Hak Verilmez Söke Söke Alınır!

Hak Verilmez Söke Söke Alınır!

Hak Verilmez Söke Söke Alınır!Hüseyin DEMİRTAŞAKP Hükümeti Alevilerin sorunlarını çözecek mi dersiniz? Sonda söyleyeceğimi...

A+A-

Hak Verilmez Söke Söke Alınır!Hak Verilmez Söke Söke Alınır!

Hüseyin DEMİRTAŞ

AKP Hükümeti Alevilerin sorunlarını çözecek mi dersiniz? Sonda söyleyeceğimi başta söyleyelim; bu sorunun cevabı Alevilere bağlı, hükümete değil. Hükümete kalırsa çözmez. Çözüyormuş gibi yapar. Ama zararı yok! Bazen çözüyormuş gibi yapanlar da, bilmeden, istemeden bazı sorunların çözümüne giden kaldırım taşlarını döşerler. Tıpkı AKP’nin yaptığına benzer…

Nasıl mı? Malum AKP 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra peşi sıra gelen Alevi açılımlarına birini daha ekledi. 3–4 Haziran tarihlerinde Ankara’da Alevi Çalıştayı başladı. İlk toplantı Alevi Çalıştayı Koordinatörlüğü’ne getirilen Doç. Dr. Necdet Subaşı’nın başkanlığında, Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik’in katılımıyla 35 Alevi temsilcisiyle yapıldı. Bu bir başlangıçtı. Alevi Çalıştayı daha başka uzman ve çevrelerle 5 toplantı daha devam edecek ve en geç sonbaharda tüm bu görüşmelerden elde edilen sonuçlar bir rapor haline getirilerek Başbakan Tayyip Erdoğan’a sunulacak. Bunun anlamı şu; kararı yine Başbakan verecek. Tabii ki bu bir süreçtir. Şimdilik Alevilikle ilgili bütün çevreler dinleniyor. Görüşleri rapor ediliyor.

Alevi Çalıştayı’nın ilki genel hatlarıyla hem düzenleyenler hem de katılımcılar açısından olumlu geçti denilebilir. Farklı  görüşlerden 35 Alevi örgüt temsilcisi ve kanaat önderi ilk defa burada bir araya geldi. İki gün aynı ortamda bulundular. Birbirlerini büyük bir olgunluk ve ilgiyle dinlediler. Ha şimdi ha birazdan kavga edecekler ve dağılacaklar beklentisinde olanları mahcup ederek, toplantı bitiminde Alevilerin belli başlı bazı talepleri üzerinde anlaştıklarını kamuoyuna açıkladılar. Alevi sorunlarının çözümü sürecinde sadece bu noktaya odaklanırsak, Alevi Çalıştayı’nın ilk toplantısının çok olumlu geçtiğini söylemek mümkündür.  Lakin Alevilerin sorunları o kadar çetrefil, o kadar kronikleşmiş ki, hemen öyle bir oturumda sağlanan olumlu hava ve anlık uzlaşma fotoğraflarıyla çözülecek gibi görünmüyor.

ALEVİLERİN  GELDİĞİ AŞAMA KÜÇÜMSENEMEZ

Kuşkusuz Aleviler açısından geçmişe bakarak gelinen yer ve çok küçükte olsa bazı kazanımlar hiçte azımsanamaz. Zira Aleviler bir 20 yıl öncesine göre, kendileri dışındaki kamuoyunda daha çok tanınmaktadır. Eskiye göre Sünni çoğunluk arasında bilinmezlikleri, kendilerine yüklenen olumsuz sıfatlar azalmış ve meşruiyetleri artmıştır. Özetle söylersek, çoğunluk toplum büyük oranda Alevileri artık bir “öcü”, bölücü, vatanı ve milleti parçalayıcı bir unsur olarak görmemektedir. Yani Alevilerin bu kitle tarafından tanınmaları ve kabul görmeleri büyük oranda tamamlanmıştır. Tabii ki bu kabullenme ve tanınma hukuki ve siyasal planda değil, daha çok fiili olarak gerçekleşmiştir. Başka bir ifadeyle çoğunluk Sünni toplumdaki ortak Alevi algısı büyük bir düzelme kaydetmiştir ve bu durum büyük bir olumsuzluk yaşanmadığı takdirde bozulmayacaktır.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Alevilerin bugün geldiği konum artık daha geriye gitmez. Ancak daha ileriye gider mi işte bunu tarafların gelecekteki tavır ve davranışları belirleyecek. Neticede hali hazırdaki mevcut resmin tamamlanabilmesi için doğmuş bu çocuğa bir “don” biçilmesi gerekmektedir. Nedir bu don veya elbise, ya da bunu kim dikecektir? Dedik ya, Alevilerin Sünni toplumca kabulü ve tanınması evresi fiili olarak gerçekleşmiştir. Eksik evre devlet ve sistem katındadır. Bu evre de tamamlanırsa, Türkiye Alevilerin sorunlarını büyük ölçüde çözmüş, onları sistemine başarılı bir şekilde entegre etmiş ve bu sayede başka öncelikli sorunlarını ele almak için zaman ve enerji kazanmış olacaktır.

Ancak mesele burada düğümlenmektedir. Neden mi? Çünkü Türkiye’de sistemin aktörlerinde, ki bunlar hükümet, asker- sivil bürokrasi (Genelkurmay ve Diyanet) ve ekonomi çevreleridir, ülkenin belli başlı sorunlarını çözüme götürme konusunda ortak bir irade oluşmuş değildir. Ortak irade eksikliği Alevilerin sorunlarının çözümü için de geçerlidir. Her ne kadar AKP bugüne kadarki hükümetlerden farklı olarak “Alevi Açılımı”, “Alevi Çalıştayı” benzeri bazı adımlar atmış görünse de, Alevilerin sorunları doğrudan sistemi ilgilendirdiğinden tüm bu çabaların bir yerde gelip tıkanacağını söylemek kehanet olmasa gerekir. Öncelikle AKP bırakın sistemin ana aktörü olan askerleri, daha doğrudan Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Diyanet’i bile Alevilerin taleplerinin karşılanması ve sorunlarının çözümü konusunda ikna edebilmiş değildir. Kamuoyuna yansıyanlara bakılınca, Diyanet henüz Alevileri memnun edebilecek bir çözüm formülüne yanaşmamaktadır. Dahası Diyanet bizzat kendi varlığıyla bir sorun kaynağı ve konusu olarak karşımızda durmaktadır. Kendi yapısal sorunlarını çözememiş bir kurumun bunları bir yana bırakıp, bir de Alevilerin sorunlarının çözümü noktasında bir danışma ve onay makamı olarak hükümetçe muhatap alınması, kurumlar arasında mutlaka oluşturulması gereken “ortak çözüm iradesi” hakkındaki soru işaretlerini çoğaltmaktadır. Bu durum yine hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın Aleviler nazarındaki samimiyet ve ciddiyetine de gölge düşürmeye devam etmektedir.

ALEVİ  AÇILIMLARI (!) SONUCA ULAŞIR MI?

Hakkını  teslim etmek lazım ki, AKP hakikaten sembolikte olsa bazı adımlar atmıştır. Selefi hükümetlere göre daha cesaretli çıkışlar sergilemektedir. Geçen Muharrem ayında TRT’de 12 gün ilk defa Alevilere yönelik programlar yapılması buna güzel bir örnektir. Ne var ki, tüm bunlar yetersiz çıkışlardır ve gelip gelip samimiyet duvarına toslamaktadır. Çünkü AKP, medyatik olarak, Alevi açılımı gibi süslü laflarla meydana çıkmakta, ancak bu açılımların içini tam dolduramamaktadır.

Son yapılan Alevi Çalıştayı’nı da böyle bir akıbet bekler gibi gözükmektedir. İngilizce Workshop’un karşılığı olarak kullanılan çalıştay modern bir isim taşısa da, anlaşıldığı kadarıyla burada alınan kararlar, yapılan değerlendirmeler ve nihayetinde bunların derlemesinden oluşturularak Başbakan Erdoğan’a sunulacak olan rapor kadük kalabilir. Zaten bu raporun içeriğine uygun icraatları sergilemek, işaret ettiklerinin gereğini yapıp yapmamak Başbakan Erdoğan’ın inisiyatifinde bir şey olacaktır. Bu yönüyle de halen devam eden çalıştaylar serisinin nihai çözüme dönük etkisi çok sınırlı olacağa benziyor. Zira Alevi Çalıştayı Koordinatörü Doç. Dr. Necdet Subaşı da bu durumu kavramış olmalı ki, Star gazetesinin Açık Görüş ekinde yer alan çalıştayı değerlendiren makalesinde, “Anlaşılan o ki Aleviler arasındaki gerilim noktalarının ancak kendi inisiyatifleriyle çözümlenebileceğine ilişkin bir inanç henüz oluşmamıştır. Birbirlerine karşı özsaygıları aşınmıştır. Bu nedenle topluluğun birlik ve beraberliği konusunda bizzat Devletin önayak olması gerekmektedir” diye serzenişte bulunmakta ve hükümet dışı başka aktörleri de yardıma çağırmaktadır.

Ancak bu alıntıda dikkat edilmesi gereken en önemli yan, Alevilerin hem kendi aralarındaki hem de kendi dışındaki sorunlarının çözümünde asıl inisiyatifin bizzat kendilerinde olduğuna yapılan vurgudur. Doç. Dr. Subaşı, Alevilerin “çözümün anahtarının” kendilerinde olduğuna henüz yeterince inanmadıkları tespitini yaparak, özellikle birlik ve beraberliklerinin pekiştirilmesi konusunda devleti göreve davet etmektedir. Oysa çözümün kendisinde olduğunu anlayan bir topluluk, ayrıca her şeyi kendine yontan bir devlet yardımına ihtiyaç duymaz. Ah bunu bir anlayabilseler ve inansalar, Aleviler de başka yerlerden medet ummayacaklardır!

ÇÖZÜMÜN ANAHTARI KİMDE?

Vurgulandığı  üzere Alevilerin sorunlarının çözümünde anahtar kendi ellerindedir. Kaldı ki, bugün hükümetin tantanalı bir şekilde yaptığı Alevi açılımları, çalıştayları da Alevi hareketinin son 20 yılda verdiği örgütlü mücadelenin ve kazandığı birikimlerin birer sonucudur. “Ağlamayan bebeğe emzik vermezler” atasözünün işaret ettiği gibi, Aleviler arasında bir hareketlenme, bir örgütlenme ve taleplerini kararlıca dillendirme olmasa, bu hükümette aynı kendinden öncekiler gibi sessiz kalmayı tercih edebilirdi. Ama Alevilerin ısrarlı çıkışları, talepkar tutumları yanında bazı dış kaynaklı gelişmeler (AB, Amerika) nedeniyle hükümet hedefi nihai çözüm olmasa bile adı geçen icraatlara imza atmak zorunda kaldı. İşi nihai çözüme götürmek, yapılan icraatlar samimi değilse bile, gerek bunları deşifre etmek gerekse de süreci çözüm hedefine yönlendirmeyi de yine Aleviler kendileri sağlayabilecektir.

Gerçi  çözüme giden yolda önemli iki engel vardır. Bunların birisi kendileri dışında diğeri içlerindedir. Dış engelin başında hükümet ile asker-sivil bürokrasinin çıkardıkları gelmektedir. Bir de hem anılan aktörlerin müdahalesi hem de Alevilerin kendi iç dinamiklerinin birleşmesiyle içte oluşan bir takım engeller vardır. Eğer yukarıda devleti yöneten güçler arasında çözüm noktasında bir anlayış birliği, iradesi yoksa, amaç çözüm değil de “çözüyormuş gibi” yapmaksa veya tepeden, zoraki bir çözüm dayatılmak isteniyorsa, işte burada Alevilerin içine yönelik müdahaleler olmakta ve buradan çözümü engelleyecek taraftarlar devşirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin Alevilerle devletin yüz yüze geldiği hemen her platformda, “Aleviliğin İslam’ın içinde mi dışında mı” olduğu sorusunun ortaya atılması bu türden bir engeldir. Bu soru Alevilerin yumuşak karnıdır ve birleşmeden çok ayrışmaya hizmet etmektedir. Bunun farkında olan kişi ve kurumlar, işi yokuşa sürmek ve dikkatleri çözümden ve ortak paydalardan uzaklaştırmak için derhal bu soruyu gündeme getirmektedir. Bu tarzda bir gelişme, Alevi kökenli AKP İstanbul Milletvekili Reha Çamuroğlu’nun son iki yıldır düzenlediği pek kimsenin rağbet etmediği Muharrem İftarı yanında, Alevi Çalıştayı’nda da yaşanmıştır. Ancak son olayda toplantıya katılan Alevi temsilcilerin çoğunluğu basiretli davranmış ve içi-dışı tartışması başlamadan bitirilmiştir.

ALEVİ  SORUNU TEOLOJİK BİR SORUN DEĞİLDİR

Elbette Aleviliğin İslam’la ilişkisi sorgulanabilir. Fakat bu tartışmaların yeri hiçbir zaman Alevilerin devletle-hükümetle karşı karşıya geldiği mekânlar olmamalıdır. Zira Alevilerin mevcut düzenle olan sorunları, devletten yerine getirilmesini bekledikleri talepler kesinlikle teolojik (ilahiyat) içerikli değildir. Aleviliğin hangi dinin neresinde durduğu ve ilişkisi veya ilişkisizliği sorunu teolojik bir tartışmadır. Talepler ve sorunlar ise toplumsal, politik ve hukuki şeylerdir. Burada kullanılacak dil ise dinsel, itikadî değil; sosyolojik, siyasal ve hukuksal bir dil olmalıdır. Aleviler hem kendi içindeki şaşkınların hem de iktidar sahibi unsurların oyunlarına gelmemek için bu ayrımı bir an önce yapmalıdır. Aksi takdirde pratikte hiçbir faydası olmayan, aslında zihin bulandırarak bazı “alıkları” avlama sanatına dönüşen içi-dışı tartışması çözüme en yakın olunan noktada dahi ayak bağı olmaya devam edecektir.

O halde sisteme eğilip bükülmeden, Alevi olmanın ve yaşamanın gerektirdiği asgari bir ortamın yaratılması koşuluyla dâhil olmak isteyen Alevi kişi ve kurumlarının yapması gereken şeyler gayet açıktır. Öncelikle çözüm gücü ve enerjisinin Alevilerin bizzat kendi özünde olduğu iyi kavranmalıdır. Türkiye ve Avrupa’daki demokratik Alevi örgütlenmesi çözüm sürecinin dışında kalmadığı gibi, halen devam eden çalıştayların Alevilerin azami yararına sonuçlanmasına var gücüyle kilitlenmelidir. Çözüme giden yolda saflar sıkıştırılmalı, üzerinde uzlaşma sağlanan talepler noktasında taviz verilmemeli ve bu talepleri sulandırmak, gevşetmek isteyen içimizdeki ve dışımızdaki çevrelere karşı daima uyanık olunmalıdır.

Ayrıca maksat hükümeti çözüme zorlamaksa, bu süreç boyunca Aleviler arasındaki ufak tefek anlaşmazlıklar, fikir ayrılıkları rafa kaldırılmalı ve sadece üzerinde anlaşma sağlanan ana gündem maddelerine yoğunlaşılmalıdır. “Armudun sapı, üzümün çöpü” gibisinden anlamsız tartışmalardan uzak durulmalıdır. Bir de hükümetin inisiyatifinde yürütülen çalıştaylar serisi tamamlanıp rapor sunulduktan sonra yine de somut bazı adımlar atılmazsa, Başbakan Erdoğan yapılacak mitingler, sivil itaatsizlik eylemleri ve gerekirse açlık grevleri yoluyla sıkıştırılmalıdır. Eğer Başbakan sorunları çözmek istiyor da, önüne Diyanet gibi, Genelkurmay gibi gücünü aşamadığı başka engeller çıkıyorsa, bunları da kamuoyuna açıklaması istenmeli ki, artık Aleviler hedef şaşırmasın ve asıl engelleyicileri bilip ona göre yeni eylem biçimleri geliştirsin…

TÜRKİYE’DE HALA MI “HAK YOK VAZİFE VARDIR?”

Özetle söylemek gerekirse, Türkiye emsalleri devletlere pek benzemez. Burada başka dinamikler işler. Öncelik vatandaş değil devlettir. Çünkü bu devlet Ziya Gökalp’in daha geçen yüzyılın başlarında dediği gibi, “Hak yok vazife vardır” anlayışıyla kurulmuştur. Bu ülkede vatandaş sadece sorumluluklarını bilecek, hak filan talebinde bulunarak ötesine karışmayacaktır. Devleti yönetenlerin kafa yapısı böyle şekillenmiştir. İşine gelirse, halkına belki bazı haklar verir. Gelmezse de yıllar geçse bile pek bir şey değişmez. Oysa artık devir değişti. Türk devlet zihniyeti de değişmek ve çağa ayak uydurmak zorunda. Tabii ki halk da küresel ölçekteki bu değişim ve dönüşümü kavrayarak, devleti yönetenleri yurttaşlık ve haklar temelli bir düzene geçmeye zorlamalıdır.

Hâlbuki çoğunluk Türk-Müslüman ve Sünni halk mevcut sistemin nimetlerinden azami ölçüde yararlandığından artık bu kafanın değiştirilmesinde itici güç olamamaktadır. Bu değişim ve dönüşüme devleti zorlayacak tek dinamik ve taze güç yanlarına başka muhalif unsurları da alması gereken Alevilerdir. Ama eşitsizlikler, haksızlıklar; tek millet, tek din, tek mezhep üzerine kurulmuş bu düzenin bekçilerinin direnci bir türlü kırılıp, yerine daha eşitlikçi, adil ve özgürlükçü bir sistem getirilemiyor. Elbet bunların kokuşmuş bu düzeninin de bir gün sonu gelecek. Pir Sultan Abdal’ın deyimiyle çarkları bir gün kırılacak! Ancak bir şartla ki, bu da Alevilerin tam olarak uyanmasıyla olacaktır. Buna karşılık henüz Alevilerin büyük bölümü uyku mahmurluğunu üzerinden atamadı. Hele bir uyansalar, bu ülkeye karşı vazifeleri, sorumlulukları yanında, bir de bu ülkeden alacakları, hakları olduğunun ve bunlar için mücadele edilmesi gerektiğinin bir farkına varabilseler, siz ondan sonra seyreyleyin gümbürtüyü…

HAKLAR MÜCADELEYLE ALINIR!

Unutulmasın ki, dünyanın hiçbir yerinde mücadelesiz, emek sarf edilmeden kazanılan hiçbir hak yoktur. Örneğin bugün dünyanın pek çok ülkesinde geçerli 8 saat çalışma (eskiden 16–18 saat çalışılırdı), grev ve sendika hakkı, sosyal haklar hep büyük birer emek, mücadele ve gözyaşı yanında kanlı süreçler sonucunda kazanılmıştır. Türkiye gibi tekçi anlayıştaki ulus devletlerde kazanılan etnik, ulusal ve dini haklar da öyledir. Hâsılı mücadele olmadan ve emek verilmeden hiçbir hak alın(a)maz. Yani haklar birileri tarafından altın tepsi içinde hak ettiğini düşünenlere sunulmaz; söke söke alınır.

Malum Aleviler öyle devletten ayrıcalık, teşvik ve korumacılık benzeri eşitliksizlik üreten şeyler istememektedir. Tek hedefleri vardır. O da çoğunluk toplumla eş ve eşit olmaktır. Bu hedefse öyle yarı uyanık veya uyur halde kendi hanende beklerken gerçekleşmez. Ya nerede gerçekleşir? Tabii ki mücadele alanlarında bulunmakla, mevcut örgütlere omuz vermekle, bulunduğun yerde yoksa yenisini kurmakla, kurumlarını elini cebine atarak ekonomik olarak güçlendirmekle ve sonra tek yumruk halinde meydanlara çıkmakla olur… Ancak ve ancak bu yolla sorunlar çözüm bulur. Sorunlarını görmezden gelenler bile harekete geçmek zorunda kalır.

Aleviler, sorunlarının bilincine varmazsa ve haklarını yüksek sesle talep etmezse, bugün Tayyip Erdoğan yarın başkası “sorunlarınızı çözüyorum” der ama arkası bir türlü gelmez. Çalıştay toplar, kongreler düzenler. Yine de sonunda bir şey çıkmaz “dağ fare doğurur.” Lakin bir uyanır da, meydanlara akın ederseniz, bugün pek umutlu olmadığınız ve samimi bulmadığınız İslamcı Başbakan Erdoğan bile kalben istemese dahi çözüm odaklı davranmak zorunda kalır.

Ey halen Türkiye’nin üvey evladı olarak yaşama tutunmaya çalışan Aleviler, dertlerinize derman, hastalıklarınıza şifa sizsiniz. Siz gönülden isterseniz her hakkınızı sonuna kadar alırsınız. Yeter ki elinizdeki kudretin, imkânların farkına varın! Siz isterseniz, değil haklarınızı almaya, bu kokuşmuş sistemin, sürekli haksızlık ve eşitsizlik üreten, yeni mağdurlar yaratan rejimin bekçilerine dünyayı dar edersiniz! İşte bu Alevi Çalıştayı bir fırsat. Hükümeti zorlarsanız ve tüm gücünüzle çözüme odaklanırsanız çok geçmez menzile varırsınız. Yalnız bu süreçte şikâyet ve bahane üretmeyeceksiniz. Emin adımlarla ilerleyeceksiniz. Hükümet yine de adım atmaz, yalpalar ve yan çizerse, işte o zaman “gök kubbeyi başına yıkmaya” hazır olacaksınız!

İşte meydan, yakında “el mi yaman bey mi yaman” hep beraber göreceğiz!

---------- o O o -------------

Butzbach, 15 Haziran 2009

— Bu Makale Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Aylık Yayın Organı Alevilerin Sesi Dergisi’nin 128. Sayısında (Haziran) Yayınlanmıştır —

KAYNAK : Alevihaber.com - 8 Temmuz 2009

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.