Fehmi SALIK : Kaptanımız Fatih TERİM, Gerisi Allah Kerim

Fehmi SALIK : Kaptanımız Fatih TERİM, Gerisi Allah Kerim

Fehmi SALIK : Kaptanımız Fatih TERİM, Gerisi Allah Kerim(...) Ama ustaların ustası Nâzım’ın vurguladığı gibi ‘suçun çoğu...

A+A-

Fehmi SALIK : Kaptanımız Fatih TERİM, Gerisi Allah KerimFehmi SALIK : Kaptanımız Fatih TERİM, Gerisi Allah Kerim

(...) Ama ustaların ustası Nâzım’ın vurguladığı gibi ‘suçun çoğu sende’ sevgili kardeşim. Çünkü sen, yıllar önce bu büyük şairin sesini hiç duymadın; egemen güç, bu sesi duyurmak istemedi sana. Ama sen de, bu sesin duyulması için uğraş verenlere, yardımcı olmadın hiç.

Pir Sultan Abdal’a, Şeyh Bedreddin’e, Sivas’ta yanan 33 insanın çığlığına da kulaklarını tıkadın sen. Maraş, Çorum, Gazi katliamları; Hrant Dink’in öldürülmesi, Malatya’da dört insanın, ‘insan’ denen hayvanlar tarafından boğazlanması, kılını bile kıpırdatmadı senin. Hiçbir gün, bu acıları paylaşmadın sen; işçilerin grev yerine bir gün olsun uğramadın; gerçek bağımsızlık isteyen gençlerin yürüyüşlerini kaldırımlardan seyrettin sadece. Nice gençler, ‘açlık orucu’yla ölüp giderken sen dudak büktün; gülüp geçtin; o kadar...

Fehmi SALIK : Kaptanımız Fatih TERİM, Gerisi Allah Kerim

Çoğumuzun belleğine silinmeyecek biçimde kazınmıştır:

Faşist General Franko’ya sormuşlar:

Nasıl bir yöntem uyguladınız da bunca uzun süreli iktidarda kalabildiniz?

General, kamçısını çizmelerine vurmuş:

‘3 F’ yöntemiyle.

3 F’nin açılımı şöyle:

Fiesta, futbol, fuhuş…

Bu yöntem, tüm dünyada bugün de geçerliliğini korumaktadır; hatta giderek daha da yaygınlaşmakta, güçlenmekte ve bayraklaşmaktadır.

Bu ‘üçlü’den özellikle ‘futbol’, ‘insanın gereksinimleri’ sıralamasında, ‘ekmek’ten önce gelmektedir. Açlıktan karnı guruldayan adamın elleri, ‘hareket’ten geri kalmıyor; dili, “Oley, oley!” demekten şişip balonlaşıyor; gözbebekleri irileşiyor; rengi kan çanağına dönen gözünün ak tabakası, korkunç bir görünüm alıyor; adam, insanlıktan çıkıp değişik bir yaratık oluyor.

Adamın gönlünde yatan aslan, susamıştır; acıkmıştır; ağzını açmış, dişlerini çıkarmış hırlamaktadır. Ne zaman ki ağzına alevden oluşmuş bir top girecek; birer birer o azılı dişlerini eritecek; o salyalı dilini kökünden koparacak; o zaman işte, evet o zaman gönüllere sığmayan o koca aslan, birden küçülüp süt dökmüş bir kediye dönüşecek. O zaman işte rahatlayacak bizimki; bir gün önceki işsizliğine yeniden dönecek; düşünecek kara kara. Yüzüne resmettiği ay/yıldızın izi silinecek yavaş yavaş. Birilerinden emanet, ya da asgari ücret kazancından kestirerek aldığı bayrak görüntülü tişörtünü, çıkarıp atacak. Ellerini birbirine çırpacak gücü kalmayacak adamın; maç öncesi azgın bir boğa böğürtüsünü andıran sesi, ne denli yırtınırsa yırtınsın, bir karış ötesine bile ulaşamayacak. Hasbelkader sürekli bir iş sahibi olanlar da, maç sonrası, sahada gördüklerine TV’lerde izlediklerini ve gördüklerini de katarak o günkü işlerine ‘bismillah’ın yerine geçen Fatih Terim’le başlayacaklar; bu “Viyana Fatihi”nin babalığından; oyuncuların cesurluğundan; Türk mucizesinden, ‘asil kan’dan söz edip duracaklar. “Eze eze yenildik” diyecekler. “Bizde bu yürek olduktan sonra, Viyana’lar dar gelir bize; gözü kör olsun feleğin; şansızlık işte” deyip, avunacaklar.

Bu tür konuşmalar günlerce, aylarca, yıllarca sürecek. ‘Bir gün’ için bir araya gelenler, ‘bir gün’ sonra çil yavrusu gibi dağılıp yok olacak. Patron, yine patronluğunu sürdürecek; işsiz, yine dedesinden/babasından para isteyecek; alamayınca da tutup bıçaklayacak onları. Bayraklı tişört giyenlerin çoğu, bu kez ya çalıştığı fabrikanın, ya özel bir kurumun, ya da bağlı bulundukları belediyelerin armasını taşıyan tişörtler/önlükler içinde somun söküp somun takacak: ya da demir bir doğramanın altında kalıp can verecek; ya da bir elinde süpürge, bir elinde faraş, sokakları süpürmeye devam edecek.

Fatih Terim’in ayda 120 küsur milyar alması, bu paranın nasıl ödendiği, onu hiç ilgilendirmeyecek. Bu kişinin bir ayda aldığını, onun yedi sülalesinin, bir yılda alamayacağını hiç düşünemeyecek. Bu kişinin, milletvekilleri için “Onlar 550 kişidir; ben ise bir Fatih Terim’im” demesine hiç kafa yormayacak.

Avuçlarımız kanayıncaya dek alkışladığımız ‘millilerimiz’in her birine bir çırpıda 300’er, ya da 600’er milyarların dağıtımı, eli faraşlı çöpçülerimizin; dosyalar arasında fareler gibi yaşayan yargıçlarımızın; bir günde 50 hastaya bakmak zorunda olan hekimlerimizin; çocuklarımızı geleceğe hazırlamak için uğraş veren özverili öğretmenlerimizin; evlatlarını yurt uğruna şehit veren analarımızın; sözün özü: şu yoksul halkımızın yürüttükleri göreve, içinde bulundukları duruma karşı büyük bir saygısızlık değil midir?

Ama ustaların ustası Nâzım’ın vurguladığı gibi ‘suçun çoğu sende’ sevgili kardeşim. Çünkü sen, yıllar önce bu büyük şairin sesini hiç duymadın; egemen güç, bu sesi duyurmak istemedi sana. Ama sen de, bu sesin duyulması için uğraş verenlere, yardımcı olmadın hiç.

Pir Sultan Abdal’a, Şeyh Bedreddin’e, Sivas’ta yanan 33 insanın çığlığına da kulaklarını tıkadın sen. Maraş, Çorum, Gazi katliamları; Hrant Dink’in öldürülmesi, Malatya’da dört insanın, ‘insan’ denen hayvanlar tarafından boğazlanması, kılını bile kıpırdatmadı senin. Hiçbir gün, bu acıları paylaşmadın sen; işçilerin grev yerine bir gün olsun uğramadın; gerçek bağımsızlık isteyen gençlerin yürüyüşlerini kaldırımlardan seyrettin sadece. Nice gençler, ‘açlık orucu’yla ölüp giderken sen dudak büktün; gülüp geçtin; o kadar.

Sen Orhan Pamuk’u, Aziz Nesin’i de iyice tanımadın. Bedenini saran bayraklı tişört, göğsünü sıktı; soluğunu kesti; düşünme gücünü elinden aldı senin.

12 Eylül’ün ‘Franko’su, elinde tırpan, 50 genç fidanı biçip biçip atarken o gün de ortalarda yoktun sen.

Kızıldere Köyü, bir daha kızıla boyanırken, Mahir Çayan ve dokuz devrimci arkadaşının kol ve bacakları gökyüzüne savrulurken; yukarıda Güneş, yörede tüm yaratıklar gözyaşı dökerken; sen yine mışıl mışıl uyudun gıcırdayan karyolanda.

Senin, çocuklarının ve torunlarının geleceği için ellerinde devrimin şanlı bayrağı, dillerinde devrimin kutsal marşı olduğu halde, boyunlarını o genç yaşta, 12 Eylül Franko’sunun darağacına korkusuzca uzatan bir Deniz Gezmiş’in, bir Hüseyin İnan’ın, bir Yusuf Aslan’ın yaşam öykülerinden de hiç ders almadın sen.

Dönüp soruyorsun bana bir de:

Ben kimim?

Sen, parfümü Arap kokan; giysisi/görünümü “Arap’ım” diyen; eli, Arapça yazmaya yönelen; dili, Arapça söylemek için can atan; olanca yükü, ‘Arap kumaşı’ olan, yalancı bir din bezirgânısın.

Sen, ‘din’ denen kavramı, siyaset çorbasının içine doğrayıp onu çamurlaştıran; midesi geniş, doymak bilmeyen bir yiyicisin.

Sen, on beş yıl solcu, yedi yıl sağcı, altı yıl da ‘dinci’ madalyalarını göğsünde taşıyan sahte bir kahramansın.

Sen, üstü cilalanmış, cilasını yitirdikten sonra gerçek yüzü ortaya çıkan geçmez/kalp bir parasın.

Sen, patronunun önünde iki kat olan; bilinçli ya da bilinçsiz, onun geceden kalma günahına su taşıyan garip bir yaratıksın.

Senin ‘demokrasi’ istemin, elinde bayraklarla ‘laiklik’ çığırtkanlığı yapışın, sadece kendi çıkarın içinmiş gibi geliyor bana; inandırıcı bulmuyorum.

Sen, 12 Eylül Franko’sunun önünde ‘hazır ol’a geçen utanmaz gazetecisin.

Sen, ‘Alevi Öğretisi’ni, ‘Risale-i Nur’la bütünleştirmeye çalışan bir Alevi Dedesi’sin.

Sen, ‘Müslüman’ dediklerinin dışında, bütün inanç sahiplerinin, “katli vaciptir” diyecek kadar yobaz hırkasına bürünmüş Sünni bir şeyhsin, hacısın, imamsın; ya da kendi tanımınca bir ‘ulema’sın.

Sen, ‘halk’ olmayı değil, ‘ümmet’ olmayı yeğlemişsin hep.

Sen’leri, çoğaltmak kolay. Zaten sen de kendini tanıdın artık.

İşte bütün bunlar böyle sürüp gittikçe, Fatih Terim’lerin düdükleri hep böyle ötecek; sana da onların şakşakçılığı kalacak sadece.

İstersen, iyice bir düşün…

Fehmi SALIK

n


ALEVİ HABER AJANSI - 27 Haziran 2008

Etiketler : , , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.