30. Yılında, Maraş Kıyımını Anlamaya Çalışmak

30. Yılında, Maraş Kıyımını Anlamaya Çalışmak

30. Yılında, Maraş Kıyımını Anlamaya ÇalışmakRıza AYDINBu yıl, Maraş katliamının 30. yılı. Otuzuncu yılında Maraş katliamı çeşitli...

A+A-

30. Yılında, Maraş Kıyımını Anlamaya Çalışmak30. Yılında, Maraş Kıyımını Anlamaya Çalışmak

Rıza AYDIN

Bu yıl, Maraş katliamının 30. yılı. Otuzuncu yılında Maraş katliamı çeşitli etkinliklerle gündeme gelecek, anılacak, bunun nedenleri anlaşılmaya çalışılacak. Bu toplantıda onlardan biri. Ben konuya dört acıdan bakıp anlatmaya çalışacağım:

I. - Bu katliam niye yapıldı, katliamlar niye olur
II. - Bir provokasyonla başlayan bu katliam nasıl sahneye kondu
III. - Gerici bir halk hareketine dönüşmesinin altında yatan gerçekler ne
IV. - Sonuç olarak bundan çıkarılan dersler.

Maraş katliamını  anmakla, anlamaya çalışmanın ayrı şeyler olduğunu düşünüyorum. Bir şeyi, anmak her zaman onu anladığımız anlamına gelmez. Ben konuşmamda daha çok bu katliamın niye yapıldığını, hangi politik ihtiyaçların ürünü olduğunu, sanki çıldırmış bir halk hareketine dönüşen bu provokasyonun,  nasıl olup ta bu kadar etkili (yada başka bir deyişle başarılı) olduğunu sorgulamaya çalışacağım.

Ama öncelikle, üzerine basa basa, söylemem gerekir ki, bu anmaları yapmaktaki asıl amacımız, bu katliamın niçin, nasıl yapıldığını anlayarak, bundan çıkardığımız derslerle, insanlığın bir daha böyle bir felaketi yaşamasını önlemektir, insanlığı bu tür belalardan korumaya çalışmaktır. Biz istiyoruz ki bu acılar bir daha yaşanmasın, bunlar yaşanılan son acılarımız olsun. Hani halkımız bir taziyeye gidince, “Allah başka acı göstermesin, Acısı daim olsun” der ya; bizde insanlık bu acılarla kalsın, başka acılar yaşamasın istiyoruz. 

Savaşları tahlil etmekte haklı bir ün kazanmış olan  Clausewitz ; “Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir” der. Clausewitz’in savaşlar için söylediği gerçeklik, katliamlar yada kıyımlar içinde geçerlidir, bu yüzden katliamlarda güdülen bir politikanın hayata geçirilmesidir. Bu politika anlaşılmadan bu kıyımlar anlaşılamaz. İşte bu yüzden ben, bu katliamın, hangi koşullarda nasıl bir politikanın sonucu olarak yapıldığının anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.

Önce bu katliamın nasıl bir dünyanın nasıl bir Türkiye’sinde sahneye konduğuna bakalım:

Bu katliamın yaşandığı dönem, soğuk savaş rüzgarlarının estiği, iki kutuplu bir dünyada, 12 Mart Askeri Diktatörlüğünden yeni çıkmakta olan Türkiye’de, emekçi halkın, kendi hakları için birleşip, mücadele etme eğiliminin, her geçen gün yükselmekte olduğu bir dönemdir. Bunun sonucu olarak, 1977 Haziranında yapılan genel seçimlerde, Sosyal Demokrat kulvarda  olduğunu söyleyen Ecevit’in CHP’si, oyların  % 41’in üzerinde bir oy alarak seçimden birinci parti olarak çıkmış; bu başarısını, 1977’nin Aralık ayında yapılan yerel seçimlerde de sürdürmüştür. Bu gelişmeler sonucu, bağımsız milletvekillerin desteğini alarak kurulan, Ecevit hükümeti 1978 yılının Ocak ayında güven oyu alıp işe başlamış.

Ecevit hükümetinin kurulması, ülkemizdeki solun, emekçi hareketinin serpilip gelişmesini daha artırmıştı; bu hem ABD’yi hem de onun yerli işbirlikçileri olan egemen sınıfları endişelendirmeye başlamış, bu güçlerde, ülkedeki solun gelişmesinin önünü kesip, durdurmanın çarelerini aramaya başlamışlar. Halkın kendi talepleri (kendi istemleri) etrafında birleşerek mücadelesini yükseltmeye başlamasının, sonunda nerelere varacağı bilinemeyeceğinden egemen sınıflar hemen bunu durdurmak isterler; egemen sınıflar, bunun yolunun emekçi halkın birliğinin parçalanmasından, bölünüp, birbirine düşürülmesinden geçtiğini gayet iyi bilirler, bunun nasıl yapılacağı konusunda tecrübelidirler. İşte bunun için, yani yükselmekte olan solun önünün kesilmesi için, Kahramanmaraş’ta Alevi-Sünni çatışması görüntüsü altında Aleviler kırdırılmıştır. Katliama yol açan politika budur.

Sözün geldiği bu noktada, Sosyal Demokratların eleştirisi yada bu konudaki sorumlulukları; özelliklede, bu katliamdan sonra gösterdikleri yanlış tutumlar, örneğin İçişleri Bakanının “bunu aşırı sol örgütler yaptı” demesi, İçişleri Bakanlığınca yaptırılan araştırma raporunun bile açıklanmaması, Ecevit’in edindiği, elindeki bilgileri kamuoyuyla paylaşmaması gibi eleştiri noktaları konumuz dışı olduğu için üzerinde fazla durmuyorum. Ben öncelikle, katliama yol açan bu politikayı konuşmak istiyorum

Şimdi, katliamlara yol açan bu politikanın nasıl bir politika olduğuna, bu politikayı önerenlerin, bu konuda neler dediğine, bunu inceleyenlerin bu konudaki  görüşlerine kısaca bakıp, sonrada bunun nasıl sahneye konduğuna, Maraş’ta niye bu kadar etkili olduğunu incelemeye çalışalım.

Ezilenlerin Pedagojisi” adlı kitabında, bu politikayı inceleyen, Paulo Freire şöyle diyor: “Ezen azınlık bir çoğunluğa boyun eğdirdiği ve egemen olduğundan, iktidarda kalmak için çoğunluğu bölmek ve bölünmüş halde tutmak zorundadır. Azınlık kendine halkın birliğini hoş görme lüksünü tanıyamaz; çünkü bu, hiç kuşku yok ki hegemonyasına ciddi bir tehdit demek olurdu. Dolayısıyla, ezenler, ezilenlerde biraz olsun birleşme ihtiyacı uyandırabilecek her tür eylemi tüm araçlarla (şiddet dahil) önlerler. Birlik, örgütlenme ve mücadele gibi kavramlar derhal tehlikeli olarak damgalanır. …” (1)

Çok eskilerden beri uygulana geldiği bilinen, bu kötü politikanın asıl mimarı ise, bir anlamda bu politikayla özleşmiş olan ünlü İtalyan devlet adamı Machiavvelli (2) dir. Machiavvelli, “Hükümdar" adlı kitabında, devleti yöneteceklere öğütler verirken, şöyle tembihler ediyor: “Atalarımız, özelliklede onların akıllı olanları, ağız birliğiyle, Pistolia’yı parti kavgaları ile Pisa’yı kalelerle tutmak gerektiğini söylerlerdi. Bazı kentleri kolaylıkla elde tutabilmek için halk içinde bölücülüğü körüklerlerdi. İtalya’nın az çok denge içinde olduğu bir dönemde, bu yöntem iyi olabilirdi.

Bence Venetler, kendi egemenlikleri altındaki kentlerde Wolfe ve Ghibellino topluluklarını bundan ötürü kışkırtıyorlardı. İşi kan dökmeye kadar götürmelerine izin vermezlerdi, ama aralarındaki düşmanlığı körüklerlerdi. Kendi aralarındaki bu bölünme yüzünden halkın Venetler’e karşı ayaklanmayı aklına getirmeyeceğini düşünürlerdi...

Bu yöntem hükümdarın zayıflığını gösterir. Güçlü bir devlet içinde bu tür ayrılıkçılığa izin verilemez. Barış dönemlerinde halkın kolay yönetilmesini sağlayan bu yöntem, savaş zamanlarında tehlikesini derhal gösterir”. (Sosyal Yayınları)

Bu politikayı bu günlerde başarılı bir biçimde ABD’nin Irak’ta uyguladığını düşünüyorum.

Bizim yakın tarihimizde bu politikanın uygulandığı başka bir yer, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak katliamıdır. Maraş Katliamıyla, 2 Temmuz Sivas katliamının ortak noktası, ikisinin de bir askeri diktatörlükten sonra, gelişmekte olan solun, kendi sorunları için birleşip mücadele eden emekçi hareketinin birliğini parçalayıp, önünün kesilmesi için, ülkede mezhep çatışması yaratılması ihtiyacından doğmuş olmalarıdır. 2 Temmuz katliamının Maraş katliamından farklı yanı ise, 2 Temmuz katliamın davasını sürdürüp hesap sormaya, unutulmasını önlemeye çalışan Pir Sultan örgütlülüğünün, Pir Sultan Derneği’nin olmasıdır. Eğer Pir Sultan Derneği gibi, Maraş’ta mağdur olanların, Maraş’ta katledilenlerin çevresinin de bir örgütlülüğü olsaydı, Maraş katliamı bu kadar unutturulmuş olamazdı.

*

Şimdide bu politikanın, Maraş’ta nasıl sahneye konduğuna, yanı Alevilerin kışkırtılan Sünnilere nasıl kırdırılıp, kırımdan kurtulanların nasıl Maraş’tan sürüldüğüne, öz olarak söylersek, bu politikanın Maraş’ta neden, nasıl bu kadar etkili olduğunu incelemeye çalışalım.  

Maraş katliamını inceleyen herkesin ayan beyan göreceği gibi, bu katliamda hem planlı bir provokasyon örgütlenmesi vardır, hem de buna halkın bir katılımı vardır. Acı olanda budur; yani bu provokasyonun başarıya ulaşarak bir halk hareketine dönüşmüş olmasıdır. Bunları ayrı ayrı incelemeliyiz.

*

Burada katliamın gelişimin anlatımına geçmeden önce, gözden kaçmasın, unutulmasın diye, Sünni halkın bu katliama katılışına dikkat çekmek istiyorum. Bu katliam, adeta bir halk hareketi şekline dönüşerek yapılıyor; buna kadınlar katılıyor, komşuları, saldırganların önüne geçip Alevi komşularının evlerini gösteriyorlar. Kızılbaş’ın evini yakan saldırganlara kadınlar, gaz doldurup bidonlar vererek yardım ediyorlar.(3)

Savcılık çok ayrıntılı bir iddianame hazırlamış, olayları mahalle, mahalle anlatmış. İddianame okununca bunlar ayan beyan görünüyor. Hele bunlardan bazıları var ki, okuyanın kanını donduruyor, içini yakıyor:  Saldırganların önüne geçip kiracısı olan Kızılbaş’ı gösteren bir kişi (Bekir Topal) “kızıl başın pis kanını evime akıtmayın, dışarı akıtalım” diye alevi kiracısını evinden dışarı çıkarttırıp, dışarı da öldürtüyor.(4) 80 yaşında, bir gözü görmeyen bir kadının, diğer gözünü tornavidayla oyarak, öldürdükten sonra, yaşlı kadını  “baş aşağı hela çukuruna atıp, sonra üzerine  birde at arabası deviriyorlar”. (5) Başı ezilip, cinsel organı kesilen…insanlar var. 32 Gün Programında Kenan Evren anlatıyordu; ayaklarından çekilip ikiye bölünen bebekler var. Bu vahşete yol açan kinin altında yatan sebepler, iyice incelenmeli, iyice anlaşılmaya çalışılmalıdır.

KATLİAMIN SAHNEYE KONULUŞU

Önce, Aralık ayının başlarında, Alevilerin evleri yeniden numaralandırılıyor; bunun nedenini soranlara, postacılar adresleri kolay bulsun diye deniyor. Bu da, Alevilerin çok önceden fişlenmiş olduğunu gösteriyor. Böylesi bir fişlemenin, devletin istihbarat örgütlerinden başka bir yerde olması mümkün değildir.

16 Aralıkta “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı film Çiçek Sineması’nda oynatılmaya başlanıyor. 

Kahramanmaraş katliamının baş piyonu, Ökkeş KENGER “Kahramanmaraş Olaylarının Perde Arkası” adlı kitabında bunu şöyle anlatıyor; “16 Aralık 1978 günü Ülkücü Gençlik Derneği’ne Orhun Film Şirketinden olduklarını söyleyen iki genç geldi ve “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin Kahramanmaraş’ta gösterilmesi için geldiklerini söylediler. Bizi de ziyaret için gelmişler. Tanıştık, sohbet ettik. Yetkili arkadaşlarla görüşüldü”. (6)

19 Aralıkta “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösteriliği Çiçek Sinemasına Ökkeş KENGER’in görevlendirdiği kişiler ses bombası atıyorlar.

21 Aralık Perşembe günü iki solcu öğretmen öldürülüyor. Cenazeleri Cuma günü kaldırılsın diye bugün öldürülüyorlar.

22 Aralık Cuma günü hastane doktorunun otopsiyi bilerek geciktirmesi sonucu, cenazelerin camiye getirileceği zaman, Cuma namazına denk getiriliyor.

Cuma namazı için camiye toplanan kalabalığın içinden bir kişi, önce bir Türkiye bayrağı çıkarıp, İstiklal Marşı okutuyor, sonra ant içirterek tekbir getiriyorlar; böylece galeyana gelen Cuma namazından çıkan topluluk cenaze kortejine saldırarak olaylar başlatılıyor. 22 Aralıkta böyle başlayan saldırılar bütün Maraş sathına yayılarak 25 Aralık akşamına kadar sürüyor. 

Dikkat edilirse, bütün Alevi katliamları, Cuma Namazından çıkan halkın galeyana getirilmesiyle başlıyor. Bir bayrak çıkarılıyor, İstiklal Marşı söylenip ant içiriliyor. Bu motifler, 2 Temmuz Sivas katliamında da var.

*

Saldırı böyle başlatılıyor. Saldırganlara görünürde ülkücüler, elinde üç hilalli MHP bayrakları olan kişiler öncülük ediyorlar. Bu böyle oluyor, yada böyle görünüyor ama o zaman Maraş’ta böyle bir ülkücü örgütlülüğü olmasa bile, bunu yapanların, bunu planlayanların 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi kendileri de buna öncülük edecek duruma sahipler. Görünürdeki bu ülkücüleri de bunlar harekete geçirip yönlendiriyorlar.

Mahkemenin gerekçeli kararında söylenen, şöyle bir ayrıntı göze çarpıyor. “Aralık başından itibaren, şehirde yüzlerce Mili Piyango bileti satıcısı görülmeye başlandı. Her köşe başında üç beş kişi vardı hepside yabancı idi. Daha önceki yıllarda böylesi görülmemişti. Bunların bilet satmaktan ziyade başka şeylerle meşgul oldukları, herkes tarafından biliniyordu. Şehirde sokak sokak dolaşıyorlardı.

Hepside 18-25 yaşlarında ve doğu şiveli… hemen hepsinin ayağında bağsız lastik ayakkabılar…

Birbirini tanımaları bakımından, bu ayakkabıların şifre olarak kullanıldıkları kuvvetle muhtemeldir.” (7)  “işi, asıl sevk ve idare eden” bu kişilerin bazılarının yüzleri de maskeli, “oyun var oyun içinde”.

Alevilerin çoğunlukta olduğu Karamaraş semtinde yakalanan Arif TUĞRUL adlı bir şahısta ise parola olduğu sanılan şöyle bir yazı çıkmış: “Parola ay, işareti yıldız”. (8)

Bütün bunlar, bu katliamın, devletin bu konularda uzmanlaşmış gizli güçlerince, bütün ince ayrıntılarına varıncaya kadar planlanarak inceden inceye yapıldığının birer göstergesidir. Bence Maraş katliamının devletin gizli güçlerince yapıldığının bir başka görüntüsü de, Maraş katliamının yaşandığı bu ülkede, her gün ülkücülerin adam öldürdükleri bir dönemde, ünlü devlet adamımız Süleyman DEMİREL’in söylediği sözdür. Demirel böyle bir zamanda “Bana sağcılarda suç işliyor dedirtemezsiniz” diyor. İnsana garip gelen bu sözüyle Demirel şunu kastetmiş olabilir mi?: Suç devletin yapma dediğini yapmaktır, yap dediğini yapmak değil. Bir adamı öldürmek, asmak halkın nezdinde her zaman suçtur ama cellat boynuna ip geçirip astığı kişiyi öldürmekle devlet nezdinde suçlanamaz; o bir devlet görevini ifa etmiştir. Örneğin, Atatürk’ün doğduğu evi bombalatmak halkın nezdinde suçtur ama 1955 yılında 6-7 Eylül olaylarının kıvılcımını ateşlemek için, Atatürk’ün evini bombalattıran zat, Türkiye’de yargılanmamış, hatta yargılanmak bir yana dursun, devlet kademelerinde yükseltilerek vali bile yapılmıştır. Demirel’in bu sözleri, bu gerçekliği ifade ediyor olabilir mi? Birde böyle düşünmek gerekmez mi? 

*

Şimdide Maraş’ta bu provokasyonun nasıl olup ta bir gerici halk hareketine dönüştüğünü anlamaya, Maraş’ın yapısını, özel durumlarını incelemeye çalışalım.

Tunceli hariç, bütün Anadolu şehirlerinin, şehir merkezlerinde Sünni nüfus yaşar, Aleviler dış kırsal bölgelerdedir. Aleviler zaman zaman şehre gelir, Sünni esnaftan alışverişini yapıp giderler; Maraş’ta da bu böyledir. Maraş’taki iktisadi yapı, ticaret tamamen Sünni nüfusun denetimindedir, onlar tarafından yapılır. 1950 yıllarından sonra kırdan şehirlere göç başlayınca Maraş’a da, köylerinden, kasabalarından Aleviler gelip yerleşmeye başlarlar. Maraş’ta yaşamaya başlayan Aleviler, önceleri Sünnilerin işyerine-dükkanına ortak olurlar, daha sonraları kendi adlarına işyerleri açmaya başlarlar. Bu tarihlere kesin rakam vermek zor ama konuştuğum Maraşlılar “1960’ta bir tane bile Alevi esnaf yoktu, bu tarihten sonra bazı Sünnilerce Alevi müşteriyi çekmek için yanına Alevi ortaklar alınmaya başlandı. Alevilerin Maraş’ta ticaret yapıp kendi adlarına iş yeri açmaya başlamalarının tarihi, 1970’li yıllardır.” diyorlar.

Alevilere ait işyerleri açılınca, kırdan gelen Aleviler, alışverişini bu Alevilerin işyerlerinden yapmaya başlamışlar. Öyle zamanlar olurmuş ki, -örneğin eczanesi (9) olan- bir Alevinin  dükkanı önünde kuyruklar oluşurken, aynı işi yapan Sünni esnaf boş oturup bunu seyreder olmuş. Böylece Maraş’ın pazarında, iktisadında, ticaretinde bir Alevi etkisi görülmeye başlanmış. İşte, Pazarının elinden kaydığını gören, eskiden bu pazarı elinde bulunduran Sünni Maraş esnafı, pazarının elinden gittiğini görerek buna tepki göstermeye başlamış. Bu temelin üzerinde yükselen bir çok olgu, örneğin sosyal yaşamdaki Alevilerin farklılıkları, bu tepkileri şekillendirmiş. Bütün bu tepkiler, tariksel Alevi-Kızılbaş düşmanlığıyla yoğrulup büyüyerek, sonunda MHP’lilik şekline bürünüp saldırgan bir hal almış.

Alevilerin Maraş’ta etkin olmaya başlaması Maraş’taki yaşamın her yanında kendini göstermeye başlamış. Örneğin siyasi alanda bunlardan biri; bunun ilginç bir göstergesi, demokratik bir hakkın Alevilerce hayata geçirilmiş olmasında olmuş. Bütün Türkiye’de olduğu gibi, Maraş’ta da, aleviler oylarını getirip CHP’ye verirlermiş, ama listelerde Alevi aday ya hiç olmadığından yada çok alt sıralarda olduğundan, Aleviler seçilip meclise gidemezlermiş. 1973 seçimlerinde, Türkiye’de ilk defa, Maraş’ta bir şey olmuş, Aleviler tercihli oy kullanarak alt sıralardaki üç Alevi adayın, tercihli oyla milletvekili seçilmesini sağlamışlar. Alevilerce, yürütülen başarılı bir seçim çalışmanın sonucu CHP’nin alt sıralarındaki üç kişi, -Oğuz SOĞÜTLÜ, Mehmet ÖZDAL, İsmet AĞAOĞLU- milletvekili seçilmişler. Demokrasinin gereği, doğal karşılanması gereken bu olay, “nasıl olurda Aleviler böyle bir şey yapar, bu nasıl olur” diye büyük bir tepkiyle karşılanmış. Buradan şu sonuca varabiliriz, hem demokrasimizin gelişmesi hem de Alevilerin politik hayattaki etkisinin artması için, Alevi örgütleri, tercihli oy hakkı için yeniden mücadele etmelidirler; bu, bugünde önemli bir talebimiz olmalıdır.

Alevilerin Maraş’ta alt yapıdan üst yapıya, ticari hayattan, siyasete etkisinin böylece artması, eskiden bütün bu alanları elinde bulunduran Sünni kesimlerce tepkiyle karşılanmış. Maraş kıyımında Sünni kitleleri harekete geçiren asıl şey işte bu; Maraş’ın ticari hayatından sosyal hayatına kadar her şeyine etki eden, gelişen Alevi olgusuna bir tepki, yanı bu Maraş’ta gelişen Alevi olgusunu silme, yok etme hareketidir. İşte tabandaki bu tepki, MHP kanalıyla dışa vurup saldırganlaşıyor; bu yüzden katliam sırasında saldırgan kitleler, Alevilere saldırırken, Alevilerin evini iş yerini yakıp yıkarken “Maraş size vatan olmaz mezar olur, yaşasın Türkeş, yaşasın MHP” diye bağırıyorlar. Bu, var olan durumu anlatan çok başarılı bir slogandır. Bütün bunlar savcılığın hazırladığı iddianamede vardır, görecek gözü, hissedecek yüreği olan herkes bunu görebilir. Bu katliam özünde, Maraş’tan Alevileri kovup, onların malına mülküne sahip olma isteği üzerinde yükseliyor. Bu niyet gerçekleşmiş, Aleviler katliamdan sonra Maraş’ı terk etmişler.

Bu alt yapıda, bir MHP örgütlülüğü olmasaydı bile, 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi, halkı galeyana getirip, onları yönlendirecek militanlar (yada piyonlar) yine bulunurdu. Ülkemizin derin devletinin içinde, kontrgerillanın böylesi bir gücü her zaman için vardır. Olayın özü budur. Görünürdeki MHP olgusuna takılıp kalınması daha önemli bazı şeyleri gizlemeye yarıyor.

*

Şimdi burada sözü daha uzatmadan, Maraş katliamını incelememin beni getirdiği teorik noktanın, yani Maraş katliamının özünde Alevileri Maraş’tan kovma, silip süpürme hareketi olduğunu görmemin bende yarattığı düşünsel etkiyi anlatmak istiyorum.

Maraş olaylarını inceleyene kadar ben, “milli” diye adlandırılan yerel burjuvazinin, pazara-pazarına sahip çıkmak için komprador burjuvaziye karşı yürüttüğü mücadeleyi, ona karşı savaşını, “milli burjuvazinin” egemen olduğu bir toprak parçasını, gümrük duvarlarıyla, ulusal çitlerle çevirmesini, olumlayıp, yıllarca savundum. Maraş kıyımını inceleyince gördüm ki, bu insanlığa mutluluk vermiyor. Hiçbir milliyetçiliğinde insanlığa huzur vermesi mümkün değil. Bu yüzden, ülkemizin yüzkarası olan Tehcir, Mübadele, Varlık Vergisi,  6-7 Eylül Olayları gibi şeyler yaşanmış.

Maraş’ta Alevi burjuvazisinin, Sünnilerin egemen olduğu bir pazara girmesine Sünni burjuvazinin tepkisi nasıl kötüyse, kötü sonuçlar doğurmuşsa, bunun farklı versiyonları olan, 6-7 Eylül Olayları, Varlık Vergisi, Mübadele, Tehcir niye iyi olaydı? Ulusçuluk, milliyetçilik, genel olarak insanlığa, özel olarak ta emekçi halka mutluluk getirebilir miydi? Ulusal sınırlar içerisinde hapsolmuş bir çerçevede, emekçi halk kurtuluşu sağlanabilir miydi? Bu soruya içimden verdiğim cevap kocaman bir hayır oldu. Bu da beni tekrar, “Emekçi halkın (emekçi sınıfın), kurtuluşu ne yereldir ne de ulusaldır, evrenseldir” diyen noktaya getirdi. Aslına bakılınca bunun, Yunus Emre’nin yüz yıllarca önce, “72 millete bir nazarla bakmayan / halka müderris ise, hakikatte asidir” diye dile getirdiği gerçekliğin bir ifadesinden, başka bir şey olamadığını biliyordum. Savunduğum dünya görüşünün temeli budur; “72 millete bir nazarla bakmak.

Sözü geldiği bu noktada, bir nefesinde: “İbreti Emelim insana hizmet / Eşim bana huri evimde cennet. / Cahil cühalaya edemem minnet / Bütün zincirleri kırdım da geldim” diyen İbreti’nin tarihsel dileğimizi anlatan bir şiiriyle sözlerimi bağlamak istiyorum.
  
Bir şah olsam hükmeylesem cihana
Kilise, mescidi yıkar giderdim
Okullar yapardım bütün insana
Cehaleti kökten söker giderdim

Fabrikalar kurar idim her yerde
İkiliği kovar idim bu serde
Ayrı gözle bakmaz idim bir ferde
Cihana bir gözle bakar giderdim

Gerçek insanları bilirdim Allah
Ondan gayrısına tapmazdım billah
Ne Kâbe kalırdı nede Beytullah
Yerine bir bostan ekip giderdim

İnsanlardan başka olmazdı cennet
Yok olurdu İsa, Musa, Muhammet
Kalkardı dünyadan mezhep, tarikat
Dinlerin bağını çözer giderdim

Bir olurdu zengin,  fakir  her zaman
Çaresiz dertlere olurdum derman
Ne gavur kalırdı nede Müslüman
Tümünü bir yola çeker giderdim

Gece gündüz çalışırdım millete
Bir faydalı kul olurdum elbette
Bir ırmak olurdum güneşten öte
Yeni fezalara akar giderdim

O günü görseydim yüzüm gülerdi
Dünyada insanlar bayram ederdi
Ne bir silah, ne bir atom kalırdı
Bir ulu deryaya döker giderdim.

İbreti der varlığımız bitmezdi
İnsan oğlu yanlış yola gitmezdi
Ayrı gayrı devlet icap etmezdi
Dünyaya bir bayrak diker giderdim.

Rıza AYDIN
KAYNAK : Alevihaber.com – 20 Aralık 2008

DİPNOTLAR

[1] Paulo FREİR, Ezilenlerin Pedagojisi, Sayfa.118-119. Ayrıntı Yay. 2.baskı

[2] Machıavellı 3 Mayıs 1469 da doğuyor 1530 da ölüyor. 1498’ de Floransa kent devletinin “ikinci sekreterliğine” seçiliyor, 14 yıl -1512 yılına kadar- aralıksız bu görevini sürdürüyor. İkinci sekreterlik meclisten (senatodan) sonraki en yetkili kurumdur.

[3] Bilsen BAŞARAN. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 115

[4] Bilsen BAŞARAN. Maraş’tan Bir Haber Geldi . Sayfa 141-142

[5] Bilsen Başaran. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 141

[6] Aktaran Bilsen BAŞARAN. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 170

[7] Bilsen Başaran. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa. 173

[8] Bilsen Başaran. Maraş’tan Bir Haber Geldi. Sayfa 147.

[9] 1973 seçimlerinde tercihli oy kampanyasını yürüten Oğuz SOĞÜTLÜ eczacı imiş, onun eczanesi önünde kuyruklar olurmuş.

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.