Abdal Musa Dergâhı'nın kazanları hala kaynıyor

Abdal Musa Dergâhı'nın kazanları hala kaynıyor

Abdal Musa Dergâhı'nın kazanları hala kaynıyor ÖZNUR TANALHacı Bektaş-ı Veli Dergâhından sonra en çok saygı duyulan, ziyaret...

A+A-

Abdal Musa Dergâhı'nın kazanları hala kaynıyor Abdal Musa Dergâhı'nın kazanları hala kaynıyor

ÖZNUR TANAL

Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhından sonra en çok saygı duyulan, ziyaret edilen ve kurbanlar kesilen bir inanç merkezidir. Abdal Musa, Hacı Bektaş’ın önde gelen ardıllarındandır (Alevilikte: halifelerinden). Söylenceler O’nu Anadolu’nun gözcüsü olarak gösterirler. Abdal Musa Dergâhının bahçesinde bulunan bir tabelada yaşamı ve kişiliği ile ilgili şu bilgiler bulunmaktadır;

“Abdal Musa Sultan, Horasan eren ve ermişlerinden, ünlü bir ozan ve düşünürdür. Aslen Horasanlı olup oradan Azerbaycan'ın Hoy Kasabasına gelmiş ve bir süre orada yaşamış olduğundan "Hoylu" olarak tanınmıştır. Hacı Bektaş-i Veli'nin amcası Haydar Ata'nın oğlu olan Hasan Gazi'nin oğludur. 14 yy.da yaşadığı Osmanlıların Bursa’yı fethettiği yıllarda Orhan Bey'in askerleriyle savaşlara katıldığı ve büyük yararlılıklar gösterdiği tarihi kaynaklarda yazılıdır. Hacı Bektaş Veli'nin önde gelen halifelerindendir. Payesi "sultanlık", mertebesi "abdallık" tır. Pir evindeki hizmet postu ise, "ayakçı postu" dur. Bu post, Bektaşi Tarikatındaki on iki posttan onbirincisi olup diğer adı "Abdal Musa Postu"dur. Ayakçılık, abdallık mertebesidir.

Abdal Musa Sultan, kurduğu tekkesinde sayısız kişiler irşat etmiş (uyarmış) ve bunlar arasında büyük ozanlar yetişmiştir. Bunların en ünlüsü de Alevi-Bektaşi edebiyatının abidelerinden sayılan Kaygusuz Abdal'dır. Kaygusuz bu dergâha 40 yıl hizmet etmiştir.
Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra dağılan tekkeler arasında Abdal Musa tekkesi de nasibini   almıştır. 1242   (1829)   da hükümetçe görevlendirilen memurlar tarafından,  dergâhta mevcut bütün  eşyalar ve binlerce canlı hayvan satılıp dergâh defteri İstanbul’a gönderilmiştir.

Türbe 14. yy. da Selçuklu Mimarisiyle yapılmıştır. Abdal Musa'nın sandukasının başucunda "seyyid" olduğunu gösteren yeşil imamesi durur. Değişik dönemlerde onarım gören tekke zaman içinde yıkılmış, günümüzde ise sadece Abdal Musa türbesi kalmıştır. Türbede Abdal Musa’nın, annesi, babası, kızkardeşi ile Kaygusuz Abdal'ın kabirleri vardır.”
 Abdal Musa inancı ve kültürü, her yıl Haziran ayının 3. haftasında  türbesinin bulunduğu Tekke Köyü’nde yapılan anma törenleri ve bütün yıl süren ziyaretlerle yaşatılmaya ve gelecek kuşaklara aktarılmaya çalışılmaktadır. Ziyaretçiler arasında Anadolu’nun dört bir yanından gelen insanlar olduğu gibi komşu Akçaeniş ile Kumluca ve Finike’nin Tahtacı Türkmen köylerinin halkı da bulunmaktadır.

Tekke Köyü halkı ise ruhlara dinginlik veren atmosferiyle dergâhı sürekli “yoklamak”, kendi hanelerinden ayrı düşünmemek, adeta özümsemekle birlikte her yıl ilkbahar ve sonbahar aylarında bambaşka bir amaçla “ziyaret” etmektedirler.

Bunlardan ilki ilkbaharda, toprağın, suyun, havanın ve yeni bir yılın tohumlarının uyanışından önce bereketli bir yıl dileği ile diğeri ise elde edilen ürünlere, sağlığa ve bütünlüğe şükür amacıyla ürünlerin ve emeğin hasadının devşirildiği sonbahar aylarında yapılır. “Ziyaret” adı verilen bu gelenek köyde Bektaşi Yolu’nu sürdüren halkın guruplar halinde, belli günlerde yaptıkları kurban, dua ve niyaz gibi ayinlerden oluşmaktadır. Yapılan dilek ve şükür, kesilen kurbanlar, dua ve niyazlar aslında Allah’a yapılmakta, bu da Bektaşi İnancı doğrultusunda Allah’ın sevgili kullarından olduğu düşünülen inanç önderinin aracılığıyla, “O’nun yüzü suyu hürmetine” kutsal sayılan dergâhta gerçekleştirilmekle birlikte asıl amaç Abdal Musa Ocağını söndürmemek, Dergâhı'nın kazanlarını kaynatarak o hakça bölüşüm ruhunu yaşatmaktır. Çünkü o zamanlar herkes aynı kazandan yer, kimseye bir ayrıcalık sağlanmazmış.

Dergâhın açık olduğu, buranın canlı bir inanç ve bilim merkezi olduğu 14. yy.da geçen bir hikâye o günkü ortak yaşamın, hakça paylaşımın nasıl özverilerle yürütüldüğünün en güzel fotoğrafıdır.

Dergâhta, orada yaşayan dervişler dışında gelen açların doyduğu, susuzların kandığı, çıplakların giydirildiği, evsizlerin barındırılırdığı zamanlarda bir gün akşama kavuşurken dergâhın aşçısı olan Hasan Baba dergâhta hiç odun kalmadığını fark eder. Oysa yemeklerin yapıldığı kazanları kaynaması lazımdır. Hemen dergâhın arkasındaki dağa gidip odun getirse yetişemez, gitmese o değil. Ne yapacağına çok fazla düşünmeden karar verir ve ayaklarını yanan kazanın altına uzatır. Bunu gören Abdal Musa Sultan dervişliğin bu son aşamasına ulaşmış olan Hasan Baba'ya adeta imrenerek;
-Ha budala ha, der. O günden sonra Hasan Baba "Budala Sultan" diye anılır Âşık Sadık Doğan'ın;
Odun keser doğruca
Hiç söz etmez eğrice
Hayır eder gizlice
Hey Budalam Budalam,
dediği ermiş ve türbesi Abdal Musa türbesinin üst tarafındaki Dur Dağı'ndadır. ( Efsanenin Kaynak Kişisi: Akçaeniş Köyü'nden Hamza TANAL ) İşte bugün Tekke Köyü'nde yaşayan canlar Budala Sultan'ın kazanlarını söndürmemek için, yılda iki kez bu kutsal saydıkları görevi gözlerinde derin minnet ve teslimiyetle yerine getirirler.

Ocağın devamlılığı Evliya Çelebi tarafından da anlatılmıştır:
"Tekke yapıldığı günden beri mutfağında hiç ateş sönmemiştir. Tekkenin çok zengin vakıfları vardır. On binden fazla koyunu, bin camuzu, binlerce devesi ve katırı, yedi değirmeni ve daha birçok varlığı ile üç yüz elli yıl önceki Abdal Musa Sultan tekkesi çok büyük zenginliklere sahip bir kurumdur."

Bu ziyaret ve kurban hizmeti köyün 4 guruptan oluşan dini örgütlerince yapılır. Bu dini örgütlenme ortalama 60-80 haneden oluşur. Her gurubun bir dini lideri, "Baba"sı, yürütülecek bütün hizmetlerin düzenlemesini yapan bir "Gözcü"sü, hizmetleri yürüten, "Pervane" denen erkekleri ve "Bacı"ları vardır ve gurup Babanın adıyla anılırlar. Ziyaret için Baba ve Gözcü önderliğinde her haneden kişi başına para toplanıp kurbanlıklar, un, bulgur, yağ,ekmek vb. alınır. Bunun yanı sıra guruptan adağı olanların kurbanları da bu şölene dâhil edilir. Sabahın erken saatlerinde ziyaret hizmetleri başlar. Öncelikle evlerinde zaten arınmış olarak gelen canlar türbe bahçesindeki şadırvanda kutsal saydıkları su ile abdest alırlar.
Kurbanlar dergâhın dışında kurbanların pişirildiği alanda Gözcü'nün yönetiminde "Pervane" canlar tarafından kesilip hazırlanır, bacılar tarafından pişirilir. (5 Eylül 2007 günü katıldığımız törende 8'i ortak, 4'ü adak olmak üzere 12 kurban kesilmişti.) Kurbanlar pişerken türbe bahçesinde işten güçten neredeyse birbirini görmeyen canlar hasbıhal ederler.
Burada önemli bir husus bu kutsal tören sırasında hem tarikata hem de şeriata uygun ibadetlerin aynı tören içinde yapılmasıdır. Kurban hizmetleri yürütülürken Baba önderliğinde bir gurup Abdal Musa, Budala Sultan türbelerinde ve daha sonra köy mezarlığında yatanları ziyaret edip niyaz ve dua ederler. Bu sırada Baba birçok dilek ve tövbe içeren Gülbank (Türkçe Dua) çekerken halk da sağ ellerini sol elleri üzerinde "mühürleyip" dara durur, "Allah Allah" diyerek onu onaylar, yakarışa katılırlar. İbadetin bu bölümüne "Tarikat Duası" denir.

Kurbanların yenmesine yakın bu kez halkın toplu olarak katıldığı bir dua da türbe bahçesinde köyün resmi imamı tarafından Arapça olarak okunur. Bu duaya da "Şeriat Duası" adı verilir. Kurbanların yenmesine, türbe bahçesini kirletmemek için, kazanların kurulduğu alanda kurulan sofralarda Baba'nın başta verdiği tercümanla başlanır;
"Bismişah, Allah Allah, Sofrayı Merdan, Nimet-i Yezdan, … Piran, Pir-i Horasan. Bereket-i Halil-i Rahman. Sofra Ali'nin, Nimet Veli'nin, Şefaat Muhammed'in. Sofra hakkına, evliya keremine, cömertler demine, gerçekler demine hû diyelim hû."
Kurbanlar yendikten sonra Baba bir dua daha okur.
"Bismişah, Allah Allah. Sır ola, nur ola, yediklerimiz tahur ola. Bu gitti, ganisi gele. Hak bereketini vere. Yiyip yedirenlere, pişirip taşıranlara, kazanıp getirenlere sağlık, sefalık, dirlik, birlik vere. Gerçeğe hû!"

Daha sonra hizmet sahipleri dışında katılanlar yavaş yavaş dağılırlar. Bu imece kurban ve niyazlar aynı şekilde Nevruz ve Hıdırellez bayramlarında da yapılmaktadır.
İbadetten bayrama, doğumdan ölüme yaşamın her alanında kadınla erkeğin, zenginle fakirin, köylüyle beyin ayrılmadığı bir dünya özlemi duyanlar için ne umutlu bir gelenek değil mi?

25 Eylül 2007
ÖZNUR TANAL
Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Folklor Araştırmacısı 

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy50668 = 'oznurtanal' + '@';

addy50668 = addy50668 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text50668 = 'oznurtanal' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

50668 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

http://www.acikgazete.com

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.