31 Mart ve tarihin çağrısı

31 Mart ve tarihin çağrısı

31 Mart, sonuçları henüz netleşmese de, seçim takvimi olarak geride kaldı.Belli ki, daha çok konuşulacak, tartışılacak, uzun bir süre gündemdeki yerini ve sıcaklığını koruyacak.

A+A-
31 Mart ve tarihin çağrısı

Perihan Koca –

31 Mart, sonuçları henüz netleşmese de, seçim takvimi olarak geride kaldı.

Belli ki, daha çok konuşulacak, tartışılacak, uzun bir süre gündemdeki yerini ve sıcaklığını koruyacak.

 

O yüzden, erkenci yorumlardan sakınarak, ihtiyatlı davranmakta yarar var.

Malum olağan koşullarda normal bir seçim süreci yaşanmadı. Ha keza, eşit, adil, hukuki düzlemde bir seçim sisteminden de bahsedemiyoruz. Daha evvelki tanıklıklarımızdan ve seçim gecesinden bugüne yaşananlardan da çok net anlaşıldığı üzere, bundan sonra olacaklar da olağan bir atmosferde seyretmeyecek.

Zira, sandık matematiğini aşan bir yerden, sonuçları itibariyle yeni bir siyasal dönemin kapıları aralanıyor.

 

Olasılıkların birbiriyle kıyasıya güreşeceği yepyeni siyasi denge ve denklemleri açığa çıkarabilecek, yeni yol ayrımlarına gebe, çetrefilli, sancılı ve bir o kadar da tarihsel bir sürecin önü açılıyor.

10 maddede 31 Mart’a kısa bir bakış:

31 Mart yerel seçim tablosunun açığa çıkardığı öncül sonuçlara dair kısa bir değerlendirme yapacak olursak:

  1. “İktidar kaybedeceği seçime girmez, kaybetseler de kazanırlar” algısı eşliğinde yaratılan umutsuzluk ve yenilgi ruh haline, içi boşaltılan seçim sistemine rağmen, ülke yüzde 83’ü aşan yüksek bir katılım oranıyla sandığa gitti. Partiler arası bir yarışa oy vermekten öte, biriken tepkinin dışavurumu niteliğinde bir sandığa gitme hali belirdi.
  2. Bahçeli’nin söylemlerinde sivrilen ve Cumhur ittifakının bir kota olarak önüne koyduğu, yüzde 52 meşruiyet sınırının altında kalındı. 24 Haziran’da Erdoğan oylarının gerisine düşülen bir tablo oluştu, daha da ötesinde büyük şehirlerin kaybedildiği, rantın en çok döndüğü yerel yönetimlerin muhalefet ile el değiştireceği yeni bir denklem açığa çıktı.

Cumhur ittifakı özellikle büyük şehirlerde oluşan tablo ile, “pastanın önemli bir dilimini” kaybetti.

  1. Bir kez daha ve ama daha çıplak bir şekilde görüyoruz ki, çok geniş bir kitle AKP-MHP’nin dayattığı rejimi meşru görmüyor, iktidarın politikalarına ve ağzından çıkan sözlere, beyanlara, vaatlere güven duymuyor.

Ve öyle anlaşılıyor ki, iktidar, önümüzdeki dönem politikalarına rıza üretmek de hayli zorlanacak.

Toplum nezdinde karşılık üretemedikçe, meşruiyet krizi daha da derinleşecek ve iktidar ve rejim aşınacaktır. Zira iktidar ve toplum arasındaki makas alabildiğine açılıyor.

Saklayamayacakları, üzerini örtemeyecekleri, “mış” gibi davranamayacakları bir tablo apaçık ortada.

  1. Devletin bekası şiarı etrafında şekillenen; kutuplaştırma politikaları, nefret ve ötekileştirici dil ve söylemlerle donatılmış seçim kampanyası da tutmadı, devletin bekası gündemi, arzulanan karşılığı yaratmadı. İktidar bloku, beka şiarının altında kaldı.

Erdoğan’ın da balkon konuşmasında söylediği üzre: “Beka meselesinde Türkiye mesajı gayet iyi anladı.”

Halk, beka meselesinden ziyade, özellikle Ağustos ayından itibaren kendini hissettirmeye başlayan ve giderek derinleşen ekonomik krizin yarattığı sarsıntı, işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, pahalılık yani yaşamsal, yakıcı sorunlarının itici gücüyle hareket etti.

  1. Epeydir sürdürülen “cumhur ittifakı” hamlesi ve özellikle “devletin bekası” söylemi üzerinden yükseltilen milliyetçilik politikaları MHP’ye yaradı.

İktidara MHP’nin ilke ve fikirleri taşınırken, toplumda AKP’den ziyade MHP karşılık üretmeye başladı. Zira milliyetçiliğin patenti MHP’de. Aslı varken, kopyasına niye bakılsın öyle değil mi?

24 Haziran’da beliren AKP’den MHP’ye oy geçişi, 31 Mart’ta daha da güçlendi.

MHP, 11 ili kazandı. Cumhur ittifakının iki partisinin de aday çıkardığı illerde ise, MHP’nin AKP’den önde olduğu yahut kafa kafaya bir tablo oluştuğu gözlendi.

  1. Millet ittifakı, daha evvelki seçimlere nazaran oylarını epey yükseltti. Kaybettiği yerlerde bile, oy oranının oldukça yüksek olduğunu ya da iktidar partisi ile kafa kafaya bir tablonun oluştuğunu görüyoruz.

İttifakın ana kazanının CHP, kaybedeninin İyi Parti olduğunu, İyi Parti’nin aldığı oyun, MHP oylarından fazla olmasına rağmen, İyi Parti’nin bir ili bile kazanamadığını görüyoruz.

Zaten, seçimin ardından genel başkan yardımcıları Koray Aydın’ın istifası ile de, İyi Parti’de oluşacak olası çatlamaların ve devlet içi kimi blokların o zemine yönelik hamlelerinin de arkasının geleceğini şimdiden tespit edebiliriz.

Millet ittifakının esas kazananı, parti düzleminden doğru CHP dedik ama, herkesin bildiği üzere, homojen bir bloktan, hatta homojen bir partiden söz edemiyoruz.

Hatta azımsanmayacak bir kesimin, özellikle 24 Haziran gecesi halka karşı sorumlu tutum almayışından ötürü yaşanan güven ve itibar kaybı ile de birlikte, kerhen sandığına gittiğini gayet iyi biliyoruz.

Ve ama özellikle Ekrem İmamoğlu nezdinde, seçim akşamından itibaren sergilenen kamuoyuna güven verici, sorumlu pozisyon alış doğrultusunda, Kemal Kılıçdaroğlu ve özellikle de Muharrem İnce’nin sefil hallerini de derinleştiren şekilde, bir itibar kazanımı olduğunu görüyoruz. Elbette bu durum, CHP içi kliklerde yeni konumlanışları da beraberinde getirecektir.

Ancak unutmayalım, Ekrem İmamoğlu, tek başına bir kişi değil, arkasında sermaye güçlerinin olduğu bir kurumsal odaktır. Önümüzdeki günlerde, İmamoğlu’nun atacağı adımlarla bu kurum kendisini çeşitli politikalarla daha net gösterecektir.

Uzun zamandır gündemde olan ve ama yeterli güce sahip olmadığı için fırsat kovalayan ve güç biriktiren sermaye odaklarının önü açılmıştır, aynı oranda restorasyon olasılığı da güçlenmiştir. Süreç bir restorasyon zemini üzerinden örülecek diye net bir öngörü de bulunamasak da, sermaye her anı kendisi için bir fırsata çevirecek, koşulsuz şartsız kendi güdümünde bir sistemin inşası için çok yünlü hamleler atacaktır.

  1. İktidar mensuplarının seçim akşamından itibaren verdikleri demeçleri, dile getirdikleri beyanları iyi analiz etmeli, satır aralarını iyi okumalıyız.

Oy sayımının başladığı saatte TÜSİAD’ın ve TÜSİAD kanallı çeşitli kurum ve kişilerin yayınladıkları metinler ve yaptığı açıklamalarla, özellikle Erdoğan ve Bahçeli’nin açıklamaları arasındaki paralellik önemli.

Erdoğan ve Bahçeli tarafından ilk demeçlerden itibaren defalarca vurgulanan “4.5. yıl seçim yok”, “kesintisiz icraat dönemi”, “ekonomide yapısal reformlar” öylesine söylenmiş alelade kelimeler değil. Arkadaki itiş kakışının, masadaki pazarlıkların dışavurumu. Belli bir plan-program kapsamında tercihen kullanılmış, özenle seçilmiş kelimeler bunlar.

  1. Şimdilik gölgelense ve çoğu zaman yokmuş gibi davranılsa yahut mesafeli bir politik düzlem yaratılsa da, bu seçimin esas kazananı HDP’dir.

HDP’nin, batıda cumhur ittifakını geriletmek ve kaybettirmek üzerinden kurguladığı stratejik oy tercihi, Kürt illerinde kayyumları yeniden kazanma politikası siyaset arenasında doğrulanmış ve başarıyla sonuçlanmıştır.

Önümüzdeki dönemde, eğer doğru hamleler atabilir, toplumsal zemini güçlendirici pozisyon alışlar devam ettirilebilirse, iktidar bloku karşısında, halkçı, demokratik olasılığı yaratacak, kendini güçlü bir şekilde ortaya koyacak ana odaklardan biri HDP olacaktır.

  1. Bir kez daha açığa çıkmıştır ki; iktidar mutlak bir güç değil. Ve gücünün sınırları var. Önümüzdeki dönemde, Erdoğan’ın politik söylemini nereden kuracağı, nasıl bir hamle ya da hamlelerle yol alacağı önemli.

Evet, baskı aygıtlarını dilediğince uygulayabilmesinin koşulları sınırlanacak, eskisi gibi kolayca rıza üretemeyecek.

Ancak, yenilgiyi sükunetle kabul edip, bir köşeye çekilmeyeceğini de pekala biliyoruz. Şimdi süreci kotaracak, krizi fırsata çevirecek çok yönlü bir kuşatmaya hazırlanıyordur kuşkusuz.

Ha keza, 31 Mart akşamı itibariyle, tam da kendi meşrebine uygun bir “kaybetme” pratiği sergiliyor.

Seçimler henüz tam olarak açıklanmadan kazandığını ilan edebiliyor, ülke sokaklarını “Teşekkürler Türkiye” bilbordlarıyla donatabiliyor, kazanan belediyelere mazbatalarını teslim etmeyebiliyor, süreci lehine çevirecek bir zaman dilimi yaratmaya çalışıyor. Ve hala gündem belirleme gücünü elinde tutuyor.

O yüzden, 7 Haziran ve sonrasında oluşan ülke siyasetinden ders çıkararak eylemeli, ona uygun davranmalı, sorumlu ve uyanık bir pozisyon içinde olmalıyız.

  1. 31 Mart seçimleri ardına toplumsal dinamiklerin, halkçı güçlerin önü açılmıştır.

Ancak hala, kitlelerin arayışına cevap üretebilecek bir sol odak boşluğu kendini devam ettiriyor.

Muhalefetin kendisi odaklı tutumunu eskisi gibi devam ettiremeyeceği açık.

Dolayısıyla, halkçı bir olasılığı inşa edecek bağımsız sol öznenin kurucu bir inisiyatif ve irade ile sahneye çıkması son derece elzem.

Günü kurtaran, idare etmeci bir yaklaşımla politika yapma hali, gelinen noktada artık sürdürülemez. Karşılık da üretmez.

O yüzden, sol, tarihin çağrısına kulak vermeli ve o tarih sahnedeki yerini almalıdır.

Yeni dönemin olmazsa olmaz görevi budur.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.