Cumhuriyet Halk Partisi - Kaldırılmayı bekleyen bir cenaze

Cumhuriyet Halk Partisi - Kaldırılmayı bekleyen bir cenaze

İsmet İnönü bir keresinde Demirel’e seslenerek, “siz sağı koruyun aşırılardan, ben solu koruyayım. O zaman memlekette korkuya yer kalmaz” diyordu....

A+A-

İsmet İnönü bir keresinde Demirel’e seslenerek, “siz sağı koruyun aşırılardan, ben solu koruyayım. O zaman memlekette korkuya yer kalmaz” diyordu. CHP’nin tarihsel rolü budur, egemen sınıfların devrim korkusunu yatıştırmak.

Düzen solunun sağcılardan farkının kalmadığı bir çağdayız. Partiler sırayla iktidar-muhalefet oyunu oynuyorlar. Ancak bir yeni-sömürgede siyaset yapıyorsanız, iktidardayken de muhalefet ederken de uyulması gereken bazı kurallar olduğunu bileceksiniz. Bu kuralların en önemlisiyse, ABD’nin ilan ettiği yeni dünya düzeniyle çelişmemek.

CHP’nin demokrasicilik oyununun kurallarını öğrenmesi uzun yıllar sürdü. Zaman zaman devrimcilere ya da Kürt mücadelesine yakınlaşma hatası yapan, bu kapitalist yağma çağında hala “devletçilik” filan deyip duran kadrolarını itinayla temizledi. Bunun yerine siyaset bilimi literatüründe “catch-all party” (herkesin partisi) diye adlandırılan bir garabete dönüştü: Uzun vadeli bir programa dayanmak yerine, belirsiz ve yüzeysel bir ideolojisi olan, o dönemki gelişmelere bağlı olarak anlık tepkiler veren, yarın da tam tersini savunsa çok şaşırmayacağımız, ezilenlere de ezenlere de seslenen bir seçim partisi.

Bu durum kapitalizmin 1990 sonrasında gemi azıya alması, sermayenin önündeki fiziki, siyasi ve ahlaki engelleri yıkma arzusuyla ilişkili bir şey. Yani Eski Refah Partililere “milli görüş gömleğini” çıkarttıran güç CHP’ye de altı oku toprağa gömdürdü, iki partiden mükemmelen hizaya getirilmiş işbirlikçiler yaratıldı. Direnmeyen çürür; eğer zaten çürükse bu kez ekşi bir koku da yaymaya başlar.

Kullanışlı sol, ama kan görmeye hiç dayanamaz

Bu yeni CHP ne kadar kullanışlı hale geldiğini Libya’nın işgali ve yıkımı sırasında gösterme fırsatı bulmuştu. Birleşmiş İlletler teşkilatının Libya halkının tepesine bombalar yağdırma kararının ardından, bir gazeteci mikrofonu CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na uzatmış ve saldırı konusundaki kıymetli düşüncelerini sormuştu. Kılıçdaroğlu’nun emperyalist müdahaleyi alkışlamasının üzerinden 4 yıl geçmiş:

Eğer Birleşmiş Milletler, böyle bir karar almışsa uluslararası meşruiyet kazanmış demektir bu olay. Dolayısıyla biz yapılan operasyonun kan dökülmeden gerçekleşmesini arzu ediyoruz… Ama koşulların uygun olmadığı yönünde bazı bilgiler geliyor. Kaddafi’nin direndiği yönünde bilgiler geliyor. Bizim arzumuz kan dökülmeden Libya’ya demokrasinin ve özgürlüğün gelmiş olmasıdır.

Saldırganların şeceresinde tek bir ülkeye bile demokrasi ve özgürlük getirdiklerine dair kanıt yok. Ama kendi topraklarında egemen olan bir halkın bombalanmasına sesini çıkarmıyor CHP Genel Başkanı. Öte yandan da kameralara karşı bağrını açıp, o pamuk gibi vicdanını halka göstermeyi de ihmal etmiyor: Kan dökülmesini istemezmiş. Ne de olsa insaniyetli bir solcu o, kan görmeye hiç dayanamıyor.

Fena, çünkü emperyalizm kan dökmeden öldüren bombayı henüz icat edemedi. Iphone’u bile %100 kârla satan emperyalizmin, özgürlüğü ve demokrasiyi bedavaya getireceğini sanmıyorum.

Kaddafi küçük-burjuva bir diktatördü ama tüm gözdağına rağmen hiçbir zaman tam bir teslimiyet göstermedi; direndi ve bunun bedelini ödedi. Bu bakımdan asıl acınacak halde olan CHP’dir. Emperyalizm bu partiyi ehlileştirmek için bombaya, tehdide bile ihtiyaç duymadı. 1940’lardan beri ne istediyse CHP kabul etti. Zaten ölü doğan bir parti, dışarıdan solunum desteğiyle ayakta durabilen bir canlı cenazeydi artık.

CHP’nin kendi fikri, kendi siyaseti yok

Kendi kafasıyla düşünebilen işbirlikçi yoktur. Attığı her adımın önce büyük patrona hizmet ettiğinden emin olmak zorundadır. Tarihin işi bitince bir kenara atılan harcanmış işbirlikçilerle dolu olduğu kendisine hatırlatılmıştır, bu yüzden kendine güvensizdir. CHP’de bu daha da belirgin olarak görülür: Ülkesinde yapacağı seçim kampanyası için bile emperyalist firmaların ağzına bakar hale gelmiştir.

Geçtiğimiz aylarda bir CHP milletvekili, partisinin seçim hazırlıkları için ABD’de Obama’nın seçim kampanyasını düzenleyen şirketle anlaştığını söyledi:

Uluslararası ve ulusal düzeyde, strateji ve iletişim şirketleriyle, kampanya organizasyon gruplarıyla görüştük. Sonunda, birkaç gün önce, Başkan Obama’nın son seçim kampanyasının stratejisini yürüten, Benenson Strategy Group (BSG) ile anlaştık. İçeride de, BSG ile birlikte çalışacak, 3-4 tane, iletişim, medya mecrası, tanıtım vb. şirketlerle anlaştık.

Şu söylenenler kapitalistlerin demokrasi anlayışının nasıl olduğunu açıkça göstermiyor mu? Seçime hazırlanmanın mal pazarlamaktan farksız olduğu bir çağa geldik. Bunu en iyi pazarlayacak olan da emperyalistler. BSG’nin kurucusu Joel Benenson, başkanlığı döneminde Irak’ta 500 bin çocuğu açlıktan öldüren Bill Clinton’a, BSG’yi kurduktan sonra da Libya ve Suriye kasabı Obama’ya seçim kazandırmış.

Milletvekilinin sözleri CHP’nin nasıl acınacak bir halde olduğunu da anlatıyor: Sözde halkın çıkarları için yapılacak bir seçime hazırlanmak için emperyalizmin hizmetindeki bir kuruluşla, bolca reklam şirketine yüzbinlerce dolar akıtacak bir “solcu” parti işte bu CHP. Hayırlı olsun, belli ki parti sağlam temeller üzerine inşa ediliyor.

Derviş: Biraz AKP, biraz CHP, daima IMF

Düzen partilerinin bir farkının kalmadığının en iyi göstergesi, izledikleri ekonomi politikalarında görülür. Yeni-sömürgelerde özellikle 1980’den sonra başlayan bir genel eğilim, ekonomi ile politikanın birbirinden ayrılması, ekonominin teknik bazı meselelere indirgenirken, politikanın da bu konuya hiç karışmaz olmasıydı. Yani seçimleri hangi parti kazanırsa kazansın, iktidara gelir gelmez ilk işi emperyalizm tarafından belirlenen ekonomi politikasına dokunmayacaklarını ilan etmek oluyordu. Kameralar önünde birbiriyle hiç anlaşamazmış gibi görünen politikacıların, düzenin temelleri söz konusu olduğunda nasıl anlaştıklarını, birbirlerinin politikalarını devam ettirdiklerini biliyoruz.

Kemal Derviş buna bir örnektir.

Derviş, IMF’nin 2001 yılında ekonomik krize giren Türkiye’ye bir sömürge valisi gibi tepeden indirdiği bir iktisatçıydı. TÜSİAD’la birlikte oturup “” isimli bir yağma belgesi hazırladı. Buna göre:

  • Su, elektrik ve haberleşme gibi temel hizmetleri verenler başta olmak üzere, kamu kuruluşları sermayeye peşkeş çekilecek,
  • Sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim özelleştirilerek bir sektöre dönüştürülecek,
  • Yerli tarıma verilen destekler çekilerek, ülke tarımı ve piyasası emperyalist tekellere açılacak ve ülke tarımda ithalatçı konuma getirilecek,
  • İşçi sınıfının örgütlenmeleri zayıflatılacak,
  • Çalışan maaşları azaltılacaktı.

Bu yağma planının başarıya ulaştığı söylenebilir. 2000-2002 yılları arasında maaşlar kamuda %21, özel sektörde %25 azaldı. Ücretsiz sağlık hakkı diye bir şey kalmazken, Türkiye tarımda dışa bağlı hale geldi.

12 Eylül’le birlikte kurulan Özelleştirme İdaresi 1985 ile 2002 yılları arasında sadece 8 milyar dolarlık özelleştirme yapabilmişken, Derviş Programı’nın kabul edilmesiyle birlikte 2002-2010 yılları arasında 50 milyar dolarlık kamu malı emperyalist tekellere, iktidarın yandaşlarına peşkeş çekildi.

AKP’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle birlikte büyük bir sadakatle izlemeye devam ettiği program işte budur.

Bu manzara karşısında, çok ulusalcı CHP’nin güya muhalefet ettiği AKP’nin ekonomi programına yönelik köklü eleştirileri olması gerektiğini düşünebiliriz. Oysa iş hiç de öyle değil. Yeni dünya düzeninin kuralı budur: Ekonomiye dokunmadığın sürece, istikrarı hangi politikayla sağlarsan sağla, kitleleri nasıl uyuşturursan uyuştur.

Geçtiğimiz Mart ayında Kılıçdaroğlu, şimdi Brooking Enstitüsü isimli bir finans tekelinde yönetici olarak çalışan Kemal Derviş’i ziyaret ederek, CHP’nin iktidara gelmesi halinde onu “Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı” yapmayı teklif etti. Derviş’in “ekonomiye yaptığı katkıları, Türkiye’yi krizden çıkarma aşamasındaki çabalarını sadece CHP olarak biz değil bütün Türkiye takdirle anıyor”muş.

CHP’nin bu hamleyle kimlerle cilveleştiği açık: Bir yandan Türkiye’de işbirlikçi tekellere, diğer yandan da emperyalizme mesaj vererek, “korkacak bir şey yok, sizin Türkiye için çizdiğiniz politikalara AKP’den de sadık olacağız” diyor Kılıçdaroğlu. Büyükbaşlar bunu takdirle karşılaşmış olabilir ama 15 yıldır Türkiye halklarının kanını emen, var olan sınırlı haklarına da tecavüz ederek işçi cinayetlerini kitle katliamına çeviren bu halk düşmanı politikanın nesi sol?

CHP’nin 60 yıllık görevi: Korkuları yatıştırmak

1965 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda dönemin CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Demirel’e sesleniyor, “siz sağı koruyun aşırılardan, ben solu koruyayım. O zaman memlekette korkuya yer kalmaz” diyordu. CHP’nin ikinci adamı Bülent Ecevit de ABD’deki soğuk savaş eğitimini tamamlayıp (bkz. Bülent Ecevit aslında kimdir?) Türkiye’ye döndükten sonra benzer bir laf edecekti. Bu bakış CHP’nin son 60 yılını da açıklıyor bize.

Bu partinin tarihi başından beri oligarşinin korkularını yatıştırmanın tarihidir. Türkiye halkları ne zaman darbelerin etkisini üzerinden atıp canlanmaya başlasa, karşısında aşılacak engel olarak önce CHP’yi bulur. Devrimden umutsuz solcular da önce CHP’nin eteğine yapışırlar.

O günden bu yana düzenin korktuğu şeydir devrim. İnönü bu sözü ettikten birkaç sene sonra da Mahir Çayanlar, Deniz Gezmişler, İbrahim Kaypakkayalar bunun boşuna olmadığını gösterdi. Ordu, Demirel ve İnönü bu korku karşısında birlik olmuş, düzeni korumaya girişmiş, korkuyu tüm devrimci önderleri katlederek yatıştırmaya çalışmıştı. Devrimciler vuruldukça CHP cenazeleşti. Oligarşi korkusundan onu gömemedi.

Bu siyaset eskidir. Dün Ecevit, bugün Kılıçdaroğlu suretinde görünür. Sokaklarda gençler infaz edilir düşünce susturulurken devreye girer, “aşırılıklara” kalkan olur. Yaratılan devrimci potansiyelin sırtına binmek, oligarşi-içi çatışmada kendini parlatmak için zaman zaman keskin laflar edip kabaran yüreklere su serper, ama nihayetinde emperyalizmin çizgisinden milim sapmaz.

Parlamento ve seçim oyunu gibi, CHP de çözümün değil, sorunun bir parçası. Bu muhalefet taslağını gömecek olan da yine devrim.

Eren Buğlalılar

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.