olmak üzere Türkiye’de Alevi nüfusun yoğun olduğu birçok yerde tabela Alevi dernek ve vakıfları kurdurtarak yeniden kendini göstermiştir.  Bu tabela dernek ve vakıflar Alevi toplumunda sınırlı oranda karşılık bulunca, Cem Vakfını çatısı altında bulunduran Alevi Vakıfları Federasyonu başta olmak üzere çeşitli Alevi dernek ve vakıflarıyla bağlantılar kurulup buralardan bazı Alevi dedelerini, yazarları ve kurum temsilcilerini İran’a davet ederek, orada Devrim muhafızlarından İran Şiilerinin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e kadar Şia’nın çekirdek kadrosuyla çeşitli temaslarda bulunulması sağlanmıştır. Bu ziyaretlerin devamında yüzlerce Alevi dedeleri ve Cemevlerinde Alevi yol hizmeti yürüten kişiler, İran ve Irak’taki Şia’nın kutsal mekânlarına gönderilmişlerdir. Bu ziyaretler esnasında dönme potansiyeli gösterenlerin bir kısmı da İran’ın Kum şehrinde Şia öğretileri doğrultusunda yetiştirilip dönüştürülerek, Şia’nın misyonerlik faaliyetlerinin tebliği için Türkiye’ye gönderilmiştir. Alevilik adı altında gerçekleştirilen Şia’nın tebliğ faaliyetleri ekseriyetle Cemevlerinde ve Alevilerin sosyalleşme mekânlarında aktif bir şekilde yürütülmüştür. İlk grup Şiacı misyonerlere kıyasla Alevi-Bektaşiliğin tüm özgün değerlerini reddedip direkt cami açmadan ziyade, cemevi veya dergah içerisinde dönüştürme çabalarından ötürü sinsice bir şekilde ilerleyerek Cemevi topluluğunu içeriden ele geçirerek önceki örneklerden daha başarılı sonuçlar elde etmişlerdir.


Günümüzde dönüştürme çalışmaları halen aktif bir şekilde devam eden Şiacı grupların en belirgin özellikleri İsimlerinin önlerine koydukları unvanlarla kendilerini ekseriyetle “Seyid” olarak tanımlayan ve bir araya geldikleri oluşma “Alevi Dedeleri Birliği” adını veren Şiacı bir grup başta olmak üzere İran’ın Alevileri ve Aleviliği dönüştürme çalışmaları, Tunceli ve Erzincan gibi Alevilerin köken coğrafyalarının yanı sıra Alevilerin yoğun yaşadıkları İstanbul, Ankara, İzmir ve Tekirdağ gibi çeşitli büyükşehirlerde de günümüzde halen aktif bir şekilde devam etmektedir. Birçoğunun İran’ın başta Kum şehri olmak üzere dini eğitim alınan bölgelerinde misafir edildiği bilinen ve kendilerini "Alevi Dedesi" olarak tanımlayan bu kişilerin ocaklarının adlarını da yazarak “Alevilerde ramazan orucu vardır” başlığı ile Şia ezberlerini savunan bir yazı yayınladılar. Bunlar içerisinde İran’a gidene kadar Alevi Cemlerinde zakirlik yapan ama İran’dan döndükten sonra Alevi ritüellerini beğenmeyip radikal Şiacılara dönüşen örnekler de mevcuttur.

Şiacıların Minaresiz Camilere Dönüştürdüğü Sözde Cemevleri
Şiacı Alevi asimilasyonunun en trajik örneklerinden birisi olarak; üzerlerindeki molla kostümlerinden ibadetlerindeki dönüşümlerine kadar Şiilik aşamasını başarıyla tamamlayan Tekirdağ Çerkezköy Hacı Bektaş Veli Derneği Ehlibeyt Dergahı tarafından, 'Alevi itikatında cenaze erkanı’ isimli bir kitapçık basıldı. Kitapçıkta Alevilerin 'Hakka yürüme erkanı' hedef alındı. 'Hakka yürüme erkanı' için 'Tabut önünde saz çalanlara, semah dönenlere itirazımız var' denilen bu kitapçıkta, 'Dinsizliğe, imansızlığa dur deyin' ifadeleri kullanıldı. Şiacıların bu açıklamalarında; Alevi katliamlarında Kızılbaşlara karşı atılan gerici sloganlarla tamamen paralel söylemlerle özgün Alevi kimlik mücadelesi veren kesimleri açıkça hedef aldıkları görülmektedir. Özellikle Trakya bölgesinde örgütlenen bu Şiacı grubun çoğunluğu aslen Amasyalı, Tokatlı, Kırıkkaleli ve Çorumlu olmak üzere ekseriyetle İç Anadolu bölgesindeki Türkmen Alevilerden dönüştürdüğü binlerce örnek söz konusudur.


Minaresiz Cami konumundaki sözde Cemevi ve Dergah adını verdikleri derneklerinin temel atma törenlerini bile İran İslam Cumhuriyetinden temsilcilerle atacak kadar dönüşümleri aleni olan bu kesim Şiacılar içerisindeki en ibretlik örneklerden birisidir. Fakat bu ikinci grup Şiacıların dönüşümdeki en ileri aşaması olan bu grup da, ikinci grup Şiacıların çoğunda görüldüğü gibi (ilk grubun aksine Bektaşiliği dışlamadan) salt içini boşaltarak çeşitli Alevi değer ve ritüelleri Şiilikle harmanlayarak bir asimilasyon çalışması yürüttükleri gözlenmektedir.


Şii camilerinde ve Şiileşen sözde Alevilerin bulunduğu misyonerlik mabetlerindeki görevli din adamlarının tamamına yakını İran'ın Kum veya Irak'ın Necef Kentlerinde dini eğitimler alan kişilerdir. Necefte bir süre bu dini eğitimler kesintilere uğrasa da, ideolojik ve siyasi yönleri ağırlıkta olan Şia dini eğitimlerini İran Kum kentinde Ayetullah Humeyni'nin İslam devriminden bu yana kesintisiz olarak devam etmektedir. Ayrıca İran Şia'nın dini öğretileri doğrultusunda işlev gören çeşitli dini ve eğitim kurumlarına ve bu kurumlardaki görevlilere finansman desteği sunduğu bilinmektedir.


Son yıllarda Türkiye'de ve Avrupa'daki Alevi asimilasyonu çalışmalarında ivme kazanan en önemli unsurlardan birisi; (Avusturya’daki İslam Yasası kapsamına Aleviliği de sokmaya çalışan) "ikrarın özüne dönüş" sloganı ve propagandası üzerinde belirtildiği gibi döndükleri şeyin "Alevi İslam Topluluğu" adıyla faaliyetlerini yürüten dolaylı Şiacı misyonerlerdir. Bu anlamda yılın belirli zamanlarında İran ve Irak’taki Şiilerin ve Safevilerin kutsal mekânlarına çeşitli geziler düzenleyerek, benzeşimin ve dönüşümün gerek duyduğu bilinçaltına müsait bir zemin hazırlanmaktadır. Bu Proto-Şia aşamasındaki güruh Şia'lığa geçiş öncesindeki ara formu oluşturan bir nitelik taşımaktadır. Tekirdağ Çerkezköy’de dönüşümünü tamamlayan; Aleviliğin aslında Şiilik olduğunu iddia edip, artık alenen İran'dan gelen talimatlarla hareket ettiklerini saklamayan bunların maskesiz bir ileri modeli olan özde Molla sözde Alevi Dedelerinin ve müritleşen taliplerinin de çıkış noktasının bu şekilde başladığı bilinmektedir.

Şiacıların ve Zaza Milliyetçilerinin İslamcılıkta Buluşması
Alevilik Avusturya'da Alevi postundaki Şiacılar tarafından “İslam Yasası” kapsamına aldırıp özgün kimliğinden koparıp baskın ve egemen bir mecranın çatısı altında yok etme girişimi sonrası herkes heybesindekileri dökmeye başladı. Bu süreçte büyük bir çoğunluğu Türk-İslamcı çizgide olan Şiacı cephede oldukça enteresan ittifaklar da açığa çıktı. Sözde Alevi, özde Şiacı İslamcılar ile bir kısmı İslamcı, hatta bir kısmı da -normalde- İslamcılıkla alakası olmayan bazı Zaza mikro-milliyetçileri egemen sistemle bir noktada kesişip hep birlikte Şia’nın Alevi İslamcılığında buluştular.


Bu minvalde Kuran-ı Kerim'i Zazacaya çevirme çabalarından tutun, Fatiha ve benzeri birçok Arapça dua bunlar tarafından Zazacaya çevrilip yaygınlaştırıldı. Özellikle bazı Alevi Ocaklarının çeşitli bileşenleri Avrupa’da ve Türkiye’de aktif bir şekilde dahil edilmeye çalışılarak oluşturulan Zaza-İslamcı sözde Alevilik seferberliği başladı. Bunların içerisinde bazıları; geçmişte Alevilerin ‘Pir Sultan Abdal’ gibi Anadolu Alevilerinin kendi öz değerlerinden çok aslında İran’ın Safevi hanedanlığına ve Erdebil tekkelerine bağlı olduklarını ve sadece onun izinden gittiklerini iddia ederek, Aleviliği İran üzerinden yeniden kurgulamaya çalışan alternatif bir tarih yazımı girişimini de sahneye koydular. Bu çalışmalarda; Şia İslamcısı Zaza milliyetçilerinin yanında, kısa bir süre öncesine kadar İslami kabulleri toptan reddeden bazı Zaza mikro milliyetçiler bile takiyenin en alasını yaparak destek vermeye başlayıp, başta Aleviliğin özgün kimlik mücadelesini yapan kurumlar olmak üzere Türk-İslamcıların hedefindeki tüm kesimlere aynı şekilde saldıran bir cephede konumlandılar.

İslamcı Asimilasyonun Kutsal Zokası: Ali’li Alevilik
Şiacı Alevi asimilasyonunun kutsal zokası durumundaki Ali’li Aleviliğe gelmeden önce, geleneksel İslamcıların Ali’li Aleviliğini irdelememize neden olan Ali’siz Aleviliğe kısaca bakmamız gerekirse; ilk olarak yazar Faik Bulut’un “Ali’siz Alevilik” adlı kitabının ardından gündem olduğunu söylemek mümkündür. Fakat bu kavram zamanla İslamcıların lügatinde Faik Bulut’un ifade ettiklerinin de çok ötesinde bir anlama bürünerek Alevileri İslamileştirmek için adeta bir asimilasyon sopasına dönüşmüştür. Bu anlamda Ali’siz Alevilik, Aleviliğin Ortodoks İslam içerisinde eritilip asimile edilmesine direnen Alevilere ve Alevi kurumlarına karşı İslamcılar tarafından sıklıkla kullanılan bir kavram haline gelmiştir. Onların lügatini kullanan Sünnici veya Şiacı sözde Aleviler tarafından da sıklıkla kullanılmaktadır. İslamcı gruplar Alevileri hep bu Ali’siz Alevilikle korkutup kendi çatıları altına sığdırmaya çalışırken, aslında bunun diğer tarafından konumlandırdıkları Ali’li Alevilik ile ne yapmaya çalıştıkları genellikle dikkatlerden kaçmaktadır. Bu açıdan asıl tartışılması ve anlaşılması Ali’siz Alevilikten çok daha elzem olan Şiacı ve Sünnici kesimlerin elindeki Ali’li Aleviliğin işlevi ve niteliğidir.


Bu anlamda Ali’li Alevilik İslamcıların “Ali’siz Aleviliğe” karşı “iyi” modelini göstermesi açısından sunulan ve Aleviliği salt Ortodoks İslam’ın çerçevesindeki bir Ali sevgisine indirgeyen ideal ve makbul olan dönüştürücü bir misyon üstlenmektedir. Buradaki “Ali” vurgusu ile zahiri inanç pratikleri bakımından geleneksel İslam’ın muktedir homojen anlayışları olan Sünniliğin ve Şiiliğin şer’i İslam fıkhını baz alarak yorumladığı bir "Ali" figürünün esas alınması beklenmektedir. Bu şer’i İslam algısına göre; makbul Aleviliğin kutsal zokası  "Ali’li Alevilik" sadece 1400 yıl önce Arap yarımadasında gerçekleşen hilafet ve imamet hadiselerine, Emevi ve Abbasî dönemlerindeki iktidar mücadelelerine göre yontulan ve mevcut muktedir ulema anlayışının temelini oluşturan ezber ve dogmalardan ibarettir.


Türkiye’deki AKP iktidarının yönetim mekanizmasının en tepesindeki kişilerin bile, Aleviliği Hz. Ali’yi sevmek anlamına geldiği kabulünden hareketle kendilerinin “daha Alevi” olduğu vurgusu da, egemen ulema zihniyetinin Aleviliği salt Hz. Ali sevgisi ve yandaşlığına indirgeme çabasının en tipik örneklerinden birisidir.  AKP iktidarı tarafından gerçekleştirilen Alevi Çalıştayları’nın nihai raporundaki Alevilik tanımında bu dönüştürücü indirgemeyi net bir şekilde görebilmek mümkündür:


“Alevilik, baskın özelliği Hz. Muhammed ve ailesine, özellikle de Hz. Ali ve soyuna derin bir sevgi ve saygıyla bağlı olan ve Sünni olmayan Anadolu Müslümanlarının yol, adap ve erkânlarını ifade etmektedir” (Alevi Çalıştayları Nihai Rapor, 2010).
Alevi Çalıştayları nihai raporundaki Alevilik tanımı, Aleviliği salt Ali sevgisine indirgeyen ve Ali kültünün Alevilik içindeki özgün anlamını görmezlikten gelen bir zihniyetin tüm çelişkilerini açığa sermektedir.  Bu örnekler üzerinde görüldüğü üzere; muktedir ulema anlayışının indirgemeci Ali’li Alevilik tasavvuru, günümüzde özellikle Şiacı asimilasyon dinamosu niteliğindeki bir kutsal zoka vazifesi görmektedir. Ali’nin Aleviler üzerindeki kutsiyeti, Alevilikteki Ali kültüyle hiçbir alakası olmayan bir bağlamdan kullanılarak dönüştürücü bir tuzak durumuna getirilmiştir.


Alevilikteki Ali’ye inancın yeri, başlangıcı ve konumlandırmasıyla, Şiilerin ve Sünnilerin anladığı “Hz. Ali sevgisi ve onun gibi yaşamak” meselesinin birbiriyle örtüşen en ufak bir yanı bile yoktur. Alevilikteki Ali kültü, tamamıyla bambaşka bir mahiyet arz etmektedir. Bu nedenle Şiacıların (Aleviliği Alevilik yapan Hak ve Hakikatten uzak) İslamcı Alevilik tezleri hiçbir gerçeklik temeline oturmadığı gibi, Aleviliğin bütünsel hümanist yaşam felsefesini dar çatıların altına zoraki sığdırma çabalarıyla Şiiliğe uydurulmaya uğraşılmaktadır.

Şia Kıskacından Kurtulmanın Tek Yolu: Toplumsal Farkındalık Seferberliği
Alevilik, hiçbir şer’i egemen inancın çatısına veya ulemasının lütfuna ihtiyacı olmayan, her ne ararsanız kendinizde bulabileceğiniz kadim bir felsefeye sahiptir. Aleviliği anlamak insanı anlamaktır. Ki Alevilikte “insan” sadece Kul’a indirgenebilecek bir varlık değildir. Aleviliğin özgün kimlik mücadelesini veren Alevilerin itikadındaki Alevilik; vahdet-i vücudun (varlığın birliğinin – Enel Hak) kabulüne dayalı bir hak ve hakikat anlayışı etrafında çok net bir inanç sistemi içerisinde olmasından ötürü (Şiiliğin ve Sünniliğin İslamcı misyonerlerinin ithamlarının aksine) ateizmle bağdaşmaz. Fakat Aleviliğin 4 kapı 40 makamı, ibadet mekânları, cem, semah, ikrar, Hızır orucu, erkek dişi sorulmayan can cana felsefesi, kadına bakış açısı, çok eşliliğin düşkünlük sebebi sayılması, inancın batın ve ezoterik yapısı bağlamında baktığınızda (Şii ve Sünni) geleneksel İslam’la da uzaktan yakından herhangi bir alakası yoktur.


Alevilerin İslam’ın salt batın yönüyle ilişkisi (veya ilişkili görünümü), inancı özgün yapısından kopartacak tuzaklara düşürmek açısından kendilerine benzetmek isteyen şer'i odaklar tarafından sıklıkla kullanılmıştır. Nitekim “İslam’ın özü sizsiniz” gibi varsayımların etkisiyle zahiri boyuta odaklanan Aleviler inancın özgün yapısından hızla uzaklaşmışlardır. Aleviliği, Alevilik yapan ve semavi dinlerden farklılaştıran tüm felsefi, tarihsel ve kültürel birikimlerini bir kenara bırakıp salt İslam’ın hilâfet ve imamet mücadelesi ekseninde tanımlayıp, belirli geleneksel İslami kalıplara hapsetmek, Aleviliğin tüm özgün varlığını yok etmekle eşdeğerdir.


Bunun için kullanılan mollacı ya da Hacı Dedelerin yanı sıra, bazı kurumlar ve topluluklar da; "İslami din hizmetleri" ve “Ali İslam Topluluğu” gibi çeşitli İslamcı yapılanmalara giderek, kendine yabancılaştırarak vuku bulan bu Alevi inanç kırımına dolaylı olarak katkı sunmaktalardır. Alevilerde bu anlamda yeteri kadar farkındalık sağlanamamasından ötürü İslamcıların kullandıkları "kutsal zokalar" toplumda halen çok işlevsel durumdadır. Alevi toplumunu içeriden tamamen abluka altına alan ve uzun vadede inancın eksenini kaydıracak bir minvalde ilerleyen bu tuzakların inanç kırımından kurtulabilmek için, Alevi kisvesine bürünen her türlü gerici saldırıya karşı “Gerçeğe Hü” diyen bir toplumsal farkındalık seferberliği başlatılmalıdır.


Günümüzde boyutu ve kapsam alanı her geçen gün genişleyen en büyük inanç kırım tehlikesi Alevileri içeriden kuşatan Şiileşmedir. Aleviliğe 16. yüzyıldan itibaren giren ve geleneksel İslam’ın aksine tamamen farklı bir batıni boyutta algılanan bazı İslami unsurlar kullanılarak, Alevilik ile Şia arasındaki derin farkların giderek kapanma ve benzeştirilerek yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Oysa Şiilikle Alevilik arasındaki farklar, Sünnilikle Alevilik arasındaki farklardan az değildir. Bu anlamda Camide ibadet, ibadette imamların cemaate öncülük etmesi, ibadetin namaz (rüku ve secde) şeklinde gerçekleşmesi,  ezanla ibadete çağrı, harem-selamlık ayrımı, muta nikahı, çok eşlilik, kadınların örtünme zorunluluğu ve kadına bakış açısı gibi temel konular başta olmak üzere, Alevilikle hemen hemen hiçbir ortak noktası bulunmayan geleneksel Ortodoks İslam’ın kalıpları içerisindeki Şiiliği, Aleviğin özü olarak pazarlamak için son zamanlarda çok yoğun bir çaba sarf edilmektedir.  Bu çabalar ilk grup Şiacılarda (2000’li yıllara kadar) direkt olarak yapılmaya çalışırken, ikinci grup Şiacılar da ise Aleviliğin bazı özgün değerlerinin içi boşaltılıp içeriye sızarak (inancı içten fethedip) gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.


Şii dergahlarını/mescitlerini Alevi Cemevi diye, içindeki tepeden tırnağa Mollalaşan zaatları da "Seyyid" namlı Alevi Dedesi diye göstermeye çalışan Şiacı ekol birçok kaynaktan birden beslenerek Alevilerin tüm sosyal alanlarında zuhur etmektedir. Alevilerin Ehlibeyt sevgisini dönüştürücü bir zaaf olarak kullanmaya çalışarak Alevileri içeriden kuşatan Şia asimilasyonu, direkt mabedin içerisinde (içindeki inanç yürütücüleri dahil) dönüştürülerek en sinsi şekilde ilerlemektedir. Bunlara meyledip tehlikenin farkında olmadan oyunlarına kapılan canlar, Ehlibeyte itikat sanarak çekildikleri girdabın sonunda varacakları yerin; hümanist Alevi felsefesiyle taban tabana zıt bir gerici Şia bataklığı olacağının farkında olmalıdırlar.


Alevi postuna bürünen Şia’nın içeriden kuşatan asimilasyonu, bazı molla zihniyetli sözde dedeleri ve İslamcı Alevi kurumlarını truva atı olarak kullanarak en sinsi şekilde ilerlemektedir. Bu anlamda Alevileri içeriden kuşatmasıyla şimdiye kadar dayatılan asimilasyon stratejilerinden çok daha farklı ve tehlikeli bir niteliğe sahiptir. Bugüne kadar direkt Cemevi topluluğu içerisinde asimile ettikleri on binlerce örnek mevcuttur. Şia’nın bu direkt ve dolaylı asimilasyon çabaları kesinlikle ciddiye alınıp mücadele edebilmek için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Asimilasyonu direkt mabedin içerisinde başlatmalarından ötürü ortada suiistimal ettikleri ciddi bir boşluk var demektir. Aleviliğin özgün kimlik mücadelesini yapan hak temelli Alevi kurumları; Alevileri içeriden kuşatan Şiacı müdahalelere müsait bir zemin yaratılmaması ve Aleviler içerisinde daha fazla yayılmalarına fırsat vermemek için en az Alevi kimliğinin hak mücadelesi kadar önemli Şiacı asimilasyona karşı bir çalışma ve örgütlenme planı yürütüp, Şia’nın sızdığı tüm boşluklar itinayla doldurulmalıdır.


Bunun için öncelikle Şiacıların kullandığı tüm “kutsal zokaların” Alevilik üzerindeki özgünlüğü ön plana çıkarılıp, Şia’nın ezberleriyle uzaktan yakından alakalı olmadığını gösteren bir temel üzerinden, Aleviliğin yüzyıllardır her türlü gerici saldırılara rağmen ayakta kalmasına neden olan ana hatları korunmalıdır. Alevi kurumları tarafından; Şiacıların bastırmaya ve saptırmaya çalıştıkları Anadolu’nun özgün değerleri ile hak ve hakikat erenlerini merkeze alan bir yeniden yapılanma sürecine girebilmenin zemini oluşturulmalıdır. Bu anlamda çok önemli bir işleve sahip olan kurum içi ve kurumlar arası eğitim ve örgütlenme faaliyetleri artırılmalıdır. Bugüne kadarki eğitim ve örgütlenmelerde Şiacıların sızmasına ve zemin bulmasına yeterince engel olamayan ezberler ve yöntemler güncellenmelidir.

Bu minvalde eğitim ve örgütlenme faaliyetlerinde rol alacak kişiler kişisel veya kurumsal yakınlıklardan ziyade toplum psikolojisinden - bilgi felsefesine kadar stratejik önemdeki birçok konuda alanında uzman kişiler arasından belirlenmelidir. Buralardan kurumların tüm alt şubelerine ve lokal yapılanmalara dağılabilecek çeşitli profesyonel eğitim modülleri altında bir eğitmen eğitimleri serisi başlatılmalıdır.

Özcan Öğüt

Bu yazı SEMAH Dergisi Mart-Nisan 2019 44. sayısında yayınlanmıştır.


Kaynaklar:
Alevi Çalıştayları Nihai Rapor (2010), T.C. Devlet Bakanlığı. Ankara
Akyol, T. (1999), “Osmanlı’da ve İran’da Mezhep ve Devlet”, İstanbul. Doğan Kitap
Çakır, R. (2010), “Politik Alevilik ile Politik Sünnilik Benzerlikler ve Zıtlıklar”. Alevi Kimliği, Tarih Vakfı Yurt Yayınları. İstanbul
Haber3 (2013), “Alevi dedeleri İran'a götürdüler” 19 Haziran 2013 http://www.haber3.com/alevi-dedeleri-irana-goturduler-haberi-2034382h.htm
Hürriyet (1998), “300 Cami İran’ın Emrinde)” 3 Mart 1998
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/300-cami-iran-emrinde-39008429
İmrek, E. (2018) “Kenanoğlu: Bunlar Aleviliği, Şiilikle asimile etmek istiyor”, Artı Gerçek, 5 Nisan 2018
https://www.artigercek.com/haberler/kenanoglu-bunlar-aleviligi-siilikle-asimile-etme-istiyor
Karagüllüoğlu, M. (2015), “Kızılbaşlar, Osmanlılar, Safeviler” Yeditepe: 2015
Massicard, E. (2007), "Türkiye’den Avrupa’ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması." İstanbul: İletişim Yayınları.
Öğüt, Özcan (2018) “Makbul Alevilik: Bir Asimilasyon Modeli”, Ankara: Nika Yayınevi
Öğüt, Özcan (2019) “Alevileri İçeriden Kuşatan Şiileşme”, Alevinet, 21 Ocak 2019
https://www.alevinet.com/2019/01/21/alevi-inanc-kirimi-alevileri-iceriden-kusatan-siilesme-ozcan-ogut
Rahmani, Muhammed (2010),  “İran’da Türkmen Alevilikleri ve Kızılbaşlık”, Milliyet Blog, 17 Aralık 2010
http://blog.milliyet.com.tr/iran-da--turkmen-alevilikleri-ve-kizilbaslik/Blog/?BlogNo=279247