Kazım Eroğlu

Kazım Eroğlu

ALİ’siz ALEVİLİK olmaz ama ALİ’yle de olmaz!

A+A-

Yukarıdaki tanımlamada bir çelişki olduğu düşünülebilinir; ama eğer Ali’nin Arap İslam Devleti içindeki gerçek kişiliğinin yanında Alevilikte üretilen Ali olgusunu düşünürsek, yukarıdaki savın bir çelişki teşkil etmediği, birbirini tamamladığı görülecektir.

Ali; Muhammed’in amcası oğlu ve damadıdır. Küçük yaştan itibaren Ali’nin yaşamı Muhammed’in yaşamıyla bir abi kardeş gibi kesişir. Ali, İslamiyet’i ilk kabul eden 3 kişiden biridir. Osman’dan sonra Arap köleci-feodal İslam Devletinin 5 yıl sürecek 4. Halifeliğini de yapan Ali’nin İslam düşüncesinin en katışıksız savunucusu olduğu yönünde hemen tüm araştırmacılar birleşir. Gerçekten de Ali Kuran’a ve Muhammed’in sünnetine kendini adamış biridir. Bu adanmışlıktır ki İslam Tarihçisi C. Cahen, Sünnilik sıfatını hak edenlerin gerçekte Ali ve taraftarları olduğunu söyleyecektir. Ali bu bağlılığı; “ …Ben de her an devenin yavrusu nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim” sözleriyle açıklayacaktır.

Ali, başından sonuna kadar İslamiyet’in kılıcı ve onun fikriyatının savunucusu olmuştur. Ali yalnızca İslamiyet’i kabul etmeyenlere karşı kılıç kuşanmamıştır, aynı zamanda İslam içindeki farklılıklara, Muaviye ile olan çekişmesinde hakem olayından dolayı kendisini terk eden taraftarlarına (bunlara hariciler denecektir) karşı da kılıç kuşanmış, her türlü muhalefeti en acımasız biçimde bastırmaktan geri durmamıştır. Ali’yi İslam Devletinin kanlı ve yağmacı tarihinden ayrı düşünebilmenin olanağı yoktur. Ali Emevi ve Abbasi İslam yönetimlerinin koşulsuz biat kültürünü kendisi de sürdürmüştür. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a biat eden Ali, 3 halifenin de akıl hocalığını (danışmanlık) yapmış ve başından sonuna İslam Devletinin yağmasından payını da almıştır. Arap İslam Devletinde feodal-aristokrat egemenliğin bir kanadını oluşturan Ali -ve Haşimi kabilesi- hiçbir zaman ezilenlerin ve yoksulun yanında olmamıştır, onların davasını savunmamıştır. Köleleri toplumdaki bir sınıf olarak bile görmeyen Ali (ki kendi ve çocukları da birçok kölenin sahibidir), İslam toplumunda dört ayrı sınıfa işaret eder; egemen sınıfı buyruk sahipleri, diğerlerini de buyruğa uyanlar olarak kabaca iki ayrı sınıf olarak niteleyerek bu düzeni kutsar ve meşrulaştırır. Ali’nin (daha doğrusu İslam’ın) bu düzeninden kimileri eşitlik çıkarmaya, yoksul ve mazlumdan yana bir tavır çıkarmaya çalışır, ama nafile. Ezen ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin olduğu iki kutuplu bir toplumsal düzenden eşitlik çıkmaz. Ali’nin eşitliği ancak İslam’ın elverdiği ölçüde bir eşitliktir. Köleci-feodal aristokrat, sömürgeci bir kültürü baştan tırnağa içselleştiren Ali’nin bu yöndeki niteliklerini ise burada yazmayı gerekli görmem. Ancak, İslam inancının gereği olan ibadetlere ilişkin kimi sözlerini bilmeyenlerin bilmesini isterim;

“ Savaş İslam’ın en yüce rüknüdür. Aynı zamanda Allah’ın birliğini ikrar etmek de bu vesilelerdendir; çünkü bu ikrar yaradılışa uymaktır. Ve namaz kılmaktır; çünkü bu dinin esasıdır. Ve zekat vermektir; çünkü bu gerekli farzdır. Ve Ramazan ayının orucunu tutmaktır; bu da azaptan bir kalkandır. Ve Kabe’yi ziyaret etmektir, hacdır, umredir; bunlarda yoksulluğu giderir, günahları yur, arıtır.”

Şimdi böyle bir Ali’yi (ya da Böyle bir Ali’nin yolundan gidenleri) R. T. Erdoğan sevmez mi? Zaten Ali’yi ben de seviyorum, Alevilik Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim demedi mi?

Ama, böyle bir Ali’yi Aleviler sevmez; tıpkı Ömer’i ve Osman’ı sevmedikleri gibi. Böyle bir Ali’yi Alevilerin pir kabul etmesinin, kendi içlerine alabilmesinin olanağı yoktur; çünkü Alevilik yukarıda kısa bir portresini çizdiğimiz Ali’nin, diğer deyişle İslam inanç ve düşüncesinin tam bir karşıtlığını oluşturur. Böyle bir Ali ile ne ‘Kırklar’ı oluşturmak olanaklı ne de ‘Rıza Şehrin’i. Dolayısıyla (bu) Ali’yle Alevilik olmaz diyoruz.

Ama gel gör ki bugün bilinen yönüyle Alevilerin inanç ve ibadetlerinde, sazlarında ve sözlerinde, düşünce ve felsefelerinde Ali’yi başköşeye oturttuklarını görürüz. Bu yönüyle de Ali adeta Aleviliğin olmazsa olmazı konumundadır. Peki bu Ali kim? Nereden ve ne zaman ortaya çıktı?

Anadolu Alevileri üzerinde 15. Yüzyıla kadar Şii ya da Sünnilik üzerinden bir İslami etki görülmez. Bu durumun en büyük göstergelerden biri Babailer ve şeyh Bedreddin hareketidir. İktidara dönük bu iki önemli başkaldırı hareketinde Ali simgeselliğinde gelişen bir İslami motif bulmanın olanağı yoktur; ancak Şeyh Cüneyt’ten başlamak üzere Anadolu Türkmen ve Kürt kabilelerin Safaviler ile girilen ilişkilerle beraber bir Ali motifinin, diğer deyişle İslami etkinin Şiilik kanalıyla – ki bu Şiiliğin de birçok tarihçinin tanımıyla ihtilalci Şiilik, yani heterodoks Şiilik olduğunu belirtelim- oluşmaya başladığını görebiliyoruz. İkinci bir nokta ise, Yunus ve Kaygusuz gibi iki önemli alevi ozanında Ali ve Ehli Beyt motifine rastlanmaz; ancak 15. yüzyıl sonraları Ali ve Ehli Beyt’in deyişlerde sıklıkla işlendiğini görüyoruz. Burada bir soru daha akla geliyor: peki, 15. yüzyıldan itibaren işlenmeye çalışılan Ali neyin nesi, kimdir bu Ali, nasıl işlenmiştir?

Buradaki Ali’nin tarihi bir kişilik olarak yukarıda düşüncesi ve eylemiyle ortaya koyduğumuz İslam’ın Ali’si olmadığı kesin. Burada resmedilen Ali olağanüstü bezemelerle mitleştirilmiş, kült haline getirilmiş, tanrısal Ali’dir.
Gafil kaldır şu gönlünden gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi?
Yaratmıştır on sekiz bin alemi
Rızıkların veren Ali değil mi
Pir Sultan’ın bu deyişiyle zahiri Ali batini Ali’ye dönüştürülmüştür. Kimileri buradan hareketle “Aleviliğin İslam’ın batini bir yorumudur” diye bir çıkarsamada bulunur ki, bu çok büyük bir yanılsamadır. Kendini ezen İslam yönetimlerine karşı Ali muhalefet hareketleri için her zaman bir şemsiye görevi görmüş, tutunacak bir dal, muhalefetin bayraklaştırdığı bir isim olmuştur. Ali’nin İslam toplumu içindeki “kutsal aile”den gelen prestiji ve İslam devleti içinde fazla yıpranmamış olması bu durumu yaratmıştır. Gerçekten de Ali, toplumun gözünde muhalefete meşruluk kazandıran ve toplumdan güç devşirilmesini sağlayabilen önemli bir isim, bir dayanaktı. Daha Ali hayattayken, İslami yönetimden umduklarını bulamayan yoksul Arap kabileleri özellikle Halife Osman dönemden başlamak üzere, Ali’den kendilerinin sözcüsü olmasını, halifeliğe kendisinin geçmesini isteyeceklerdi. Ve daha o zamandan Şia içindeki kimi gruplar tarafından Ali’nin ilahlaştırıldığı, Ali’yi Allah olarak niteledikleri bilinmektedir. İran’da bir devlet kurmayı amaçlayan Sefevi şeyhlerinin de Ali’yi ilahlaştırarak kendi amaçları doğrultusunda fazlasıyla kullanmışlardır. 15 yüzyıl ve sonrası Alevi ozanların ise Ali’yi varlık birliği (vahdeti mevcut) felsefesi içinde işleyerek mürşidi kamil olarak en yüksek mertebeye çıkarırlar.

Aleviler (kızılbaşlar) Ali’yi İslam’ın içinden çekip alırken onu kendi felsefi görüşleri doğrultusunda işleyip dönüştürürler. Bu toplulukların felsefi düşüncelerindeki İslam dışılık olgusu Fazlullah ve Nesimi’den İsmaillilere oradan Hallacı Mansur’a uzanan bir arka plan süreğini izleyebiliriz. Bunların düşüncelerini İslam’la, diğer deyişle tarihi Ali’yle bağdaştırabilmenin olanağı yoktur. Bunların betimlediği Ali, İslam’ın Ali’si değildi; ‘Enel Hakk’ diyen Ali’dir.

Kısacası, anlaşılması gereken nokta, Arapların (İslam’ın) Ali’siyle Alevilerin Ali’si, birinin diğerini reddedeceği bambaşka bir kişiliktir. Biri ‘zahir’dir, biri ‘batın’dır. Zahirdeki Ali’ye aldanarak yol alanların geleceği nokta “Alevilik Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim” diyenlerin noktasıdır.
“Evvel Ali ahir Ali
Rahim Ali Rahman Ali
Dindir Ali iman Ali
Candır Ali canan Ali”
diye her şeyi Ali ile açıklayan, her bir dona giren ( Hatayi bir deyişinde ‘Murtaza Ali zatlıyam’ diye seslenecek), batında ve zahirde yer alan ve her şeyi Ali’de gören bir felsefi yaklaşım İslam inancının kıyısından geçmez ve bu nitelik İslam’ın Ali’sine de isnat edilemez. Aleviler, ‘KIRKLAR’ mitolojisiyle Ali’yi İslami düşüncelerden sıyırıp kendi düşüncelerine uygun hale getirerek dönüştürmüşlerdir.

İlkel yaşam koşullarından orta çağ dönemine kadar inanç ikliminin hüküm sürdüğü tarihsel süreçte, insan toplulukları kendi yaşam etkinliklerini mitlerle, destanlarla, masallarla anlamlandırmaya ve örmeye çalışmışlardır. Alevi topluluğu da bundan azadi değildir. Hızır, mehdi kültü, Hacı Bektaş’ın güvercin donunda Anadolu’ya gelmesi, çeşitli kerametlerle tanıtılması, Abdal Musa’nın geyik donunda görülmesi, Ali’nin Kırklar söylencesinde aslan donuna girmesi kırklardaki işlevselliği, bir kılıçta bin kafirin kellesini uçurması, tek başına devlerle çarpışması gibi mitler, destanlar, masallar, inançlar toplum üyelerini birbirine bağlayan, önderlerine ve davaya bağlılıklarını artıran, toplumun moral değerlerini yükselten, onları ayakta tutan önemli yaratımlardır. Halk yaratılarının hiçbiri anlamsız değildir. Geçmişin toplumsal gelişim düzeyini hesaba katmadan gümümüz değer yargılarıyla onları değerlendirirsek, onlara deli saçması deyip bir kenara atarız. Geçmişin edebi yaratılarının derinlere gizlenmiş gerçek duygularını, mesajlarını bilimsel bir analizle ortaya çıkarmak gerekir. Alevilerdeki Ali simgeselliğini ve imgesini de bu bakışla değerlendirmeliyiz; aksi taktirde ne Alevilik anlaşılır ne Alevilikteki Ali.

Alevilerin Ali’sini Arap çöllerindeki Ali’ye indirgemek Aleviliği sığ bir inanç düzlemine indirgemektir. Aleviliğe “İslam’ın batini yorumu” demek bu sığlığı ortadan kaldırmaz. Kuran’ın batini yorumundan Alevilik çıkarmak, “Okunacak en büyük kitap insandır” diyen bir öğretiyi bir kenara atıp Alevilere yeni bir gömlek, İslam gömleğini giydirmektir.

Tarihi koşulların yarattığı gereklilikle İslam’ın içinden çekip alınan ve Alevi öğretisiyle donatılan Ali’yi Alevilikten çekip almak ne kadar yanlış ise, gerçek İslami kimliğiyle Ali’yi Aleviliğe enjekte etmek de o ölçüde yanlıştır. Onun için diyoruz ki; Ali’siz Alevilik olmaz, ama Ali’yle de olmaz!
Kazım EROĞLU

Not: Sorunun geniş analizi için, Kazım EROĞLU, Kulluğa yoktur Rızamız-ALEVİLİK eserine bakınız.
Kaynakça:
-Abdulbaki GÖLPINARLI, Hazreti Ali Nehc’ül Belaga
-Claude CAHEN, İslamiyet 1. Kitap
-Erdoğan AYDIN, Kimlik Mücadelesinde Alevilik
-Faik BULUT, Alisiz Alevilik
-İrine MELİKOFF, Uyur İdik Uyardılar
-Julius WELLHAUSEN, İslamiyet’in ilk Devirlerinde Dini-Siyasi muhalefet Partileri
-Kuran-ı Kerim Ve açıklamalı meali, T. Diyanet Vakfı yay.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum