Bu makine hangi kiri temizler?

Bu makine hangi kiri temizler?

Bu makine hangi kiri temizler?Sen Dersimli, boşaltılmış köylerini, bombalanmış ziyaretlerini, yasaklanmış Düzgün Baba yollarını, barajlanmış...

A+A-

Bu makine hangi kiri temizler?Bu makine hangi kiri temizler?

Sen Dersimli, boşaltılmış köylerini, bombalanmış ziyaretlerini, yasaklanmış Düzgün Baba yollarını, barajlanmış kutsal Munzur’unu, pirlerini, erenlerini, devrimcilerini, direnişlerini unut! Çek ve yat! Böyle buyurdu hükümet

Su girmemiş köye çamaşır makinesinin girmesinin nasıl bir şey olduğunu bilirim. Vaktiyle merdaneliyken çamaşır makineleri, daha çok ayran yaymakta kullanılmıştı köylerde. İşe de yaramıştı. Zaten elektrikli yayıkları sonradan gördük, ki pek benziyorlar merdaneli çamaşır makinelerine. Ama şimdi susuz Dersim köylüleri ne yapacaklar bu dijital makinelerle bilmiyorum. Onlar bir biçimde kullanma yolunu bulurlar. Belki sehpa olarak kullanırlar, belki peynir üretirler, kim bilir? Biz, bu işin “kirlenme” ve “temizlenme” kısımlarına bakalım...

Makarnaydı kömürdü derken, işin beyaz eşyaya kadar uzamış olması, adresin de Dersim olması, işleri epeyce karıştırıyor. Zamanında adı Dersim iken “Tunceli”ye dönüşen, dönüşümü de 1938’de yaşanan vahşetten sonra “tunç eli”ne istinaden yapılan bu kenti mi yazmalı, yoksa “sosyal devlet” kavramından, cebine koyduğu bozuk paralarla sokak başlarında “agalık” yapmayı anlayan AKP hükümetini mi? En iyisi hepsini yazmalı... Utancın tanımını yeniden yaparak belki de. Bir ülkenin, diğer yarısından nasıl utanması gerektiğini; utanma duygusunun nasıl olup da “ama”lara takıldığını ve bu noktadan sonra “sevimli faşizmin” nerede göz kırptığını...

Benim Kürt vatandaşım”, “benim esnafım”, “benim valim” ile başlayan ve uzadıkça sevimsizleşen, sevimsizleştikçe doyumsuzlaşan ve sizi bilmem ama benim gerçekten boğazımı sıkan Tayyip Erdoğan üslubunun, “benim olamayan”lara takıldığı anda başlayan ucuzlaşmasıdır bütün bu bol keseden dağıtılanlar. Yeni evleneceklere soğuk kış gecelerinde ısınmaları için bir çift battaniye, hükümetimizden!..

Kürt şehirlerinde genel seçim öncesinde dağıtılanlara dair tartışmalar yoğunca yapılmıştı. İş gelip makarna-kömür siyasetinde tıkanmış, DTP’lilerin halka “oylarını sattığı” imasında bulunduğu ve de haliyle halkı aşağıladığı söylenmişti. Bölgedeki AKP’liler ise tıpkı şimdi olduğu gibi “sosyal devlet” kavramının arkasına saklanmışlardı, sobelenmemek için ama sobelenerek.

Devletin hayırseverlik yapamayacağı, hayırseverliğin yurttaşa ve sivil topluma ait olduğu tartışmaları bütün bu yaşananların bir kenarında dursun. Zira kimsenin işin etiğini tartışmaya niyeti yok. Neden? Çünkü “ne yazık ki bölgede DTP’yi alt edecek başka bir parti yok”. Bu nedenle tıpkı Güneri Civaoğlu’nun köşesinde açıkça yazdığı gibi, “Laiklik için tehdit bile olsa, DTP’ye karşı oyumu AKP’ye veririm...” Bu ülkede Kürt sorununu dillendiren bir partinin yerelde iktidar olması, demek ki “laikliğin elden gitmesi tehlikesi”nden daha büyük. Neyse, geçelim... Laikliğin elden gittiğine dair tamtamlar bize vazife değil. Bize vazife olan, DTP’nin yerelde iktidar olmaması için herkesin bir bütün “Onuncu Yıl Marşı’nı okuyor olması. Magazin Gazetecileri gecesinde Ahmet Kaya’ya okunan gibi: Sen git, al sana çatal, biz bize iyiyiz...

Sonrasında fukara Dersim köylülerine, al bakalım sana çekyat... Çeeek ve yat! Unut her şeyi. Sen, davarın peşine giderken uzaktan bahis oynayıp da kurşun atan komutanı unut; yakılmaktan kellenmiş dağlarını, boşaltılmış köylerini, bombalanmış ziyaretlerini, yasaklanmış Düzgün Baba yollarını, barajlanmış kutsal Munzur’unu, pirlerini, erenlerini, devrimcilerini, direnişlerini unut! Çek ve yat! Böyle buyurdu hükümet.

Al sana çamaşır makinesi. Tarlada, hayvanın peşinde çamurlanan paçalarını kuru kuru ufalayarak temizleme yerine makineye atarsın; öteki kirleri unut. Mesela Kutu Dere’de süngülenenleri, taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakılmayan günleri unut; kan akan Munzur’u, üzerlerine beton dökülenleri, birbirlerine bağlanıp kurşuna dizilen Demenan Aşireti’ni unut... Sonra köylerde tek tek toplanıp da Tavşanlı’ya uzanan, oradan yurdun dört bir yanına dağılan yetim kız çocuklarını unut...

Unut ki hükümetimizin kurşun askerler koleksiyonuna sen de dahil olasın. Beyaz eşya ile başlayan “beyazlaşma” halkasına zincir olasın. Nenenin dedenin ayağına takılan zinciri boşver!

***

İşte bu hesabadır makineler, fırınlar ve dolaplar. Başka yere değil ama hele ki Dersim’e dağılması, bir gariptir. Dersim’in Alevi-Zaza köylüsünün ne işi olur AKP ile? Başka bir yazı konusu belki, ama kısa da olsa değinelim. Kuzey Irak’ta devlet törenleriyle açılan Fethullah okullarından, Diyarbakır’da AKP’li bürokrat ve valiliğin desteklediği kültür sanat kurumlarına uzanan bir projenin parçalarıdır bütün bunlar. TRT 6 da dahildir bu konsepte. Kimi daha “sabırla” ilerleyen, kimisi ise böyle kömürün karasına çalınıp kendini rezil eden girişimlerdir... Bakalım nereye varır... Daha birkaç ay önce Avrupa Parlamentosu’nda yapılan Dersim Konferansı için hop hoplayıp hop zıplayan hükümet acaba buzdolabı ile soğutur mu Dersim’in ateşini... Kim bilir?... Bilen bilir...

Bilen bilir ki, genel seçimler öncesinde Diyarbakır’da da çok dağılmıştı yeni evlilere battaniye, sünnet çocuklarına maşallah ve de aç biilaca bir parça ekmek. Ve lakin, Başbakan belki ziyadesiyle güvenip bu kömür torbalarına, Diyarbakır’a gelince, sokaklar tarumar olur, şehri lastik dumanları kaplayınca ezberini bozup, “Ne dedik yahu! Tek vatan, tek millet dedik” buyurmuştu. Odur budur toparlanamadı Diyarbakır’a karşı. İşte ben Dersim için de sanmam bu çekyatların, fırınların iş göreceğini. Hem zaten Dersim köylüsü yemeğini fırında değil, ateşte pişiriyor. Ateş köze dönüyor gece yarıları, ışıldıyor, kimse su dökmüyor. Günah inancı ayrı Dersim’in, sevaptan bildiği ayrıdır...

EVRİM ALATAŞ / RADİKAL - 15 Şubat 2009

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.