İsmail Cem ÖZKAN
(...) Eskiden Hacıbektaşlı olmak solcu olmak, devrimci olmak gibi algılanırdı, bugün Hacıbektaşlı dendin mi, kafamın içinde hep soru oluşuyor, acaba bu Türk ırkçısı mı, devam eden bir davanın taraftarı mı, yoksa 12 Eylül öncesi gibi devrimci mi? Kafa karışıklığı yanında yaşam tercihleri karışıklığını da yaşamaktadır. Bu hale gelmek, 12 Eylül’ün bir başarısı olarak görülebilir...
Hacıbektaş orta Anadolu’da yer alan küçük bir kasabadır. Tarih önünde zaman zaman önemli olmuş ama her zaman dikkat edilmesi gereken yer olarak yer almıştır, devlet erkini elinde bulunduranlar için. Hacıbektaş, Kapadokya’nın ucunda yer alan, Erciyes dağının lavlarının ulaştığı bir noktada yer alır.
Hacıbektaş, diğer Anadolu kasabaları gibi sıradan bir yaşam sürer, fakat diğerlerinden ayıran en önemli özelliği Hacıbektaş-ı Veli’nin türbesinin burada olmasıdır. O türbe aynı zamanda Aleviliğin merkezidir. Osmanlı imparatorluğu zamanında ise Bektaşiliğin merkezi olarak kabul edilmiştir. Hacıbektaş’ı, devletin resmi tarihinde uzlaşmacı ve ulvi olarak göstermek olağan karşılanmıştır, fakat o oraya bir katliam sonucu kaçtığı ve orada örgütlendiği hep gözden kaçırılmaya çalışılır. Anadolu Selçuklu imparatorluğu döneminin son dönemlerine gelen katliam -bazılarına göre soykırım- sonucu Hacıbektaş kasabasının olduğu yer önem kazanmıştır. O dönemin hükümetinin çok uzağında olmayan bu yerleşim birimi, Hacıbektaş ile birlikte önem kazanmış ve o öneme uygun yapılanmaya gitmiştir. İçe kapanık, dıştan gelecek saldırılara karşı bir sur içine yerleşmiştir. Bu kasabanın öncesi yerleşimlerinde olduğu, içinde var olan arkeolojik çalışmalar ile ortaya çıkmıştır. Rum diyarı kabul edilen bu topraklarda, Hacıbektaş kendisini koruyacağı ve geliştireceği bir merkez kurmuştur. O merkezde müritler yetiştirmiş, Anadolu toprağı üzerinde alevi birliğini yeniden sağlamak için öğretiler geliştirmiştir, mektuplar yazmıştır. Kendisini korumak içinde, devlet erki dışında güç birlikleri de kurduğu, o döneme ait söylencelerde mevcuttur.
Cumhuriyet rejimine kadar Osmanlı, unuttuğu topraklardaki bu merkezi kontrol edebilmeyi hep önemsemiştir ve Nakşibendi tarikatı üyesi bir devlet memuru tarafından türbe yönetilmiştir ya da gözlemlemek için bir memurunu hep orada tutmuştur. Hacıbektaş dergahını kontrol etmek demek, balkanlara hükmetmek anlamına gelmektedir. Çünkü Osmanlı devlet yapısını balkanlar üzerine kurmuştur. O diyarda kansız fetihleri yapan, toplumu Müslümanlaştıran en önemli tarikat, Bektaşi tarikatları ve babalarıdır. Osmanlı askeri yapısının bir döneme etki yaptığı ve ayaklanmalar ile kendisinden söz ettirdiği resmi tarih içinde yer almaktadır. Fakat bu ayaklanmalar sadece padişah ve sadrazam değişimin ötesinde bir anlam ifade etmemiştir. Rejime karşı bir ayaklanma yoktur.
Cumhuriyet rejiminin kurulmasının hemen arkasından, tarikatların kapatılması ile birlikte Bektaşi ve Alevi tarikatları da yasaklandı. Yasak 1964 yılında müze açılımı ile birlikte bir anlamda delinmiştir. Yılda bir yapılan müze açılması kutlama merasimleri, yeni ibadet günü gibi algılanmıştır ve o günler, ülke coğrafyasında yer alan Alevilerin buluşma gününe dönüşmüştür. Aleviler, kendilerini resmi makamlarda anlatamamalarına rağmen, geleneklerini gizli de olsa yaşatmışlardır ve Osmanlı’dan gelen alışkanlıklarını değiştirmemişlerdir. O yüzden, yeni rejim aleviler hiçbir şey katmamış ama bir çok şeyi alır konumda örgütlenmiştir. Yeni ulus devleti, Osmanlı’da olmayan baskı araçlarına yeni düzenlemeler ile hayat vermiş ve tek dil, din, mezhep, ırk söylemi üzerine örgütsel ve yasalar çıkarmıştır. Bu baskı araçları sayesinde dağ ve dağ ile çevrili yerlerde kendi yaşamlarını süren aleviler, asimilasyon için ‘çıbanbaşı’ olarak görülmüş ve o ‘çıbanbaşlarının’ kesilmesi devletin resmi yazışmalarına kadar yansımıştır. Aleviler, yok edilmesi gereken bir inanç toplumu olarak görülmüştür. O yüzden, yok edilmesi gerekenlerinde devletin üst mevkilerine çıkmasına izin verilmemiştir. Devlet, onları içine kendine benzeterek kabul edeceğini göstermek için, Hızır paşaları yetiştirmiştir. Alevi olan ama karar mekanizması alanında olmayan aleviler, devletin içine alınmıştır. Alevi öğretmenlerin çok olması tesadüfi değildir, çünkü rejim kendisine ait kuşak yetiştirmeyi Hızır paşalara vermiştir!
Aleviler, cumhuriyet rejimi içinde 1980 yılına kadar yok sayılmıştır ama devletin bekası içinde fazla ellenmemesi gereken kesim olarak görülmüşlerdir. Çünkü aleviler, cumhuriyetin ‘bekçileri’ olarak görülmüştür ama hiçbir zaman ‘general’ olmalarına izin verilmemiştir. 1980, 12 Eylül idaresi Alevilere yeni rol verilmiştir ve hepten yok edilmesi gereken mezhep olarak görülmüştür. O öngörü ile, alevi köylerine camiler yapılmıştır. Camiler ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı Alevi bakış açısını daha da dillendirir olmuştur. Alevi inancı ve yaşam tarzı resmi devlet İslam geleneğine uymadığı için, ‘sapkın inanç’ olarak kabul edilmiştir. Yoldan çıkanları yola getirmek devletin işiydi ve ona göre devlet her türlü baskı aracını Alevilere karşı uygulamıştır.
Bugün Alevilere bakış açısı ve uygulamaları 12 Eylül ile başlamadı ama en çıplak hali ile uygulama 12 Eylül ile başlamıştır. Daha hoyrat ve direk karşısına almıştır. Şehirlerin büyümesi ile birlikte aleviler şehirlere gelmek zorunda kalmıştır, çünkü yeni ekonomik politikalar onları yaşadıkları alanda yaşamalarına olanak tanımıyordu. Kendi koruma alanlarından çıkan aleviler, yeni yaşama uyum sağlamak için kendisine ait savunma mekanizmalarını kurmuştur. Cem evleri bu şehirleşen alevi yaşamının ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştır ve heterojen olan alevi inancı bir sistematik içinde kendisine yol aramaktadır. Bu süreç bitmiş bir süreç değildir, çünkü kendi homojen yaşamından kopan, şehirlere gelen ve orada heterojen bir alevi anlayışı içinde kendisini bulmuştur. Bu buluşma ortak noktaların ortaya çıkması ile birlikte yeniden evrimleşmektedir ve biçimlenmektedir. Bu değişim, elbette içinde bir çok olumsuzluklarında yaşanmasına sebep olmuştur, fakat akan su yolunu bulması gibi Alevilikte şehir yaşamı içinde kendisine alanlar açmıştır.
Hacıbektaş, alevi açılımı ile birlikte yeni bir statüye kavuşmalıdır, çünkü bu açılım Alevilerinde artık bir merkezi olması gerektiği ve o merkez etrafında yeniden biçimlenmeyi ifade etmektedir. Devlet dini, dini yok eder ve yeniden yaratır. İktidara gelmemiş olan Alevilik, devlet dini olmamasına rağmen yok olmakta ve yeniden yaratılma sürecindedir. Bu sürecin sağlıklı bir şekilde raya oturması için, alevi önderlerin buluştuğu ve yönlendirdiği merkez; vakıf ve derneklerden çıkarak, Hacıbektaş ilçesinde alevi konseyine dönüşmelidir. O konsey tıpkı diğer dinler ve inançlar merkezleri gibi ritüel yönlendirici olmalıdır.
Hacıbektaşlı olmak ise alevi / Bektaşi inancı dışında bir durumdur. Hacıbektaş bir aşiret kasabası değildir, aşiret olmadığı içinde, içinde her türlü görüşün olması kadar doğal bir şey yoktur. Sağcısından solcusuna, Hızır Paşa’sından, Pir Sultanı’na kadar her renk yer alabilmektedir. 12 Eylül öncesindeki gibi Ulaş Bardakçı ve ilk TKP’li öğretmenin memleketi özelliğini korumuyor. Bugün değişmiştir. Günümüzde Hacıbektaşlılar içinde, Türk ırkçısından, devrimcisinden, komünistine… Bu kadar değişik rengin ve siyasi görüşün burada yaşaması, Hacıbektaş’ın yapısının değiştiğini de kanıtlamaktadır. Hacıbektaş yeni yaşamın getirmiş olduğu değişimi olduğu gibi yaşamaktadır ve geleneğinden, dirençli ruhundan koparılmıştır. Kendisini koruyan değil, içine aldığı parazitler ile parçalanan bir yapıyı yaşatmaktadır. Eğer aleviler içlerinde oluşan parazitlerden kurtulamazsa, sonuç itibari ile kasabanın sonu gibi olacaktır.
Eskiden Hacıbektaşlı olmak solcu olmak, devrimci olmak gibi algılanırdı, bugün Hacıbektaşlı dendin mi, kafamın içinde hep soru oluşuyor, acaba bu Türk ırkçısı mı, devam eden bir davanın taraftarı mı, yoksa 12 Eylül öncesi gibi devrimci mi? Kafa karışıklığı yanında yaşam tercihleri karışıklığını da yaşamaktadır. Bu hale gelmek, 12 Eylül’ün bir başarısı olarak görülebilir. Devlet Hacıbektaş öznelinde hedeflediği sonuca ulaşmış gibidir. Fakat bu görüntü bilinç ile yeniden ortadan kaldırılabilinir. Tarihimiz ile barıştığımızda ve gerçek tarihimizi öğrendiğimizde devletin suyuna katılmayız. Bin yıllardır ayrı olan yolumuz, devlet dini ile paralel olmayız! Aleviler, alevi gibi yaşamalıdır… Alevilerin nasıl yaşadığını, Hacıbektaş’ın öğretilerinde görebilirsiniz, Hızır paşaların yazdığı kitaplardan öğrenemezsiniz!
Hacıbektaş-ı Veli, Alevi inancı öğretileri dışında soyutlanmakta ve devlet kurucu gibi gösterilmektedir. Alevilik bu topraklar üzerinde hiçbir zaman devlet kurmadı ve yönetmedi. Hep savunma konumunda kalan, katliamlar ile yüz yüze kalan bir inancın merkezidir. “Okunacak en büyük kitap insandır” diyen Hacıbektaşlının eline, en büyük kitap diye bir şeyler tutuşturulmaya çalışılıyor. Aleviler ellerine tutuşturulan o kitabı ret eder ve kendi inancına dönerse eğer, semah gerçekten dönmeye devam eder… Yoksa turistlik bir gösteriye dönüşür kısa zamanda.
İsmail Cem ÖZKAN - 7 Şubat 2010