Cumhuriyet sorunu olarak alevilik

Cumhuriyet sorunu olarak alevilik

Cumhuriyet sorunu olarak alevilik D.Mehmet Doğan - VAKİT(...)Sünniliğin Diyanet dolayısıyla Devlet çatısı altında olmasını şiddetle eleştiren,...

A+A-

Cumhuriyet sorunu olarak alevilik

D.Mehmet Doğan - VAKİT

(...)Sünniliğin Diyanet dolayısıyla Devlet çatısı altında olmasını şiddetle eleştiren, Diyanet’in kapatılmasını isteyen alevilerin, bu taleplerini bir tarafa bırakıp kendi inanışlarını devlet çatısı altına aldırma teşebbüsleri en azından şaşırtıcı....
 
Alevi Çalıştayı” dolayısıyla alevilikle ilgili olarak iki yazı yazmak niyetindeydik. Konunun farklı boyutları bizi dördüncü yazıya kadar götürdü. İlk yazımızda belirttiğimiz üzere, alevilik meselesi bugün için tamamen Cumhuriyet’in çözümleri ve çözümsüzlükleri ile ilgili bir konudur. Resmî ifadeye göre, Cumhuriyet 1920’lerde en mükemmel çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Birçok meseleyi ele almış, devrimler yapmış ve ülkeye, halka yeni bir biçim vermiştir. Bugün görüyoruz ki, bu “çözüm”lerin meydana getirdiği çok yönlü ve müzmin problemlerin halli için ciddi çabalar safedilmesine ihtiyaç vardır.

Cumhuriyet Diyanet İşleri teşkilatı kurmakla dinî konuda sağlam bir çözüm ortaya koymuş mudur? Laikliği benimsemiş bir devletin, daha önce görülmedik şekilde devlet içinde bir din teşkilatı, din bürokrasisi oluşturması kabul edilebilir mi?

Tarikatların, dinî yapının farklı unsurlarının ortadan kaldırılmasıyla inanç ekseninde bir genişleme, rahatlama sağlanabilmiş midir?

Bu sorulara verilecek cevaplar olumlu olsa idi, bugün ne alevilik meselesini, ne de onun zorunlu kıldığı “sünnilik meselesi”ni ve de Türkiye’de dine resmî yaklaşımın çözümsüzlüğünü konuşmayacaktık.

Devlet, dini sınırlamış, kontrol altına almış ve pozitivizmin, müsbet ilimin büyük güç kazandığı bir dünyada etkisini kaybedeceği hesabıyla defteri kapatmayı kurmuştur. Bugün görüyoruz ki, bu devletçi zihin çözüm yerine çözümsüzlük getirmiştir.

Şimdi devletçi zihnin çözümsüzlüklerini devlet içinden halletmek maksadıyla ciddi bir açılım arzusu vardır. Bu arzunun öyle Anayasa’ya, kanunlara uyar bir tarafı olmadığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Hükümet, alevilik konusunu gündemine almakla, alevilerin talepleri doğrultusunda çözümler üretmek için niyet belirtmekle Türkiye’nin Devletçi-cumhuriyetçi zihnine karşı çok cesur bir harekat başlatmıştır. Devletçi- cumhuriyetçi zihin işleyiş olarak böyle bir yaklaşımla asla bağdaşamaz. Laikliğin tanımlanmasını imkânsızlaştıran bir zihnin, uygulama üzerinden laiklik dayatması karşısında iktidarların nasıl çaresiz kaldığını hatırlamalıyız. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’yı ve laikliği nasıl katı ve değişmez şekilde yorumladığını, şimdi alevi açılımı yapmak isteyen partiyi nasıl “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak gördüğünü unutmamalıyız.

Bu tek boyutlu bir konu değildir; alevilerin meselesini çözmek, kendiliğinden sünnilerin, hatta azınlıkların dinî meselelerini çözmeyi gerektirecektir.

Alevi Çalıştayında, “alevilik” adına yapılan konuşmalarda, aleviliğin/alevilerin maruz kaldığı baskılardan sıklıkla söz edildi. Herkes kendi yarasıyla ilgileniyor. Eğer Cumhuriyet döneminde dine baskı sözkonusuyla, bunun esas olarak sünni anlayışa olduğunu, akidevî konularda bile devlet müdahesine maruz kalındığını akıldan çıkarmamak lâzımdır.

Kendilerini devletin laiklik görüşüyle aynı düzlemde gören, hatta mevcut laiklik anlayışını savunan alevilerin bu eleştirilerinin adresi neresidir? Türkiye’nin bu laiklikle alevilerin hangi meselesini çözeceğini düşünebiliriz?

Alevilerin talepleri, elbette sadece “dinî” talepler değildir. Aleviler adına dillendirilen siyasî talepler, sosyo-kültürel talepler ve ekonomik talepler vardır. Elbette, siyasî talepler, sosyo-kültürel talepler ve ekonomik talepler için yapılacaklar farklı düzlemlerdedir ve bu konularla ilgili bir engel bulunmadığını ve yapılacak bir şey olmadığını düşünüyoruz. Alevilerin bu taleplerinin temelinde de dini talepler olduğu düşüncesindeyiz.

Alevilik dinî bir topluluk olarak tanınmak istiyor. Peki nasıl tanınmak istiyor? Bir “din” mi, “mezheb” mi, “tarikat” mı, “meşreb” mi?

Alevilerin bazılarının İslâm’la alâkası olmayan, “Alisiz” bir alevilik kurguladıkları biliniyor. Bazı alevilerin İslâm’la alâkası olmakla beraber, aleviliğin mezheb veya tarikat olmadığı yönünde iddiaları var.

Alevilerin bir bölümünün de aleviliği İslâm’ın bir yorumu olarak gördükleri, böylece mezheb veya tarikat olarak algıladıkları anlaşılıyor.

Bu durumda, alevilik için tek bir çözüm görünmüyor. Dindar alevilerin kısa vadede, aleviliği devlet çatısına sokmak, cemevlerine statü kazandırmak, dedelere imamlar gibi maaş bağlatmak gibi düşünceleri olduğu anlaşılıyor.

Sünniliğin Diyanet dolayısıyla Devlet çatısı altında olmasını şiddetle eleştiren, Diyanet’in kapatılmasını isteyen alevilerin, bu taleplerini bir tarafa bırakıp kendi inanışlarını devlet çatısı altına aldırma teşebbüsleri en azından şaşırtıcı. Eğer alevilik bir mezheb veya tarikatsa, camiden ayrı bir ibadethanesi olması sözkonusu olamaz. Eğer İslâm’dan ayrı bir dinse, devletten bir dinin tanınması bekleniyor demektir ki bunu yapan devletin, diğer dinlere, en başta sünni İslâm’a tanıma sağlamaktan başka yolu yoktur. O zaman sünni müslümanlar da çoğunluk dinini temsil eden kurumlaşmalarında serbest kalırlar.

Aslında konuyla ilgili yazacaklarımız bitmedi. Bir ara verip daha sonraki günlerde fırsat buldukça konunun diğer vecheleri üzerinde durmak niyetindeyiz.

VAKİT - 7 Ekim 2009

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.