78 liler Girişimi : Maraşların Yaşanmaması İçin

78 liler Girişimi : Maraşların Yaşanmaması İçin

78’liler Girişimi : MARAŞLAR’IN YAŞANMAMASI İÇİN“… Küçük çocukların ve yaşlı adamların üzerine...

A+A-

78’liler Girişimi : MARAŞLAR’IN YAŞANMAMASI İÇİN78’liler Girişimi : MARAŞLAR’IN YAŞANMAMASI İÇİN

“… Küçük çocukların ve yaşlı adamların üzerine gaz dökülerek yakılmış, insanlık dışı olaylar işlenmiştir. Toplu katliam olayları, toplu halde ceset bulunmasıyla doğrulanmaktadır. Ölü sayısının resmi miktarı aşarak iki yüzü aşacağını tahmin ediyorum.” (Dündar Saner/ Dönemin Maraş Davası Savcısı)

“Hastaneye getirilen ölülerden elli ikisini inceledim. Bunlardan üç tanesi sopayla öldürülmüş, diğer ölüler mermilerle… Boğularak öldürülenlerin olduğunu söylediler. Yetmişlik yaşlıları, üç yaşında bebekleri vurmuşlardı. Bir cehennem aleminden geldim.” (Mete Tan / Dönemin Ecevit Hükümeti Sağlık Bakanı)

“… Karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen 80 yaşındaki, yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet Kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ve Nuri Boğa  tornavida  ile onun gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler…” (Maviş Toklu/ Katliam mağduru ve tanığı)

Günümüz genç nesillerinin havsalasının alamayacağı vahşet örneği bu olaylar Maraş’ta yaşandı.

Maraş, Maraş olalı böyle bir zulüm görmedi.

Neden?

Maraş Katliamına Doğru…
   
1960’lı, 70’li yıllar sol değerlerin yükseldiği yıllardı .

12 Mart darbesi, gelişen sol mücadeleyi kesintiye uğratmış olsa da solun üzerinde geliştiği toplumsal mecraya nüfuz edemedi.  İki yıllık bir sessizlikten sonra 1973  Genel Seçimlerinin ardından, sol topraktan fışkırırcasına boy attı.

1973 Genel Seçimlerinin galibi Ecevit’in CHP’siydi. Gerçekte ise Ecevit’te sembolize olan halkın geleceğe dair umutlarıydı galip olan…

Halk, cumhuriyet tarihinde ilk kez geleceğe umutla bakmaya başlamış, kendi kaderini ele alma düşüncesiyle devlet sınıfından kaçmıştı. Mevcut düzenin de, Ecevit’inde  ötesinde bir gelişmeydi bu…

Genel seçimlerden sonra kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti bir şekilde dağıldı. ‘Komünizme karşı Milliyetçi Cephe’ adı altında, asıl işlevi, her türlü sol ve ilerici düşünceyi yok etmek olan bir hükümet kuruldu. Yeni hükümetin konseptine göre MC’nin mimarı olan Demirel, bürokrasiyi ve meclisi; Alparslan Türkeş ise sokağı kontrol edecekti.

Faşistler artık hükümet ortağıydı. İlk elden, İstanbul ve Ankara gibi büyük kent merkezlerinden başlayarak lise ve üniversiteleri işgal edeceklerdi. İlerici-devrimci öğrenciler okula alınmayacak, “tarafsızlar” faşist beyin yıkama mekanizmasının bombardımanına tabi tutulacak, direnenler dövülecek, mücadelede ısrar edenler öldürülecek, polis olan biteni görmezden gelecek, faşistlerin yetmediği noktada yedek destek güç olarak hazır bekletilecekti.

Hadise büyük kent merkezleriyle sınırlı değildi elbette. Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Malatya, Maraş gibi Türkeş’in “Altın Hilal” diye adlandırdığı kentlere ve ilçelere de yayılmıştı toplumsal uyanış. Türkeş’e göre  ‘Altın Hilal, tarihsel ve kültürel olarak Türklüğün köklerini derinlere saldığı topraklardan oluşmuştu. Komonist ideoloji ve Kızılbaşlar bu kökleri bozuyordu. Etnik temizlik ve öze dönüş şarttı.’ Ona göre ‘Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin Anadolu’daki bekası bir yerde buna bağlıydı.’

Yaşanmış tarih bu kanlı hesabın yalnızca Türkeş’in ideolojik sapkınlığından kaynaklanmadığını gösterdi. Türkeş ipleri Pentagon’un elinde olan devlet çekirdeği mensubuydu neticede.

MC’nin kurulduğu tarihlerde Altın Hilal’in kent ve ilçe merkezlerinde bir yabancı dolaşıyordu. ABD büyükelçiliği ikinci katibi Aleksander Peck’ti bu! AP’li v e MHP’li il başkanları ve yöneticileriyle, milliyetçi iş adamlarıyla, eşraftan ileri gelenlerle, toprak sahipleriyle toplantılar düzenliyor, tam da Türkeş’in söylediği gibi Altın Hilal’de ‘etnik temizlik’ten bahsediyordu. Etnik temizlik yapılacaktı. Asıl üzerinde durulan nokta bunun sağ-sol mu, Alevi- Sünni  çelişkisi kullanılarak mı uygulanacağıydı. Bu topraklar binlerce yıldır farklı mezheplerden kesimlerin iç içe yaşadığı, dinsel duyarlılıkları hassas topraklardı. Geçmişte Ermeni katliamları başta olmak üzere gayrimüslim halklara dönük en büyük katliamların bir kısmı Maraş’da gerçekleşmişti. Yani maziden gelen olumsuz bir miras vardı. Sonuçta, Alevi-Sünni çelişkisinin körüklenmesi üzerinde karar kılındı.

Elazığ, Malatya ve Sivas’taki ilk denemeler, gelişen güçlü direnişler nedeniyle istedikleri sonucu vermemişse de Alevi-Sünni çelişkisi üzerinden hızlı bir kamplaşma yaratılabileceğinin verilerini ortaya koymuştu.

Bu çerçevede en kapsamlı katliam Maraş’ta düzenlendi.

Her katliam öncesinde ortaya çıkan CIA ajanı Peck’ de Katliam arifesinde Maraş’taydı. Bu şaibeli unsur, 1980 Çorum katliamında da görülecekti.  Bir daha kimse görmedi onu. Kısa bir süre sonra da 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Peck, kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirmiş ve ortadan kaybolmuştu.

1975 yılında kurulan MC’nin başbakan yardımcılığına getirilen Alparslan Türkeş’e MİT bağlanmıştı. Bir süre sonra MİT, asıl görevinden kopacak, kontrgerilla ve MHP ile ortak bir çalışma içine girecekti.

1978 Ocak’ında hükümet olan CHP, MİT’e hakim olmamıştı. Türkeş Hukuk Müşavirliği, Psikolojik Savunma Başkanlığı; İstanbul, Ankara ve Diyarbakır Bölge Daire Başkanlıklarındaki yandaşları aracılığıyla MİT’i kontrol ediyordu.
 
Maraş katliamından aylar önce Türkeş;  MİT’teki  üst düzey ilişkiler aracılığıyla, MİT Güney bölgesini ele geçirmişti. MİT'in desteğini arkasına aldığından, Maraş olaylarını rahatlıkla düzenleyeceğine emindi. Bölgeden merkezi hükümete istihbari bilgi akışı kesilecek, her şeyi sola bağlayan, sağ ile ilgili masumane tasvirlerle hükümet ‘uykuya yatırılarak’ tezgahlanan plan uygulamaya konulacaktı.

Maraş katliamının planlamasını dört MİT mensubu yapmıştı. MİT’in katliamın içinde olması, sağlıklı istihbarat akışını engellerken, vahşete varan sonuçlara yol açtı.

MİT bu rolünü sonrada sürdürdü. Faşistlerle ilgili raporlar mahkemelerden gizlenirken,  sol gruplar  hakkında gerçek dışı raporlar düzenlendi. MİT raporlarının bu şekilde tanzim edilmesi, bizzat Türkeş’in talimatı ile olmuştu. Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra Maraş Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Yusuf Haznedaroğlu, bu tek yanlı raporlara dayanarak katliamı tersine çevirip, işkenceyle sol bir gruba mal etmeyi deneyecekti.

Yargısız Hukuktan Yargılayan Vicdana!

12 Eylül sonrasında Maraş olayları hakkında açılan davalar tam bir hukuk skandalıydı. Katliamın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi hiç yakalanmadı. 379 kişi beraat etti. 1 ila 15 yıl arasında mahkumiyet cezası ile yargılanan 314 kişinin cezalarında önce 1/6 oranında indirim yapıldı, sonra hepsi mahkeme sürecinde salıverildi. 29 kişi hakkında verilen idam ve  yedi kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından bozuldu. 1991’de çıkan Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikle katliam sorumlularının hepsi salıverildi. Böylece Maraş Katliamı dava dosyası sessiz sedasız kapatılmış oldu. Bundan sonra da bu dosya hiç açılmadı. Tarihe kara bir leke olarak geçen katliam unutulmaya bırakıldı.

Unutuldu da!

Maraş’ta öldürülenlerin çocukları, eşleri, anne, babaları katliamdan nasıl etkilendiler, bugün nerede ve nasıl yaşarlar, bilmiyoruz. Maraş’taki solcu, Alevi halkın yüzde sekseni büyük kentlere ve yurt dışına göçerek köklerinden koptular.  Bu insanların yaşadığı evsizlik ve memleketsizlik nasıl bir haldir, yarattığı kırılmalar, eziklikler, travmalar nedir ve nasıl yaşanır, araştırmadık.

Maraş’ın filmini, tiyatrosunu yapamadık. Romanını yazamadık. Maraş katliamı üzerine kaç şiir yazıldı, bilemiyoruz. Maraş üzerine bir ağıtımız yok. Ağlayamıyoruz.

Maraş’ta yaşananları bugünkü kuşakların havsalasının alamayacağı gerçeğini ifade ettik. Bu denli unutkanlık, umarsızlık, mazisizlik nasıl bir şeydir, nasıl yaşanır? Canıyla kanıyla yaşayan bir insandan, hem-türleri tarafından işkenceyle, tecavüzle, boğularak, yakılarak öldürülen bir insanın yokluğuna nasıl geçilir, geçişte hiç mi evrim olmaz? Yok mudur? Olması gerekmez mi? Evet, bunlar genç kuşakların havsalasının alamayacağı şeylerdir ama gerçektir.

Kim bilir, belki Maraş katliamı başta bizim kuşağımız olmak üzere, toplum olarak hepimizin yüzünü kızartıyor, vicdanımızı kanatıyor. Zayıflığımızla, güçsüzlüğümüzle, çaresizliğimizle yüzleşmekten korkuyoruz. Belki de bu yüzden kimsenin ulaşamayacağını düşündüğümüz derinliğimize gömdük Maraş katliamının izlerini… Nesneleştirdik, ona yabancılaştık.
 
Bu ruh hali bir şekilde katliamla ve katliamcılarla suç ortaklığı yaptığımız gerçeğinin üstünü örtmüyor.
 
Katliamı yapan partinin yıllar yılı Maraş’ta en güçlü parti olduğu, böylece ‘en doğruyu bilir’ halkımızın katliamcılığı ödüllendirdiği, katliamcılarla suç ortaklığı yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Katliamı örgütleyenlerden birinin basit bir soyadı değişikliği ile kendini unutturduğu, hatta halkın temsilcisi olarak TBMM’ne girdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Katliamı kontrgerilla, dönemin MİT görevlileri ve MHP’nin ortaklaşa düzenlediğini gayet iyi bilen, bu konuda elinde MİT’deki MHP kadrolaşması hakkında MİT’den kendi deyimiyle ‘güvenilir’ kadroların verdiği raporlar bulunan ‘vicdanlı ve dürüst’ Ecevit’in tarih önünde suçluluğu yetmezmiş gibi MHP’yi iktidara taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor.

Katliamın asıl kurmaylarına gelince… Darbe koşullarını yaratmak için Türkiye’yi istikrarsızlaştırma siyaseti güden, darbeyi “kendi çocuklarına” yaptıran ABD’nin, simgesel olması bakımından CIA ajanı A. Peck’in, Alparslan Türkeş’in, dönemin MİT yetkililerinin; bölgedeki AP’li ve MHP’li il başkanları ve yöneticilerinin, iş adamlarının, toprak sahiplerinin, eşrafın, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı başta olmak üzere Susurluk Çetesinin katliamdaki sorumluluklarının kamuoyunun gündemine gelmediği, gerçekle yüzleşilmediği, sorgulanmadığı ve bir yargılanma yaşanmadığı açıktır.
  
Peki bir yüzleşme, sorgulama ve yargılama yoksa adalet nasıl sağlanacaktır?

Adalet yoksa, toplumsal barış, demokrasi ve özgürlük nasıl olacaktır?

Bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için toplumun ortak vicdanı nasıl oluşacaktır?

Yaptırım olmayan bir suç her daim işlenmeye açık değil midir?

2 Temmuz Sivas katliamı, aynı makus tarihin tekerrürü değilse nedir? Süren linç kampanyaları aynı makus tarihin ayak sesleri değilse nedir? 

Maraşların bir daha yaşanmaması için 78’liler Girişimi olarak  açtığımız dosya çalışmasını ülke çapında bir dizi etkinlik eşliğinde sürdürüyoruz.
 
Gerçek, adalet, toplumsal barış ve demokrasi için, sonuç alıncaya kadar Maraş katliamını kamuoyunun gündeminde tutmayı 78’lilerin tarihi sorumluluğu olarak kabul ediyoruz.

78’liler Girişimi

E-Posta:

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy12692 = '78lilergirisimi' + '@';

addy12692 = addy12692 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text12692 = '78lilergirisimi' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

12692 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


Web: http://www.78liler.org/
20 Aralık 2007 - AHA

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.