'Alevi Açılımı'nın kıblesi nereye bakar?

'Alevi Açılımı'nın kıblesi nereye bakar?

'Alevi Açılımı'nın kıblesi nereye bakar? Kadri Gönüllü "‘Ya sev ya terk et’ diyerek farklı kültürlere...

A+A-

'Alevi Açılımı'nın kıblesi nereye bakar?'Alevi Açılımı'nın kıblesi nereye bakar?

Kadri Gönüllü

"‘Ya sev ya terk et’ diyerek farklı kültürlere kapıyı gösteren bir Başbakan, Alevilerin sorunlarına çözüm olabilir mi?"

‘Alevi açılımı’, ilk olarak Başbakan Erdoğan’ın 11 Ocak 2008 günü katıldığı tartışmalı ‘Alevi İftarı’nda gündeme gelmişti. Başbakan “Mateminizi paylaşmaya geldim” diyerek inanç özgürlüğünün güvence altına alınacağı sözünü vermişti. ‘Alevi’ Milletvekili Reha Çamuroğlu’nun yönettiği bu süreç, çok geçmeden ‘çamur’a yatmıştı.                      

9 Kasım’daki Büyük Alevi Mitingi sonrasında, yeniden hararetle tartışılan bu ‘açılım’ ile üç vakte kadar sorunun çözüleceği kehanetinde bulunulmaktadır.

Alevi Dedelerine de tıpkı imamlar gibi maaş bağlanması, cemevlerinin elektrik-su faturalarının devletçe karşılanması, ‘Din Kültürü’ derslerinin müfredatının değiştirilmesi veya seçmeli ders olması, cemevlerinin ‘ibadethane’ statüsüne alınmasa da ‘kültür evi’ olarak tanınması gibi ‘reform’lardan söz edilmektedir. Alevilerin bin yıllardır baskılanan hakları mı tanınmak isteniyor, yoksa AKP kendi Alevilerini yaratma peşinde mi? Bunu elbette ki süreç gösterecek. Ama görünen köy de kılavuz istemez hani.

Başbakan Erdoğan, 2 Kasım’da Hakkâri de tekrarladığı geleneksel devlet ‘tek’erlemesinde, ‘Tek din’, ‘Tek mezhep’ ve ‘Tek dil’ nakaratlarını eksik bıraktı kanımca. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün, ‘Ulus devletimizi farklı kültürleri temizleyerek yarattık’ yönlü itirafı, resmi ideolojinin tarihsel özetidir aslında. Türk-İslam Sentezcileri, her daim farklı olanı budamakla mükellef saymışlardır kendilerini.  Birazcık eşelediğimizde Kürt, Alevi, Azınlıklar, Türban dâhil tüm sorunların temelinde bu ‘tek’lik efelenmesinin yattığını görürüz. ‘Allah’a mahsus’ olduğu söylenen ‘tek’lik sıfatını gururla taşıyan bir iktidar; ‘Ya sev ya terk et’ diyerek farklı kültürlere kapıyı gösteren bir Başbakan, Alevilerin sorunlarına çözüm olabilir mi?

Amaç, Alevileri ehlileştirmek mi?

Aleviler; ‘insan-ı kâmil’e ulaşmayı hedefleyen, ‘En-el Hak’ diyerek Tanrının insanda tezahür ettiğine inanan,  kıblesini insana dönmüş, eşitlikçi ve barışçıl değerleri özümsemiş, bu toprakların kadim ve ‘aykırı’ inanç sahipleri. Bu nedenledir ki tarih boyunca egemenlerin zulmüne, sürgünlere ve katliamlara maruz kalmışlar. ‘Hoşgörü’ abidesi Osmanlı İmparatorluğu’nda, Yavuz Sultan Selim 40 binini kılıçtan geçirmiş, Kuyucu Murat Paşa 70 binini diri diri kuyulara gömdürmüştür.

Her daim darağacında Pir Sultan, işkencelerde lime lime edilen Hallac-ı Mansur, derisi yüzülen Seyyid Nesimi’dir onlar. Sehpada ‘Evlad-ı Kerbela’yız, bihatayız. Ayıptır, zulümdür bu, cinayettir.’ diye haykıran Seyit Rıza’nın sözleri olmuş kaderleri.

Cumhuriyet döneminde ‘Laik rejimin teminatı’ rolü biçilse de Alevilere, 1925 de tekke ve zaviyeleri kapatılır önce. Sonra da, vergileriyle Sünni İslamın Diyanet’i finanse edilir, camiler açılır, imamlar atanır. Alevi köyleri de bu ‘Sünni’ hizmetlerden nasibini alır. Laikliğin zoraki bekçileri, devletin ‘kötek’siz yola gelmeyen üvey evlatlarıdır artık.

38’de ‘çıbanbaşı’ patlatılır, Dersim tepeden tırnağa kana bulanır. Tam 70 yıldır 70 bin canına ağlar, hala kızıl akar Munzur suyu. Kıyımlar, bir süre kesilir gibi görünse de, devamı ‘derin’den gelir. Çorum, Maraş, Malatya, Sivas, Gazi, Madımak katliamları derken yüzlercesi doğranır, yakılır, kurşunlanır.

Aleviler, adı Cumhuriyet ile başlayan partinin ‘mecburi seçmenleri’, bir dizi sol örgütün ‘işçi bulma kurumu’ olarak görülürler bir nevi. Kimsenin hakları için parmağını kıpırdatmadığı Alevilerin, 1980 sonrası gelişen özgün örgütlenmeleri ve kimlik talepleri bu açıdan anlamlıdır. Bu ayağa kalkış, yeniden diriliştir aslında.

Bugün ‘her derde deva’ AKP İktidarı, tarihsel kıyımlardan arta kalan Alevilerin ağzına bir parça ‘seçim rüşveti’ çalarak sorunu çözebileceğini sanıyor. Bir kalemde Alevileri ehlileştirebileceğini, birkaç dedenin eline üç beş kuruş tutuşturup bir de ‘kültür evi’ açtı mı, Kerbela’dan bu yana kanayan yarayı sarabileceğini zannediyor. Dersim’in kanı daha kurumamışken, Madımak’ın külü soğumamışken üstelik.

Devlet acılarla yüzleşmelidir.

29 Kasım’da Ankara’da bir araya gelen Alevi Dedeleri, maaş almayı da, ‘Devlet Aleviliği’ni de açıkça reddettiler. Alevi örgütleri de, ısrarla Diyanet Teşkilatı’nın ve din derslerinin kaldırılmasını, köylerine camii yapılmamasını, cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını, Madımak’ın müze olmasını talep ediyorlar.  Bu masum ve haklı talepler; aynı zamanda aydınların, demokratların, samimi Sünni Müslümanların da talepleri olmak zorunda değil midir? ‘Laik ve Demokratik Cumhuriyet’in tanımı da bu değil mi zaten.

Aleviler, devletin dinsel alandan arındırılmasını, tüm inançlara eşit mesafede durmasını ve hakem rolü oynamasını istemekle çok şey mi istiyorlar acaba? Devlet gözetiminde diri diri yakıldıkları Madımak’ın, ‘ibret-i âlem’ için müze olmasını istemelerinden daha masum ne olabilir ki. Oysa Dersim, Malatya, Maraş ve Çorum’da kıyıma uğrayan onca canın anısına, onlarca anıt yapılmasını talep etme, bir ‘özür’ bekleme hakları da vardır elbette. Kim bilir kaç bin yıllık acılarının gölgesinde, insan sevgisini hala yüreklerinde sımsıcak taşıyan Aleviler, gerçekten de çok şey istemiyorlar.

AKP İktidarı samimi ise; öncellikle Alevilerden, devlet adına özür dilemelidir. Dışladığı,  ezdiği, katlettiği yurttaşlarından özür dilemek kimseyi küçültmez, tersine yüceltir. En azından, yaşanan acıların yürekten paylaşıldığı içtenlikle ortaya konmalıdır. Acıyı paylaşmak, gidenleri geri getiremese de, empati geliştirir, birlikte yaşama arzusunu güçlendirir.  Ortaklaştırılan ‘matem’, eşit ve özgür yeni bir yaşamın zemini olabilir.

Aleviler, bulundukları bu tarihi kavşakta,  üç kuruşluk maaşa tenezzül etmeden, devlette temsil edilme saçmalığına aldanmadan; devlet erkinin dinsel etkilerden tümüyle arındırılmasına, gerçek laikliğin hayata geçirilmesine önemli katkılar sunabilirler. Devletin dinden, dinin ise devletten kurtarılması  ‘İnanç Özgürlüğü’nün de kapısını aralayacaktır.  Bu durum, Sünni yurttaşlarımıza da yapılmış büyük bir iyilik olacaktır aynı zamanda. Alevilerin sırtındaki bu ağır yükü hepimizin birazcık paylaşması, her zamankinden daha ‘farz’dır şimdi.

Kıblesi insan olanların, kimsenin ‘açılımı’na ihtiyaçları da yoktur zaten. 

Kadri Gönüllü
KAYNAK : Alevihaber.com - 06.12.2008

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.