EMRAH AKBAŞ : İslamileşme sürecinin görünmeyenleri

EMRAH AKBAŞ : İslamileşme sürecinin görünmeyenleri

İslamileşme sürecinin görünmeyenleri   Sokaktaki adama hizmet götürmek öylesine baskın bir söylemsel meşruiyet...

A+A-

İslamileşme sürecinin görünmeyenleri İslamileşme sürecinin görünmeyenleri 
  
Sokaktaki adama hizmet götürmek öylesine baskın bir söylemsel meşruiyet yaratıyor ki, hemen herkes AKP'li belediyeleri takdir etmekten başka bir pozisyon bulamıyor

EMRAH AKBAŞ

Son günlerde toplumun artan bir biçimde İslamileştiğinden söz ediliyor. Sosyolojik olarak önemli bir araştırma sahasının ortada olduğu aşikâr, ancak dikkatlerden kaçmaması gereken en önemli husus toplumun türlü saiklerle İslamileşiyor olması değil, bu İslamileşme sürecinin yaşamsal bazı sonuçlarıdır.

Bir toplumun İslamileşiyor olması asla salt bir dindarlaşma eğilimi düzleminde analiz edilemez. Bunun temel nedeni, İslam'ın toplumsal hayata "müdahil olma" arzusunun hâlâ geçerliğini sürdürmesidir. Bu arzunun "seküler" toplum düzenindeki tezahürü baskı olarak ortaya çıkıyor. Son zamanlarda analistlerin çoğu, bu baskının mahalle tabanlı yaygınlaşıyor oluşuna dair bazı tahliller yapıyor. Doğrusu, mahalle tabanlı baskı kültürüne en önemli katkıyı "sosyal hizmet" faaliyetlerinin yaptığını görmek için AKP'li belediyelerin sunduğu hizmetlere kısa bir bakış bile kafi gelir. Bu bağlamda, sosyal yardımın ardındaki ideolojik anlam planlı bir toplumsal dönüşüm projesini gösteriyor. Sosyal harcamalara ayrılan payın azaltılmasıyla birlikte, sosyal hizmet faaliyetlerinin belediyelere ve sivil toplum kuruluşlarına aktarılması "yerelleşme" meşruiyet çerçevesinde savunuluyor. Doğrusu, bu argüman kimi sosyal demokrat çevrelerden dahi önemli destek görüyor. Ancak kapitalist Batılı ülkelere referansla savunulan yerelleştirilmiş sosyal hizmet faaliyetlerinin görünümü bizde manipüle edildiğinden çok daha farklı biçimlerde şekilleniyor. Batılı ülkelerde devlet ile özel sektörün bir tür ortaklığına dayanan yeni sosyal hizmet anlayışı bu alanın metalaşmasına işaret ederken, bizde bu tür bir ekonomik sözleşmeden yoksun bir biçimde gelişen yeni anlayış bir bakıma toplumsal mühendislik çalışmasını imliyor. Bu mühendislik çalışmasını güçlendiren en önemli husus ise Batılı kapitalist ülkelerde olduğu gibi denetleyici bir refah dairesi işlevinin yoksunluğu. Bu rolü oynaması muhtemel tek kurum olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ise çaresizce feshedilmeyi bekler durumda.

Kötülüklerin anası

Modern devletin temel meşruiyet zeminini sağlayan sosyal kontrolün ciddi bir manipülasyon ile "tesadüfileşmesi", sokaktaki adamın hayatına önemli etkilerde bulunuyor. Sokaktaki adama hizmet götürmek öylesine baskın bir söylemsel meşruiyet yaratıyor ki, hemen herkes AKP'li belediyeleri takdir etmekten başka bir pozisyon bulamıyor. Halbuki dikkatlerden kaçan bir başka husus, söz konusu sosyal hizmetler yoluyla sağlanan "baskı" ortamının da söylemsel pratiklerle şekilleniyor olması. Bir büyükşehir belediyesinin büyük ilçelerinden birinin belediyesi, "içki bütün kötülüklerin anasıdır" tabelasını ana arterin girişine asınca, o ilçede içki bulabilmek neredeyse imkansızlaşıyor.

Baskı ortamını meşrulaştıran söylemsel pratikler sözde "laik" çevrelerce bile desteklenebiliyor. Kemalistliğiyle nam salmış yazar, Ramazan ayında oruç tutuyor olduğunu bir biçimde okuruna hissettirme ihtiyacı duyuyor. Başörtüsü takmayan bir hanım, baskılara ancak "günahını ben çekeceğim, size ne" demek suretiyle direniyor, ama bunun nasıl bir söylemsel meşruiyet temin ettiğinin farkına bile varmıyor. Laik televizyonlarda peşi sıra zuhur eden ilahiyat çevreleri veya Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri "kurani" bir hayatı "tatlı tatlı" dayatıyor. Hal böyle olunca, sözde Tanrı ile birey arasındaki hukuka/diyaloga dayanan dinsel hayat toplumsallaşıyor. Toplumsallaşan dinsel pratik zorunlu olarak siyasallaşıyor.

Toplumun İslamileşmesi sürecinde gözlerden kaçan önemli bir başka husus, sıradan kişinin karşılaştığı söylemsel pratikler biçimindeki baskıdan çok daha dehşetli bir biçimde, doğrudan baskı mekanizmalarının söz konusu olmasıdır. Ramazan ayında oruç tutmayanların maruz kaldığı şiddet veya kimi yazarların karşılaştığı tehditler zaten biliniyor. Fakat bir kez "İslamcı" çevrelerle ünsiyetiniz oldu mu, karşılaşacağınız baskılar pek söz konusu edilmiyor. Toplumun İslamileşmesi sürecinin, belki de en dehşet verici sonuçlarından birini de bu baskı biçimi oluşturuyor. Zira bu baskı biçimi meşruiyetini doğrudan Kuran'dan alıyor. Kuran'a göre, müminler; kafirler, Hıristiyanlar, Museviler ve diğer inanma biçimlerine mensup kişilerle birlikte yaşayabilirler, ama dinden çıkanları "nerede bulurlarsa" öldürürler. Kimi ilahiyatçılar bunu türlü biçimlerde reddedici açıklamalar geliştirebiliyor, ancak dinin sosyolojik tezahürü bu anlayışı devamlı olarak yeniden ürettiği sürece, söylediklerinin hiçbir anlamı yok. Diğer taraftan, katli vacip nevinden bir muameleye maruz kalmasa bile, dinden çıktığına karar verilen kişiler toplumsal alandan türlü biçimlerde dışarlanıyor. Medyaya yansıyan ölüm tehditlerinden yüzlerce kat daha fazlasını yaşayan sokaktaki "diğerleri"nden söz etmeye bile gerek yok. Karşılaştıkları fiziksel ve psikolojik şiddetin bini bir para.

İslamileşen toplumun reflekslerinin "sağlıklı" olmasını beklemek neredeyse imkansız. Toplumsal hayat "muhayyel" bir naslar referansına göre şekillenmeye başlar. Kuran'daki varlığı bile su götüren başörtüsü "emri" toplumsal hayatı bu denli etkilerken, varlığından kuşku duyulmayan emirlerle şekillenen hayat, "diğerleri"ne soluk alma şansı tanımaz. Nitekim, "İslamcı" bir daireden çıkmaya çalışan niceleri, yalnızca kendince "reformlar" uydurarak ruhsal dengesini korumaya çalışıyor. Reform yerine reddiyeyi tercih edenler ise bir bakıma intihar etmiş gibidirler.

Diğer taraftan, sekülerleşmenin teminatı elbette ordu değil. Bir başka "inançsal" taassubun temsilcisi olan askeri otorite yerine, sivil toplumun çok daha güçlü bir biçimde konuşması gerekiyor. Uzunca bir zamandır dindarların hakları söylemi üzerinden tanımlanmaya çalışılan demokrasinin, dinsizlerin veya "dinci" olmayanların hakları üzerinden yeniden tartışılması şart. Zira epeydir dindışılığın ötekileştirildiği bir toplumsal hayatı yaşarken, ironik bir biçimde, dindarlığın masumiyeti edebiyatına mahkum olmuş durumdayız.

EMRAH AKBAŞ: Hacettepe Üni., Araş. Gör.
30/09/2007 - RADİKAL2

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.