Alevi çalıştayları: İtiraf edilen cemaat ve lapsus

Alevi çalıştayları: İtiraf edilen cemaat ve lapsus

Alevi çalıştayları: İtiraf edilen cemaat ve lapsusMetin KAYGALAK* / TarafAlevilerin mağdur olduğuna inanan bir Sünni var ise, bunu maalesef yaşayamadığı...

A+A-

Alevi çalıştayları: İtiraf edilen cemaat ve lapsusAlevi çalıştayları: İtiraf edilen cemaat ve lapsus

Metin KAYGALAK* / Taraf

Alevilerin mağdur olduğuna inanan bir Sünni var ise, bunu maalesef yaşayamadığı İslami taleplerine de borçluyuz. Zira İslami çevredeki demokratik refleks oldukça geç başladı.

Alevi çalıştaylarının tartışmalı sonuçlarıyla bile olumlu bir başlangıç olduğunu söyleyerek söz almak gerektiğine inananlardanım. Sonuç raporunun neyi karşıladığı üzerinde ‘farklı’ bir okuma yapma ihtiyacı beliriyor:

İdeolojik kırılma, sağır ortodoksi

Alevilerin İslam içi olduklarına dair söylem ve teolojik dayanağın Sünnilerce kabul görmüş olması önemlidir. Bu kabulün kendisi olumlu bir ‘kırılma’ içeriyor. Görüşmeler sanki iki temel aks üzerinden yürüyormuş izlemini verdi. Alevilik için oluşturulmak istenen ilahiyat çerçevesi ve hukuki durum. Sünni bakış, Aleviliği ‘standart’ bir ilahiyata bağlamaya kafa yorarken; kendi ilahiyatlarından şüphesi olmayan ve böyle gitmesinde beis görmeyen Aleviler ise ‘yurttaşlık hakları’ etrafında dolaştırdılar laflarını. Biri ‘sahih teolojik tutum’ belirlemeyi hedeflerken, diğeri sadece ‘teolojik’ belirlemenin yetmediği izlenimi sergiledi. Böylece, iki kesimin tartışma merkezleri birbirini atlayarak ilerledi. Algılanamayan şey, kendilerini İslam içinde gören Alevilerin ayrıca yeni bir teolojik çerçeveye ihtiyaç duymadığı tavrıydı. Aleviler yeni bir ilahiyat değil, dağınıklıktan kurtarılmış ilahiyatlarının Sünnilerce kabulünü istiyorlardı zira. Sünni temsilciler ise zihinlerindeki lapsusla (insan beyninin kontrol dışına çıkarak kendini ele vermesi) kendilerini frenlemeye çalışırken bile, zihinlerinin açığa vurmasından kurtulamıyorlardı. Ali Bulaç, bir yazısında, Sünnilerin Aleviler hakkında söylediği kötü şeylerden vazgeçme ‘hakkını’, Alevilerin de Sünniler hakkında söylediği ‘Yezit’ metaforundan vazgeçmesine bağlıyordu neredeyse. Evet, Aleviler bu defa itiraf edilen bir cemaat olarak; İslamî referansları zorluyordu. Ortodoks aklın nasıl bir çözüm önereceği, önem kazanıyordu. Alevilerin İslam talebi, Sünnilerin geleneksel tavırdan (ibadet konusunda Alevileri ‘köşeye sıkıştıran’ dilden) giderek uzaklaşmaya itiyordu. Peki öyleyse, Müslüman bir Alevi için gösterilmesi gereken ‘rıza’ da neyin nesiydi?

Alevilik ilk defa ‘yapısal’ bir sorun olmaktan çıkıp; üzerinde fikir üretmeye ve iyileştirmeye yönelik bir döneme giriyordu. İki kesimin rezonans eşiklerinin aynı seviyede olmadığı ortadayken, –ki bu beklenmemeli- yakalanan seviye önemliydi. Dönüşmesi beklenen, ortodoks aklın, irrasyonel dünyayı sağlıklı kılabilmek adına, rasyonel yeteneğinin sınırlarıydı. Düşünün ki, milliyetçi paradigma yüzünden, son derece pragmatik ve basit gerekçelere oturan, üstelik elde Sünni İslam paydası varken bile Kürt sorunu çözülemiyorsa; kaynağında ‘inanç yöntemleri’ gibi karmaşık gerekçeler bulunan bu meselenin çözümü hemen beklenmemeliydi. Bugün koparılan vaveyladan, bu toplantıların vaat ettiği şey ile vaz ettiği şeyin birbirini çelmesi de başlangıç için doğal sayılmalıydı.  

Madunluğun zaferi

Raporda “Aleviliğin İslam üst başlığı altında ‘Hak-Muhammed-Ali’ kavramları etrafında oluşan bir inanç ve erkân yolu olduğu” konusunda mutabakata varıldığı yazıldı. Bu ifade bize bir tanım sağlıyor: Tarikat. O halde Aleviler bundan böyle kendilerinin bir ‘mezhep’ oldukları iddiasından vazgeçiyorlar. Alevi ilahiyatının tanımının oluşması, en azından Sünnilerce bunun bir ilahiyata bağlanmasına dair ‘gizli şart’ içermesi Sünniler için ‘zorunlu’ olduğu fikrini öne çıkarırken; gene bir lapsus hissi yaratıyordu. Alevilerin talepleri pragmatik gerekçeler de içeriyor. Zira devletin ideolojik paradigmasına dahil olabilmesi için, İslam olduklarını deklere eden; ‘makul, sağlıklı Alevilik’ tanımında kalma garantisine bağlı olduğunu biliyorlar. Alevilerin devletin müşterek sahibi olma iddiasını taşımaları, ‘makul’ İslami taleplerde kalmalarına bağlı. Bu tartışmalarda değişen bir diğer şey de; devletin kurucu ideolojideki Sünni tutumdan giderek vazgeçerek; heterodoksiden arındığına inanılan; bu ‘zararsızlaşmış’ ve ‘münevver’ topluluğun ‘devlete katılmasında’ bir sakınca olmadığı fikrinin öne çıkmasıdır. Ancak, bu defa sivil bürokratik oligarşi ve tabandan gelen Sünni bakış buna izin vermiyor gibi. Bunu aşmanın geçerli yolu, Fethullah Gülen cemaatinin kabul edeceği ön koşula bağlıdır: Aleviliğe İslami teolojik standartların kazandırılması. Buna ibadethane probleminin pratik bir yöntemle giderilmesi fikri de dahil edilebilir.

Raporda ortaya çıkan eğilim, heterodoks Aleviliğin devre dışı bırakılarak ‘sağlıklı’ bir Alevilik tanımı yapmanın müştereken belirmesi oldu. Buna, Aleviliğin içerdiği diğer etnik aidiyetlerin (Kürt ve Arap Aleviliği) ıskalanması da dahil. Herkesin bir Alevilik tanımının olduğu anlaşıldı. Bu tanımlamaları ikiye ayırırsak; ilki kısaca laik Sünnilerin ‘sevdiği’ Alevilik ile; muhafazakâr Sünnilerin ‘öteki’ kıldığı Alevilik. Ortak nokta ise, ikisinin de Alevileri madune (kendi değerinin altında) ederek ‘içerdikleri’ ya da ‘öteki’ kıldıklarıydı. Muhafazakârların bunu ‘bilerek’ yapmaları ile laiklerin ‘bilmeden’ yapmaları arasında hiçbir fark yoktu. Ta ki, Alevilik gelip kapıya dayanana dek: Artık Alevilerdeki arzu ve görünürlük ‘batınîlik’ üzerinden okunmayı çoktan geçmişti.  

Paradigmanın düşüşü

Çok duymuşsunuzdur; “Aleviler ilerici, demokrat, laik bir toplum” ve “cumhuriyetin teminatı” olduklarına dair aydınlamacı, ilerlemeci retoriği. Bu sözler teolojik bir algıdan çok, seküler medeniyet tasarısının manidar söylemini içeriyor. Aleviler, pozitivist refleksin özneleri olmaktan bir parça çıkıp, artık teolojik olanın da öznesi olduklarını; en az Sünniler kadar kendilerinin de bir dindarlık içerdiklerinin kabul görmesini istiyorlar. Bu konuda bir konsensüs olduğu gözlemleniyor. Yani bir bakıma Cumhuriyet’le, 60’ların sol rüzgârıyla sekteye uğrayan Alevi inanç ruhsalının yeniden toparlanmasına; kendi değerlerine dönmesine ve İslami teolojik değere oturması belirmiş oluyor. Başlangıçta Cumhuriyet, Aleviler için görece bir soluk alma olduysa da, Sünni kesimle arasına mesafeyi en çok bu dönemde koymuş oluyordu: Maraş, Çorum, Sivas ve gene Alevilerin daha az yaşadığı bölgelerde (Elazığ, 1979 kışı Bingöl olayı) yapılan saldırılar. Evet, Aleviler ‘dindarlaşmak’ istiyorlar ama bu Sünni kesimin ‘arzu ettiği’ şekilde olmayacak. Muhafazakârların bu oturumlarda açık edemedikleri niyet okumalarında beliren ve idealize etmeye çalıştıkları şey; handiyse Alevileri ‘müstakbel Sünni’ (bu bize Kürtleri bir dönem ‘müstakbel Türk’ görme eğilimini hatırlatıyor) olarak görmeleri; değilse de zamanla Şiiliğe yaklaşarak Caferiler gibi bir reflekse sahip olmalarını sağlayabilmek olarak okunabilir. Bu gizli niyetteki paradoks, aklını ve gücünü; Türk milliyetçiliğindeki hâkim pozitivist paradigma Sünniliği evcilleştirmek için nasıl çalıştıysa, benzer tutumun bugün Aleviler için düşünülmüş gibi. Aleviliğin kabulü, Sünniliğin Cumhuriyet pragmatiği içinde paradigma değişikliğine doğru evrilmesine de bağlıdır.  

Hukuki sonuçlar

Yasal tanınma mağdur siyaset refleksidir. Muktedir olanın yasal dayanaklara ihtiyacı yoktur zira. Aleviler için baştan itibaren en önemli husus olarak belirdi bu durum. Bunu, doğal muktedir alan içinde yaşayan herhangi bir Sünni’nin anlamasına imkân yok. Bu empati, ancak mağdur olma durumuyla anlaşılabilecek bir reflekse oturuyor bugün. Eğer bugün Alevilerin mağdur olduğuna inanan bir Sünni var ise, bunu maalesef yaşayamadığı İslami taleplerine borçluyuz bir parça da. Zira İslami çevrede demokratik refleks oldukça geç başlamıştır. Oysa Aleviler, teolojik bağlamda Sünnileri ‘ikna’ etmedikçe elde edecekleri yasal dayanakların ‘pratikte’ sorunları gidermede yeterli olamayacağı hesaba katmalıdırlar.

Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi, türdeş olmayan toplumsal kümelerin gözüne görünmeden varlığını sürdürmeyi önerdi. Seküler Cumhuriyet’in pozitivist aydınlanmacı refleksi, aslında Sünnilikten çok; ‘gevşek bir Müslümanlık içeren’ Aleviliğe (böyle bir yaygın kanının olduğunu hepimiz bal gibi biliyoruz!) yakındı. Fakat Aleviliğin sekülarize edilebileceği fikri ve tabandaki ‘gerici’ unsurların bertarafı için ‘kendi Sünni’sini inşa edecek yol ayrımını kurucu inanç olarak oluşturdu. Dolayısıyla daha baştan irrasyoneliteyi dışta tutan ideolojik bir tutumu belirlemiş oldu. Bugün, Aleviliğin herkesin müşterek bilgisinde makulleşmesi için, karşılıklı rızanın giderek bir katarsise (arınmaya) dönüşmesine bağlı olduğu görülüyor.  

Yaşasın yeni mabet

Başlangıçta Cemevlerinin statüsünde ‘ibadethane gibi’ bir örtük anlam üretildi. Cemevlerinin Cami karşıtı bir mabet olarak konması, süreci tıkadı. Cemevlerinin birer ‘Alevi Camisi’ olabileceği tartışmaya açılsaydı daha makul bir irade konulabilirdi. Kavranamayan, Aleviliğin neredeyse bir ‘matem inancı’ olduğu ve ‘ibadeti bir mekâna bağlama garantisi sağlamamış olmayı’ içermesiydi. Hiç bitmeyen yas... Cemevlerinin uzun vadede bir ibadethane olarak görülmesi, içindeki ‘dünyevi unsurlardan’ (Hz. Ali ve Hacı Bektaşi Veli temsili resimleri, Atatürk fotoğrafları) arınmasını zorunlu kılıyor. Mevcut İslami mabed algısını zorlayan bu tutumdan vazgeçilmedikçe ‘ibadethane talebi’ndeki ısrar havada kalıyor.  

Cumhuriyet çelmesi: yurttaş Alevi, dindar Alevi’ye karşı

Gene Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvının Alevilerce istenmesi de benzer bir paradoks olarak çıkıyor karşımıza. Aleviler adına tam bir sivil-yurttaşlık bilgisiyle, hayli seküler bir zihinle konuşan özneler; ödedikleri vergilerden imam maaşlarının verilmesini istemezken; yeni bir dindar tipini de tarif ediyor bize: Yurttaş-dindar. Diyanet’in ve zorunlu din derslerinin kaldırılması talebiyle konuşan özneler ile kendilerine teolojik bir rota çizmeye çalışan Aleviler çelişik bir tutum sergiliyorlar. İslam talebiyle din derslerinin kaldırılması talebi birbirini çelen iki tutum olarak görülüyor. Mevcut ortodoksi ideolojik tutumun pençesinde duran İlahiyat Fakültelerinin ve diğer kurumlarının Sünni İslam dışında teolojik bir tutum geliştirmeleri ise bugün mümkün görünmüyor.  

Sonuç yerine

Aleviliğin kimlik tanımlarının (teolojik ve hukuki) yapılarak kendi haklarının Anayasal güvenceye alınması istemine kulak vermek gerekiyor. Eğer demokrasi, mağdurların ideolojisiyse; o halde türdeş olmayanların gözetilmesi, korunması ve yasal haklarına kavuşmalarının sağlanması, sağlıklı bir toplum için olmazsa olmaz bir tutum olarak dayatıyor kendini.

* Yazar /

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy58822 = 'mkaygalak' + '@';

addy58822 = addy58822 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text58822 = 'mkaygalak' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

58822 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


Taraf / herTaraf - Istanbul - 19.02.2010

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.