AKP İftarına Olumlu Bakan Köşe Yazarları 1

AKP İftarına Olumlu Bakan Köşe Yazarları 1

Mahmut ÖVÜR : 'Alevi iftarı'yla bozulan ezber! Ankara'da Bilkent Oteli'nin Balo salonuna girerken gözlerime inanamadım. Salonun...

A+A-

Mahmut ÖVÜR : 'Alevi iftarı'yla bozulan ezber!Mahmut ÖVÜR : 'Alevi iftarı'yla bozulan ezber!

Ankara'da Bilkent Oteli'nin Balo salonuna girerken gözlerime inanamadım. Salonun girişinde yarım ay şeklinde arka arkaya dizilen inanılmaz bir medya ordusu vardı.

Onları buraya getiren sadece her yıl muharrem ayında tutulan matem orucunun iftar yemeği değildi elbette.

O yemeği farklı kılan ve o medya ordusunu oraya yığan Türkiye tarihinde bir ilkin yaşanmasıydı.

Gerçekten bir ilk yaşandı o gece.

İlk kez Sünni geleneğin en uç noktasındaki bir siyasi hareketin lideri ve ekibi Alevilerin matem gününü paylaşıyordu.

Başbakan Tayyip Erdoğan, kabinesinin önde gelen isimleri Cemil Çiçek, Binali Yıldırım, Hayati Yazıcı, Beşir Atalay, Said Yazıcıoğlu, Egemen Bağış, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, İstanbul Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak, Abant Platformu sekreteri Salih Yaylacı iftara katılan önemli isimlerden birkaçıydı.

Gece hüzünle başladı.

Kerbela'da İmam Hüseyin'le birlikte şehit edilen 73 can için okunan mersiye çok etkileyiciydi. Yaklaşık 14 yüzyıl önce yaşanan bu derin acı, bugüne taşınırken gözyaşlarını tutamayanların sayısı bir hayli fazlaydı.

O gece Türkiye'de bir "ezber" daha bozuldu.

Geceye damgasını vuran üç konuşmacı da önemli şeyler söyledi.

AK Parti İstanbul Milletvekili İbrahim Yiğit, şöyle diyordu:

"Ülkemiz yıllardır etnik köken ve inanç farklılığı tartışmalarından kaynaklanan acılar yaşadı. İnsanlar, imkanlar ve zaman heba oldu. Bütün bu acıların gerisinde halka güven duymayan, sorun çözmeyen, ilkesiz siyaset anlayışlarının yanlışları yatıyor."

'Acıyı bal eyledik'

Milletvekili, yazar Reha Çamuroğlu

ise farklılıkların zenginliğimiz olduğunu vurguladığı konuşmasında önemli bir noktaya dikkat çekti:

"İçinde farklılıkları barındırmak, milletleri zayıflatmaz, aksine güçlendirir. Farklılıkları olmayan milletler ya masallarda olur ya da kabuslarda."

Gecede konuşması merakla beklenen Başbakan Tayyip Erdoğan kürsüye geldiğinde salonda derin bir sessizlik vardı.

Erdoğan'ın "Sevgili Canlar" diye başlayan konuşması gerçekten önemli açılımlarla sürdü. Günün tarihi ve dini önemine vurgu yapan başbakan şu satırların altını özellikle çizdi:

"Devletin görevi; toplumun bir parçası olan farklılıkları tanımlamak değil, bu farklılıkları tanımak ve anlamaya çalışmaktır."

Başbakan Erdoğan konuşmasında Alevi inancı ve kültüründe derin izler bırakan çok sayıda önemli isimden söz etti. Ama sözü Pir Sultan Abdal'a getirince salonun dalgalanması bir hayli ilginçti.

Bir de Hasan Hüseyin Korkmazgil'in "Acıyı bal eyledik" sözü hem çok alkışlandı hem de heyecan yarattı.

"Alevi iftarı" daha gerçekleşmeden tartışmalara, hatta "düşkün" yaratma gibi Ortaçağdaki Katolik Engizisyonu'nu çağrıştıran açıklamalara yol açsa da anlamlı ve tarihi bir geceydi.

O tarihi gecede davet edildikleri halde gelmeyenler de vardı. Ne CHP, ne DSP, ne de DTP oradaydı.

Gece bittiğinde İstanbul'dan iftara katılmak için gelen ama salona girdikten bir süre sonra aldığı baskı telefonlarına dayanamayarak salonu terk eden bir Alevi'yle konuştum.

Kafası çok karışıktı. Geldiğine de, gelip ayrıldığına da pişmandı. Moda deyimle onun da üzerinde "kendi mahalle baskısı" vardı ve atılan adımı olumlu bulmasına karşın salonu terk etmişti.

Türkiye'nin "ezberi" bozuluyor, kafalarımızın karışmaması mümkün mü?

Türkiye'de "İslamcı" denilenlerin yüzyıllık "ezberi" bozmasını kabullenmek kolay mı?

Mahmut ÖVÜR
SABAH - 13 Ocak 2008

Hadi ULUENGİN : Alevilik mi laiklik mi, aforoz mu

Hadi ULUENGİN : Alevilik mi laiklik mi, aforoz muDOĞRUSU, Alevi "dede"lerine ilişkin haberi okuyunca şaşakaldım. Nutkum tutuldu.

Çünkü bu zevát basın toplantısıyla duyurmuş ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dün akşam düzenlediği Muharrem orucu iftarına katılacak her Alevi "düşkün" sayılacaktır.

Başka bir deyişle, af buyurun kıçına tekme, cemaatten kapı dışarı edilecektir.

Tá musalla taşında cenaze namazı kılınana dek, her türlü selám sabah kesilecektir.

Üstelik, Şii mitolojisindeki on iki imamı simgeleyecek biçimde kürsüye de yine on iki kişi olarak çıkan aynı "dede"ler işi aba altından yaba göstermeye vardırmışlar.

Demirel hükümetine güvenoyu verdiği için eski Birlik Partisi'nin yine "düşkün" ilán edildiğini hatırlatarak, davete gidenlerin de aynı ákibete uğrayacağı tehdidini savurmuşlar.

Sanki "El Ezher" ûleması "fetva" buyuruyor ve bunun adı "aforoz" değil de nedir?

* * *

EVET evet, Aleviliğin Türk - Fars - İslam inançları çerçevesinde değerlendiriliyor olması, Hıristiyan terminolojiden alıntıladığım "aforoz" kelimesindeki isábeti değiştirmez.

Zira "dede"lerin yukarıdaki tehdit ve şantajını hiçbir sözcük, İsevi lûgatte dinden atmak, kiliseden dışlamak, vaftizi sıfırlamak anlamına gelen bu deyim kadar iyi tanımlamıyor.

Eh malûm, papalık makamı veya piskopos konsilyumu, imani ve uhrevi değil tümden dünyevi ve siyasi tasalardan dolayı, káh şu kralla masaya oturdu, káh bu şövalyeyle cenge gitti, káh o soyluyla fink attı diye, işine gelmeyen Katolik ya da Ortodoksu aforozlayıverirdi.

İşte, Alevi ricálin yahut "ruhban" (!) sınıfının şimdi yaptığı şey de bunun aynısıdır!

Zaten aslına bakarsanız, terminolojiyi "sekter" kelimesine dek uzatmak gerekiyor.

Çünkü "dede"lerin yaklaşımı öz olarak, hem genel eski çağ Hıristiyanlığında, hem de günümüz Anglo-Sakson Protestanlığında "sekt" denilen mikrokozmos tarikatlarla benzeşiyor

Kapalı devre tabuların, değerlerin ve hiyerarşilerin teolojik dogmatizmini yansıtıyor.

Ve burada da derhal, böylesine katı, bağnaz ve dışlayıcı bir "sektarizm"in, bizzat Aleviliğin kendi söylemiyle nasıl bağdaştırılabileceği sorusunu sormak bir farz oluşturur.

* * *

ÖYLE, çünkü o Alevilik değil midir ki, sonsuz haklı olarak, geçmişte uğradığı haksızlıktan yakınıyor. Yaşamış olduğu hoşgörüsüzlüğü ve tahammülsüzlüğü artık istemiyor.

Ve yine çok haklı olarak, Sünni çoğunlukla inanç ve ibadet eşitliği talep ediyor.

Sonra da bilhassa, kendisinin laiklik güvencesi ve demokratlık simgesi; artı, hoşgörü ve tahammül timsáli olduğunu öne sürüyor. Bütün söylemini bu unsurlar üzerinde yükseltiyor.

Hepsine ámenna da, "dede"lerin cemaat mensuplarını, baştan sona teolojik bir şantaj olan "aforoz"la tehdit ettiği bir "laiklik" nerede görülmüş? Nasıl oluyor? Nasıl olacak?

Hayır, böyle bir laiklik yoktur ve bu tavır, Sünni, Vahábi, Háşimi filan, dinbaz imam bozuntularının zırt pırt yumurtladığı "zındık", "mûlhit", "kûfr" fetvalarından farklı değildir

* * *

SONRA, işte bir Başbakan çıkıyor ve Alevilerle diyalog iradesi ortaya koyuyor.

Oportünist veya gerçek, girişimi yorumlamakta ve davete gidip gitmemekte özgürsün.

Ama hangi hak ve seláhiyetle o sofraya oturacakların "dışlanacağını" buyuruyorsun?

Aleviler babaları tarafından azarlanan çocuklar; çobanları tarafından sürülen koyunlar; bilhassa da, davranış, düşünüş ve tercih tarzları "dede"leri tarafından zincire vurulan yekpáre kitleler midirler ki, söz konusu zeváttan icázet almaksızın su bile içemeyeceklerdir?

Küláhım bile böyle bir anti-demokratizmi "hoşgörü" ve "tahammül" diye yutmaz.

Zaten de bunlar asla laiklikle, demokrasiyle, hoşgörüyle ve tahammülle bağdaşmaz.

Bunlar ancak ve ancak sekter ve teokratik dogmaların "aforoz kültürü"yle bağdaşır ki, Alevi yurttaşlarımız da bir gün o kültürün prangalarını kıracak ve gerçekten laikleşecektir. 

Hadi ULUENGİN

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy9279 = 'huluengin' + '@';

addy9279 = addy9279 + 'hurriyet' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

var addy_text9279 = 'huluengin' + '@' + 'hurriyet' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

( '' );

9279 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


12 Ocak 2008 - HÜRRİYET

Özlem ALBAYRAK : 'Düşkün': Talepler bitti, şimdi ideoloji vakti

Özlem ALBAYRAK : 'Düşkün': Talepler bitti, şimdi ideoloji vakti Bu yazının yazıldığı saatlerde Başbakan Erdoğan, Abdal Musa Vakfı'nın iftar davetine henüz icabet etmemiş, ancak alevi örgütleri o yemeğe katılacakları çoktan düşkün ilan etmişti. Düşkün? Bildiğiniz, aforozun alevi lügatindeki tercümesi. İnancın ipoteği.

Hükümetin alevi açılımının mimarı olan Reha Çamuroğlu'nun alevi dernekleriyle ilgili görüşlerini dinlemiş, konuyla ilgili samimi görüşümü de zaten yazılarımda beyan etmiştim. Yani, "Ey çoğunluk alevi dernekleri, bu iftara katılmamanız, katılanları 'düşkün' ilan etmeniz, 'tabela dernekleri' demek suretiyle dışlamanız, samimiyetsizliğin dikalasıdır. Bundan sonra, 'ikinci sınıf görüldük, haklarımızı alamadık' diye ağlamayın, siz iyisi, gidin jimnastik yapın" diyecek değilim.

Kendilerine küçük bir notum var ama; İddia ettiğiniz üzere hükümet bu dalı 'oy kaygısı' nedeniyle uzatıyor olsun; peki arka bahçesi sayıldığınız CHP'nin yıllardan bu yana sizi kara bıyık-kara sakalınız, semahınız hatırına filan mı sevdiğini sanmıştınız? Cumhuriyet tarihinde 'bir ilk' olan bu açılıma kazan kaldırıp, hep bir ağızdan çaldığınız tava-tencerelerle ortalığı gürültüye boğmadan önce karşı tarafı da bi dinlemekle dinden mi çıkardınız?

Kaldı ki, kanımca Alevilerin temel sıkıntısı devletten ziyade, toplumsal platformdadır. Hiç konuşulmayan ama hep varolan, o şeffaf sünni-alevi gerilimi, komşulukta, okulda, işte, yani birebir insan ilişkilerinde ortaya çıktığı için; hoşgörü, olmadı tahammül mekanizmasının öncelikle toplumun çeşitli katmanlarında içselleştirilmesi gerektir. Hükümetin kucaklayıcı yaklaşımı da bu cenahtan bir 'tohum' niyetine alınabilir, bu açılım, hükümete oy veren kalabalıkların orta ve uzun vadede, adı konmamış gündelik gerginliği daha serinkanlı, paylaşımcı değerlendirmesine yol açması umulan bir girişim olabilirdi. Olamadı, o tren kaçtı.

Hem ayrıca, vakti zamanında tarikat liderlerine iftar verdi diye ensesinde boza pişirilmiş bir Başbakan Erbakan vardı, bilirsiniz. Bugün alevilerin sırt döndüğü daveti bir başka sünni tarikat almış olsa aynı bozanın derhal Başbakan Erdoğan'a uyarlanmaya başlayacağını da…

(Haber7.com yorumcusunun zeki örneğiyle) 'Alkollü resepsiyona katılmak caiz değildir, katılan düşkündür' demeye cesaret edebilecek babayiğit bir sünninin başına nelerin getirilebileceğini az buçuk tarih bilgisi, tecrübesi olan her TC vatandaşı, sıfır sapmayla tahmin edebilir.

Peki, sizin de referanslarını 'inanç'tan alan bir cemaat olduğunuz ve devlet katına kabulunüzün 'laikliği rencide edeceği' şimdiye dek hep anayasal kurallara dayandırılmış uygulamalarla sabitse ve buna rağmen medya tevzir bir yana, aslanlar gibi arkanızda durup, haklılığınıza binbir icat ve taklayla kanıt geliştiriyorsa demek ki, ayrıcalıklı bir grupsunuz.

Bütün bu ters köşe örneklerini, alevi vatandaşlara taleplerinin verilmemesi, toplumsal arenada alttan alta yürüyen Sünni-alevi tansiyonunun düşmemesi arzusuyla söylemiyorum. Mukayeseyi 'alevilere var da diğer tarikatlere yok mu' gibi iyiniyetli ve çözüm amaçlı olmayan bir itkiyle yapmıyorum.

Bilakis, laik Cumhuriyetlerde dahi, inananın dilediği gibi yaşamasına, giyinmesine, ibadet etmesine, devletten çatır çatır hakkını da talep etmesi gereğine, siyaseten doğruculuk gibi samimiyetsiz bir tavırla da değil üstelik, hakiki bir kanaatle inanıyorum.

Ama mesele de zaten bu değil. Mesele, Alevilerin talep ettiklerinin verilmesini, bir senaryo nedeniyle reddedişleri. 'Alevilik' adıyla açığa çıkan bir siyaset paradigmasının varlığı ve bu paradigmanın mütedeyyin kitlelerden oy almış AK Parti şahsında 'dini olan'la uzlaşmaya, ne teklif götürürseniz götürün yanaşmamaları. Bu inanç tasavvurunun kendisi gayet 'mistik' iken, müntesiplerinin 'ateizm'e gönül verebilmesi; her nasılsa hem 'inançlı' hem 'marksist'; hem 'tasavvufi' hem 'laik' olabilmesi.

Bildiğim kadarıyla, "İman bir kat göynekte üşür, ondört kat göynek ister" der alevi deyişleri, yerin yedi kat altından, yerin yedi kat üstünden bahseder. Bu yolun takipçileri insan algılarının ötesinde bir inanç ve ibadet anlayışına, arş-ı alaya, sırrı hakikate gider. Bu kavi bir itikadı ve kallavi bir imanı şeddeler.

Ama aynı inanç bir bakmışsınız, laikliğe, Cumhuriyet'in tekke ve zaviyeleri 'bilim'e aykırı görerek kaldıran mütehakkim yönelimine transpoze olmuş, bir yandan da ateizmin, Marksizm'in sınırlarında gezer.

Bu bizi nereye götürür; iftar davetine katılmayan, katılanları 'düşkün' ilan eden alevi derneklerinin Alevilikle inanç boyutunda ilgisi olmadığına, nokta.

Yani, "AK Parti Alevileri asimile etmeye çalışıyor" gibi bir art niyet senaryosu geliştirenler, lutfen hiç umurlarında olmayan 'inanç', 'kültür' değerler için ölüyormuş filan gibi yapmasın. 'Siyasi' açıdan bir asimilasyon ihtimalinden sözediliyorsa eğer; bu 'AK Parti'yi istemezük' tavırlarının da siyasi değil, düpedüz ideolojik olduğunun, dışarıdan bakan çıplak göze ayan beyan göründüğünü bilsin.

Hem pardon ama ne oldu Aleviliğin temelleri üzerinde yükseldiği 'hoşgörü' ve 'iyi niyet' parolalarına. Cumhuriyet ideolojisinin gül hatrı için, alevi papazlarca onlar da 'düşkün' mü ilan edildi yoksa?

Özlem Albayrak

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy2757 = 'albayrakozlem' + '@';

addy2757 = addy2757 + 'yahoo' + '.' + 'com';

var addy_text2757 = 'albayrakozlem' + '@' + 'yahoo' + '.' + 'com';

( '' );

2757 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


12 Ocak 2008 - YENİ ŞAFAK

Yasin AKTAY : Muharrem Orucu

Yasin AKTAY : Muharrem OrucuMuharrem, Kerbela, Aşure, Hz Hüseyin, Yezid, Hürr, Zeynep… Türkiye'de sadece Alevi kesimin değil bütün Müslümanların sembol dağarcığının içinde yer alan kavramlardır bunlar. Ancak bu kavramların Alevi kesimler için daha kurucu, merkezi bir önemi olduğu bir gerçektir.

Devletin laik niteliğine rağmen, Ramazan orucu, devletin takvimiyle, bayramıyla, TRT yayınlarıyla ve diyanetin özel tedbirleriyle resmen tanınan bir ibadettir. Ancak halkın tamamının paylaştığı bir sembol dağarcığına ait olduğu halde Alevi kesimin kendine özel bir ilmihalle idrak edip orucunu tuttuğu Muharrem ve aşure için aynı şey söylenemez. Bunda belki şu ana kadar Alevi kesimin, talep etiği dini hakların çerçevesini, bu talebi de içerecek şekilde, yeterince çizememiş olmasının da bir payı vardır. Oysa Alevilerin eşitlik taleplerini en iyi ifade edebilecekleri, taleplerini somutlaştırabilecekleri ve bir yerde en etkili mesafeyi alacakları alanlardan birisi de bu olsa gerek.

Bu olsa gerek diyorum, çünkü özel günler, yaslar, bayramlar bir toplumun kendini var ettiği ve ifade ettiği en önemli vesileleri oluşturuyor. Alevilerin hem kimlik tanımları hem siyasal ve kültürel söylemleri içerisinde göze çarpan dağınıklığın bir şekilde toparlanması gerekiyor. İşe bir yerden başlamak gerekiyor.

Türkiye yeni bir yere doğru gidiyor. Gitmeli. Vatandaş unsurunun merkezde olduğu yeni bir yerdir bu. Bu gidilen yerde Aleviler veya Sünniler veya Ermeniler biri diğerinden daha az eşit, daha az vatandaş değildir.

Bugün AKP'yi etkisi altına almış olan açılım baskısı Türkiye'nin bu gidişatıyla ilgilidir ve AKP'nin Alevilere bir lütfu olarak yorumlanmamalıdır.

Siyasetin yeni konsepti daha mutlu ve dinamik bir toplum yapısı için bütün toplumsal unsurların müzakere sürecine dahil oldukları bir sürecin işletilmesini gerektiriyor. Bunun için siyasetin tepedeki bir hükümdarın tebaasına ihsanlar dağıttığı donmuş-statik bir yapı olarak değil, bütün unsurların kendilerini kurucu vatandaş olarak müzakereye dâhil oldukları bir süreç olarak görülmesi gerekiyor.

Türkiye'de Alevi vatandaşlar tarafından idrak edilmekte olan Muharrem orucunun ilk defa devletin resmi kurumları tarafından bu kadar açık bir şekilde tanınıp iştirak ediliyor olması bu süreç içerisinde kat edilmiş son derece olumlu bir mesafedir. Bu başlangıç adımının sadece iktidarla Alevi kesimi arasında değil, toplumun farklı kesimleri arasında da bir kaynaşmaya vesile olacağına dair bir iyimserlik de taşıyorum. Beraber idrak edilen günlerin, bayramların insanları birbirine yaklaştırdığı tartışılmaz bir gerçektir.

Bazı Alevi kesimlerinin “Alevi açılımı” denilen siyasi yaklaşımları ihtiyatla karşılamaları kadar normal bir şey yok. İktidarlarla olan geçmiş tecrübelerine bakarak bu ihtiyatı elden bırakmamaları için bir dizi haklı neden sıralanabilir. Ancak bu ihtiyatın yerini giderek muhatabını kendi dinsel kavramlarıyla “tel'in” derecesinde ve kalıcı bir biçimde yaftalayan suçlamalara dönüşmesinin anlaşılır bir yanı yok.

Bazı Alevi-Bektaşi dernekleri Reha Çamuroğlu'nun davetiyle gerçekleşen davete katılmama haklarını kullanmakla yetinmemiş, katılanları “düşkün” ilan edeceklerini açıklamış.

Düşkünlük kavramı, Taha Akyol'un da dün yazdığı gibi Alevi camiası içerisinde, genel İslam fıkhındaki tekfir, Hıristiyan geleneği içerisindeki aforoz mekanizmasıyla aynı anlama geliyor. Ancak Alevi geleneği içerisinde düşkünlük eline, beline, diline sahip çıkmayan davranışlarıyla, yani yine itikadî, ahlaki ve fıkhî planda gerçekleşen yanlışlara karşı uygulanan dini bir müeyyidedir. Bir konudaki siyasi tercihinden dolayı bir insana bu müeyyideyi uygulayanlar aslında her şeyden önce Alevi geleneğinin kendisine ne kadar yabancılaşmış olduklarını gösteriyorlar.

Alevi geleneği içerisinde kuşkusuz ahlaki bir denetim mekanizması olarak çok nadiren işletilen bu hassas kurumun kendi siyasi tercihlerine fena halde alet edilmesidir bunun adı. Bu son derece tehlikeli bir yaklaşımdır. Bu, Alevi camiası içerisinde özgür tartışmaya veya kendi haklarını demokratik zeminde genişletecek bir rasyonel siyasete de temelden zarar veren açık bir din istismarıdır.

Bu yaklaşımın “bize oy vermeyenler patates dinindendir” şeklinde kayıtlara geçmiş yanlıştan hiçbir farkı yoktur.

Belki bir fark bu “patates” yaftasının telaffuz biçimindeki komiklik ve çekingenlik olabilir. Oysa Alevilere tek bir siyasi tercihi dinsel bir dilin otoritesini kullanarak dayatanlar hem bunu gayet ciddi yapıyorlar hem de düşkünlük ilanını uluorta, basın önünde defalarca ve tartışarak, taammüden yapmaktan çekinmiyorlar.

Alevi tarihi içerisindeki bütün gerilimleri, menkıbeleri bugünün siyasi diline kin, öfke ve düşmanlık üretecek bir dinsellik vurgusuyla çeviriyorlar. Ürettikleri dilin içinde kalındığında topu birden “münkir” olan halkın çoğunluğuna “kılıç salmaktan” başka bir mesaja çıkılmıyor.

Allah aşkına sürekli hoşgörü ve sevgi boyutu vurgulanan Aleviliğe bu dil reva mıdır? Sahi hoşgörü neydi? Sevgi neydi?

Sadece kendiniz gibi olana sevgi duyacaksanız bunun erdemli tarafı nedir? Sadece sizin gibi düşünüp davrananları hoş görecekseniz bunun değerli tarafı nedir?

Kerbela'da yazılan aşure yasımız kabul olsun.

Yasin Aktay

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy7219 = 'yaktay' + '@';

addy7219 = addy7219 + 'yenisafak' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

var addy_text7219 = 'yaktay' + '@' + 'yenisafak' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

( '' );

7219 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


12 Ocak 2008 - YENİ ŞAFAK

Murat AKSOY : Alevi dedelerinden postmodern fetva

Murat AKSOY : Alevi dedelerinden postmodern fetvaAlevi dedeleri, iftara katılanlara 'düşkün' diyeceklermiş. Bu gücü nereden alıyorlar? Bence başkalarını düşkün ilan edeceklerine siyaseti keşfetmenin yolunu arasalar kendileri için daha hayırlı olur

AK Parti'nin "Alevi açılımı"nın şimdiye kadar en önemli sonucu, Alevilerin dolaylı olarak da olsa konuşmaya başlamaları. Niye dolayı diyorum, çünkü Alevilerin kendi içindeki farklılıkları bir araya gelerek değil, medya üzerinden olması.

Fakat asıl ilginç gelişme ise AK Parti Milletvekili Reha Çamuroğlu'nun organize ettiği ve dün gerçekleşen iftara katılacakların, bir araya gelen bazı vakıf, dernek ve Alevi tarafından "düşkün" ilan edileceği açıklamasıdır.

Düşkünlük, Alevi yol ve erkânına aykırı hareket edenlere ve Alevi karşıtlarıyla işbirliği yapanlara uygulanan bir yaptırım. Alevi toplumu "düşkün" ilan edilen kişiyle inançsal, kültürel, sosyal ve insani her türlü ilişkisini tamamen kesiyor. Aleviler, "düşkün" ilan ettikleri kişinin sadece cenazesini kaldırıyor. Düşkünlük, işlenen fiilin ağırlığına göre kısa süreli dışlamadan, ömür boyu dışlamaya kadar gidebiliyor. Bu çağrıyı yapan 12 kişilik "Dedeler Komitesi", Pir Sultan Abdal Derneği ve Alevilik Araştırma Merkezi'nin inisiyatifi ile bir araya gelmiş ve bu kararı almışlardır.

Ancak mesele bu kadar basit görünmüyor. Çünkü zihniyet düzleminde ataerkilliğe denk düşen bütün dinsel yaklaşımlar epistemolojik olarak, dış gerçekliğin hiyerarşik olarak yukarıdan aşağıya yansıdığını ve insan zihninin, tanrısal özle aynı olduğu varsayımına dayanır. Bu yukardan aşağıya akış, doğal bir hiyerarşi oluşturur. Bütün bireylerin aynı tanrısal özle sahip olduğu ortamda, kimin daha bilgili olduğu, bireysel özelliklere yani daha etkili olanın rehberliğinin içselleştirildiği bir düzen oluşur. Bu kendiliğinden bir rehberlik düzeni oluşturur ve bütün dinsel anlayışlar farklı yorumların ortaya çıkmasına olanak verir. Bu teorik yorumdan hareket ederek, hiçbir kişi ya da kurumun dini bir yorumdan hareketle, dini en doğru olarak açıkladığını ya da bu konuda tek bir otorite olduğunu iddia edemez. Bunun en doğal sonucu ise dinsel bir yorumdan hareketle otoriter bir düzenin kurulamayacağıdır.

Bu yüzden İslam'ın çeşitli yorumlarının, farklı mezheplerin yani din içinde bir çoğulculuk olması gerekendir.

ÖZGÜRLÜK TEMEL OLMALI

Bu açıklamanın Alevilik tartışmasında önemi şudur, Aleviliği İslam içinde farklı bir yorum olarak kabul ediyorsak, Alevilik içinde de bizatihi Aleviliğin farklı yorumlarının ortaya çıkması doğal hale gelmektedir. Ancak doğal olmayan bu yorumlardan herhangi birinin kendini Alevilik açısından tek otorite saymasıdır. Bu açıdan Alevi iftarına katılanların "düşkün ilan edileceği" yönündeki "postmodern fetva"nın bir hükmü olup olmadığı sorusu açıklığa kavuşmaktadır.

Kendilerini Dedeler Komitesi olarak tanımlayan bu girişimin, aldığı pozisyonun Hıristiyan geleneklerden bir farkı olup olmadığı ve düşkün ilan etmenin bir tür aforoz anlamı taşıyıp taşımadığı da ayrıca sorulmaya değerdir. Çünkü Dedeler Komitesi'ne ev sahipliği yapan kurumlar Aleviliği "din dışı" olarak tanımlayarak esas pozisyonlarını ortaya koymaktadırlar.

Geldiğimiz noktada AK Parti tarafından ortaya konan ama ucu açık açılımın nasıl sonuçlanacağından daha önemli olan başlayan "sürecin" kendisidir. Bu yüzden Aleviler için Aleviliğe yönelik hak, talep ve özgürlüklerin muhatabı devlet değil siyasettir. Bu yüzden daha önce çokça ifade ettiğim gibi, Aleviler için muhatap alınması gereken "özgürlüğü" temel alan siyaset alanının genişletilmesine katkı sunmaları ve genişleyen özgürlük alanı içinde kendi hak ve taleplerinin peşinden gitmeleridir.

Sayın Reha Çamuroğlu'nun inisiyatifi ile başlayan süreç, Aleviliğin özgürlük mücadelesini yaptığını iddia eden vakıf ve derneklerin "iktidar alanlarını" tehdit etmesi açısından tehlikeli bulunuyor ve eleştiriliyor. Öncelikle yıllardır Aleviliğin temel hak ve özgürlüklerinin mücadelesini verdiğini iddia eden bu kurumların hem meşruiyet hem de Alevilerin temel hak ve özgürlükler konusunda yaptıkları katkıların hesabını vermek zorundadırlar ki, biz Aleviler de bilelim bu kurumların kendi kurumsal iktidarlarının peşinde olmadıklarını.

Bu bağlamda bu tartışmada iki temel aktör bulunmaktadır. İlki bizatihi Alevilerin kendisidir. Alevilerin çoğullaşmasıdır. Alevilerin çoğullaşması, siyaseten daha fazla katılım ima eder ama en önemlisi de siyasi özne olmalarını ön koşul yapar.

Alevilerin pozitivist sol ve CHP solu ile kurmuş oldukları geleneksel bağı sorgulamalarını önceler. Bunun için de kendi içindeki çoğulluğu da içselleştirmelerini zorunlu kılar. İkincisi ise dönemsel olarak AK Parti'ye düşer. AK Parti'nin Alevi açılımı konusunda samimiyeti siyasetinde çoğullaşması anlamını taşır.

Bunun anlamı Türkiye'de gerçekten laikliğin içselleştirilmesi ve bunun kurumsal olarak da hayata geçirilmesine katkı sunmasıdır. AK Parti'nin hükümeti döneminde bu tür bir araya gelme iradesinin ortaya konması önemlidir. Çünkü Aleviler bugüne kadar kendilerini CHP geleneği ile tanımladı ve bu pozisyonu (devleti, Cumhuriyet'i, laikliği) sahiplendi ama bunlardan hiç yararlanamadı. Belki dün akşam gerçekleşen iftarla bu süreç başlar ve Türkiye'de gerçek bir laikliğin yolu açılır.

MURAT AKSOY
YENİ ŞAFAK - 12 Ocak 2008

Güngör MENGİ : Bu duaya amin!

Güngör MENGİ : Bu duaya amin! Başbakan’ın Alevi temsilcilere konuşması hitabet sanatı adına iyi bir örnekti.

Konuşmanın, inanç dünyamızda yüzyıllar boyu biriken güvensizliklere ve özlemlere Anadolu kültürünün barışçı yüceliğinden süzülmüş deyişlerle umut veren cevaplar göndermesi sanıyorum etkileyici oldu.

Konuşmayı TV’den bir arkadaşımla beraber izliyorduk. İkimiz de aynı soruya takılmışız:

Bir vatandaşa kızgınlığını “Al ananı da git” diye ifade eden bir kişilik kültürel ve duygusal yoğunluğu bu kadar yüksek bir konuşmayı kendi kaleme almış olabilir mi?

Hemen sonra bunun fazla önemli olmadığını düşündüm. Kuşaklar boyu süren ihmaller ve önyargılar ile beslenmiş çatışmalar yüzünden tahribe uğramış köprüleri onaracaksa, konuşmayı Başbakan kendi yazmış veya başkası yazmış da o okumuş; ne farkeder?

İki mezhebe mensup insanları bölen sebepleri, aynı zamanda Sünni muhafazakârlığı da temsil eden siyasi iktidarın başı, çözme iradesi göstermişse bunu ancak takdir ederiz.

Ankara’da önceki akşam gerçekleşen tarihi buluşma, Alevi dünyasının sorunlarına çözüm garantisi değildir elbette. Ama sembolik de olsa önemli bir adımdır.

AKP iktidarının siyasi kazançlar peşinde olduğunu söyleyenler vardır ama bu niçin kabahat olsun?

Türkiye mezhep çatışmalarından zarar görmüş, azap çekmiştir. Siyaset bu fenalığın kaynağındaki meseleleri çözmek için yapılacaksa buyursun herkes yapsın.

Sorunların uygar bir ortamda konuşulmaya başlaması bile kazançtır. Çünkü çözüm için biliyoruz ki önce güven ortamının oluşmasına, bunun için de zamana ihtiyaç var. Anlayış, sevgi ve sabır lâzım.

Yanıltma ve istismar riski yok mu?

Olabilir ama Malatya Hacı Bektaşı Veli Derneği Başkanı Hasan Neşeli’nin toplantıda okuduğu sofra duası, hem koruyucu, hem caydırıcı içtenliği ile etkileyici bir mesajdı aynı zamanda.

Dua şöyle:

“Birlik beraberliğimiz bozulmasın. Birliğimizi bozanları Allah ıslah etsin. Edemiyorsa rezil rüsva etsin...” Amin!

Güngör Mengi 

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy7583 = 'gmengi' + '@';

addy7583 = addy7583 + 'gazetevatan' + '.' + 'com';

var addy_text7583 = 'gmengi' + '@' + 'gazetevatan' + '.' + 'com';

( '' );

7583 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


VATAN  - 13 Ocak 2008

Ömer Lütfi METE : Aleviciliğe karşı Alevilik

Ömer Lütfi METE : Aleviciliğe karşı Alevilikİktidar partisinin Alevi iftarı, toplumumuzun temel dayanaklarından birini teşkil eden kesime yönelik yabancı servis güdümlü oyunları etkisiz kılma adına geliştirilmesi gereken çağdaş bilincin yeni işaretlerinden biri olmalı... Önemli bizim 'ayrı' olmadığımız bilinci...
 
Oyun kurucular bu bilinci yok etmek için uğraşıyor...

Maalesef çok sayıda 'okumuş-okutulmuş' Alevi aydıncık ile bir kısım anlayışsız Sünni de taammüden veya gafletle buna alet olmaya devam ediyor.

Nitekim güya Alevi kültür ve değerlerini koruma adına hareket eder görünen oyuncu veya oyuncak konumundaki bir kısım Aleviciler hemen fütursuzca başlık atabiliyorlar: 'Aleviler oyuna gelmedi...' Ne demek bu?

Adalet ve Kalkınma Partisi bir iftarla Alevileri oyuna getirmeye çalışıyordu ama katılmayanlar bunu bozmuş oldular! Karanlığa ıslık çalan bu kafa aslında katılımdan rahatsızlığını, kendi kendisini kandırarak bastırmaya çalışmış...

Ulusçu veya ulusalcı geçinen çevrelerde de rahatsızlık duyanlar olduğunu gördük. 'Efendim AKP Kürtler'den sonra Aleviler'den de yüksek oranda oy almaya başlarsa neyleriz?' Neylersen eyle! Kim Türkiye'deki iki büyük fitne alanını oluşturan Kürtçülük ve Alevicilik konusunda başarı kazanırsa milletin gönlünde taht kurmayı anasının ak sütü gibi helalinden hak etmiştir. İsterse onun kursağından yığınla haram lokma geçmiş olsun!

Daha İstanbul'un fethedildiği günlerde başlayan Türkleri Orta Asya'ya püskürtme tasarılarının son halkalarında Kürtler ve Aleviler üzerinden yürütülmek istenen oyunları görebilenler bu hengâmede parti ve ideoloji hesabı yapamazlar.

Yapanlar ise gaflet, dalalet ve ihanet kavramlarından birinin kendi fiillerine sıfat olarak yapıştırılmasını göze almışlar demektirler. Yalnız, iktidar partisinin verdiği bir iftarla bahar gelecek değildir. Üstelik bu yolda atılan ilk ve tek adım da sayılmaz.

Alevilerin milletin temel unsurlarından biri olduğu gerçeğinden hareket ederek kucak açan başka siyasi kadrolar da bu yolda önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bugün, Aleviciliğe karşı Alevilerle bütünleşme ve barışma adına atılacak her adımı küçük- büyük demeden gönüllerimizin var gücüyle destekleme günüdür. Burada 'barışma' tabirini de özellikle kullandım...

Yavuz Sultan Selim'den bu yana Sünni kitle olarak -ve ayrıca ağırlıkla Sünni bakışlı devlet olarak- Çaldıran'da yenilen ve ezilenlerin yine kendi kardeşlerimizden ibaret bulunduğunu göz ardı ettik...

Bu aslında, yüzlerce yıl boyunca Alevi kitleyi yürekten yaralamayı göze almak demekti. Barışma, Çaldıran için özür dileyerek bu insanların gönüllerini almaya çalışmak değildir. Sadece kıranın da, kırılanın da biz olduğumuzu içtenlikle paylaşmalı, Alevilere hissettirmeli, böylece Aleviciliğin en işlek malzemesini kullanışsız hale getirebilmeliyiz.

Aziz Reha Çamuroğlu'nun bu iftardaki cesur bir cümlesi altın anahtarımız olabilmelidir: 'Pek çok tarih kitabımız yalan söyler. Çaldıran aslında bizim bizi kırdığımız bir savaş, muzafferinin de, mağlubunun da biz olduğumuz bir savaştır...' Sır şurada: Alevicilik, Sünnilikle değil, Alevilikle geriletilir.

Ömer Lütfi METE

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy59402 = 'omerlutfimete' + '@';

addy59402 = addy59402 + 'bugun' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

var addy_text59402 = 'omerlutfimete' + '@' + 'bugun' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

( '' );

59402 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


14 Ocak 2008 - BUGÜN

Etiketler : , , , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.