Aleviliği Tanımlama, Tanı!

Aleviliği Tanımlama, Tanı!

Aleviliği Tanımlama, Tanı!Hüseyin DEMİRTAŞSelçuklu, Osmanlı ataları Alevileri, “Rafızî, mülhit, dinsiz ve kâfir”...

A+A-

Aleviliği Tanımlama, Tanı!Aleviliği Tanımlama, Tanı!

Hüseyin DEMİRTAŞ

Selçuklu, Osmanlı ataları Alevileri, “Rafızî, mülhit, dinsiz ve kâfir” diye niteleyerek kovuşturan, akıllara durgunluk veren katliamların altına imza atanların torunlarına son yıllarda bir şeyler oldu.

Bugün övgüyle bahsettikleri Zembilli Ali Efendi, Görezli Hamza ve Ebu Suud Efendi benzeri şeyhülislamlar, “Canları, malları ve ırzları helal”, “Bir Kızılbaş öldüren Müslüman cennete gider. Bunlarla savaşırken ölen Müslümanlar şehit, yaralananlarsa gazi olur” gibisinden sayısız fetvayla Alevilere karşı padişah emriyle ölüm fermanları hazırlıyorlardı. Bu politikanın sonucu olarak Aleviler Osmanlı döneminin hemen tamamında tarifsiz acılar çektiler, çok sayıda katliama ve sürekli bir asimilasyona maruz kaldılar. 1500’lü yıllardan itibaren de fiili karşılık verme güçlerinin azaldığını görünce geriye çekildiler. Kendilerini ıssız dağ başlarına, kuş uçmaz-kervan geçmez bölgelere atarak içlerine kapandılar. İçlerinde kendi inanç ve ibadetlerini tavizsiz bir biçimde sürdürürken, dışarıya karşı “Biz İslam’ın özüyüz. Hakiki Müslüman biziz” tarzında takiyyelere sığınarak hayatta kalma mücadelesi verdiler.

Aleviler bu şekilde içeriye başka, dışarıya başka bir hayatta kalma stratejisi izleyerek günümüze kadar gelebilmeyi ve inançlarını yaşatmayı başardılar. Ne var ki, dün kırsalda kapalı bir cemaat yapısı içinde bir işlerliğe sahip olan bu strateji, Alevilerin 1950’lilerden itibaren kentlere göçmesiyle birlikte çökmeye ve eski önemini yitirmeye başladı. Açıkçası dün “İslam’ın özüyüz” demekle kendini dışa karşı koruyabilen ve inancını yine de sürdürebilen Aleviler için bu önerme, kentlere göçle beraber işlevini yitirdiği gibi, bir de Alevi düşmanlarının ve devletin etkili bir silahına dönüşerek geri Alevilere doğrultuldu. Çünkü dün kendi topluluğu dışına çıktığında “Ben Müslüman’ım, hatta onun özüyüm” diyerek paçayı kurtarabilen ve kendi köyüne döndüğünde Müslüman olmanın gereklerini yerine getirmek gibi bir zorlamayla karşılaşmayan bir Alevi için kentlere yerleşimle birlikte büyük zorluklar baş gösterdi.

Artık söylem düzeyinde Müslümanlık yetmemeye başlamıştı. Diyanet, Kur’an kursları, imam-hatipler ve ilahiyat fakülteleri gibi çok güçlü mekanizmalarla ya da devasa ekonomik güçle Aleviler üzerinde çok büyük bir devlet ve toplum baskısı oluşturuldu. Aleviler söylemden eyleme geçmeye davet edilerek, sadece dilde değil pratikte de İslam’ın en belirgin şartları olan namaz, Ramazan orucu ve hac benzeri ibadetleri yerine getirmeye ya teşvik edildi veya zorlandı. Bu nedenle talep olmamasına rağmen Alevi köylerine cami inşa etme politikası hayata geçirildi. 1980 sonrası başlayan okullardaki zorunlu din dersleri uygulamasıyla yeni yetişen Alevi neslin beyinleri de adeta iğfal edilerek, onları Alevi kimliğine yabancılaştırma ve eritme devletin temel politikası haline sokuldu. Geçen yıllar içinde bu yolla Aleviler arasında kafa karışıklığı, kimliğine yabancılaşma ve çoğunluğa benzeme isteği yaratıldı.

GERÇEKTEN AYRI GAYRI YOK MU?

İşte daha önce atalarının hayatta kalma amacıyla söylediği “Biz de Müslüman’ız” sözüne bu yeni nesil Aleviler sanki gerçekmiş gibi sarılmaya başladılar. Diğer yandaysa “Bunlar Müslüman değil” diyerek önceleri Alevileri katleden zihniyetin torunları ya da bu anlayışın günümüzdeki sürdürücüleri, bu sözün Alevileri Sünni İslam’a döndürmede hakikaten çok işe yarar olduğunu keşfetti. O nedenle Diyanet’inden Süleymancılara, Harun Yahya’sından, Fethullahçılara Sünni İslam’ın irili ufaklı cemaatleri ve kurumlarının hemen tamamı yanında, başta AKP Hükümeti ile devletin tüm organları ağız birliği etmişçesine, “Aleviler de Müslüman. Alevilik İslam’dır. Biz yüzyıllardır barış içinde yaşadık. Aramızda ayrı gayrı yok” tezini hararetle savunmaya başladılar.

Soruyorum, eskiye göre ne değişti de Alevileri Müslüman saymaya başladınız?

Herkesin malumu hükümet 7 seri süren bir Alevi Çalıştayı düzenledi. Bu yolla yapılan Alevi Açılımı’nın sadece hükümetin değil aynı zamanda devletin ortak politikası olduğu ilan edilirken, çalıştaylar boyunca Aleviliği İslam içinde tanımlama isteği ısrarla öne çıkarıldı. Hatta tüm çalıştay süreci bu yönde zorlanırken, hükümetin/devletin Aleviler içindeki “Alevilik İslam’dır” diyen müttefiki Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan da, sık sık bu teze karşı çıkan Alevi örgütleri ve yöneticilerini suçlayan sözler sarf etti. Üstelik Prof. Doğan ucube bir kavram olan, aynı devekuşu gibi ne kuş ne de deve olabilen “Alevi İslam” deyimini icat etti ve bunu vakfının ana politikası olarak benimsedi. 

Aslında Cem Vakfı çevresinin kullanıma soktuğu “Alevi-İslam” kavramının öyle tarihsel bir temeli yok ve Alevilerin hayatlarında bir karşılığı bulunmuyor. Aleviler kendilerini geçmişlerinde hiçbir zaman böyle tanımlamadı. Bu kavram olsa olsa, Aleviliği egemenlerin istediği tarz yeniden inşaya ve arzu edilen şekle sokma siyasetine işaret ediyor.

Gerçi Cem Vakfı’nın bu “Alevi-İslam” tanımına Sünni kesim bıyık altından gülüyor. Çünkü bir milyar 200 milyonluk Sünni dünyasının otoriteleri dururken, daha önce İslam dışı sayılan Aleviliğe, nüfusları Türkiye dışındakiler dâhil en fazla 30–40 milyon ancak tutan Alevilerden bazılarının İslam’da kendilerine yer açma çabalarını hiç ciddiye almıyorlar. 

Ancak asıl vahamet ve çarpık bakış yukarıda bileşenleri saydığımız Sünni cephede yaşanıyor. Bunlar şimdi Alevi Çalıştayı arkasından yayınlanan raporda, Aleviliği şöyle tanımlıyor: „Aleviliğin İslam üst başlığı altında ‘Hak-Muhammed-Ali’ kavramları etrafında oluşan bir inanç ve erkân yolu olduğu konusunda tam bir uzlaşma sağlanmıştır.”

Kaldı ki, Aleviliği bu yönde bir ele alış www.odatv.com sitesinde yazan Lena Umay’ın çarpıcı tespitiyle, „Alevi çalıştaylarının ortaya çıkardığı tartışmalı sonuçlar; bütün tarihleri boyunca, Sünni İslam’la bağdaşmamayı başarmış bir dizi heterodoks inanış, fırka (secte) ve cemaati İslam içinde eritmeye-tek tipleştirmeye yönelik kaygının ifadeleri“ olabilir ancak.

ALEVİLER “HÜKMEN MÜSLÜMAN” İLAN EDİLİYOR

Çünkü bu cephede Alevilere ve Aleviliğe bakış konusunda maalesef düne göre değişen hiçbir şey yok. Değişen sadece taktik ve stratejiler. Şöyle ki; bunların Osmanlı ataları, „Aleviler Müslüman değil“ deyip Alevileri ve Aleviliği fiilen ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Kendilerine Osmanlı’nın torunlarıyız diyen bugünküler ise „Aleviler Müslüman’dır“ cümlesini dillerine pelesenk ederek, bu defa dedelerinin dün kökünü kazıyamadığı Alevileri futbol tabiriyle söylersek, „hükmen Müslüman“ ederek İslam içinde yok etme ve eritme politikası güdüyorlar. Nasıl ki futbolda karşılaşan iki takımdan birinin kurallara uymaması sonucu biri „hükmen mağlup“ diğeri de „hükmen galip“ ilan edilince, maçın tamamının oynanıp oynanmamış olmasının hiçbir önemi kalmıyorsa, Alevilerin de devlet tarafından „hükmen Müslüman“ sayılması aynı kapıya çıkıyor. Böylelikle Aleviler, İslam’ı nasıl algıladıklarına, yaşadıklarına ve kurallarına uyup uymadıklarına bakılmaksızın „hükmen Müslüman“ kabul ediliyor ve yukarıdan dayatılan bu karara itira
z etmeden rıza göstermeleri bekleniyor.

Kendi bakış açılarınca haklılar da, zira günümüzde İslam denilince anlaşılan ve ilk akla gelen şeyler belli. Şu anda hem İslam olsun olmasın tüm dünyada hem de ülkemizde İslam-Müslümanlık denilince, akıllara derhal Sünni İslam (Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbelîlik) ve Şia İslam (12 İmam Şiası -İmamiye Şiası-, Caferilik, Zeydilik, Dürzîlik, Nusayrilik ve kısmen 7 İmamcı İsmaililik) geliyor. Anılan mezheplerin de itikat, ibadet ve muamelatları açıkça ortada ve inanırları bunları her gün hayatlarında pratiğe geçiriyorlar. Bu İslam anlayışlarının ibadet yerleri camide ortaklaştığı gibi, İslam’ın beş, İman’ın da altı şartında da üç aşağı beş yukarı anlaşıyorlar.

Öte yandan İslam’ın söz konusu ortodoks mezheplerinin kuralları günümüzden yaklaşık olarak 1200 yıl önce oluşmuş ve bu yapı halen olduğu gibi korunuyor ve uygulanıyor.  Demek istediğimiz, gerek Sünni gerekse Şii İslam’ın yapısı ve kuralları açıkça ortada ve bunlarda herhangi bir değiş(tir)me, reform henüz daha gerçekleşmemiş durumda. Yani günümüzde inanılan ve yaşanan Sünnilik ve Şiilik ile Selçuklu, Osmanlı ve İran’daki Safeviler dönemindekiyle hemen hemen hiçbir farklılık göremezsiniz.

İşte bugün Alevilere dönüp „Siz Müslümansınız“ diyenler, İslam’ın bu değişmeyen statik yapısına ve kurallarının netliğine güveniyorlar. Demek istiyorlar ki, „Sizi Müslüman ilan ettik. İslam’ın ve İmanın Şartları da açıkça kitaplarımızda yazılı. Gelin bunlara kuzu kuzu uyun!“

ALEVİLİK İLE MEVCUT İSLAM ARASINDAKİ FARKLILIKLAR ÇOK BÜYÜK

Buna karşılık Alevilerse ne tarihlerinde ne de bugün Sünni ve Şii İslam mezheplerince tarif edilen İslam’ın ve İmanın Şartlarına ne inanmışlar ne de bunları günlük yaşamlarında uygulamaya geçirmişler. Örneğin iki ana mezhebin ikisi de „Müslüman olan namaz kılar, oruç tutar“ demişler; Aleviler oralı bile olmamış. Hac için Mekke’yi göstermişler; Aleviler yine „Benim Kâbe’m insandır“ deyip o yöne yüzlerini bile dönmemiş ve farz kılınan bu vazifeyi yerine getirmemişler. Şii ve Sünni mezheplerin mensupları ibadetlerini camide yaparken, Aleviler dün çoğunlukla kırsaldayken kimin evi temiz ve büyükçe ise orayı ibadethane haline getirmişler. Kente göçle birlikte de sabit mekânlar olan cemevlerini inşa etmiş bulunmaktadırlar. Şimdi kendilerine cami yolunu gösterenlere, „Kabul edin veya etmeyin. Bizim ibadet yerimiz burası, cami değil“ cevabını veriyorlar. Bu hususta ısrar cemevleri resmen ibadethane statüsüne kavuşturuluncaya kadar devam edeceğe benziyor…

Açıkça belli ki, bugün Türkiye Devleti, AKP Hükümeti, çoğunluk Sünni toplumun gerek kişi gerekse kurum bazındaki temsilcileri henüz İslam içinde Alevilere ve Aleviliğe bir yer hazırlamadan, Alevileri „peşinen ve hükmen Müslüman“ ilan ediyorlar. Oysa cari İslam anlayışları içinde halen Aleviliğe ve Alevilere uygun bir yer açılmış değil. Başka bir ifadeyle, mevcut İslam mezhepleri bir kere halen namaz kılmayan, oruç tutmayan ve hacca gitmeyen ve ötesi bu farzları yerine getirmenin gereğine bile inanmayan bir kişiyi Müslüman olarak kabul etmiyorlar. Camiyi tek ibadethane olarak görüyorlar. Bu İslam’ın değiştirilemez temel nâslarından en önemlisi olarak değerlendiriliyor. Alevilerse bu tekçi ve İslam’da çoğulculuğu dışlayıcı hükmü kesinlikle kabule yanaşmıyorlar.

Öyleyse ne olacak şimdi? Bakmayın siz yukarıda zikrettiğimiz Sünni aktörlerin kamuoyu önünde „Aleviler Müslüman’dır“ dediklerine. Onlar, kapalı kapılar arkasında ve kendi aralarında hala „Aleviler kâfirdir“, “Bir Alevi’nin Müslüman olabilmesi için önce Hıristiyanlığa geçmesi lazım”, „Alevi’nin kestiği yenmez“, „Oğlanları ve kızlarıyla evlenilmez“ şeklindeki tarihi önyargılarını tekrarlamaya devam ediyorlar.  Nitekim ne Sünni ne de Şii İslam mezhepleri içinde Alevilere bu türden ithamları yapmayı yasaklayan bir hüküm de henüz oluşturulmamış. O nedenle aslında bu tutumlarıyla mezheplerine uygun hareket ediyorlar demekte bir sakınca yoktur.

ALEVİLİĞİ TANIMLAMADA İKİ SEÇENEK VAR

Oysa bu hususlarda çok geç kalınmış durumda. Özellikle Sünniler ve kısmen de Şiiler eğer Alevilerle bir arada ve barış içinde yaşamak istiyorlarsa, önlerinde iki seçenek var. Nasıl olsa devlette her türlü imkânlarıyla arkalarında duruyor.

O halde tüm ulema ve devletin-hükümetin ilgili kurum mensupları toplanarak, „Alevilik, İslam coğrafyası ve tarihi içinde oluşmuş kendine has inanç-itikat, ibadet ve muamelatı olan muhalif-heteredoks bir İslam mezhebidir. Cemevleri de ibadethanedir. Cemevi cami ile eş ve eşit statüdedir. Bizler Alevileri mevcut inanç ve ibadet yapısıyla İslam’ın bir parçası olarak kabul ve ‚resmen’ tüm dünyaya ilan ediyoruz. Aleviler, Sünni veya Şii İslam’ın gereklerini yerine getirmeden de kendilerini rahatlıkla İslam içinde ifade edebilirler. Bunun önünde dinen bir engel yoktur. Onları oldukları gibi, bizlere benzemek zorunda kalmadan ve kendilerini değiştirmeden Müslüman kabul ettik“ kararı alacaklar...

Yahutta çıkıp açıkça, “Kimse kusura bakmasın. Alevileri biz mevcut yapılarıyla İslam’ın içinde kabul edemeyiz. Buna İslam’ın 1400 yıllık tarihi mirası, birikimi ve kuralları yüzyıllardır sabit mezhepleri izin vermez. Bizim bu durumu değiştirmeye de zaten gücümüz yetmez. Günümüzdeki yaşam biçimleri, inançları, ibadethane anlayışları ile Alevileri kesinlikle İslam’ın içinde görmemiz mümkün değil. Aleviler, Müslüman’ım diyorsa, İslam’ın ve İmanın Şartları gayet açıktır. Bunlara uyarlarsa Müslüman’dırlar, değilse Alevileri ve Aleviliği İslam dairesi içine değerlendiremeyiz” benzeri ifadeleri içeren bir manifesto yayınlamak zorundadırlar.

Hâlbuki ilgili aktörlerin önlerindeki seçenekler bu kadar netken, şimdiye kadar Alevilere ve Aleviliğe dair tutumları çok muğlâk, kaygan ve bir çerçeveden yoksun. Aleviliğe bir türlü İslam içinde makul bir yer açamıyorlar. Ne “din”dir, “mezhep”tir ne de “tarikat”tır demeye dilleri varıyor. Aleviliğe en fazla biçe biçe biçtikleri rol ve tanım ne idüğü belirsiz, “İslam içinde oluşmuş tasavvufi bir meşrep!” Ya da Alevi Çalıştayı raporunda yer aldığı üzere, Alevilik kendi şahsına özel farklı bir inanış/felsefe/öğreti veya din olarak tanımlanmıyor ve bir mezhep olarakta adlandırılmıyor. Aksine “Hak-Muhammed-Ali kavramları etrafında oluşan bir inanç ve erkân yolu” şeklinde her yöne çekilebilecek temelsiz bir ifade kullanılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı eski Başmüfettişi Abdülkadir Sezgin gibi resmi ağızlardan daha da ileri gidenler ise, Aleviliği Sünniliğin bir “alt-kol”u olarak görüyor.

ALEVİLİK DOĞRU YOLUN (İSLAM) SAPIK KOLU MU?

Oysa 1979 İran İslam devrimine gelinceye kadar ülkemizdeki Sünni kesim Aleviliği Gulat-ı Şia (Aşırı, Sapkın Şii) başlığı altında Şii İslam içinde sayıyordu ve Necip Fazıl’da Aleviliği ve benzeri muhalif-batıni akımları anlatan “Doğru Yolun Sapık Kolları” adında bir kitap kaleme almıştı. Sonraları Humeyni rejimi Alevileri Şiileştirecek ve biz artık Sünnileştiremeyeceğiz korkusuyla kendi içinde zaten problemli bu tanım da rafa kaldırıldı. 

Sahiden nedir Allah aşkına bu meşrep, anlayış, kol ve erkân gibi belirsiz ve dünya ilahiyat literatüründe yeri olmayan kavramların anlamı?

Tabii ki teoride olmasa da pratikte çok kullanışlı tarafları var tüm bu yeni yetme kavramların… Kelime oyunlarının hedefi gayet açık; eşyaya adıyla hitap etmeyerek, topu taca atma ve oyalama! Böyle laf salatalarıyla ve demagojilerle zaman kazanıp, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda genel nüfusa oranları yüzde 40’larda gezinen Alevileri yüzde 20’lere indirmeyi başardılar. Şimdi hükmen “Siz Müslümansınız” benzeri tatlı sözlerle aslında bilinen ama kendilerince yeni bir taktikle bu rakamı daha da aşağıya çekmeye ve gerekirse sıfırlamaya çalışıyorlar. Kısaca Alevileri Sünni İslam içinde eritip, yok etmeyi hedefliyorlar. Son yıllarda devlet ve hükümetin Aleviliğe yoğun bir şekilde el atması, çalıştaylar düzenlemesi ve açılımlar yapması nihayetinde hep bu amaca hizmet ediyor. Zira ifade ettiğimiz üzere, Aleviliğe, kendi gerçeğini yansıtıcı ve Alevilerin Aleviliği algılayış biçimini özne ve merkez olarak kabul eden bir tanımlama yapamıyorlar. Bundan ısrarla kaçınıyorlar.

Lakin Türkiye’de bu türden oyalamalarla, kafa karıştırmalarla, kavramlarla oynamayla toplumsal barışı tesis edecek bir yere varılamaz. Bir yere varılır varılmasını ama bu da kimseyi memnun etmez.

İşin gerçeği Aleviler İslam’ın neresinde olduklarını gayet iyi biliyorlar… Ama günümüz koşullarında tek başına Alevilerin İslam’daki yerlerini bilmesi yetmiyor. Artık devletin, İslam şeriatını kısmen veya tamamen temsil ve uygulama yetkisine sahip olan Diyanet ve benzeri kurumların da Alevilikle ilgili bakışlarını, Aleviliğin İslam’daki yerini ve konumunu kesine yakın şekilde netleştirmeleri gerekiyor. Alevilerin, Aleviliği algılayış ve tanımlayışlarını özellikle dikkate alarak bir tanım yapmaları, ona belli bir çerçeve çizmelerinin zamanı geldi de geçiyor. Aksi takdirde ortaya çıkacak kaos ortamı tarafların tümünü boğabilir!

ALEVİLİĞE YÖNELİK BAKIŞ NETLEŞMELİ

Boğabilir dedik, çünkü bu türden din ve mezhep kavgalarının tarihte ve günümüzde örneği çok. Malum Şiilikte İslam dünyasının çoğunluğunu oluşturan Sünnilerce yüzyıllarca İslam dışı sayıldı. 1730’lu yıllarda İran’da Türkmen Avşar boyundan Safevi Hükümdarı Nadir Şah, dönemin Osmanlı padişahıyla Şiiliğin İslam’ın “hak mezhebi” olarak tanınması için İstanbul’a sayısız heyetler gönderdi ve uzun pazarlıklar yaptı. Osmanlı padişahı yine de Şiiliği resmen tanımaya yanaşmadı. Osmanlı topraklarında yaşayan Şiiler de çeşitli baskılar görmeye ve Sünni mezheplerden birine geçmeye zorlanmaya devam etti. Oysa Nadir Şah, İslam mezhepleri arasında bir barış ortamı yaratmayı hedefliyor; kendi topraklarındaki Şah İsmail zamanından beri devam eden Sünnilere baskı politikasını terk ederken, Osmanlı’nın da aynı uygulamayı sınırları içindeki Şiilere karşı hayata geçirmesini bekliyordu. Şüphesiz o dönemler böyle bir ortam oluşmasa da, atılan tohumlar sonraları filiz verdi. Şiilerin resmen ve fiilen İslam’ın bir mezhebi olarak kabulü ve artık kâfir sayılmamaları için 1950’li yılları beklemesi gerekti. Bu tarihlerde toplanan İslam dünyasının en saygın kurumlarından olan Mısır’daki El-Ezher Üniversitesi uleması bir fetva yayınlayarak, Şiiliğin İslam içi bir mezhep olduğunu resmen tescillemiş oldu.

Burada altı çizilmesi gereken şey şu: El-Ezher Uleması, Şiiliği resmen İslam içi kabul ederken, kesinlikle Şiilerin, Şiiliği nasıl algıladıklarına karışmadı. Ne Şiilikteki İmanın Şartlarından olan “İmamete İman” sorgulandı ne bu mezhepte yerleşmiş Fars geleneklerinin dışarı atılması istendi ve ne de namaz kılarken Kerbela toprağından yapılma yassı taşları kullanmaları puta taparlık diye nitelendi. 10 Muharrem’deki Kerbela matemi sırasında kendi kendini zincirle dövme gibi ritüellere ise hiç karışılmadı. Yani El-Ezher Uleması Şiiliği ve Şiileri nasılsa öyle kabul ettiler. Onların inanç-itikat, ibadet ve kendilerine has uygulamalarını değiştirmeye kalkmadılar. Özünde Şiilere rağmen Şiiliğe yeni bir tanım getirmeye kalkmadılar.  İşte Türkiye’de Alevilerin ilgililerden beklentisi tam da bu yönde bir açılım yapılmasıdır…

ALEVİLİK YA ALTINCI MEZHEP OLACAK VEYA BAĞIMSIZ DİNE DÖNÜŞECEK

Görüldüğü gibi yol-yordam belli. İlgili taraflar, ya Şiiliktekine benzer bir şekilde resmen Aleviliği olduğu gibi İslam’ın bir mezhebi ilan ve kabul edecekler. Şii’nin camisi ayrı olduğu ve orada Sünniler ibadet edemediği halde İslami bir ibadethane sayılması gibi, cemevi de caminin mübadili-eşiti bir ibadethane muamelesi görecek veya Aleviler artık kendi yollarında gidecek… Açıkçası Alevilik kendine özgü bir din, felsefe ve öğreti olarak kendine yeni bir yön çizecek. Birinci seçeneğin gereğini yerine getirmeyenlerin de buna hiçbir itiraz hakkı olamaz. Zira şu anki mevcut tanımsız ve çerçevesiz konum, Alevilerin asimilasyonundan başka hiçbir şeye hizmet etmiyor.

Neticede hem Aleviler hem de devlet ve Sünni İslam’daki söz-karar-fetva sahipleri tarihsel önemde bir yol ayrımında. Ya İslam’ın mevcut sınırları genişletilerek, gerekirse en azından Türkiye’deki anlayışta bir reform yapılıp Aleviliğe ayrı bir yer açılması gerekiyor. Nasıl ki Şiilik 5. Hak Mezhep olarak kabul edildiyse, Aleviliğin de 6. Hak Mezhep diye âleme resmen ilan edilmesi ve bu konum tescillenmek zorundadır! Tersi durumda ise Alevileri, Aleviliği ayrı bir din ve inanç sistemi olarak görmek ve tüm dünyaya böyle göstermekte kimse engelleyemez. Buna artık kimsenin hakkı, yetkisi olamayacağı gibi gücü de yetmeyecektir!

Eğer izah ettiğimiz birinci adımı atıl(a)mıyorsa, şu anda Aleviliğe, Aleviler hiçe sayılarak tek taraflı bir tanım getirmeye kalkışılması, Lena Umay’ın yerinde ifadesiyle, “Alevilik gibi bir inanışı ve ona yakın kurum, fırka ve tarikatları ‘İslam içi’ tanımlamak, bu inanışı ve ona yakın bütün oluşumların sahiplerinin yüzyıllarca gördüğü zulüm ve inkârın bir daha ikrarı” anlamına gelir. 

Sonuçta tekrar pahasına bir daha söylersek; etkili, yetkili ve karar sahibi Sünni kişi, kurum ve otoriteler Alevilere, İslam’da kendilerine ve inançlarına resmi ve kesin bir ayarlamadan İslam’ın içine gelin çağrısı yapmaktadırlar. Oysa görmek istemiyorlar ki, mevcut İslam anlayışlarında ve Sünni halkın kafasında Alevilere oldukları haliyle yer yoktur. Mevcut İslam Alevileri ve Aleviliği hali hazırdaki yapısıyla kaldıramaz. Açıktır ki, bu davet Alevilere doğrudan bir asimilasyon çağrısıdır. Kaldı ki, “Alevilik İslam’dır” diye tanımlanacaksa, önce Aleviliğe ve Alevilere İslam’da bir yer açılmalı ve bir altyapı hazırlanmalıdır. Böyle bir yer ise henüz yoktur! Asıl mesele de çok net olarak buradadır, tabii ki anlayana…

Göreceğiz bakalım, ilgili çevrelerin yukarıdaki türden radikal açılımlar yapmaya cesaretleri var mı? Yoksa idare-i maslahatçılık oynayarak günü kurtarmaya mı çalışıyorlar? Şimdilik bu anlayış açık ara galip görünüyor.

---------- o O o -------------

Butzbach, 29 Mart 2010

— Bu Makale Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Aylık Yayın Organı Alevilerin Sesi Dergisi’nin 136. Sayısında Yayınlanmıştır

KAYNAK: Alevihaber.com - 30.04.2010

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.