DERSİM, BUDALASININ HEYKELİNİ DİKEN TEK ŞEHİRDİR

DERSİM, BUDALASININ HEYKELİNİ DİKEN TEK ŞEHİRDİR

''Biz ölmekte olan anadilimiz için neler yapabiliriz diye düşündüğümüzde tiyatroyla katkı sunmayı düşündük. Kendi dilimizde tiyatro gösterileri yapıyoruz...“

A+A-

 

 

DERSİM, BUDALASININ HEYKELİNİ DİKEN TEK ŞEHİRDİR
Reklam

Yılmazcan Şare, Almanya turnesinin Oberhausen ayağında sahneledikleri DIL isimli oyun öncesinde yaptığımız söyleyişide çok önemli açıklamalarda bulundu.

Alirıza Güler / OBERHAUSEN

„Zazaca, Kırmancki anadilimizde tiyatro yapan bir grup Araye Kay Tiyatro Gurubu. Türkçesi Oyun Değirmeni demek. Dilimiz UNESCO’nun da yaptığı açıklamaya bakılırsa ölmekte olan diller arasında gösteriliyor. Biz ölmekte olan anadilimiz için neler yapabiliriz diye düşündüğümüzde tiyatroyla katkı sunmayı düşündük. Kendi dilimizde tiyatro gösterileri yapıyoruz“ diyor Araye Kay tiyatro gurubun oyuncu ve yönetmeni Yılmazcan şare.

 

– Birazdan oynayacağınız DIL oyununun içeriğini bizimle biraz paylaşabilir misiniz?

– DIL oyunu Allah Hızır’la konuşan bir budala ana karakteri üzerine kurulmuş bir oyun. DIL’ın en büyük korkusu kaybolmak. kimi zaman toplumun iki yüzlülüğünü, bundan duyduğu rahatsızlığı dile getiren bir karakter. Oyun bir yönüyle 38’e ve sürgünlere de bir gönderme yapıyor. Bir kahve ortamında geçiyor ve komedi diliyle anlatılıyor. Kahvedeki o dünya içerisinde insanların köylü kurnazlığı vb. anlatılıyor.

– DIL’in Türkçe karşılığı ne?

 

– Oyunda budalayı oynayan Dilaver’in kısaltılmışı. Oyunda ona DIL diye hitap ediliyor.

– Peki DIL oyunda nasıl bir karakter?

– Oyunda budalayı oynayan bir karakter. dersimin budalaları meşhurdur. örneğin toplumun çok saygı gösterdiği bir sewuşen vardı. halk onu giydirir, yedirir, sahiplenirdi. Onu bir abdal olarak görürdü. nitekim heykelini dikti dersime. belki de dünyada ilk heykeli dikilen budalaydı Sewuşen. Dışarda yatardı, yalınayak dolaşırdı. halk onu bir değer olarak görür, üzerine karın, yağmurun yağmadığına inandırdı. Baba Bertal içinde aynı şeyler söylenirdi. Onu görenler elini öper, niyaz eder, çıralık verirler, üstbaş alırlardı. ona önemli bir değer yüklerler ve onunla sohbet etmeyi değerli görürlerdi.

– Dersimin delileri meşhur, üzerine kitaplar bile yazılmış. ama siz budala kavramını kullanıyorsunuz. bunun özel bir nedeni mi var?

– Çünkü Dersim’in Budalaları bana göre özeller. saldırganlıkları yok, toplumsal duyarlılık da sizi şaşırtıcı davranışlarda bulunabiliyorlar. Bazen olayları sorgulayabiliyorlar. hal ve davranışlarında aklı başında insan gibidirler. ama kendi iç dünyalarında bir huşu içinde yaşarlar, zararsızdırlar, sevgi doludurlar.

– Dersim halkı da bu oyundaki gibi mizah yapan bir halk mıdır?

– Bizim köylerimizde eskiden mizah çok yoğundu. insanlar kasıntı değildi. hemen kaş çatmaz, bir espri karşısında hemen tavır almazdı, esnekti. belkide hayatın zor şartlarının üstesinden gelmek güçlerini mizahtan alıyorlardı. biz köylerde dedelerimizde, ninelerimizde hep tanık oluyorduk, günlük yaşam içerisinde sürekli espritüel yaklaşım vardı olaylara. Ya da toplumun bilge insanları dediğimiz insanlar bir araya gelince mizahi bir dille yaşananlar anlatılırdı. Bizler de bunları yaşayarak büyüdük.

– Yurtdışındaki ve yurtiçindeki Tiyatro seyirciniz açısından belirgin bir farklılık görüyor musunuz?

– Yurtdışındakilerde hasretin daha ağır bastığını söyleyebilirim. Bu da belli bir yaşın üzerindekilerde daha yoğun yaşanıyor. Bu dilin kendine özgü yapısını bilmeden büyümüş ya da coğrafyasını, itikatını içselleştirememiş insanlarımız eski nesil kadar bir duygusallık yaşayamıyor haliyle hem dile hem de tiyatro oyunlarımıza karşı. Ama hem anlayan hem de konuşan nesil kendisini buluyor burada. Çünkü bu motiflere, bu itikata, bu varoluş gerçeğine dağılmadan önce tanık olmuş. Yurtdışında sergilediğimiz oyunlarda bu motifleri görünce içi titreyerek seyrediyor. Türkiye’ye geldiğinizde hasret buradaki kadar baskın değil.

– Peki sizin oyuna ilişkin söylemesem eksik kalır dediğiniz bir şey var mı?

– Bu oyunun özel bir yapısı var. teması korku. korku da bulaşıcıdır. bir budalanın hissettiği ve paylaştığı şey kaybolma ve kaybedilme korkusu. 38’den bu yana gelen bir şey bu. kimisi sürgünlerde kendi akrabalarını kaybetmiş. mezarları var mı, yaşıyorlar mı? Haberleri yok. Onun için bizler ürkek bir toplumuz. Yani bu geçmişte yaşadığımız travmalar halen üzerimizden silinmiş değil. Bence topluma psikolojik bir destek verilmesi gerekiyor. İlle de psikolojik bir rahatsızlık göstermeyi gerektirmiyor bu. Biz hep dedelerimizin, nenelerimizin anlatımıyla büyüdük. Bu anlatılar çok derindi. Çok ağır geliyordu bize. Bu ağırlığı inanın ki toplumda bir çok kişi hala üzerinde taşıyor.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.