Bülent USTA : 2 Temmuz'da Yazmak Zor

Bülent USTA : 2 Temmuz'da Yazmak Zor

Bülent USTA : 2 Temmuz'da Yazmak ZorBugün 2 Temmuz... 2 Temmuz’da yazmak, Hasan Hüseyin’in şiirindeki haziranda ölmek kadar...

A+A-

Bülent USTA : 2 Temmuz'da Yazmak ZorBülent USTA : 2 Temmuz'da Yazmak Zor

Bugün 2 Temmuz... 2 Temmuz’da yazmak, Hasan Hüseyin’in şiirindeki haziranda ölmek kadar zor. Belki yüzlerce kere bu yazıya bir başlangıç yaptım ama her seferinde yazdığım kâğıdın tutuştuğuna tanık oldum sanki. Tüm sözcükler, kül olup uçuştu gözlerimin önünde. Bu öyle birgün ki, sözün bittiği yerde durup hayata bakmaktan alamıyor insan kendisini. Boğazıma bir şeyler düğümleniyor, düşündükçe 15 yıl öncesinde Sivas’ta yaşananları.

Sahi, 15 yıl önce bugün Sivas’ta ne olmuştu? Ne olmuştu da bir yobazlar güruhu alkışlar ve sloganlar eşliğinde insanları yakabilmişti bu çağda? Peki bu korkunç olaydan sonra, büyük büyük gazetelerin köşe yazarları, büyük büyük şairler, yazarlar neler söylemiş, kim kimi suçlamıştı? Yaşanan trajedinin ne kadarının farkındaydı insanlar?

Karanlığı çoğalttığı için insanın içini üşütmeye devam ediyor hâlâ bu yangın. Bir de ‘Yasakmeyve’ şiir dergisinde hazırladığımız dosyada yer alan Sivas yangınında kaybettiğimiz şair Behçet Aysan’ın oğlu Eren Aysan’ın yazdığı yazıyı okusanız, Sivas’taki o yangının aslında sönmediğini, söndürülemediğini daha iyi görürdünüz belki. O yangını söndürecek şey, insanların kendi bireysel ve toplumsal sorumluluklarını üstlenerek bir araya gelmesi ve o yangının derinliklerine çıplak gözlerle bakabilmesiyle mümkün olabilir ancak. Yoksa, gerisi boş... Bunu yapamazsak, görünen ya da görünmeyen yangınların ortalığı sardığı bir ülkede yaşamaktan kendimizi kurtaramayız. Hrant Dink’in öldürülmesinin ya da o yangının ortaya çıkmasının tek suçlusu failleri mi sizce?

İçim, o sönmeyen yangınla karanlık... Okuduğum hiçbir kitap, yazdığım hiçbir sözcük içimi aydınlatmaya yetmiyor. Ne yapsam, nerelere gitsem de yüzüme vurmasa o görünmeyen yangının alevleri. Sanki caddeler, sokaklar, binaların tümü alevlere rehin düşmüş gibi geliyor bana. Yanıyor ve boğuluyorum daha bir beter her 2 Temmuz gelip de ölenlerin yüzleri karşımda birer birer belirdiğinde. Nasıl da vicdansız olabiliyor insanlar? Nasıl büyük bir karanlık bu, alevler kusacak kadar.

Şiirler yanar mı diye düşünüyorum? Yanan bir şiirin kokusu neye benzer? Peki ya türküler? Türküler yanınca, geriye ne kalır o türkülerden? İnsanlar yanınca ne olur, o yanan şiirlerin ve türkülerin insanları?

Üç kulaklı bir kedi olan dostum İvam’la, böyle düşüncelerle yürürken karşılaştım. Nedense 12 Eylül, 19 Aralık, 2 Temmuz gibi günlerde daha çok karşılaşıyorduk onunla. Bir şey söylememe gerek kalmadan yaşadığım ruh halini anlıyordu İvam, kedilere, özellikle üç kulaklı kedilere özgü sezgisel yeteneğiyle. Bir kedinin nasıl üzgün olabileceğini, daha iyi görebiliyordum böyle anlarda. Sokak arasında bir merdiven bulup oturduk. “Sanki tüm şiirler tutuşuyor 2 Temmuz’da. Görünmeyen yangınlar sarıyor her tarafı” dedim. İvam, “dönemin cumhurbaşkanından başbakanına, şairlerinden yazarlarına bir bak 3 Temmuz günü çıkan gazetelere... O zaman neden hâlâ yanıyor bu ülke anlarsın. Tuzla tersanelerinde ölenleri de yargısız infazları da faili meçhul cinayetleri de anlarsın belki o zaman. 2 Temmuz, bu ülkede yaşanacak sürecin bir aşamasıydı. Birikmiş bir şeyin patlaması. Ama her karanlık yangın, Sivas’ta olduğu gibi görünür olmayabilir. Adı üstünde, karanlık bir yangın... Alevleri dokunduğu yeri uyuşturuyor sanki. İnsana, çeşitli halüsinasyonlar gösteriyor yakarken. Bu alevler, yakmak için her tür şekle girebilecek güce sahip, buna inan. Ve bu yangın ilk defa Sivas’ta da çıkmadı. Öncesi olduğu gibi sonrası da olacak. Ta ki, siz insanlar bireysel ve toplumsal sorumluluklarınıza sahip çıkıp, umursamazlığın nelere yol açtığını fark edene kadar... Günü kurtarmaya yönelik politikalar üretmekten kurtulup, düşlerinizin peşinden koştukça...” Sustu bir an İvam. O susunca birden paniğe kapıldım: “İnsanlara dair ümidini yitirmiyorsun değil mi İvam? Bunu bana yapamazsın? Eğer sen de insana dair inancını yitirirsen, ben ne yaparım, nasıl yazarım?” İvam, benim böyle paniğe kapıldığımı görünce, daha bir sokuldu yanıma. Başını dizime koyup miyavladı tatlı tatlı. “İnsan, sürprizlerle dolu bir varlık. Yüz yıllardır bu topraklarda, öyle acı ve öyle muhteşem anlara ve insanlara tanık oldum ki... Yaşanan bu acılar, o güzel insanların düşlerinin neden gerçekleşmesi gerektiğini ispatlamakla kalmıyor, yol da gösteriyor aslına bakarsan. Ama işte bütün mesele, o düşlere ulaşmak için bugün ne yapıldığı? Kim, kendisinin ve yaptığı şeylerin ne kadarının farkında?”

“Farkındalık, gerçekten çok mühim İvam. Örneğin birisi öyle bir yerde öyle bir yazı yayımlayıp, ne kendisinin ne de yazdığı yerin, hatta yazısında bahsettiği kişinin bile farkında olmadığını ispatlayabiliyor bir anda. Faşist birisini, sırf ünlü birisi ya da bir çıkarı var diye, solcuymuş gibi gösteren bir yazı yazabiliyor örneğin. Ama bu farkında olmama hali, sadece o kişinin meselesi olarak da görülmemeli. Olaylar, kişiler ve düşünceler arasında bağlantı kurmak, bütünlüklü bir dünya görüşü yaratmak günümüzde az rastlanır bir özellik haline geldi çünkü. Ama olaylar, kişiler ve düşünceler arasında bağlantı kuramadığımız sürece, faşistleri solcu, dincileri demokrat zannetmeye devam edecek ve yangınları söndürmek için harcayacağımız enerjiyi doğru bir biçimde kullanamayacağız.”

İvam, yorgun düşmüş olmalıydı ki uyuya kalmıştı dizlerimin üzerinde. Şehirde görünmeyen alevlerin yaydığı yangın sürüyordu. Yanmış şiir ve türkü kokuları arasında, kucağıma İvam’ı alıp ilerledim henüz kül olmamış düşlerin arasına. Sadece düşler bizi koruyabilirdi.
 
BÜLENT USTA
BİRGÜN - 02 Temmuz 2008

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.