Dünya Vatandaşı Bir Bektaşi'yim

Dünya Vatandaşı Bir Bektaşi'yim

Dünya Vatandaşı Bir Bektaşi'yim Alevilik araştırmalarının duayeni Prof. Dr Melikoff, 8 0cak’ta Fransa’da, Alevilerin deyimiyle...

A+A-

Dünya Vatandaşı Bir Bektaşi'yimDünya Vatandaşı Bir Bektaşi'yim
 
Alevilik araştırmalarının duayeni Prof. Dr Melikoff, 8 0cak’ta Fransa’da, Alevilerin deyimiyle “Hakka yürüdü.” Tarihçi ve Türkolog Melikoff, Alevilik bilgisinin üretilmesi ve yayılmasında uluslararası bir çaba göstermişti...

SELAMİ İNCE – BİHTERİN SARAÇ

Prof. Dr. Meliloff’la 2005 yılı sonbaharında Fransa'nın Strasbourg kentindeki evinde 88. doğum gününden hemen önce uzun bir röportaj gerçekleştirdik. Bu görüşme kısaltılarak Almanya’da Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun yayın organı Alevilerin Sesi’nin 88. sayısından başlamak üzere 3 sayı yayımlandı.

Prof. Dr. Melkoff, görüşmenin tamamında Alevilerle nasıl tanıştığını, Alevi araştırmalarına nasıl başladığını, Alevilerin yeryüzündeki konum ve ruh hallerini, kendisinin Bektaşilikle ilişkilerini, Türkiye’deki dostlarını ve Alevilik üzerinden yürüyen tartışmaları değerlendirmişti. Melikoff, sorumuz üzerine kendisinin de “Bektaşi” olduğunu söylemiş ve Aleviliğin değerlerine göre yaşadığını anlatmıştı. Alevilik kültürüne ve insanlarına yakınlığı ile tanınan Melikoff’un, özellikle Aleviler için kutsal bir ay olan Muharrem ayında hayata veda etmesi de ayrıca manidar.  

Görüşmenin tamamı hiçbir zaman internet ortamına aktarılmadığı için yalnızca ilk bölümünü bularak tekrar yayımlıyoruz. Bu görüşmenin tamamı Melikoff’un Türkçe yayımlanan en derli toplu ve son görüşmelerinden biri olması açısından önemli. Görüşmenin bu giriş kısmı Melikoff’un kökenine odaklanıyor.

» Sayın İrene Melikoff bugün Strasburg’ta size misafiriz. 17 Kasım 1917 gibi Sovyet Devrimi’nin olduğu tarihi bir günde doğmuşsunuz. Ancak hemen ülkeyi terk etmişsiniz. Rusya’dan Fransa’ya uzanan yolculunuzla başlayalım sohbetimize.

Evet efendim, 17 Kasım 1917 senesinde Sovyet devriminin olduğu gece Sankt Petersburg, o zamanki adıyla Petrograd’da doğdum.

Haklısınız, tarihi bir gecede doğmuşum. Annem Rus, babam Azerbeycanlı idi. Babam zengin bir adam, Bakü’de petrol yatakları sahibi idi. Devrimden sonra bütün malvarlığımızı kaybettik. Babam ihtilalden birkaç gün evvel bir kısım değerli mücevheri saklamak istemiş. Babam, güvendiği yanında çalışan birinin evindeki bir duvarın içine gizli bir yer açtırmış. Mücevherleri buraya gizlemişler. Annem aslında kendi babasının evine saklanmasını istemiş. Çünkü annemin ailesi fakirmiş. Bu yüzden annem babasının evine saklanmasını istedi. Çünkü fakir bir aile olduğu için annemin ailesi dikkat çekmez dize düşündü. Ama babam kabul etmedi. Güvendiği insanların evine saklamak istedi. Ama maalesef babamın çok güvendiği bu insanlar devrimden sonra mücevherlerin yerlerini bir bir söylemişler. Babam hemen tevkif edilmiş. Bir süre sonra babamı koyduklara odaya bir görevli gelir. "Beni hatırlıyor musunuz“ der.

Meğerse bu adam devrimden bir süre önce babama gelerek babamdan maddi yardım istemiş. Babam da o zaman adama yardım etmiş. Adam babama "Biliyor musunuz, siz o zaman benim hayatımı kurtarmıştınız. Şimdi ben de sizin hayatınızı  kurtarmak istiyorum. Hemen burayı terk etmeniz gerekiyor. Öldürülecek insanların listesinde sizin de isminiz var“ demiş. Bunun üzerine apar topar Rusya’dan ayrılıp Finlandiya’ya kaçmışız. Finlandiya’da bir sayfiye yerinde bir buçuk yıl kalmışız. Herkes o dönem ihtilalin başarısız olacağını ve tekrar geriye dönebileceklerini düşünüyor. O sıra İngilizler Bolşeviklere karşı olanlara yardım ediyorlarmış. Fakat Çar ve ailesinin ölüm haberini öğrenince İngilizler yardım etmekten vazgeçtiler. Çar, İngiliz Kralının akrabası idi. Çarın ölümü ile birlikte İngilizler devrim karşıtlarına para yardımını kestiler. Umutları kalmadı.  Bu durumdan sonra ailem Rusya’ya dönme umudunu kaybettiği için İngiltere’ye geçiyor, daha sonra da 1919 yılında  Fransa ya geliyorlar. Babam zengin bir adamdı ama iyi de  bir adamdı. Bunu torunlarımın  bilmesini isterim.

» Anneniz Rus, babanız Azerbaycanlı.  Siz burada yaşıyorsunuz. Kendinizi hangi kültüre ait hissediyorsunuz?

Efendim, ben dünya vatandaşıyım. Fransa’da büyüdüm. Fransız kültürünü seviyorum. Fransız kültürünü aldım. Fransa’da çocukluğumun ilk yıllarında durumumuz o kadar iyi idi ki, benim Paris’te İngiliz bir mürebbiyem bile vardı. Bu yüzden ilk lisanım İngilizce olmuştu.Babam Rusya’da petrol işi  ile uğraşıyordu. Maddi olarak çok iyi durumda idi. Petrol sahipleri mallarını  kaybetmemek için şirketlerini  Nobel’e sattılar. Nobel çok iyi davrandı bu insanlara ve bu mallara karşılık iyi  para verdi. Babam akıllı olsa idi hayatı boyunca çok iyi yaşardı. Ama babam alıştığı gibi yaşamaya devam etti ve devrimin yıkılacağını, kısa sürede Rusya’ya geri dönebileceğimizi hep zannetti.

» Paris’te nasıl bir kültürel yaşamınız vardı?

Evimizde çok kitap vardı. Babam da çok okuyan bir insanda. Sorbonne’da edebiyat bölümüne gittim, sonra Doğu dilleri ilgimi çekti. Bu babamın etkisiyle oldu. Hiç unutmam, babam bir yaz tatilinde bavulu ile eve geldi. Bavulu açtım, içinde bir kitap vardı. Hafızın Divanı.Çok güzel resimler vardı kitabın içinde. Kitabı aldım ve sabaha kadar okudum. Babam ertesi sabah “Bu kitap sana göre, bir genç kıza göre değil” dedi. Ben ama ilk zehiri almıştım böylece. Paris’te çarşıya gider gitmez bu kitabı aldım. Kuran’ı da o zaman aldım. O zaman doğuya karşı ilgim başladı. Annem ise benim bu ilgimden memnun değildi ve karşı çıkıyordu. O karşı çıktıkça benim ilgim daha da arttı.

» Babanız Azerbaycanlı olduğu için tabii annenize göre daha doğulu… 

Babamın üzerimde etkisi oldu. Doğu sevgisini babam aşıladı. Sürekli Kafkasya’yı anlatırdı küçüklüğümden beri bana.

» Sorbonne’da üniversiteye gittiniz ve sonra doktora çalışması mı başladı?

Bir taraftan üniversitede İngilizce lisansı aldım bir taraftan Türkçe diplamısı aldım. Bir taraftan da Farsça öğreniyordum. Bu sırada İkinci dünya savaşı başladı. En kötü hatıralarım Almanların, Fransa’yı işgaline, o zamana aittir.

Korkunç bir tahribatta. O zaman genç bir Türk ile tanıştım. Fransa’da bir kaç Türk profesörüm oldu. Adnan Adıvar da benim hocamdı. Halide Edip Adıvar’ın kocası. Atatürk öldüğü zaman yani 1938 de Adıvarlar Türkiye’ye gittiler. Adnan Adıvar’ın yerine Faruk Sayar geldi. Meşhur Salih Zeki’nin oğlu idi. Faruk Sayar ile 1940 yılında evlendik. O hukuk fakültesini bitirince Türkiye ye döndük. Ben istedim bunu. Çünkü Türkiye’yi tanımak istiyordum. Bir de savaş korkusu vardı. Önce İstanbul’a sonra Ankara’ya gittik. Büyük kızım Ankara’da doğdu. Faruk Ankara’yı sevmiyordu. İstanbul’a döndük ve Faruk Selanik Bankası’nda hukuk danışma olarak çalışmaya başladı. Faruk askerliğini yapmamıştı. Askerliğini yapmasını istiyordum. Polis kontrolleri çok oluyordu. Korkmaya başladım. Hayat koşulları çok zordu ve ben de çalışmak istiyordum. Bir süre sonra Amerikan kız kolejinden çağırdılar. Bize Fransızca öretmeni lazım, fakat İzmir’de çalışması lazım’ dediler. Kabul edip hem İngiliz edebiyatı hem de Fransızca dersi verdim. İki yıl boyunca. Hayatım rahat idi. Çok mutlu değildim ama rahat idim.

BİRGÜN - 13 Ocak 2009, Salı

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.