Ali Şîr Nevâî

Ali Şîr Nevâî

(Herat, 9 Şubat 1441 - Herat, 3 Ocak 1501) Âlimlerimiz, Alişir Nevâî'yi; Homer, Dante, Nizamî, Sa'dî, Şekspir, Balzak, Tolstoy ve Tagor gibi büyük sanatçılarla...

A+A-

(Herat, 9 Şubat 1441 - Herat, 3 Ocak 1501) Âlimlerimiz, Alişir Nevâî'yi; Homer, Dante, Nizamî, Sa'dî, Şekspir, Balzak, Tolstoy ve Tagor gibi büyük sanatçılarla aynı ayarda görüyorlar. Bana göre, Nevâî, sanatının derecesi, millî edebiyatın gelişmesine olan hizmetleri ve telif ettiği çok sayıda eseriyle yalnız Şekspir, Balzak ve Lev Tolstoy ile mukayese edilebilir ve onlarla aynı sırada sayılabilir. Diğer taraftan, çok sayıda kaliteli eser vermesinin yanı sıra Timur ve oğullarının saltanatları döneminde büyük bir devlet adamı sıfatıyla cemiyet ve millet hayatındaki büyük tesirini de düşünürsek, o, (hem sanatkâr hem de devlet adamı olarak) dünyada emsalsizdir. Nevâî Türkiye'de iyi tanınıyor. Eserleri Türkiye'de yayınlanıp okunuyor. Bu sebeple Nevâî'nin biyografisi bu ülkede iyi biliniyor; ama, biz bu neşir için bir kere daha onun hayatım ve edebî şahsiyetini özetlemeye çalışacağız. Alişir Nevâî 9 Şubat 1441 tarihinde Herat şehrinde doğdu. Nevâî, mahlasıdır. Babası Gıyâseddin Kiçkine bir Uygur Türk'ü olarak Timur ailesinden Ebulkasım Babür'ün saray görevlisi idi. Daha sonra Sebzevâr valisi oldu. Alişir'in hem anne hem baba tarafından dedeleri de Timurîlerin saraylarında üst görevler yapmışlardı. Bir cümleyle ifade etmek gerekirse, Alişir, doğrudan doğruya Timurîlerin saray çevresinde yetişti. Beraber büyüdükleri arkadaşı, meşhur şair ve devlet adamı Hüseyin Baykara ile aynı okulda okudu. Bu iki büyük insanın dostlukları ömürlerinin sonuna kadar devam etti. Hüseyin Baykara, Nevâî'nin devlet adamı olarak yetişmesinde ve sarayda hizmet yapmasında, imkanlar yaratmış, bir şah sıfatıyla, onu daima desteklemiştir. Alişir sekiz yaşındayken, Horasan'daki siyasi hadiseler sebebiyle ailesi Irak'a göç eder. Yolda, Tef t şehrinde o, Timur tarihçilerinden biri olan meşhur Şerafeddin Ali Yezdi ile karşılaşır. Bu hadisenin ve şair olan dayıları Mir Sâid (Kabûlî) ve Muhammed Ali (Garibî) kardeşlerin tesiriyle sanata, yazmaya yönelir. Alişir'in ailesi, 1452'de Herat'a döner. Alişir tahsiline devam eder. İlim, fen, san'at ve müzikte eğitimini sürdürürken bir taraftan da ilk gazellerini yazmaya başlar. Genç yaşta Feridüddin Attar'ın "Mantıku't-Tayr" adlı eserini okumuş ve ezberlemiştir. Birçok âlim, Nevâî'nin dünya görüşünün şekillenişinde bu eserin büyük rol oynadığında birleşiyor. Alişir'in şiirdeki üstadı Lutfî'ydi. Lutfî, Alişir daha on iki yaşındayken onu keşfetmiş, yüreklendirmiş ve yeni şiirler yazması için teşvik etmiştir. Lutfî, Alişir'in; Arazın yapgaç közimdin saçılur her lahza yaş Böylekim, peyda bolur yulduz, nihân bolğaç quyaş diye başlayan gazeline hayran olmuştur. Tarihçi Handemir'in naklettiğine göre, Lutfî bu gazel için "Eğer mümkün olsa, Fars ve Türk diliyle yazdığım 10-12 bin mısralık şiirimi bu gazelle değişirdim " demiştir. Alişir on beş yaşındayken babadan yetim kaldı ve Ebulkasım Babür'ün sarayında yetişti. Ebulkasım Babür, Meşhed'deyken uzun yıllar Alişir de Meşhed'de yaşadı, burada okudu ve şiir yazmaya devam etti. Hüseyin Baykara ise, ata binip kılıç kuşanıp Timurîler tahtı için mücadeleye girer ve Merv'e yönelir. Bu devirde Alişir bütün şark klasiklerini okudu; şiir, felsefe, din ilmi, sanat ve kültür tarihini iyi öğrendi. Türkçe'yle Farsça'yı şiirlerinde aynı derecede yüksek sanat gücüyle kullandı. Türkçe yazdığı şiirlerde Nevâî, Farsça yazdığı şiirlerde ise "Fâni" (Arapça "fena" sözünden: yok oluş; mecazi mânâsı ise Allah'ın aşkıyla kendinden geçme, yok olma) mahlasını kullandı. Alişir, Meşhed yıllarında şair Kemal Turbetî ve Hasan Erdeşir'den etkilendi. Sonraki yıllarda bu iki şahıs hakkında hususî eser yazdı. Alişir, on dokuz yaşında meşhur mutasavvuf Abdurrahmân Câmî ile tanıştı. Onun öğrencisi (şakirdi) oldu. Câmî, onun hem şair, hem devlet adamı olarak yetişmesinde mühim rol oynadı. Tarih kitapları Câmî öldüğü zaman Alişir'in onun bütün devrelerinden geçtiğini, büyük üstada lâyık talebe, dost, sadık insan olduğunu yazıyor. Nevâî ve Câmî mevzusunda tarih kitapları gibi edebî eserler de yazıldı. Bu mevzu üzerinde fazla durmuyoruz. Nevâî Herat'ta bir müddet Ebusaid Mirza sarayında görev yaptı. Ebusaid zâlim biriydi. Halk ona karşı ayaklandı. İsyancıların arasında dayıları da bulunduğu için Nevâî, Semerkand'a sürüldü. Semerkand'da meşhur Feyzullah Ebulleys, onu himayesine aldı. Büyük âlim, Nevâî'ye "evlâdım" diyordu. Nevâî, onun medresesinde okudu. Tarihçi Handemir'e göre Ebulleys, Nevâî'yi çok sevdi, onun âlim olarak yetişmesinde büyük rol oynadı. Nevâî'nin hayatı elbette rahat ve huzur içinde geçmedi. Herat'taki saraydan sürgün edilince eski Sebzevâr valisi olan merhum babasından kalan mal ve mülkü Ebusaid tarafından müsadere edildi. Bu dönemde çok yoksulluk çekti. Semerkand'da vali ve ileri gelenlerin onu himaye ettikleri, Semerkandlı Ferganlı, Taşkentli ve Buharalı âlim ve şairlerle dostluklar kurduğu, onun sanat hayatında bu çevrenin büyük tesir yaptığı hakkında Handemir'in "Mekârimü'l-Ahlâk" adlı eseriyle şairin "Mecâlisü'n-Nefâis" adlı eserinde kıymetli bilgiler mevcuttur. Nevâî, bu sebeple Semerkand'daki hayatını bir ömür boyu unutmadı. Semerkand'dan çıkan meşhur tarihçiler Abdurrezzak Semerkandî, Devletşah gibi çok sayıda âlim, şair ve sanatçının yetişmesinde yardımcı oldu. Nevâî 1469'a kadar Semerkand'da kaldı. Bu dönemde buradaki sanat muhitine büyük tesiri oldu. Ömrünün sonuna kadar, bu eski ve medeni şehirle ilgisini kesmedi, buradaki kültürel muhitin gelişip yükselmesi için çalıştı. Hüseyin Baykara, 1469'da Herat'ı alarak tahta oturdu. Bunun üzerine Nevâî de başkent Herat'a döndü. Dostu Hüseyin Baykara ona sarayında mühürdarlık görevi verdi. Sarayda bu görevi sürdürürken halktan çok vergi alındığının farkına vardı ve vergi azaltmak için harekete geçti. Tarihçilere göre, Timurlar devrinde 99 türlü vergi vardı. (Bu Şeybanîler devrinde de devam etti.) Bazı yöneticiler bu konuda suistimal yapıp ek vergiler alıyorlardı. Nevâî buna karşı da mücadele etti. Halk arasında itibarı çok yükseldi. Baykara, Nevâî gibi bilgili ve dürüst bir insanın devletin üst kurumlarında görev yapması gerektiğini düşünüp onu 1472'de vezirliğe getirdi. Şair ve devlet adamı Nevâî, memleketin kültürel, ekonomik ve adlî bakımından gelişmesi için istikrarı için dinlenmeden çalıştı. Timur oğulları ve akrabaları arasındaki iç kavgayı sona erdirmeye, barış içinde yaşamayı sağlamaya gayret etti. Çok sayıda bilim ve kültür adamının yetişmesinde yardımcı oldu. Hüseyin Baykara ve Alişir Nevâî devrinde Herat, büyük bir kültür merkezi haline geldi. Bağrından, Türkistan tarihindeki birçok edebiyat ve sanat adamlarıyla paha biçilmez mimarî âbideleri ve sanat eserlerini çıkardı. Bu devirde yüzlerce tanınmış şair ve tarihçi bizzat Nevâî'nin üstadlığı ve hâmiliğiyle yetişti. Örnek olarak, büyük tarihçiler Mirhand ve Handemir'i, hattat Sultan Ali'yi, resssam Behzâd'ı hatırlatmak kâfidir. Nevâî'nin teşebbüsü ve yardımıyla çok sayıda bina, su yolu, köprü, medrese, kervansaray ve cami gibi imaretler yapıldı. Bunlardan bazılarını hatırlatıyoruz: Herat'ta İhlâsiye Medresesi, Halâsiye Hânegâhı, İncil su yolu boyundaki cami, şifahâne, köprü ve dükkânlar... Üstad Attar türbesi, Yezd'deki kümbet veya on taş, seksen kilometre uzunluğundaki Meşhed su kanalı. Birçok hükümdar, halkı suya kavuşturan böyle bir projeyi gerçekleştirememişlerdi. Handemir, "Mekârimü'l-Ahlâk" adlı kitabında Nevâî'nin bina ettirdiği imaret, hânegâh, havuz, rebât vb. eserlerin listesini veriyor. Nevâî, meşhur tasavvvufçulardan Hoca Yusuf Hamedânî, Abdurrahman Câmî vb. birçok mübarek zâtın kabirleri etrafına imaret ve ziyaretgâhlar yaptırdı. Handemir, Nevâî'nin elliden fazla ribât (kervansaray), yirmiden fazla havuz, on altı köprü (bunlardan bazıları, mesela Nigâr ve Tir köprüleri mermerden yapılmıştır), ondan fazla hamam adlarını sayar (Nevâî ve Çağdaşları Hâtırası, Taşkent, 1986, s.89-91). Nevâî, kendi kurdurduğu medreselerde okuyan talebe ve hocalara kendi parasından maaş ve iaşe sağlamıştır. Şifahânelerde tedavi ücretsizdir. Handemir'in naklettiğine göre, Halaaasiye Hânegâhında her zaman kimsesizlere ve fakirlere yemek verilirdi. Bu hânegâhta her yıl Nevâî'nin hesabından iki bin palto, gömlek, elbise, fes, ayakkabı dağıtılırdı. Nevâî bütün bu yardımları, şahsi mal ve mülkünden sağlardı. Devletşah, "Tezkiretü'ş-Şuâra" adlı eserinde şu bilgiyi veriyor: "Nevâî, temiz mülkünü ve helâl zenginliğini Allah yolunda sarf ediyor; memleketi için medreseler, camiler, kervansaraylar vb. binalar yaptırıyor. Vakıflara harcadığı para tahminen beş milyon altın liradır." (D. Semerkandî, "Şairler Bostanı", Farsça'dan Özbekçe'ye çeviren B. Ahmedov, Taşkent 1981, s. 193). Bu konuda, îzzet Sultan'ın "Nevâî'nin Kalp Defteri "(Taşkent 1969, s. 285) adlı kitabındaki bir sözünü hatırlatmamız gerekiyor: "Mirza Haydar'in 'Tarih-i Reşidi' adlı eserinde şu değerlendirme var: 'Alişir'in bir günlük harcaması 18 bin şahruhî dinar idi ve bunun tamamını hayırlı işler için sarf ederdi." Bütün bu bilgiler Nevâî'nin ne kadar samimi, yurdunu seven ve bu sevgisini uygulamalarıyla ispat eden bir insan olduğunu gösteriyor. Nevâî bu vasıflarıyla sadece Türkistan ve Türk dilli devletlere değil bütün dünyaya, bütün insanlığa ibret olacak bir şahsiyettir. Tarihte böyle bir şahsı bulmak zordur. Çünkü Nevai'nin gerçekleştirdiği bu hayırlı işleri, ne Tolstoy ne de Şekspir yapmıştır. Bu mânâda Nevâî'yi hem sanatkâr hem de bir şahsiyet olarak dünyanın en büyük sanatçılarıyla denk göstermek veya kıyaslamak mümkün değildir. Nevâî, emesâlsiz bir şahsiyette, büyük bir sanatçıdır. Nevâî'den büyük bir şiir, nesir, tarih ve ilim mirası kaldı. Önce şiire lirik gazellerle başlayan şairin dostları, onun halk arasında meşhur olan şiirlerini toplayıp 1465-66 yıllarında bir Divan tertip ettiler. Şair kendi ilk divanını "Bedâiü'l-Bidâye" adıyla 1470'te tertip etti. 1476-1483 yıllarında yazdığı şiirleri ikinci divanı olan "Nevâdirü'n-Nihâye"de topladı. Bu divanlar mürettep, düzgün divanlar olup, bütün taleplere cevap verebilecek kalitededir. Birinci divanı olan "Bedâiü'l-Bidâye"de 842 şiir mevcuttur. Bunlardan 585'i gazel, üçü müstezad, dördü muhammes, ikisi müseddes, üçü terci'-i bend, kırk dokuzu kıt'a, yetmiş sekizi rubâî, onu çistân, elli ikisi muamma, onu tuyuk, kırk altısı müfred idi. İkinci divanı da böyle şiir türlerini içine alan 693 şiirden ibaret, mükemmel bir divandır. Bu iki divan, Nevâî'nin lirik mirasını içinde toplayan "Hazâyinü'l-Maânî" adlı dört divandan meydana gelmiş olan büyük eserinin yazılmasına temel teşkil eder. 1491-1498 arası tertiplenen divanda mükemmel bir düzen var. Mesele, bu eseri meydana getiren dört divanın her birinden 650'şer gazel yer alıyor. Diğer türdeki şiirler de bu paralellikle sıralanmış. Ayrıca divanlar hayatının devirlerine göre kronolojik olarak dizilmiş. Eserde yer alan birinci divan "Garâîbü's-Sığar" şairin 7-20 yaşları arasında yazdığı gençlik şiirleridir. İkinci divan "Nevâdirü'ş-Şebâb" 20-35 yaşlan arasında yazdığı şiirlerdir. Üçüncü divan "Bedâîü'l-Vasat" orta yaş, yani 35-45 yıllan arasında yazılmış şiirlerden meydana gelir. Dördüncü divan "Fevâyidü'l-Kibar" ise 45-60 yılları arasında yazılmış şiirlerdir. Daha önceki yıllarda neşredilen iki divandaki (Bedâyiü'l-Bidâye, Nevâdiü'n-Hikâye) şiirler ise "Hazâyinü'l-Maâni"ye serpiştirilerek yerleştirilmiştir. "Hazâyinü'l-Maâni"de 45 bin mısra vardır. Farsça yazdığı şiirlerin toplandığı "Divân-ı Fânî"de ise mısra sayısı 12 bindir. Bu divan da mürettip olup, değişik türdeki şiirlerinden oluşmuştur. Bu yüksek seviyede lirik mirasından başka Nevâî'nin dünya edebiyatının büyük eserleri seviyesinde beş mesneviden meydana gelen "Hamse"si de var. Türkçe'de ilk Hamse yazarı Nevâî'dir. Hamse türünü ilk olarak Genceli Nizamî ile Hüsrev Dehlevî yaratmışlardır. Nevâî bu türü, geçmiş soydaşlanndan öğrenip miras aldı ve onun Türkçesini yazdı. Bu, Nevâî'nin Türkçe'ye ve Türk milletine yaptığı büyük hizmettir. Bu devirde Farsça ve Fars kültürünün, Türkçe ve Türk kültüründen üstün olduğunu açıkça savunanlar vardı. Bundan rahatsız olan Nevâî, "Muhakemetü'l-Lugateyn"de, Farsça'yı bilen Türklerin çokluğuna karşılık Türkçe'yi bilen Farsların yokluğundan söz eder. İşte bu hamse, Türkçe'yi benimsemeyenlere âdeta bir cevaptır ve dilimize bu yönüyle de büyük hizmettir. Aslında Nevâî'ye kadar ilk hamselerin yazarları olan Nizamî ve Dehlevî de birer Türk idiler. Fakat onlar Farsça yazdıkları için herkes onların Fars olduklarını sanıyordu. Tarihin ve tarihî şahsiyetlerin iyi bilinmemesi sebebiyle Nevâî devrinde mevcut olan bu cahillik, bugün için de başka kimselerle ilgili olarak görülmektedir.

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.