Fındık, umut ve yoksulluk

Fındık, umut ve yoksulluk

Fındık, umut ve yoksullukAralarında çocuk da var yaşlı da, kadın da var erkek de. Her yıl olduğu gibi bu yaz da binlerce doğulu, yaşayacakları...

A+A-

Fındık, umut ve yoksullukFındık, umut ve yoksulluk

Aralarında çocuk da var yaşlı da, kadın da var erkek de. Her yıl olduğu gibi bu yaz da binlerce doğulu, yaşayacakları sıkıntıları bile bile fındık hasadında çalışmak için Karadeniz'e gitti. Bu yıl mevsimlik işçileri yeni bir sorun daha bekliyordu; yerel halkın dışlayıcı tavırları. Kimileri, onlardan bir bardak suyu bile esirgiyor...

Ordu’nun köy yolları onlarca kişiyi ayakta taşıyan kamyonlara ev sahipliği yapıyor. Sabah erken saatlerde yollara çıkan, hava kararmaya yakın dönüş yollarına giren kamyonlar Doğu’dan gelen erkek, kadın, genç, yaşlı, çocuk mevsimlik işçileri taşıyor.

Her yıl biraz vicdanı olan herkesi rahatsız eden Doğulu mevsimlik işçilerin dramı bu yıl Ordu’da çok daha acı biçimde yaşanıyor. Valiliğin Kürt işçileri şehir merkezine sokmaması ve daha önce kalma yeri olarak gösterilen Melet Çayı kenarında kalmalarını yasaklaması nedeniyle binlerce işçi kentin farklı ilçe ve köylerinde insanlık dışı koşullarda konaklıyor.

İşçilerin yaşamlarını kendilerinden dinlemek için sabah erken saatlerde Perşembe’nin içeri kısımlarda kalan Saray’a doğru yol alıyoruz. İşçilerin kaldıkları alanlardan birini bulup içeri yöneliyoruz. Birkaç derme çatma büyük çadırın bulunduğu toprak alanda ayakları çıplak, büyük bir çocuk grubuyla karşılaşıyoruz. Büyükler çalışmaya gitmiş, aşçı kadınlarsa ilerideki çeşmeden su almaya… Çocuklar her soruya beraber cevap veriyor. “Adın ne?” diye sorduğunuzda büyük bir gürültü kopuyor: “Adım Dilan”, “Benim adım Nazlı”, “Benimki Ahmet”, “Ben Yakup”, “Benim adım Maviş”… Mukaddes’in eli şişmiş, gösteriyor. “Ne oldu” sorusuna “Arı soktu, çok acıdı” diye cevap veriyor. Onun ardından tüm çocuklar başlıyor vücutlarının nerelerinden sokulduklarını ve nerelerinin yara bere içinde olduğunu göstermeye. Davetsiz misafirleri rahat etsin diye ille çadırın altına, gölgeye oturtuyor, su ikram ediyorlar. Sohbet sürerken aşçı kadınlar geliyor ellerinde su dolu bidonlarla. İşçilerin çok yüksekte bir tepeye gittiklerini ve akşam döneceklerini söylüyorlar. Akşam görüşmek üzere ayrılıyoruz.

Akşam çocuklar yine bağırarak karşılıyor bizi. Bir süre sonra bir kamyon dolusu işçi geliyor. İçlerinde çok dik ve dikenli alanlarda “fındık toplamaya yarayan” 10 yaşındaki çocuklar da var, 60 yaş üstü erkek ve kadınlar da…

Tanışıyoruz, ortaya serilen halının üzerine oturuyoruz ardından da onların yaşananlardan ne kadar korktuklarını yüzümüze vuran cümleleriyle karşılaşıyoruz: “Konuşamayız. Konuşursak jandarma falan gelir…” Haberler sayesinde onların sorunlarının daha görünür olacağını, isterlerse yakından fotoğraflarını çekmeyebileceğimizi, isimlerini yazmayabileceğimizi söylüyoruz ama nafile… Saygı gösteriyoruz kararlarına ve o saatten sonra pek fazla aracın geçmediği köy yolunda yürümeye koyuluyoruz… Yarım saat sonra üzerinden geçtiğimiz köprünün altından akan derede yıkanan başka bir işçi grubuyla karşılaşıyoruz. Görüşmeyi kabul ediyor ve bizi çadırlarına götürüyorlar. Yaşamlarını, 22 yaşında Urfa’dan gelen Fadıl İşbitiren anlatıyor. Fadıllar toplam üç aile, Urfa’dan tutukları, 15 kişilik minibüse 25 kişi binip 15 saat yolculuk yaparak gelmişler Ordu’ya. “Sırf Doğulu olduğumuz için az ücrete çalışıyoruz” diye yakınıyor Fadıl. İnsan Hakları Derneği’nin de bölgedeki mevsimlik işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili raporunda vurguladığı gibi “Yerli halk günlük 30-35, biz 20-25 milyon yevmiyeye çalışıyoruz” diyor. Elektriğin, suyun, tuvaletin olmadığını, tuvalet ihtiyaçlarını ağaçlıklar arasında, yıkanma ihtiyaçlarını ise derede giderdiklerini, yağmur yağdığında çamur içinde kaldıklarını söylüyor. Her gün ayakta durması bile zor dik tepelerde, birkaç kişiyi kene ve arı ısırdığını, çocuklarının çeşitli hastalıklara yakalandığını ekliyor. O anlatırken ailenin Türkçe bilmeyen yaşlıları da katılıyor muhabbete. “Ne diyorlar?” diye soruyoruz, Fadıl çeviriyor: “Bu zorluklar yetmiyormuş gibi bölge insanı bizi hor görüyor, en kötüsü de o diyorlar”. Karanlık çöküyor… Akşam yemeğinde bulgur pilavı, elde açılmış hamur, Irak’tan gelme çay var. Bizi bırakmıyorlar, yemeklerine eşlik ediyoruz. Kimilerinin Adana’ya pamuğa, Yozgat’a şeker pancarına gideceklerini söylüyor Fadıl. Vedalaşırken son söyledikleri ise kendi topraklarında çalışmayı ne kadar özlediklerini ortaya koyuyor: “Allah aşkına şunu da yazın. Urfa’ya su getirsinler. Getirsinler ki oralarda çalışabilelim…”

Yazı ve Fotoğraflar: Mahmut Hamsici
Cumhuriyet Dergi - 31.08.2008

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.