DERKENAR : Onat KUTLAR ve Yasemin CEBENOYAN

DERKENAR : Onat KUTLAR ve Yasemin CEBENOYAN

derkenar: Yasemin, Türkiye'dir!YASEMİN CEBENOYAN VE ONAT KUTLAR'I ÖLDÜREN BOMBA 13 YIL ONCE PATLADIYılbaşından bir gün önceydi... Saat 18.45'de Taksim'de...

A+A-

derkenar: Yasemin, Türkiye'dir!

YASEMİN CEBENOYAN VE ONAT KUTLAR'I ÖLDÜREN BOMBA 13 YIL ONCE PATLADI

Yılbaşından bir gün önceydi... Saat 18.45'de Taksim'de patlayan bir bomba ile aramızdan ayrıldı Yasemin Cebenoyan. Yazar Onat Kutlar'da ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede on iki gün sonra öldü.

30 Aralık 1994... Taksim Meydanı'na bakan The Marmara Oteli'nin girişinde bulunan "Opera Pastanesi'nde 18.45'de büyük bir patlama oldu. Patlama sırasında ağır yaralanan Yasemin Cebenoyan, hastaneye kaldırılırken yaşamını yitirdi. Üç kişi de ağır yaralandı. Yaralılar arasında ki on iki gün sonra, 11 Ocak 1994'de ölüme yenilecek olan- yazar Onat Kutlar da vardı.

O yıl yılbaşından önce, İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA-C), yılbaşını "kana boya-yacaklarını" açıklamışlardı. Yılbaşı öncesi çeşidi kentlerde eylemler yapan İBDA-C, Opera Pastanesi'ndeki bombalamayı da üstlenmişti.

İBDA-C çizgisinde yayın yapan "Taraf dergisi", 30 Aralık'taki patlamanın ardından şu satırları yazıyordu: "30 Aralık 94... Marmara Oteli Adlı 'Pislik Yuvası' Vuruldu. Kökten batıcı işgalci laik azınlığın 'Noel'i zehir oldu. Müslümanların gözlerinin içine bakarak laik (dinsiz) işgalciler, bir Noellerini daha kutladılar. Ama bu seferki Noelleri öyle pek ahım şahım olmadı. İbda Cephelilerin yurdun çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdikleri eylemlerle bu hak ve halk düşmanı azgın güruhun Noelleri burunlarından geldi.

Özellikle İstanbul'da gerçekleştirilen eylemler, İstanbul polis teşkilatına tam gün mesai yaptırdı. Açılışı Müslüman düşmanı tiplerin kendilerine mekân olarak seçtikleri The Marmara Oteli'nin kafesine konulan bombayla yapan ibda Cepheleri, burada Massey Ferguson firmasının Türkiye temsilcisi bir Yahudi çocuğunu itlaf etti, bir de azılı hak ve halk düşmanı Cumhuriyet'in yazarlarından birisinin belden aşağısını tutmaz hale getirdi."

TARAF OLMAYAN BERTARAF OLUR!

Taraf dergisi, geçtiğimiz ay yayınlanmaya başlayan Taraf gazetesi ile yine gündeme geldi. "Taraf" bizim ismimiz diye buyurdular. Yanılıyorlar. Onların ki "Taraf" logosunun altında "Taraf olmayan bertaraf olur" yazan, kendilerinden olmayan herkese nefret ve kin kusan, söven, tehdit eden bir dergiydi. Ve zaman içinde -ne iyi ki- kendileri bertaraf oldular...

Arkeolog, rehber Yasemin Cebenoyan, 1957 doğumluydu ve bir gün önce 37. yaş gününü kutlamıştı. Opera Pastanesi'nde bir arkadaşı ile buluşmak için bekliyordu. Arkadaşı gecikti... Pastanenin vestiyerine bırakılan paltonun içindeki bomba saat 18.45'de patladı. Yasemin, oturduğu masada öylece kalmıştı. Birkaç masa ilersinde de Onat Kutlar, bel-kemiğinden yaralanmış yerde yatmaktaydı...

Olay sırasında pastanede olan Füsun Akatlı'nın 1995'de yayınlanan "Yasemin Geleceğimizden Koparılmış Bir Çiçek" isimli kitabın önsözünden, "Yasemin Türkiye'dir" başlıklı yazıdan patlama sonrasını okuyalım: "Birkaç saniye önce, küçük orkestranın müziği kafenin salonunu doldurduğunda; kimi sohbet eden, kimi okuyan, kimi bekleyen, kimi girip çıkan insan kalabalığıyla birlik-teymişiz... ikimiz. Birkaç saniye sonra, pek yoğun olmayan beyaz bir sisin doldurduğu aynı salonda, birkaç saniyeliğine, belki yarım dakikalığına ikimiz yapayalnız, karşı karşıya kaldık.

Patlamanın ve ilk şokun duraklamasının ardından herkes hızla salonu terk ediyordu. Ben, gazetelerimi unutmuştum. Çok önemliymiş gibi, yarı yoldan geri döndüm. Bıraktığım şeyleri toparlayıp tekrar çıkarken, bir masanın önünde tek başına oturmuş, kucağına doğru yığılmış kalmış siyahlı bir kız, olduğum yerde dondurdu beni. Çevreme baktım. Kimse kalmamıştı. Bir kişi bile. Çevreme baktım. Çaresizlikle bir adım attım siyahlı kıza doğru. Yaralı mıydı acaba? Hiç kımıldamadığına göre, ölmüş müydü? Yardım etmeliydim, ama ne kucağıma almam mümkün görünüyordu, ne sürüklemem. 'Burada bir yaralı var, koşun' diye bağırdım. Sesim çıkmıyordu. Eğildim önünde, dik oturtup durumuna bakayım diye. Önce bir, ardından iki kişi koşarak yetiştiler o sıra. 'Ambulans çağırın... hayır, taksi!' sesleri arasında çıktım salondan." [1]

KONU KAPANDI, ARTIK KONUŞMAYIN!

Olayın üstünden 13 yıl geçmesine karşın hangi "kutsal" amaçlar uğruna yapıldığı hâlâ bilinemeyen, üzerindeki karanlık örtü kaldıramayan o uğursuz patlamayla iki güzel insan yaşamını yitirdi. Kısa bir süre sonra olayın failleri olarak PKK'li-

ler yakalandılar. Yargılama yıllarca sürdü. Ve "fail olduğu" söylenenler, pişmanlık yasasından yararlanarak tahliye edildiler. Yasemin Cebenoyan'ın annesi Tuncay Hanım, babası Hikmet Bey ve Yasemin Cebenoyan'ın kardeşi Cüneyt Cebenoyan'ın küçük oğlu Ali, 1999 Yalova Depremi'nde yaşamlarını yitirdiler...

Geriye arkadaşım Cüneyt Cebenoyan ve Onat Kutlar'ın eşi Filiz Kutlar'ın isyanı, yıllar boyunca yanıtlanamayan sorular kaldı. Patlamanın olduğu mekân bir oteldi. Ve otelin güvenlik kamerasının kayıtları vardı. Ama "katiller yakalanacak" sözünü verenler, bu kayıtları bile incelemek zahmetine girişmediler. Olaydan bir yıl kadar sonra akılları başlarına geldiğinde de otelden "biz o kayıtları sildik" yanıtını aldılar.

Soruşturmayı bile doğru dürüst beceremeyenler, olayın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan aileyi arayarak; "Suçluyu bulduk, artık konuşmayın. Konu kapandı!" diyebilmişlerdi.

Ve ne yazık ki haklıydılar! Konu kapanmıştı... Kim neden o bombayı oraya koydu? Yılbaşı kutlamalarına nefret kusan ve o "dinsizleri cezalandırmak" isteyen İBDA-C mi, yoksa "büyük kentlerde korku ve dehşet yaratmayı amaçlayan" PKK mi? Bilemiyorum, bildiğim varlıklarıyla dünyayı anlamlı kılan, tanıdığım o iki güzel insanın ölümüne neden oldular. Lanet olsun!

Füsun Akatlı'nın yazısından bir bölümle noktalayalım yazıyı: "Yaşamı, zorunluluklar kadar tesadüfler de yönlendiriyor şüphesiz. Bir çeşit düzen. Ama bu, kaderci bir teslimiyetçiliği haklı göstermez. Terörün körlemesine saçtığı ölümün gelip Yasemin'i bulması tesadüftür ama; terörün beslenmesi, güçlenmesi, başını dik tutması, muzaffer olması, cezasız kalması tesadüf değildir. Ateş düştüğü yeri yakmaz yalnız. Ateş büyür, genişler, yayılır, yangın olur, Türkiye'yi yakar. Yasemin, Türkiye'dir."

[1] Yasemin Geleceğimizden Koparılmış Bir Çiçek, 1995.

* * *

Yeni bir yıl için umutlar ve yılbaşının kısa tarihi

Hani sulh?

Hani saadet?

Hani yeryüzünü saracak bolluk?

Adettendir. Yeni yıla girerken eski yılı değerlendiren, yeni yıla ait umutlar, dilekler içeren yazılar yayınlanır. Geleneği bozmayalım ve yılbaşının tarihinde çok kısa bir geziye çıkalım...

Yılbaşı için sözlükler; "yeni yıla girişi kutlamak amacıyla düzenlenen dinsel, toplumsal ve kültürel törenlere verilen ortak isim" diye yazıyor. Tarih boyunca farklı aylarda kutlanan bu özel gün Babil'de mart ortasında, Asur'da eylül ortasında kutlanmış. Ortaçağın sonuna kadar çeşitli ülkelerin dinsel inaç-ları ve geleneklerine göre değişik günlerde kutlanan yılbaşı, 1582'de Gregoryen takviminin kabul edilmesiyle 1 Ocak'ta kutlanılmaya başlamış. Önceleri dinsel ağırlığı olan bu gün çağdaşlaşmayla birlikte toplumsal ve kültürel ağırlığı olan bir gün olarak her ülkede çeşitli eğlence ve kutlamalarla geçirilir.

Bizde yılbaşının tarihine gelince... Osmanlı döneminde sadece Hıristiyanların kutladığı bir gündür yılbaşı. Cumhuriyet döneminde ise 1926 yılında Gregoryen takviminin "Miladi takvim" adıyla kullanılmaya başlamasıyla birlikte 1 Ocak yılbaşı oldu. 1935 yılında çıkarılan kanunla birlikte yılbaşı "resmen" tatil olarak kabul edildi. Ve batılılaşmanın etkisiyle birlikte Türkiye'de de yılbaşı diğer ülkelerde olduğu gibi törenlerle kutlanmaya başladı.

1953'te "Yirminci Asır" dergisinde yayınlanan eski yılbaşıları anlatan bir yazı ile devam edelim konuya: "... Henüz 'Yılbaşı' resmî bir mahiyet almamış olduğundan yalnız gece eğlenceleriyle iktifa edilir, ertesi günü tatil yapılmazdı. 1930 senesine kadar da böyle oldu. O sene, geri bakanların yaptıkları 'yılların muhasebesi' şu neticeyi veriyordu: 1918 senesinden beri geçen senelere birer isim vermek lâzım gelirse: 1918 inhidam [Yıkılış] senesi, 1919 facia, 1920 mücadele, 1921 ümit, 1922 zafer ve kurtuluş, 1923 sulh ve Cumhuriyet, 1924 inkılâp, 1925 sükûn, 1926 çalışma, 1927 demiryolu, 1928 harf inkılâbı, 1929 okuma seferberliği, 1930 da tasarruf ve millî iktisad yılı olacaktı.

Ondan sonraki yılbaşıların hususiyeti, 'Yılbaşı piyangosu' teşkil eder. Keşideler [çekiliş] İstanbul'da yapıldığı için, başlı başına bir heyecan mevzu olurdu. 1937 ye kadar, yılbaşıların nasıl geçtiğini hülasa etmek lâzım gelirse, kısaca: 'Kaldırımlardan taşan şuh kahkahalar, tezgâh ve sofra başlarında sızanlar, barlarda coşanlar, kumar masalarında tükenenler ve bir anda büyük ikramiyelere konmanın sevinciyle çileden çıkanlar...' denilebilir." [1]

Sonra yine savaş yılları geldi. Hikmet Feridun Es'in İkinci Dünya Savaşı yıllarında, 1942'nin son günlerinde Yedigün dergisine yazdığı "Genç Seneler, İhtiyar Seneler" başlıklı yazıdan bir bölüm hissiyatımıza tercüman olmakta. Birlikte okuyalım: "Gelelim bütün ümitlerimizi bağladığımız 1943 yılına... Her yeni yıldan beklediğimiz şeyi ondan da bekliyoruz. Fakat itiraf etmeli ki, pek de ümide değil. Zira artık insanların yeni, genç, ellerinde çiçekler taşıyan güler yüzlü yeni senelerden de ümitleri kesildi. Doğrusunu isterseniz genç seneler de epeyce yalancı oldular.

Büyük ümitler vadeden bir tavırla geliyorlar, 12 ayı beraber geçiriyoruz, hiçbir şey yapmadan, derdimize en küçük bir deva bile bulamadan, pılılarını, pırtılarını toplayıp gidiyorlar. Hani vaitler?.. Hani sulh? Hani saadet? Hani yeryüzünü saracak bolluk? Bütün bunların hiç birini genç sene yerine getirememiştir. Bunun için 1943 e de milyarlarca göz şüphe ile bıkıyor. Ve bunda da haklıdırlar."

Biz yine de umudumuzu yitirmeyelim. Ne diyordu Nâzım "Büyük İnsanlık" şiirinde: "Büyük insanlığın toprağında gölge yok / sokağında fener j penceresinde cam / ama umudu var büyük insanlığın / umutsuz yaşanmıyor."

Yeni yılın dünyamıza barış getirmesi dileğiyle, herkese iyi yıllar...

[1] Yirminci Asır Dergisi, 27 Aralık 1953, Sayı: 20

FEZA KÜRKÇÜOĞLU

BİRGÜN - 30 Aralık 2007

--- BİTTİ --- 

^^^^^^^***^^^^^^^^^

KAFE MARMARA'YA PALTO İÇİNDE BIRAKILAN BOMBA PATLAYALI 12 YIL OLDU!

Parçalanan hayatlar

Patlamada kaybettiğimiz yazar Onat Kutlar'ın eşi Filiz Kutlar, "Bu dava hiç açılmadı ki kapansın. Onat'ın katili bulunmuş gibi yapılıyor" diyor. Onat Kutlar gibi patlamada hayatını kaybeden arkeolog Yasemin Cebenoyan'ın, annesi, babası ve küçük yeğeni de 1999 depreminde can verdi

Katili bulunmuş 'gibi' yapılıyor

Tarih: 30 Aralık 1994.

Yer: Taksim Kafe Marmara.

Terör örgütlerinin "Yılbaşını kana bulayacağız" tehditleri savruluyor...

Yazar Onat Kutlar ve eşi Filiz Kutlar ise Beyoğlu Mis Sokak'taki evlerinde farklı bir telaş içinde. O gece, evliliklerinin beşinci yıldönümünü kutlayacaklar. Sabah kahvelerini içerken, Kutlar, karısına, "Hiç bu kadar mutlu olacağımı düşünmemiştim" diyor. Akşam buluşmak üzere ayrılıyorlar. Filiz Kutlar, o gece kocasına güzel görünecek, kuaföre gitmeye karar veriyor. Ama önce, eşinin Beyoğlu'ndaki ofisine uğruyor. Birbirlerine uzun uzun sarılıyorlar, sanki bir daha hiç görüşmeyeceklermiş gibi.

11 gün ölüme direndi

Ardından Onat Kutlar, sigarayı bıraktığı için müdavimi olduğu Çiçek Bar yerine, ferah olduğu için saat 18.30'da Kafe Marmara'ya gidiyor. 15 dakika sonra, Taksim sarsılıyor. Teröristlerin, bir palto içerisinde bıraktıkları bomba patlıyor. Kutlar, 11 gün boyunca verdiği mücadeleye yenik düşüyor.

Bu cinayetin üzerinden 12 yıl geçti. Ama Filiz Kutlar hâlâ dün gibi yaşıyor. Ona göre, bu olayın failleri hiçbir zaman bulunamadı, dosya gerçekte hiç açılmadığı gibi, hiç kapanamadı. Kutlar, bombanın ardından yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

"O günlerde IBDA - C herkese 'yılbaşını başınıza yıkacağız' diye tehditler savuruyordu. Buluştuğumuzda neden 'gitme' demedim; Yıllarca aylarca vicdan azabı çektim. Bana aldığı bir gümüş kolyeyi ceketinin cebinde buldum, ama takamıyorum."

'Bu dava kaynadı gitti'

Dava sürecinde çok büyük acılar yaşadığını söyleyen Filiz Kutlar, şöyle devam ediyor:

"Bu dava hiç açılmadı ki kapansın. Birtakım itirafçılar çıktı. Ama gerçek failler kesinlikle onlar değildi. Anlatırken de rolünü iyi ezberlemediklerini gördüm. Bu dava kaynadı gitti. Daha önce dini terör örgütlerinden tehditler geldiği için ben onların üzerinde duruyorum. Ne tür hesaplar yapıldı bilmiyorum. Bu davaya yeterli özen gösterilmedi. Gerçek faillerin bulunmamasıyla da, yeni terör olaylarına yeşil ışık yakılmış oldu."

Kutlar, "Onat'ın katili bulunmuş gibi yapılıyor" diyor. Patlamadan sonra bir daha Kafe Marmara'ya gidemediğini söylüyor.

Ve Filiz Kutlar, gelecek yıl eşinin hikâyelerden oluşan bir tiyatro oyununu sahneye koymak istiyor.

KAFE MARMARA'YA PALTO İÇİNDE BIRAKILAN BOMBA PATLAYALI 12 YIL OLDU!Bu kareden bir kişi kaldı

The Marmara Kafe'de Onat Kutlar ile birlikte yaşamını yitiren arkeolog Yasemin Cebenoyan'ın ailesi de kader kurbanı oldu.

Kızlarının ölümünün ardından 17 Ağustos 1999'daki depremde Yalova'da bulunan annesi Tuncay, babası Hikmet Cebenoyan ve 1.5 yaşındaki yeğeni Ali de göçük altında kalarak hayatını kaybetti. Bütün bu acıyı yüklenmek zorunda kalan ise Yasemin'in abisi arkeolog Cüneyt Cebenoyan'dı.

Cebenoyan, 29 Aralık 1994'te çektirdikleri aile fotoğrafına bakarken, karedekilerden sadece kendisinin kaldığını anlatıyor:

Arkadaşı ısrar etmiş

"Yasemin tanıdığım en insancıl, en iyi kalpli insandı. Olaydan bir gün önce Kuruçeşme Divan'da doğum gününü kutladık. Aile yemeği yedik. Çok mutluydu. Ertesi gün evde dinlenmek istemiş. 'Arayan olursa yokum' demiş anneme. Ama annem, yalan söyleyememiş. Arkadaşı da 'hediyeni vereceğim' diye ısrar edince, kıramamış. The Marmara'ya gitmiş, daha arkadaşı gelmeden bomba patlamış zaten."

Olaydan sonra, anne ve babasının uzun süre toparlanamadığını söyleyen Cebenoyan, şöyle devam ediyor acı hikâyesine:

Keşkelerle yaşıyorum

"Hep bir neden aradılar bu ölüme. Biz yeniden hayata bağlanalım diye eşimle Ali isminde bir çocuğa sahip olduk. 1999'da Yalova'daki yazlığımıza gittiler. Aslında Fethiye'ye gideceklerdi. Biz engel olduk, arabanın emniyet kemeri yok, tehlikeli olur dedik. Deprem oldu, üçünü de kaybettik. Keşkelerle yaşıyorum. Keşke Fethiye'ye gönderseydik, keşke biz de gitseydik, keşke..."

Cüneyt Cebenoyan, bomba olayıyla ilgili dava konusunda ise şöyle diyor:

"Hâlâ, dava ne noktada bilmiyoruz. Usulden bozuldu en son. Annemler gazetecilerle konuşuyorlar diye, bir gün eve telefon gelmiş emniyetten, 'Artık konuşmayın, failler bulundu' diye. Sonra korkup uzun süre benim de bir şey yapmamı engellemişlerdi. Bu dava sonucunda kamuoyunu ikna edemediler. Güven yitirdik."

Eylemi İBDA-C üstlendi, PKK yargılandı

Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan'ın yaşamına son veren bomba, 30 Ocak 1994'te Kafe Marmara'ya yerleştirildi. Eylemi İBDA - C üstlendi. Örgütün yayın organları da eylemi bir başarı olarak duyurdu. İstanbul Emniyeti ise olaydan kısa süre sonra eylemin PKK tarafından yapıldığını ve sorumluların yakalandığını açıkladı. İstanbul DGM'de PKK adına bombalama eylemleri gerçekleştirdikleri iddiasıyla 23 sanık yargılandı. Birçok kez heyet değişikliğine uğrayan davada Deniz Demir, Hicran Kaçmaz ve Abdülcelil Kaçmaz'a müebbet hapis cezasi verildi. Ancak, Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Nisan 2004'te "Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlanma başvurularının incelenmeden karar verildiği" gerekçesiyle kararı bozdu.

Şükran Pakkan

MİLLİYET - 01 Ocak 2006 / Pazar

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.