'Bedreddin bizim aramızdan gelecektir!'

'Bedreddin bizim aramızdan gelecektir!'

'Bedreddin bizim aramızdan gelecektir!' Sennur SEZERŞeyh Bedreddin’den söz ediyorum. Radi Fiş, Ben de Halimce Bedreddinem adlı belgesel romanında onun asıldığı...

A+A-

'Bedreddin bizim aramızdan gelecektir!''Bedreddin bizim aramızdan gelecektir!'

Sennur SEZER

Şeyh Bedreddin’den söz ediyorum. Radi Fiş, Ben de Halimce Bedreddinem adlı belgesel romanında onun asıldığı tarihi de belirterek, Nâzım’ın anlattıklarını tamamlar:

Onu boynunda ipiyle hatırlıyoruz. Nâzım Hikmet’in dizeleriyle:

“Yağmur çiseliyor,

Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.

Ve yağmurda ıslanan

Yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin

çırılçıplak etidir.”

Kör ve dilsiz Serez Çarşısı’ndakilerin çaresizliğini kaç kere duymuştuk.

Yağmur çiselerken de, bahar günlerinde de.

“Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez Çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.”

Şeyh Bedreddin’den söz ediyorum. Radi Fiş, Ben de Halimce Bedreddinem adlı belgesel romanında onun asıldığı tarihi de belirterek, Nâzım’ın anlattıklarını tamamlar:

“Hicri takvime göre 27 Şevval 819, Rumî takvime göreyse 18 Aralık 1416 Perşembe günü sabah erkenden, Serez’in bakırcılar çarşısında darağacı kuruldu. Bütün kent hemen anladı: Bedreddin’i asacaklardı. Zanaatkarların mahallelerinde herkes yas giysileri giydi. Kasaba halkı hem korkuyor hem üzülüyordu. Böylesine yüksek bir din yetkilisinin asıldığı daha önce hiç görülmemişti.

(.....)

Ulema kara cüppeleri içinde, hep öyle azametli, kurumlu, darağacının başında toplanmaya başladı.

Bedreddin’i almak için zindana yüz dolayında muhafız gönderdiler. Bir de at getirmişlerdi kendisi için. Ama binmedi ata Bedreddin, muhafızların ortasında yürüyerek gitmek istediğini söyledi.

Bulutlarla kaplı puslu sabah göğü, sanki yukarıdan bastırıp duruyordu. Ağaçların çıplak dallarından gözyaşları gibi damlalar yuvarlanıyordu.

Bakırcılar çarşısına geldiler. Sehpanın önünde durdular.

Bedreddin kalabalığa baktı.(...)

Dört yöne ayrı ayrı selam verdi. Halk da aynı selamla karşılık verdi kendisine.

Sehpaya çıktı.

Cellatlar onu aşağılamak için üstünde ne var ne yoksa çıkarıp, çırılçıplak ettiler kendisini.

Evrensel Basım Yayın’ın kitapları arasında yer alan Ben de Halimce Bedreddinem, Radi’nin Silistre’de, Karaburun’da, Moskova’da yazdığı bir roman. 1977’den 1983’e sürmüş yazımı. Ben 1979’larda Deliorman’da Bedreddinlilerin izlerini sürdüğünü biliyorum.

Peki kimdi bu şeyh sanlı Bedreddin? Neden asılmıştı?

Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin, bir din bilimcisi ve halk ayaklanması önderidir. Adına övgüler yazılmıştır. Bu niteliği, onu anlatanların kendi mezheplerine mal etmeye çalışmalarına da yol açar. Aleviler, onun Sünni çevreden ayrıldıktan sonra halkın sorunlarının farkına vardığını iddia ederler. Kimi Sünnilere göreyse, İslam dininin kurallarını bu kadar güzel açıklayan kitapların yazarı bir din adamının isyanlarla ilişkisi olamaz.

Şeyh Bedreddin, kaynaklarda, Bedreddin Mahmud, Bedreddin Mahmud bin Kadı-i Simavna, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Bedreddin Simavi gibi adlarla yer almaktadır. Bedreddin’in babası, Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus’un torunu olduğu söylenen Abdülaziz’in oğlu ve Simavna Kadısı olan İsrail’dir. Bu nedenle Simavna Kadısıoğlu diye de anılmıştır. Annesiyse Simavna tekfurunun kızıydı. Müslüman olduğunda Melek Hatun adını almıştı. Kaynaklara göre Bedreddin, XIII. yüzyılın ikinci yarısı sonrasında Edirne kırındaki Simavna Kalesi’nde doğmuş. Edirne’nin Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşmiş. Şeyh Bedreddin ilk tahsiline babasının yanında başlamış, sonraları Şahidi’den, Mevlana Yusuf’tan, Koca Efendi diye de bilinen Bursa Kadısı Şeyh Mahmud’dan ders aldı.

6 ay sonra Musa Çelebi ve amcası Abdülmü’min’in oğlu Müeyyed ile birlikte Bursa’dan Konya’ya gittiler, Mevlana Feyzullah’tan mantık ve astronomi dersleri aldılar. Bir yıl sonra bu üç arkadaşın yolları ayrıldı: Musa Çelebi, Semerkant’a giderek Uluğ Bey’in astronomi hocası oldu. Bedreddin Simavi’yle Müeyyed 1381’de Şam’a gittilerse de, veba salgını planlarını değiştirdi. Mescid-i Aksa’da İbnü’l Askalani’den hadis okudular. Türk Beyi Ali Keşmiri’nin korumasına girdiler, Şah el-Mantıki, Bedreddin Simavi’yi çok beğenerek öğrenciliğine aldı.

Sultan Berkuk, Bedreddin’i oğluna ders vermesi için saraya davet etti. Bedreddin üç yıl bu görevde kaldı. Bu süre hem ona bir eş hem de yeni bir dünya görüşü kazandırdı. Sultan Berkuk’un hocası olan Ahlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin ile yaptığı bilimsel tartışmalardan sonra onun müridi olmaya karar verdi. Bir süre sonra doğu’ya bir geziye çıktı. 1402/1403 yıllarında Tebriz’e gitti. Timur’un otağında İranlı alimlerle tartışmalara katıldı. Kahire’ye geçen Bedreddin Simavi, Şeyhinin gözetiminde çilesini doldurmuş ve onun ölümü üzerine şeyhlik makamına geçmiştir. Diğer şeylerle arası açılınca Edirne’ye dönmeye karar verdi. Filistin, Şam ve Halep üzerinden Konya’ya geçmiştir. Daha sonra Tire’ye geçerek Börklüce Mustafa ile İzmir’de Torlak Kemal ile tanıştı. Yıldırım Bayezid’in Timur’a yenilgisi sonrası ölümünden sonraki kargaşa döneminde Bayezid’in oğullarından Musa Çelebi’nin Edirne’yi ele geçirmesi üzerine Şeyh Bedreddin kazaskerliğe atandı. Musa Çelebi’nin kardeşi Mehmed Çelebi karşısında yenik düşmesiyle 1413’te Şeyh Bedreddin, ailesiyle İznik’e sürgün edildi.

Kendisine 1000 akçe maaş bağlandı. Ama o, halkın durumundan hoşnut olmadığı için bir örgütlenme çalışması başlattı. Börklüce Mustafa’yla Torlak Kemal’i Aydın ve yöresinde propaganda faaliyetleri için görevlendirdi. Börklüce’yle Torlak hem köylülerle hem Hristiyan halkla ilişki kurdular ve görüşlerini kabul ettirerek Karaburun’da binlerce yandaş toplandılar. Bir kısım topraklardan yöneticileri toprağı hep beraber işlemeye, sosyal adaleti uygulamaya, kardeşçe yaşamaya başladılar. Durumdan endişelenen Sultan Mehmet, Saruhan (şimdiki Manisa) valisini üzerlerine gönderdi. Teşkilatlanmış köylüler, valinin kuvvetlerini Karaburun’un dar geçitlerinde tepelediler.

Bedreddin, göz hapsinde olmasına rağmen yaklaşık 1416’da İznik’ten kaçmayı başardı. Kastamonu’ya giderek İsfendiyar Bey’e sığındı. Niyeti Tatar iline ulaşmaktı. Bu amacına ulaşamayınca Sinop Limanı’ndan bir gemiye binerek Rumeli’ye geçti; Zağra, Silistre, Dobruca ve Deliorman’a gitti. Burada yandaşları oldukça hızlı bir şekilde arttı.

Bu üç isyancının başarılarından endişelenen Sultan Mehmed, Şeyh’in üzerine büyük bir kuvvet gönderdi. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bozguna uğratıldı. Şeyh esir alınarak padişahın kurdurduğu bir heyetçe yargılandı. Yargı heyeti şeyhin, malı ve ailesi korunmak şartıyla idamına karar vermiştir. Bu fetva üzerine Şeyh Bedreddin, 1420’de Serez’de idam edilip burada gömüldü.

Bir süre sonra kemikleri mezarından çıkarıldı ve epey dolaştırıldıktan sonra 1961’de Sultan Mahmud’un Divanyolu’ndaki türbesi bahçesindeki mezarlığa gömüldü.

Pek çok yazarın oyun olarak anlattığı Şeyh Bedreddin ayaklanması, dinsel-ideolojik niteliği açısından sınıf savaşımının özgül biçimlerinden biri olarak yorumlanır. Belli bir tarihsel dönemdeki ekonomik ve toplumsal koşulların doğal sonucudur bu. Anadolu, hatta tüm İslam tarihi boyunca, yoksul halk kitlelerinin eşitlik özlemi Mehdî inancında ifadesini bulmuştur.

Nâzım Hikmet, “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı”nın sonundaki Ahmedin Hikayesi bölümünde Bedreddin’e hâlâ inananların olduğunu anlatır. Ahmet dedesiyle birlikte, Balkan Savaşı’ndan önce, Rumeli’nin bir köyüne konuk olmuştur. Orada jandarmanın “dünyanın en inatçı, en vergi vermez, en dik kafalı köylüleri” olarak tanımladığı insanlardan birinden Şeyh Bedreddin’in öyküsünü dinler. Ahmet’in dedesi şeyhin yeniden geleceği inancının İsa peygamberin dirilişine benzediğini söyleyince, köylü der ki: “İsa peygamberin ölüsü etiyle, kemiğiyle, sakalıyla dirilecekmiş. Bu yalandır. Bedreddin’in ölüsü kemiksiz, sakalsız, bıyıksız, gözün bakışı, dilin sözü, göğsün soluğu gibi dirilecek (...) Bedreddin yine gelecek diyorsak, sözü, bakışı, soluğu bizim aramızdan çıkıp gelecektir diyoruz.”

Biz onu boynunda ipiyle tanıdık. Ve bu yenilgiyi “tarihsel, soysal, ekonomik koşulların zorunlu sonucu” da olsa kabullenemedik. Koşulların “hep bir ağızdan türkü söyleyip /.../ yarin yanağından gayri her şeyde, her yerde, hep beraber” olmamızı sağlayacağı güne inandık.

Sennur SEZER / EVRENSEL HAYAT - 21 Aralık 2008

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.