Diyarbakır'da Cemevi

Diyarbakır'da Cemevi

Diyarbakır'da Cemevi(...) Bu ayrımcılık tek yanlı değildi. Bizler de Sünnilere “Yezit” derdik. “Ayıdan post, Kürt’ten...

A+A-

Diyarbakır'da CemeviDiyarbakır'da Cemevi

(...) Bu ayrımcılık tek yanlı değildi. Bizler de Sünnilere “Yezit” derdik. “Ayıdan post, Kürt’ten dost olmaz” derdik. Kürtler için “Sıcak ekmek olsa koynuna koyma” derdik. Her iki kesimin yaptığı yanlışları üst üste koysak, Karacadağ’ın boyunca yükselirdi....

Fehmi SALIK
 
“Güne düştüm, güne düştüm
Gölgeden güne düştüm
Felek gözün kör olsun
Dediğin güne düştüm…”
-Bir Diyarbakır manisi-

M. Sami Aşar’ın, “Gölgesinde Eğilen Adam” adlı o uzun ve duygu yüklü şiirinden alıntıladığım şu anlamlı dizelerle yazıma başlamak istiyorum:

“…Ben iki büklüm gölgesinde eğilmiş yarım adam
Her eczane defterinde ismim var
Cebimin birinde ilaç, birinde reçete
Küçük cebimde de kaderim var
Dışımın güldüğüne bakmayın
Offf anam offf
İçim kan ağlar
Açılmadık tomurcukların
Sancısını çekiyorum
Sapına kadar…”

Bir süredir yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Yazdığım değişik sitelerdeki okurlarımdan anlamlı/duygulu yorumlar içeren iletiler aldım. Bu iletiler olabildiğince mutlu kıldı beni. Anladım ki yazdıkları okunanlar arasındayım. Bu ayrılığın nedenini, sadece kendi köyümün sitesindeki köşemde bir “veda yazısı”yla dile getirmeye çalıştım. Bu kısa yazımla ilgili, köylülerimden gelen iletiler ilaç gibi geldi bana. Bu arada hiç tanımadığım; nerede nasıl yaşadığını, eğitim düzeyini bilmediğim (kadın/erkek) kişilerden gelen ve birer ödül değerinde olan bu iletiler, takatsizliğimi giderir oldu. Sağlığımı iyiye doğru yönelten haber, Diyarbakır’dan geldi: Bu kadim kentin merkezinde bir cemevinin temel atma törenine çağrılıyordum. Sonlanması istenmeyen tatlı bir düş görüyordum sanki. Kanatları yağmur yemiş bir horozun, üzerindeki damlaları silkeleyip atmasına benzer bir durum içine düşmüştüm. Bu haber beni iyice dikleştirdi. Üstüme abanan “keppoz”, (karabasan) defolup gitti başımdan.

Yıllarca “kitaplar arasında tıpkı bir fare gibi” gezinmemi sağlayan ve yorulan gözlerime yeniden fer geldi. Yitiğini bulmuş bir çocuğun sevinci içine düşmüştüm. Öyle ya; ne demekti Diyarbakır gibi bir yerde bir cemevinin açılması? Üstelik bu işin kotarılmasında başaktör rolünü, Kürt kökenli Sünni bir belediye başkanı oynuyordu. Dahası var: Bu belediye başkanının adı Osman’dı. Aleviler, Osman adını sevmezler, sevmediler hiç. Ama bu Osman, o Osman’lardan değildi. Aile dostum ve has arkadaşım rahmetli Mahzuni’nin “Nice Ali’ler gördüm Osman çıktılar” dizesindeki o Osman’lara hiç benzemiyordu. Bana kalırsa bu Osman, gerici hırkasına bürünen, bağnaz ve faşist düşünceli partilerde odaklanan nice Alevilerden çok daha Ali yanlısıydı. Hatta Pir Sultan Abdal Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Sevgili Savunman Cafer Koluman, cemevi temelinin açılışında yaptığı konuşmada belediye başkanına yönelik “Artık Sayın Başkanımıza bir ‘önad’ da biz ekliyoruz: Bundan böyle Başkanımızın adı, ‘Ali Osman’ kalacak” demişti.

Bu haberle ilgili bir iletimde “Diyarbakır’da cemevinin açılması, bir ‘devrim’dir” demiştim. Gerçekten öyle.

Tabu yıkılıyordu.

Halkları birbirine düşüren, inançlarda ayrımcılık yapan yanlış değerlendirmeler, dogmalar, saplantılar, kötü alışkanlıklar, hor bakmalar süpürülüp Fiskayası’ndan Dicle’ye dökülecekti. O nazlı nazlı akan Dicle de, Diyarbakır’a yakışmayan bu saplantıları sürükleyip Basra Körfezi’ne aktaracaktı.

Benden önceki ve benim kuşak, hatta ardıllarımız bile Diyarbakır’daki yedi Alevi köyünün, halkı Sünni olan Diyarbakır merkezinden ve köylerinden neler çektiğini çok iyi bilir: Ekmeğimiz yenmez, suyumuz içilmezdi. Kestiğimiz, el sürdüğümüz haramdı. “Pis Kızılbaşlar”dık. Kesinlikle Müslüman sayılmazdık. “Fille” adı verilen gayrimüslimler, Diyarbakır Halkı’na göre biz Alevilerden bir kat daha üstteydi. Kimilerine göre bir Alevi’nin Müslüman olabilmesi için önce fille aşamasından geçmesi gerekirdi.

Geçimimizi sağlamak için ürettiklerimizi Diyarbakır’a taşırdık. Onca emek vererek elde ettiğimiz bu ürünleri, Diyarbakır pazarlarında ederinin altında elimizden alırlardı hep. Her ürünü bir komisyoncuya teslim ederdik. Herkesin ayrı bir komisyoncusu vardı. Alıcıya biz, malımızın değerini söyleyemezdik. Komisyoncu satar, defteri tutar, hesabı o yapardı. Bu hususlara, LALO ve KIZILET KUŞLAR adlı kitaplarımda bir nebze de olsa değinmiştim.

Kızlarımız kaçırılırdı. Ekinlerimiz ateşe verilirdi. Hayvanlarımız, güvercinlerimiz çalınırdı. Aynı adı taşıyan iki köy vardı yörede: “Büyükkadı, Küçükkadı.” Ama o günkü Sünni hemşerilerimiz, bu iki köyü birbirinden ayırmak için benim doğduğum Büyükkadıköyü’ne “Kadiya Kızılbaş” derlerdi.

Bu ayrımcılık tek yanlı değildi. Bizler de Sünnilere “Yezit” derdik. “Ayıdan post, Kürt’ten dost olmaz” derdik. Kürtler için “Sıcak ekmek olsa koynuna koyma” derdik. Her iki kesimin yaptığı yanlışları üst üste koysak, Karacadağ’ın boyunca yükselirdi.

İşte şimdi bütün bu saplantıları, hakaretleri Dicle, önüne katıp çok uzaklara aparacaktı.

İster Alevi, ister Sünni olsun; tüm Diyarbakırlılar, ezilenlerin başında Kürtlerle Alevilerin geldiğinin ayrımındalardı artık. Bu adlarla ayrılan bu iki kesim, “imha ve inkâra” maruz kalmışlar, ötekileştirilmişlerdi hep. Horlanan bunlar, işkence gören bunlar, derileri yüzülen bunlar, asılan bunlar olmuştu. Her iki kesimin çektiği acı aynıydı. Tarihsel gelişim çizgisini izleyen her duyarlı ve meraklı kişi, bu iki kesimin öyküsünü ezbere bilir. Egemen güç, bu iki kesimin analarını ağlatma işini iyi becermiştir. Bu güç, o denli ileri gitmiştir ki sözde onun için savaşa girdiği kesimin de anasını ağlatmıştır.

İşte bu zulme karşı koymak için Diyarbakırlı Sünniler ve Aleviler, kendilerini birbirlerine düşman kılan bu zihniyeti, Fiskayası’ndan Dicle’ye fırlatma birlikteliğine soyunmuşlardır bugün.

Kuşku yok ki bu ayrımcılığı ortadan kaldırma işini “örgütlülük” başarmıştır.

Eğer “Büşak-Der” kurulmasaydı, Pir Sultan Abdal Derneği’nin Diyarbakır Şubesi” açılmasaydı, Diyarbakır’da bir cemevinin oluşumu, Kafdağı’nın ardı kadar uzaktı Alevilere.

Ben burada bir Diyarbakırlı, bir Büyükkadıköylü ve bir Alevi olarak başta Büyükkent Belediye Başkanı Sayın Ali Osman Baydemir’i ve Diyarbakır’ın saygın diğer belediye başkanlarını canıgönülden kutluyor, onlara sağlık ve başarı dileklerimi sunuyorum.

Ayrıca özeverili çalışmalarla örgütlü bir güç olduğumuzu Türkiye kamuoyuna tanıtan Büşak-Der yönetici ve üyelerine; Pir Sultan Abdal Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Sayın Savunman Cafer Koluman’a; değerli bilimadamımız ve Pir Sultan Abdal Derneği Genel Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. İrfan Açıkgöz’e; bizlere sürekli aydınlık bir ayna tutan köyümüz sitesinin yöneticilerine teşekkürü, ödenmesi gereken bir borç olarak kabul ediyorum; Diyarbakır’da gerçekleşecek olan bu cemevinin, bir “barış evi” olacağına inanıyorum.

Bu arada “halklar ve inançlar” arasında bir “barış elçisi” görevini üstlenen yazar kardeşim Sevgili Şeyhmus Diken’e ayrıca teşekkür ediyorum.

Yaşasın halkların kardeşliği; yaşasın inançların eşitliği…

Fehmi SALIK

Alevi Haber - 25.07.2011

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.