12 Eylül Üzerine Bir Anımsama.. Bizim Çocuklar!

12 Eylül Üzerine Bir Anımsama.. Bizim Çocuklar!

12 Eylül Üzerine Bir Anımsama… Bizim Çocuklar!İbrahim KARAKAYA(...) Deniz, Yusuf, Hüseyin idam edildiklerinde ilkokul beşinci sınıftaydım....

A+A-

12 Eylül Üzerine Bir Anımsama… Bizim Çocuklar!12 Eylül Üzerine Bir Anımsama… Bizim Çocuklar!

İbrahim KARAKAYA

(...) Deniz, Yusuf, Hüseyin idam edildiklerinde ilkokul beşinci sınıftaydım. Genç öğretmenler çok üzgünlerdi. Bize anlatmaya çalışıyorlardı. ABD Emperyalizmini ilk babamdan duymuştum. Mehmet Ali Aybar’ın ABD Emperyalizmi ve Nato üzerine kalın bir kitabı vardı, babam köylülere onu okurdu. Bundan dolayı da  12 Mart sonrası ifadesi alınmıştı...

(...) Şimdi bütün yaşadıklarımıza ve ödediğimiz bedellere rağmen, yaşamını yitirenler bizden daha cesurlardı. Onun için düne dair bir şeyler söylerken daha dikkatli olmak ve yitirdiklerimize karşı olan saygı ve sorumluluklarımızı daha da bilince çıkarmak gerekmektedir. 12 Eylül ve onun sonuçlarıyla yüzleşmeden bugün yaşadıklarımızı, toplumun yeniden şekillenmesini kavrayamayız. Kendi açmazlarımızı ve hatalarımızı halka yükleyerek kurtulamayız. En azından halkın buradaki kusuru bizimki kadar değildi....

12 Eylül Üzerine Bir Anımsama… Bizim Çocuklar!

Yaşadığımız topraklar çok acılar çekmişti. Onun için yiğidi ve ağıdı çoktu, ihaneti de içinde barındırıyordu. 1938’in dramını ve kahramanlıklarını dinleyerek büyümüştük. Çünkü 38 bizim tarihimizde bir milattı ve her anlatım 38’den önce, 38’den sonra diye başlardı. Hiç unutmadığımız bir şeyde, kadınların iş yaparken veya ayran yayarken gözyaşları ile mırıldandıkları ağıtlardı. Birde, saklandıkları mağarada askerlerin kendilerini bulmamaları için, ölen kardeşinin emaneti olan çocuğu ile kendi çocuğu arasında tercih yapmak zorunda kalıp, kendi çocuğunu boğmak zorunda kalan Hıdır Amcanın (Hıde Sori) sesi ve söylediği ağıt halen kulaklarımda yankılanmaktadır. Çok büyük acılar yaşamış bu insanlar bizim unutmamamız için yaşadıklarını anlattıktan sonra nasihat ederlerdi. Devlete karşı gelinemeyeceğini, devletin gücünden, silahından, askerlerinden ve acımasızlığından bahsederlerdi. Bizde dünya devrimlerinden, işçi sınıfının güçünden, üretenin biz olduğumuzdan, bir şartel indirdiğimizde hayatın duracağından, merminin, silahın üretilemeyeceğini anlatıyorduk. Deniz’in, Mahir’in, İbrahim’in ve diğer devrimci önderlerin göstermiş olduğu kahramanlıklar onları heyecanlandırmıştı. Daha sonraki yıllarda gelişen mücadele ile başlayan grevler, boykotlar onları daha da inandırmıştı. Fakat bu seferde her geçen gün bölünmemiz ve birbirimize karşı olan acımasız davranışlarımız onları tekrardan kaygılandırmıştı. Her defasında “evladım birleşiniz, başınız bile belli değil” diyorlardı. Bizde en doğrusunun bizim hareket olduğundan, diğerlerinin ise oportonist, revizyonist, sosyal faşist v.b. olduğunu söylüyorduk. Ama bu kelimeler onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Yinede her zaman yanımızda olmuşlardı. 

Köyümüzde okul olmadığı için Ovacık’ta Yatılı Bölge İlkokulunda okuyordum. Küçük yaşta ailenizden uzakta okumak çok zordu, biz kendi kendimize yetmeyi öğreniyor ve zoru başarıyorduk. 1971 yılında okulda çıkan yemeklerin kalitesizliği, tabak ve kaşıkların bakır ve kalaysız olmasından dolayı boykot yapmıştık. Henüz ilkokul dördüncü sınıftaydık. Her gün  kaşıkları kırıp okulun yanındaki Kodi Deresi’ne atıyorduk. Bir gün öğle yemeğinde “yemekler yenilmiyor” diye hep bir ağızdan bağırdık. Öğretmenler şaşkındı. Müdürden herkes korkuyordu, o içeri girince hepimiz susmuştuk. Soruşturma açıldı, müdür ve birkaç öğretmen sürgün edildi.

Deniz, Yusuf, Hüseyin idam edildiklerinde ilkokul beşinci sınıftaydım. Genç öğretmenler çok üzgünlerdi. Bize anlatmaya çalışıyorlardı. ABD Emperyalizmini ilk babamdan duymuştum. Mehmet Ali Aybar’ın ABD Emperyalizmi ve NATO üzerine kalın bir kitabı vardı, babam köylülere onu okurdu. Bundan dolayı da  12 Mart sonrası ifadesi alınmıştı.

Ali Haydar ve İbrahim vurulduklarında Tunceli Lisesi’nde yatılı okuyordum. Ortaokul birinci sınıftaydım. Fehmi Altınbilek ismini o günden sonra hiç unutmamıştım. 1974 yılında öğretmen okullarının Türkiye genelinde başlattığı boykota Tunceli Lisesi olarak bizde katılmıştık. Uzun bir boykot süre sinden sonra lisenin pansiyonu kapatıldı ve bizler her birimiz farklı yerlere gönderilmiştik. Ben ve sekiz arkadaşım Siirt Lisesine gönderilmiştik. Bu arkadaşlarımızdan Kazım Ekici TKP/ML saflarında yaşamını yitirdi, Fethi Çetin ise önce itirafçı olmuştu. 1977 yılında lise son sınıfta, idarenin gerici tavrından dolayı Siirt’te ilk boykot yapan biz olmuştuk. Okulun duvar gazetesinde evrim teorisi ve Darwin’e hakaret içerin bir karikatür yayınlandı ve biz gazeteyi yırtmıştık. Sonra valiliğe yürüyüş düzenlemiştik. İkinci dönem okula gittiğimizde ben ve iki arkadaşım sürgün edilmiştik. Ben önce Karaman Lisesi’ne, orada modern matematik olmadığı için Erzurum Lisesi’ne gönderilmiştim. Erzurum Lisesi faşistlerin elindeydi, onun için bir torpil bulup Erzincan Lisesi’ne naklimi aldırmıştım. Siyasal hareketin yoğun yaşandığı bir dönemdi. Artık siyasi ve ideolojik olarak kendimizi yetiştirmiştik.

Erzincan’daki kısa eğitim süresinde de 1 Mayıs için Tunceli’ye mitinge gitmiştik ve hakkımızda soruşturma açılmıştı. Fakat artık okul bitmek üzereydi. Burada da tanıdığım siyasal arkadaşlarımızdan Hüseyin Şen bir baskında yaşamını yitirmişti, O’nu hiç unutmamıştım. Ali İbrahim Tutu ise daha sonra milletvekili olmuştu. Hala görüştüğüm çok değerli bir arkadaşımdır.

Liseden sonra sınavlara girmiştim. Fakat biz daha çok siyasal mücadelede karar vermiştik. Henüz 18-19 yaşlarındaydık, fakat sorumluluklarımızın bilincindeydik. Olgunlaşmıştık, kişilik sahibiydik. Eğitim çalışmaları yapıyorduk. Kollektif çalışmalarla halka yardım ediyorduk. Ekin biçiyor, harman kaldırıyorduk, ot biçiyorduk. Kavgaları ve sorunları biz çözüyorduk. Halk artık mahkemelere gitmiyordu. Biraz abartılmıştı ki kadınlar kocalarını “devrimcilere şikayet etmekle”  tehdit ediyorlardı. Yinede kadınlarımız lehine işe yaramıştı. Tartışmalarımız bazen saatlerce bazen de günlerce sürüyordu. Halkımız tartışmalarımızdan Marks’ı, Lenin’i, Stalin’i, Enver Hoca’yı ve Mao’yu tanıyordu. Tartışmalara, gösterilere ve mitinglere her yaştan halkımız katılıyordu. 

Ogün kazandığım değerlerin bugün yaşamımda ve kişiliğimde çok önemli olduğunu biliyorum.

Bazen gerçek ama çok komik olaylarda yaşanıyordu. Tunceli- Ovacık arısında ki Tilek Köylüleri 1 Mayıs’a katılma kararı alıyorlar. 1 Mayıs günü köyde işleri yürüteceklerin dışındakiler araba yoluna inerler. Fakat otobüsü kaçırırlar, beklerler araba gelmeyince ne yapacaklarını düşünürler. Yürüyerek Tunceli’ye gitmeleri çok zordur. “Madem mitinge katılma niyetiyle geldik o halde bizde burada kutlayalım” diye ortak düşünceye varırlar. Kendi aralarında saflaşırlar. Muhtar, bekçi ve bazı köylüler güvenlik güçleri olur, diğer köylüler gösterici olurlar. Göstericiler ellerinde sopalarla slogan atıp yürüyüşe geçerler. Muhtarın başında olduğu güvenlik güçleri ise göstericileri, yaptıklarının yasadışı olduğunu, dağılmaları gerektiğini ikaz ederler. Gösteri şiddetlenir, sopalarla birbirine girerler ve bir çok kişi yaralanır. Olay duyulur, yaralılar Elazığ Devlet Hastanesi’ne kaldırılır. Olay basına “göstericilerle güvenlik güçleri arasında yapılan çatışmada köy muhtarının da içinde olduğu birçok kişi yaralanmıştır” diye geçer.

Tarıma elverişli toprağı neredeyse hiç olmayan bir yerde yapılan toprak işgali de ilginçtir. Bu devrim tarihine “Dest Toprak İşgali” olarak geçecekti. Devrimci gruplar arasındaki silahlı çatışmalarda çok değerli arkadaşlarımız yaşamlarını yitirdiler. Metin Gök, Adil Turan ve diğerleri…

Dere Nahiyesi Karakol baskını sonun başlangıcı gibiydi. Olay sonrası halk üzerine yapılan baskılar, bu baskılara karşı yapılar gösteriler… Protesto yürüyüşü için Tunceli’ye gelmiştik. Kutu Deresinden, Vartinik üzeri köye gidip sabah uyandığımızda darbe olmuştu. Büyüklerimiz korkmuşlardı, biz ise durumu anlamaya ve merkezden gelecek haberleri bekliyorduk. Teorik olarak bildiğimiz “faşist diktatörlük emperyalizmin son halkasıydı, faşist diktatörlük ya devrimi getirir yada karşı devrimi getirir” tespiti idi. Bu tespit ışığında  bizim beklentimiz, bölünmüş olmamıza rağmen, bütün devrimci grupların birleşip tek bir parti olarak, devrim mücadelesini başlatacakları idi.

Bir ay sonra bir arkadaşımızın yakalanıp çözülmesi sonucu köye operasyon yapılmıştı. Tesadüfen evde değildik. Arkadaşlarla karşı köye eğitim çalışması için gidiyorduk. Yerimizi bilen onüç yaşındaki Cafer ise dayak yemesine ve ağaca bağlanıp başına silah dayayıp ölümle tehdit edilmesine rağmen çözülmemiş ve yerimizi söylememişti. Cafer’e çok şey borçlu olduğumuzu biliyorum. Ben ile amcamın oğlu İsmail kaçaktık artık. İşin kötü tarafı, darbe sonrası nasıl davranacağımızı, hangi çalışmaları yapacağımızı, birbirimize ve örgütle nasıl ilişkiye gireceğimizi bilmiyorduk. Onun için tek başınaydık, sadece saklanmak durumundaydık. Benzetmek yerindeyse bir sel geliyordu ve önüne aldığını götürüyordu. Yakalandığında soruşturmaya götürülecek kadar şanslı olmayanlar bile vardı. Çünkü yakalandığı yerde infaz ediliyordu. Köylere havadan ve karadan sürekli operasyonlar yapılıyordu. Biz saklandığımız yerden bütün bunları görebiliyorduk. Babam ve köylülerden birçoğu tutuklanmıştı. Amaç bizim teslim olmamızdı. Ailelerimizde bize sakın teslim olmayın diye haber gönderiyorlardı. Gözaltı süresi doksan gündü. Tabii bu sınır değildi, istediği zaman sizi bırakıyorlardı.

Babam gözaltında iken bizim eve operasyon geliyor. Annem subaylara ayran ikram ediyor. “Komutanım, buyrun bir Kürdistan  ayranı için” der, Subay, “teyze sen ne diyorsun” deyince annem düzeltiyor “alın bir Kürt ayranı için işte” diyor.  Subayın, eşi içerde, çocuğu da kaçak olduğu için anlayışlı davrandığı kesin.

Bir yıl kaçak olarak dağda kaldıktan sonra, artık darbenin şiddeti azalmıştı ve babam birinin yardımıyla asker kaçağı olduğumdan yabancı şubeden asker olmamı sağladı. Askerde olmam güvende olmamı sağlayacaktı. İzmir’de asker iken tutuklanıp Tunceli’ye getirilmiştim. Öğrencilik yıllarımızda öğretmen okulunun spor salonu olan yer, soruşturma ve işkence yeri olarak kullanıyordu. Burada doksan gün kalmıştım ve işkencede Fethi Özün’ün direnişine tanıklık etmiştim. 

12 Eylül darbesinin faturası çok ağırdı. Tunceli’de etkilenmeyen hiç kimse kalmamıştı. Her birimizin başından geçen ve tanıklık ettiğimiz olaylar bir destan oluşturur. Bu yaşanmışlıkları bütün yönleriyle, değiştirmeden yazmanın ve anımsatmanın siyasal tarihimize karşı bir sorumluluk olarak görmek gerekir. 

12 Eylül öncesi köyde gençler oturup konuşuyorduk. Ev sahibi yaşlı amca sohbete katılıp, 38’de yaşadıklarını, filan aşiretlerle şöyle kavga ettik, askerle şöyle savaştık diye   anlatıyordu. Oğlu sözünü kesti “baba çok fazla palavra atma, sende yiğit biri olsaydın sana da bir kurşun değerdi” deyince babasından küfür yemişti.

Şimdi bütün yaşadıklarımıza ve ödediğimiz bedellere rağmen, yaşamını yitirenler bizden daha cesurlardı. Onun için düne dair bir şeyler söylerken daha dikkatli olmak ve yitirdiklerimize karşı olan saygı ve sorumluluklarımızı daha da bilince çıkarmak gerekmektedir. 12 Eylül ve onun sonuçlarıyla yüzleşmeden bugün yaşadıklarımızı, toplumun yeniden şekillenmesini kavrayamayız. Kendi açmazlarımızı ve hatalarımızı halka yükleyerek kurtulamayız. En azından halkın buradaki kusuru bizimki kadar değildi.

İki yaşanmış olayı anımsatarak yazıyı bitirmek istiyorum.

12 Eylül’de yoğun tutuklamalar yapılır. Tutuklananlar içinde sempatizan düzeyinde bir köylüde vardır. Cezaevlerinde baskılar çok ağırdır, fakat koğuştaki siyasi tahlillerden dışarıda devrim ha oldu, ha olacak gibi. Köylü kadro arkadaşlarla volta atarken sorar “ Yoldaş, korkayım ki bu devrim birkaç gün daha gecikirse bunlar bizim anamızı belleyecekler”.

12 Eylül’den iki-üç yıl sonra bazı örgütler gerilla grupları oluşturup kırsala çıkarlar. Köyün birine duyum üzerine askeri operasyon düzenlenir. Köylüler meydana toplanır, hiç kimse köy dışına çıkarılmaz. Köylüler hayvanların mutlaka otlağa çıkarılması gerektiğini söylerler ve köyün yaşlılarından biri hayvanları alıp dağa götürür. Bir süre sonra sırtında bir torba ile köye döner ve torbayı subayın önüne bırakır. Subaya, “Komutanım bunu ormanda buldum, hele bir bak bu sizin çocukların mı, yoksa bizim çocukların mı?” der.

Evet! Halk için Devrimciler “Bizim çocuklardı.”

İbrahim KARAKAYA
Alevihaber.com - 14 Eylül 2008

Etiketler : , , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.