Hangi Ali? İslamın Ali'simi? Alevilerin Ali'simi?

Hangi Ali? İslamın Ali'simi? Alevilerin Ali'simi?

Işık insanları adlı yazımda bu gün Alevi diye adlandırılan ışık insanlarının, inançları yanı sıra bu inancın İslam’la uyuşmayan özelliklerinden...

A+A-

Işık insanları adlı yazımda bu gün Alevi diye adlandırılan ışık insanlarının, inançları yanı sıra bu inancın İslam’la uyuşmayan özelliklerinden de bahsetmiştim. Bu özelliklerden biri de Ali kavramı idi. Örneklerle İslam’daki Hz. Ali kavramı ile Alevilikteki Ali’nin başka olduğunu anlatmıştım. Ancak görüyorum ki Ali kavramını ayrıca bir yazı konusu etmem gerekiyor. Çünkü ışık insanlarının asimilasyonu bu kavram üzerinden yürütülüyor. Işık insanları bu kavram üzerinden ya Şiileştiriliyor, ya da Sünnileştiriliyor.

En önemli tuzak Ali kavramı üzerinden, Aleviliğin İslam ile ilişkisinden kuruluyor. Bir Sünni propagandist rahatlıkla maksat Ali’yi sevmekse ben de en az Aleviler kadar Ali’yi seviyorum diyebilmekte ve ardından, neden Aleviler Ali gibi namaz kılıp, oruç tutmuyor, Ali gibi İslam’ın şartlarını yerine getirmiyor diyebilmektedir. Daha işin başında bu sözler bile Alevilerin teslim olması için yeterli oluyor. Çünkü Hz Ali İslam için kılıç sallamış, çok eşli, namaz kılmış, oruç tutmuş biri. Alevilerin bu soruya verecek cevabı ne yazık ki yok.

Ayrıca Ali’yi camide öldürdüler, o yüzden camiye gitmiyoruz. Biz 12 imam orucu tutuyoruz, biz gerçek Müslüman’ız gibi çocukça mazeretlerinde İslam merkezli bir tartışmada ancak bir gülüşme sebebi olacağını söylemeliyim. Alevilerin bu ve benzeri konularda, kendini Müslüman sayması halinde hep yenileceği açıktır. Geçmişte Alevi önderlerinin hayatta kalmak, hakim din karşısında yok olmamak için yaptığı şeriat kapısı takiyyelerini gerçek diye sunmak, her şeyden önce o Alevi ulularına ihanettir. Ne yazık ki bu söylemleri kendine dede, seyit diyen önderler tekrarlamakta, taliplerini buna inandırmaya çalışmakta ve günümüzün Hızır paşaları gibi Alevi asimilasyonunun ajanları olarak çalışmaktadır.

Şimdi İslam’daki Ali’yle bu konuya ışık tutmaya başlayalım. Bu Ali’den Alevilik öğrenmek imkansızdır. Çünkü bu Ali fetihçi, şeriatçı, kadın haklarına saygısı olmayan, İslami ibadetleri aksatmayan biridir. Sonra da Alevilikteki Aliye bakacağız ve ikisini karşılaştıracağız.

Şimdi en güvenilir kaynaklardan biri olan Nehc’ül Belaga’dan ( Seyyit Radi 1015- Ali hakkında İslam aleminin en güvendiği kaynaklardan biridir.) örnekler verelim. “Biat’ten dönenlerle savaştım, gerçekten sapanlarla mücadele ettim, dinden çıkanları kahrettim (133)..benim sözlerimi duydukları halde itaat etmeyip isyan edenlere, öleceğim güne kadar yürür de yürürüm, vurur da vururum (201)..cihat İslam’ın en yüce rüknüdür ( kalpten onaylamak) (110).. kadınların kaygıları dertleri, dünya ziynetiyle bezenmek, dünyada bozgunculuk etmektir ( 193)..sakın kadınlara danışma, onların reyleri zayıftır, azimleri gevşektir (344)” . Bu güvenilir kaynak sizce Alevilikteki Ali’yi anlatıyor mu? Bu cihatçı, kadını aşağılayan Ali mi Alevilerin Ali’sidir? Yoksa Şiilikteki Ali’yi mi anlatıyor? Unutmayınız ki bunlar gerçeklerdir. Ali ile ilgili bir çok kaynak hep aynı Ali’yi işaret etmektedir. Nehc’ül Belaga’dan devam edelim.

” Namaz her temiz kişinin Tanrı’ya yaklaşmasıdır. Hac her zayıfın savaşıdır. Her şeyin zekatı vardır, bedenin zekatı da oruçtur. Kadının savaşı ise, kocasıyla iyi geçinmesidir (390)..Namazı vaktinde kıldır..bil ki yaptığın, yapacağın her şey namaza bağlıdır (364)..Allah hürmeti vacip olan evini ( Kabe) ziyaret edip haccetmenizi size farz kıldı, o evi halka kıble kıldı (26).. Noksan sıfatlardan münezzeh olan olan Allah’a yönelenlerin yapıştıkları en büyük vesile, ona ve Resulüne inanmak ve yolunda savaşmaktır. Savaş İslam’ın en yüce rüknüdür..ve namaz kılmaktır, çünkü bu dinin esasıdır. Ve zekat vermektir, çünkü bu gerekli bir farzdır. Ve ramazan ayının orucunu tatmaktır, bu da azaptan bir kalkandır. Ve Kabe’yi ziyaret etmektir, hacdır, umredir; bunlar da yoksulluğu giderir..peygamberin sünnetine uyun ( 110)..Kuranın ipine sarıl, onu kendine öğütçü bil, tam helalini helal tanı, haramını haram (349)..Allah’ın kitabını öğrenmeni, tevilini ( hayata uyarlama) bilmeni, İslam şeriatını ve hükümlerini, helalini ve haramını iyice anlamanı vasiyet ediyorum ( 338) “. Yukarıdaki Ali’nin sözlerinin Ömer ya da Osman’ın sözlerinden ne farkı var? Oruç, Namaz, Cihat, Hac, kadını aşağılama, kısacası Ortodoks İslam’da ne varsa hepsi Ali’nin dilinde. Sormak gerekiyor; Alevilerin gözyaşı döktüğü, methiyeler düzdüğü Ali bu mudur? Apaçık Sünni ve Şiiliğin, kısaca İslam’ın emrettiği şeyleri doğal olarak tekrarlayan İslam’ın Ali’si duruyor karşımızda. Bu Ali’yi Alevilerin sevmesi mümkün müdür?

Nehc’ül Belaga’dan devam edelim. “ Seni yarattıklarından bir şeye denk tutan, seni onunla bir sayar, seni bir şeyle denk sayan, hükmü yerinde ve apaçık olarak indirdiğin ayetlerine kafir olur ( 41)”. İslam’ın Alisi bunları söylüyor. Şimdi burada duralım. Aleviliğin temel ilkelerinden biri olan vahdet yani birlik inancına göre Tanrı yarattığı her şeydedir. İnsan bedenine girer, defalarca yeryüzüne gelir, bir insanda Tanrısallaşabilir. Zaten Ali’de Tanrı’nın ta kendisidir ve insan şeklinde tecelli eder. Yani Alevilikte yaratan ve yaratılan yoktur.

“ Ete kemiğe büründüm- Yunus diye göründüm”, “ Mansur Ene’l Hak söyledi- Haktır sözü Hak söyledi” ( Y. Emre). ” Tanrı’nın her sözü bizden- Dört kitabın özü bizden- Kur’an’daki yazı bizden- Bilinmez gizli esrarız- Meluli”. ” İki cihan aslı sensin- Allah Muhammed Ali sensin- Şah-ı Merdan dili sensin- Allah Muhammed Ali sensin- Basri Baba”. ” Görünen Haktır yüzünde- Söylenen Haktır sözünde- İnsanın hattı yüzünde- Hatm-i Kur’an gösterir- Muhyiddin Abdal”. ” Ol kadir-i kün felakun- Lutf edici rahman benem- Kesmeyen rızkını veren- Cümlelere sultan benem-Hem batınem hem zahirem- Hem evvelem hem ahirem- Hem ben Ol’um hem Ol benim- Ol kerim ü süphan benem- Yunus Emre”. Yine soruyorum; yukarıdaki sözleriyle yaratan ve yaratılan kavramına karşı çıkanı kafir ilan eden Ali, Alevilerin Ali’si midir?

“ Bil ki sen ahret için yaratıldın, dünya için değil. Yok olmak için halk edildin, kalmak için değil. Ölüm için varsın sen, yaşamak için değil ( 341)”. Bu sözlerin de Alevilik inancının tam tersi olduğu açık. Alevilikte ruh ölümsüzdür, cennet ve cehennem yoktur, amaç Dünya’dan vazgeçmek değil, Dünya’yı cennet etmektir. İnsan denilen varlık en iyi şeylere layıktır, ölüm için var olan bir varlık değildir. Bu arada İslam mücahidi görünümündeki, Dünyayı kana bulayan katillerin hangi söylemlerden beslendiğini de bu örnekten anlıyoruz. Ölüm için var olan ve kafasına sürekli ölüm işlenen birinin nasıl bir katile dönüşeceğini neredeyse her gün televizyonlardan izliyoruz.

Nehc’ül Belaga’da Ali’nin Selman’a yolladığı mektupta “ Dünya, dokunulunca ele yumuşak gelen, fakat zehiri insanı öldüren yılana benzer. Dünya’da elde ettiğin, seni aldatan, sana hoş gelen şey az bile olsa gene ondan yüz çevir (15)” diyor. Yine Nehc’ül Belaga’da “ Öyle bir andasınız ki kıyamet neredeyse kopacak” diyor. Alevilikteki Dünya’yı cennete çevirme, Dünya nimetlerinden eşit yararlanma, bilimin yolundan giderek insan hayatını kolaylaştırma anlayışının tersine yaşamı reddetme, Tanrı karşısında alçalma, sorgusuz kadercilik, kıyamet inancı açıkça Ali’nin düşünceleri olarak karşımıza çıkıyor. Soruyorum Alevilikteki Ali bu mudur? Tabi bir de Selman-ı Farisi var ki bu karakter Alevilikte bambaşka yerdedir.

Aynı kaynaktan yola çıkarak Alevi bilinçaltındaki Ali’nin, Ömer ve Osman ile olan ilişkisini sorgulayalım. Alevilere göre Ömer ve Osman adları ağızlara bile alınmaması gereken, Ali’nin hakkını yemiş kişilerdir. Peki Arap Ali’ye göre de öyle midir? Bakın Ali Ömer’e neler söylemiş.“ Sen değirmen taşının mili ol, savaş değirmenini arapla döndür; onları savaş ateşine sok, sen girme..savaşa katılıp alt olduğun taktirde, Müslümanlar.. senden sonra sığınacak birisini bulamazlar. Ama sen sağken yenilseler de Müslümanların sığınağı güvenci olursun (177)” . Alevilerin Ali’ye düşman gördüğü Ömer’e Ali’nin bu şefkati nasıl izah edilebilir? Peki Ali’nin kendi kızı Ümmü Gülsüm’ü Ömer’e eş olarak verdiğini biliyor muydunuz? Aleviler Ali’yi yiğit, kimsenin yenemediği biri olarak tanımlar. Peki Ömer’in Ali’nin boynuna ip takıp, tehditle Ebu- Bekir’in halifeliğini kabul ettirdiğini biliyor muydunuz? Yine Ömer’in, Ali’nin eşi Fatma’nın karnını tekmeleyip çocuğunu düşürdüğünü, bu olaydan 3 ay sonra da Fatma’nın öldüğünü, Ali’nin tüm bu olaylara seyirci kaldığını biliyor muydunuz? Nerede kaldı Ali’nin kahramanlığı, heybeti? Hani Ali ile kimse baş edemezdi? Hani o Hayber’in kapısını şehadet parmağıyla asumana fırlatandı? Sakın bu Ali başka Ali olmasın?

Peki Ali; Alevilerin nefret ettiği Osman’a neler söylemiş. “ Bir şey bilmiyorum ki sen onu bilmeyesin..bir şeyde senden ileri geçmiş değiliz ki onu sana haber verelim..Resulullah’a Allah’ın salatı ona ve soyuna olsun, daha yakınsın.. Allah için olsun, bu ümmetin öldürülecek imamı olma..Mervan’ın istediği yere sürüp götürdüğü bir mal olma” Bu sözler Osman’a isyan sıralarında söylenmiş. Yaptığı zulümler ve haksızlıklar karşısında halkın isyan ederek öldürdüğü ve Müslüman mezarlığına bile gömdürmediği, cenaze namazını kıldırmadığı Osman’a. Belli ki Ali de Medine halkı kadar bile yürek yokmuş. Düşünebiliyor musunuz Ali bu Osman’ın katledilme sürecinde sadece tarafları sakinleştirmeye çalışan biri. Yetmezmiş gibi Ali, Osman’ın öldürülmesi sonrası Muaviye’ye bir mektup yazar ve “ Osman’ın kanına girenlerden tamamıyla beri, halkın içinde o kandan en sorumsuz “kişi olduğunu yazar. Kendini aklamaya çalıştığı kişi İslam’ın baş belası, Dünya tarihinde kara leke olarak kalacak Muaviye’dir. Ali Muaviye’den korkmakta ve kendini savunmaktadır. O Muaviye ki Osman katledilirken rahatlıkla Osman’ı kurtarabilecekken, Medine dışında ordusu ile beklemiş ve öldürülme haberini aldıktan sonra keyifle Şam’a dönmüştür. Ardından Ali ile savaşa girmiş, Osman’ın ölümünden Ali’yi sorumlu tutmuş, Ali’nin çocuklarını öldürmüştür. Yine Osman katledilirken; onun katledilmesi için ortalığı ayağa kaldıran Ayşe’nin, Osman’ın öldürülmesi sonrası suçu Ali’ye atmasına ne dersiniz? Üstelik kendi kardeşi Muhammed’in katillerden biri olmasına rağmen! Açıkça görülmektedir ki Ali strateji bilmeyen, başkalarının halifeliğini onaylayan ve tabi olan, kendine karşı oynanan oyunlara karşı hamlesi olmayan biridir. Ömer ve Osman’a karşı muhalefet yapmamış ve hilafet talebinde bulunmamıştır.

Ali’nin hilafet hakkının elinden alındığını, haksızlığa uğradığını söyleyenlerin iddialarını, bu sözler çürütmektedir. Ama bu tablo önemli bir konuyu daha akla getirmekte ve devamında da çürütmektedir. Ömer ve Osman Kur’an’ı değiştirdiler. Gerçek Kur’an Ali’nin yazdığıdır iddiası. Şimdi soralım; eğer böyle olsaydı Ali’nin ortalığı ayağa kaldırması gerekmez miydi? Öyle ya; Ali en kahraman İslam figürü değil mi? Ömer ve Osman’a neden methiyeler düzdü? Neden onları korudu? Neden onların Kur’an’ına karşı çıkmadı? Neden onlara biat etti? En önemlisi; neden kendi halife olduğunda gerçek Kur’an budur deyip, ortaya çıkarmadı? Ya da bende gerçek Kur’an vardı, bunlar yok ettiler. Gerçek Kur’an bu değildir demedi? Tam aksine daha önceki Kur’an üzerinden harfiyle bile oynamadan neden kararlar vermeye devam etti? Muaviye Sıffın savaşında Kur’an sayfalarını mızraklara taktırdığında, bu gerçek Kur’an değildir, savaşı bırakmayın, neden demedi? Görüldüğü gibi Kur’an değiştirildi iddiası da Ali merkezli olarak düşündüğümüzde gerçek değildir.

Yukarıda anlattıklarımızdan yola çıkarak Ali’nin halifelik hakkının yenildiği, Kur’an’dan özellikle Ali ve Ehl-i Beyt’le ilgili ayetlerin çıkarıldığı iddiası bile kökünden Aleviliğe terstir. Çünkü Alevi inancında bel evlatlığı değil, yol evlatlığı esastır. Bilgili, kamil olan sazı eline alır, önderliği o yapar. 72 millet birdir, ırk, dil, din ayırımı yoktur. Soyluluk, ırkların üstünlüğü Alevilikte dışlanır. Oysa Ali ordu seçimi sırasında bile “toplumun soy-boy bakımından şereflilerinden” ayırımı yapmıştır. Bir ulu kişi öldüğünde yerine gelecek kişi de asla kan bağı aramayan Alevilik inancının; Ali onun en yakın akrabasıydı, halifelik onun hakkıydı demesi ancak eski çağlardaki mecburi takiyye ile açıklanabilir.

Osmanlının özellikle dedelik kurumunu dejenere ederek dedeliği babadan oğula geçirme oyunu bu durumun bir istisnasıdır. Yine daha Alaettin Keykubat zamanında 1232 de Erzincan ve civarında atadığı öğreticilere peygamber soyundan geldiklerine dair belgeler vererek ve çerağ hakkı adı altında maaş bağlayarak Sünni İslam’ın Türklere öğretilmeye çalışıldığını biliyoruz. ( N. Birdoğan- Anadolu ve Balkanlarda Alevi yerleşmesi) Bu oyun bu günde oynanmaya devam etmekte; kan yoluyla dedeliğe devam eden devlet ajanları durumdan memnun olmaktadır. Çünkü tıpkı Sünni zihniyet gibi, onlarda, halkı şeriat söylemleri ile kandırmakta ve kendilerine haksız kazanç sağlamaktadır. Gün geçmiyor ki onları iftar sofralarında, hac yollarında, siyasetçilerin davetlerinde görmeyelim. Oysa dedelik birilerinin sırtından yaşama kurumu değildir. Asla kan yoluyla geçmemelidir. Onlarda kendi işinde çalışmalı ve kimseye yük olmamalıdır. İşin aslı budur. Pir Sultan, Hacı Bektaş, Yunus Emre, Abdal Musa gibi alevi erenleri asla kan yoluyla post devretmemiştir.

Kur’an ve Ehlibeyt ilişkisine tekrar dönmek durumundayım. Çünkü bazı Kur’an ayetlerine dayanarak Sünni zihniyetin işbirlikçisi dedeler ve Alevi din önderleri, Alevi camiasını açıkça aldatmaktadır. Sözüm ona Kur’an; Ali ve Ehl-i Beyt’i kutsamakta, sahiplenmekte, onlara uymayı Müslümanlara emretmektedir. Böylece Ali ve Ehl-i Beyt’i sevmenin Müslümanlığın koşulu olduğu güya Sünnilere gösterilmekte ve Sünniler Kur’an üzerinden mağlup edilmektedir. Her şeyden önce İslam ile ilgisi olmayan bir dini, İslam’ın kitabı ile kabul ettirmeye çalışmak dangalaklıktır. İkinci olarak Kur’andaki bir sürü ayetle bunun tam aksini, ayrıca kadın erkek eşitsizliğini, şeriatı, cihatı, namazı, orucu ispatlayacak ve Kur’anda asıl bunlar var diyecek Sünni zihniyet karşısında Aleviler kaybedecektir. Kur’an ile Alevilik ispatlanmaz, kanıt aranmaz. Cemlere ve Alevi ritüellerine Kur’an’ı sokmak Aleviliğe ihanettir. Asimilasyon politikalarına alet olmak; ajanlık yapmak, günümüzün Hızır paşalığına soyunmaktır.

Şimdi o Kur’an ayetlerini konuşalım ve yalanı ortaya çıkaralım. Bu ayetler Ahzab 33 ve Şura 23 tür. Önce bu ayetlerde ne yazıyor bakalım ve sonra bu ayetleri öncesi ve sonrası ile genişçe tekrar okuyalım. Ahzab 33 ile başlıyoruz.

” Allah yalnızca siz Ehl-i Bey’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister- Ahzab 33″. Şimdi aynı sureyi 28. ayetten başlayarak okuyalım. ” 28- Ey peygamber, hanımlarına şöyle söyle: ” Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız, haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim. 29- Yok eğer Allah ve Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki Allah içinizden güzellik edenlere pek büyük bir mükafat hazırlamıştır. 30- Ey peygamberin hanımları, sizden her kim açık bir terbiyesizlik ederse, ona azap iki kat katlanır. Bu Allah’a göre kolaydır. 31- Yine sizden her kim Allah’a ve Resulüne divan durup iyi bir iş yaparsa ona da mükafatını iki kere veririz. Ayrıca onun için bol bir rızık hazırlamışızdır. 32- Ey peygamberin hanımları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz; eğer Allah’tan korkuyorsanız, konuşurken kırıtmayın ki, kalbinde bir hastalık bulunan, kötü bir ümide kapılmasın. Güsgüzel, dosdoğru söz söyleyin. 33- Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın zekat verin, Allah’a ve peygamberine itaat edin! Ey ehl-i Beyt, Allah, yanlızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor. 34- Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti anın. Şüphe yok ki Allah latiftir, her şeyden haberdardır. ”

Şimdi elinizi aklınıza koyun ve düşünün. Bu ayetlerin Ali ve Alevilerin Ehl-i Beyt olarak tanımladığı Fatma, Hasan, Hüseyin ile ne ilgisi var? Kaldı ki Ehl-i Beyt Alevilerin sandığı gibi Muhammed, Ali ve ailesi değildir. Peygamberin tüm hanımlarını ve çocuklarını içerir. Peki ayetler gerçekte neyi anlatıyor? Muhammed’in 45 ile 65 arasındaki eşleri ve sayısı bilinmeyen cariyelerine hitaben Allah’ın; ev halkını yola getirme, onları şer’an baskı altına alma çabalarını anlatıyor. Belli ki Muhammed kadınlarının cilveli davranışlarından, kırıtarak konuşmalarından rahatsızdır. Onları kıskanmaktadır. Kur’an’da başka örneklerini gördüğümüz gibi, Muhammed’in istediği yönde ayetler indiren Tanrı, bu kez de Muhammed’in eşlerini yola getirmeye çalışır. Üstelik eşlerine namaz kılmayı, zekat vermeyi, süslenmemeyi önerir. Yani Alevi inancının tam tersi önerilerde bulunur. Alevi dedelerin sığındığı 33. ayet ise( ki kırpılmış bir ayettir.) Allah’ın yönlendirmek istediği peygamber eşlerine ben sizi temiz tutmak istiyorum mesajından başka bir şey değildir. Ayrıca bu Ahzab Suresi özellikle Alevilerin felsefeleri gereği uzak durması gereken bir suredir. Çünkü bu süre yoluyla Muhammed halasının kızı Zeynep’i evlatlığının elinden alır. Bu sure yoluyla insanların evlatlıklarının gerçekte evladı yerine konulamayacağı anlatılır. Yine bu sure yoluyla peygamber eşleri örnek gösterilerek örtünme geleneği başlatılır. Yani bu sure Alevilerin lehlerinde kullanacağı bir deliller silsilesi değil, aksine evrensel insanlık vicdanı gereği karşısında duracağı bir suredir. İlk yalanı deşifre ettik. Şimdi Şura 23 e geçelim.

” De ki: ” Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir- Şura 23″. Şimdi aynı sureyi 22. ayetten başlayarak okuyalım. ” O zalimleri kazandıkları şeyin cezası tepelerine inerken korkudan titrerlerken göreceksin. İman edip güzel güzel işler yapanlar ise cennetlerin hoş hoş bahçelerinde olacaklardır. Rablerinin yanında onlar için her istedikleri vardır. İşte bu büyük lütuf. 23- İşte bu müjdeyle Allah, iman edip iyi işler yapan kullarını müjdeliyor. De ki: ‘Buna karşı sizden yakınlıkta sevgiden başka karşılık istemem.’ Her kim çalışır da bir güzellik kazanırsa ona orada daha fazla bir güzellik veririz; çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, çokça şükrün karşılığını verir.”

Görüldüğü gibi gerçek çevirisi asla Ehl-i Beyt’i kastetmeyen ‘YAKINLIKTA SEVGİ’ olan bir ayet var karşımızda. Yakınlarıma sevgi değil. Ne demek bu yakınlıkta sevgi? Şura Suresi Muhammed’in henüz Mekke’de yeni yeni İslam’ı yaydığı dönemde iniyor. Muhammed Hatice ile evli, Fatma henüz Ali ile evlenmemiş. Hasan ve Hüseyin henüz doğmamış . Yani Alevilerin anladığı anlamda bir Ehl-i Beyt ortada yok bile. Ortada Ehl-i Beyt dahil, özne konumunda olan kalabalık bir peygamber ailesi de yok. İşte bu dönemde Muhammed dinini anlatırken Mekke’li akrabaları ona kızıyor, baskı yapıyor, sen aklını mı kaçırdın diyor, tehdit ediyor. İşte bu tavra karşılık Allah Muhammed’den beni anlatırken sana kızmasınlar diyor. Akrabalık bağlarını koparmasınlar diyor. Dikkat edilirse 22. ayette inanırsanız ödül olarak cennet vaat ediyoruz denilirken hemen sonraki 23. ayette buna karşılık sizden sadece akrabalık sevgisinden başka bir şey istemiyoruz denmektedir. Hitap edilen Kureyşliler, İslamı kabul etmeyen Mekkelilerdir. Sevgi istenilenler de onlardır. Kısacası aramız bozulmasın, akrabalık ilişkilerimiz iyi kalsın, bana ve aileme kötülük yapmayın, bana inanırsanız size cennet vaadim var diyen bir peygamber söylemi ortadadır. Yukarıda söylediğim gibi ailesinin de kimlerden oluştuğu açıktır. Böylece Alevi dedelerinin sığındığı ikinci yalanı da ortaya çıkardık. Zaten baştan beri söylediğimiz gibi Aleviliği Ehl-i Beyt ya da Ali gibi bazı özneler üzerinden İslam’mış gibi göstermek, Ali’yi inancın merkezine çekmek, hem havanda su dövmektir, hem de Sünni asimilatörlerin amacına hizmet etmektir.

Şimdi Ebu Zerr isimli bir kişiden bahsetmek isterim. Bu şahıs Muhammed’in “dünyanın en doğru sözlü kişisi” olarak tanımladığı, kul hakkı yiyenlere karşı hayatı boyunca savaşmış biri. Bu nedenle de Osman tarafından dövdürülmüş, Muaviye tarafından işkence ettirilmiş. Sonunda Osman onu Rebeze denilen çölde yaşamın çok güç olduğu bir yere sürmüş ve Ebu Zerr orada ölmüş. Ali bunca zulme Ebu Zerr’in çeyreği kadar bile muhalefet etmediği gibi, onu hiçbir zamanda desteklememiştir. O Rebeze’ye sürgün edildiğinde Ali’nin O’na söylediği sözler çok acıdır. “ Ey Ebu Zerr sen Allah için öfkelendin..Toplum dünyaları için senden korktu..Senden korktukları şeyi bırak ellerine..Onlara menettiği şeye ne düşkündür onlar..pek yakında bilir, anlarsın, kim kar etmiş. “ Kendisi dünyayı isteyenlere biat edip, koruyup, haksızlıklara isyana edene de dürüstü oynayıp ikiyüzlülük yapan bir Ali, Aleviliğin Ali’si midir? Barmen içmese bile insanlara içki içiren değil midir? Ezenlerden, kul hakkı yiyenlerden olmasa da bunca zulme, haksızlığa susan biri dürüst müdür? Bu insana, hele Ali’yse sorumluluk vermemek mümkün müdür?

Ali eksenli bir kavramda 12 imam kültüdür. Bu inanışın 16. yüzyıla kadar ışık dininde yeri yoktur. Gerçekte Alevi inancında sekiz köşeli yıldız ve sekiz imam diye adlandırabileceğimiz inanç kültü mevcuttur. Bu da İnanna, ya da İştar diye adlandırabileceğimiz tanrıçanın sayısına denk gelir. Ancak başka bir yazı konusunda işleyebileceğimiz genişlikte olaylar silsilesi sonucunda,12 imam inancını bir yandan Osmanlının Hacı Bektaş’a atadığı Balım Sultan aracılığı ile Bektaşiliğe, bir yandan da Safevi devletinin İran’dan etkilenerek ve içselleştirerek Anadolu Aleviliğine taşıdıkları gerçeği gün gibi ortadadır. Yani 16. yüzyıla kadar ne Yunus’ta, ne Abdal Musa’da ne de Hacı Bek taş’ta Ali ya da 12 imam kavramı yoktur. O halde şu soruyu sorabiliriz. Madem Alevilik baştan beri Ali eksenliydi, neden Aleviliğin merkezindeki Ali ve 12 imam kavramı o güne kadar yoktu? Sadece bu bile kendini saklamak ya da miş gibi göstermek için ışık dininin bir takiyye mecburiyetinde olduğunu ispatlar. Işık dini hakim din içinden kendine uyarlayabileceği karakter ve olayları seçmiş ve onları kullanarak hayatta kalmaya çalışmıştır.

Bu arada 12 imam içinden sadece Ali, Hüseyin ve Cafer’in özellik içeren tarihsel karakter olduğunu belirtelim. Ali ve Hüseyin’i biliyoruz. Ama ya Cafer? Öyle ya bir çok Alevi dedesi biz İmam Cafer mezhebi hatta soyundanız der. Haydi şu İmam Cafer’i de biraz konuşalım. İmam Cafer; Aleviliği kafirlik olarak ilan eden Şiiliğin önderlerinden biridir. İran’daki Şii şeriat devleti anayasasında ona atıflar doğal olarak vardır. Onun oğlu Musa-ı Kazım’ı ışık insanları isimli yazımda anlatmıştım.

Caferilikte ibadetler aynı Sünnilik gibi, katılık derecesinde önemlidir. İnanç namaz eksenlidir. İmam Cafer’e göre; “Namaz dinin direği, kulla Tanrı’nın buluşmasıdır. Ona ulaşılan merdivendir. Kulun, müminin miracıdır.”, ” Ramazan orucu farzdır”, “Şia katında İslam’ın en büyük esaslarından , en önemli direklerinden biri Hac’dır.”, ” Şia katında zekat, namazdan sonra ikinci önemli ibadettir.”, “Cihat İslam binasının temelidir..katımızda iki cihat vardır. Birisi içteki düşmana karşı Cİhad-ı Ekber, dıştaki düşmana karşı ise Cihad-ı Asgar.” ,” Namazı küçümseyenler bizim şefaatimize ulaşamazlar.”, ” Mutasavvuflar bizim düşmanımızdır. Kim onlara eğilim duyarsa, o da onlardandır.” Yine soruyorum; bu bildik Ortodoks inancın Yunus’un ” Oruç, namaz, gusül, hac hicaptır ışıklara” dediği Alevilikle ne ilgisi var?

Şimdi bu tablo da gerek Sünniler gerek Şiiler birbirlerini kabul edip, Alevileri ikisi de din dışı, sapkın olarak görürler. Ali’yi ikisi de kabul eder. Ama Arap Aliyi. Gerçekten de ortada sorun yoktur, kabullenmeler ve reddetmeler mantıklıdır. Sorun Aleviliğin tanımında, hala onu sanki İslam’ın bir kolu gibi göstermededir. Yerine oturmayan taşlar; ancak Aleviliğin ayrı bir din olduğu, ırklar üstü, tüm insanlığı kucaklayan, panteist yapısıyla diğer Ortodoks dinlerden ayrıldığını kabulle oturur.

Bir diğer sorun da; Aleviliğin bir devlet dini olmasının imkansızlığıdır. Çünkü bu inanç insanoğlunun bencil yapısına terstir. Diğer insanlara hükmetme, doyumsuzca mal mülk edinme hırsı, doğal olarak kurulan devletleri zaman içinde de olsa Ortodokslaştırır. Böyle devlet yöneticilerinin; yöneticilere itaati emreden dinlere ihtiyacı vardır. Bu dinler din baronları aracılığı ile yöneticilerin istediği şekilde halkı yönlendirir. Aralarında simbiyotik bir ilişki vardır. Oysa Alevilik her şeyi sorgulayan, eşitlik ve demokrasi isteyen, hakkını aramayı emreden, hesabın öteki dünyada değil bu dünyada sorulmasını isteyen bir dindir. Dolayısıyla Alevilikte insanlar kul değil, birey olur. İşte bu insan tipi çağımızda bile yöneticiler için tehlikeLİdir ve yok edilmelidirler. O yüzden de tarih boyunca evrensel, bilime dayalı, 72 milleti dinler ve ırklar üstü eşit gören bu inanç hep yok edilmeye çalışılmıştır.

Bu gün Türkiye’de kendine dede yada peygamber soylu diyen kişiler gelir kapılarını kaybetmemek adına, Sünni yönetici sınıfla işbirliği içinde çağımızın Hızır paşaları olarak Aleviliği katletmektedir. Israrla biz de Müslümanız, Caferiyiz ( ki bu mezhep son derece yobaz bir Şii mezheptir) diyerek açıkça bu inancın altına dinamit koymaktadırlar. Baskının çok daha fazla olduğu eski çağlarda bile inancını geri adım atmadan savunmuş, Yunuslara, Hacı Bektaşlara, Abdal Musalara ihanet eden bu insanlar eskiye göre inançlarını savunmanın çok daha kolay olduğu bu çağda ne yazık ki yönetici sınıfla işbirliği içinde Alevileri bir taraftan Sünnileştirmekte, bir taraftan da Şiileştirmektedir. Alevilerin ayrı bir dine sahip olduğu bilincine kavuşmaması halinde yok olacakları aşikardır.

Şimdide Alevilikteki Ali’ye bir bakalım. Ama bu Ali’yi anlamak için Aleviliği de tanıya tanıya ilerleyelim. Çünkü Alevilikteki bazı tanımlamaları tek tek çözüp sonra bu pazılları birleştirmedikçe Aleviliğin Tanrısı Ali’yi anlamak imkansızdır. Aleviliğin kalan tek belgesi deyişleri olduğundan söz arkeolojisini yine yapalım.

Bilinmelidir ki Aleviler içki içer, ulularının hatta Ali’nin şerefine bile kadeh tokuşturur, son derece demokratik bir ortamda herkese söz hakkı tanır, kadınları 1. sınıf insan olarak kutsarlar. Örtünme, namaz, ramazan orucu yoktur. Hac hiç yoktur. Yani Arap Ali’nin yaptığı şeylerin tam tersini yaparlar. İşte böyle yaşayan bu topluluk kendini Güruh-u Naci ( Işık insanları- Kurtarılmış topluluk ) olarak tanımlar. ” Kimse bilmez kimdir bizim ulumuz- Anlayamaz Yezit bizim dilimiz- Muhammet Ali’ye çıkar yolumuz- Ey güruh-u Naci size aşk olsun- Naci güruhunun parlıyor mahı- Naciler olmuştur sırrın agahı- Nuh’un gemisine bindik biz dahi- Ey güruh-u Naci size aşk olsun- Sersem Ali Baba”

Yukarıdaki şiirde dikkat ederseniz Muhammed Ali kavramı işleniyor. Alevi erenleri ne zaman Muhammed dese mutlaka yanına Ali’yi koyuyor, hatta üçleyerek Hak -Muhammet-Ali diyor. Bu durumu Aleviliği Türklerle başlatan zihniyet, Hıristiyanlıktan geçme diye tanımlıyor. Keşke Aleviliğin ne kadar kadim olduğunu, aksine bu gün teslis inancı denilen inancı Hıristiyanların Anadolu’daki ışık insanlarından aldıklarını bilselerdi. Neyse konumuza dönersek bu üçleme ya da ikilemedeki kastın Tanrı’nın vasıflarının tekrarı olduğunu kolayca anlarız. Yani yaratan, yarattıran, tanrının dünyadaki izdüşümü insan ve insan ruhuyla dünyaya gelen kutsal ruh. (rahman, rahim, Ali) Şimdi örneklere geçelim.

“Evvel O’dur ahir O’dur- Tayyip O’dur Tahir O’dur- Batın O’dur zahir O’dur- Ali Ali Ali- Virani”. “Sabah seherinde virdim budur bu- Allah bir Muhammed Ali’dir Ali- Zikrim olan la ilahe illallah- Allah bir Muhammet Ali’dir Ali- Sersem Baba” .” Bu Dünya’nın evvelini sorarsan- Allah bir Muhammed Ali’dir Ali- Sen bu yolun sahibini ararsan- Allah bir Muhammed Ali’dir Ali”.” Daim fikrimde zikrin, ya Muhammed ya Ali- Gönlümün evinde şükrün, ya Muhammed ya Ali- Tanıyamaz kendi özün, seni yakın bilmeyen- Alemin ayinesisin, ya Muhammed ya Ali- Hatayi”. “Sofu mezhebimi neden sorarsın?- Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz- Gözlüye gizli olmaz ne ararsın- Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz- Muhammet Alidir kırkların başı- Anı sevmeyenin nic’olur işi- Atalım Yezid’e lanetli taşı- Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz- Pir Sultan Abdal”. ” Günah ettim şahın darına durdum- Allah bir Muhammet Ali aşkına- Kırklar eşiğine yüzümü sürdüm- Allah bir Muhammet Ali aşkına- Kul Hüseyin”.

Yukarıdaki beyitlerde geçen kırklar konusunun altına kırmızı bir çizgi çekerek ileri de o konuyu da detaylı işleyeceğimizi söyleyerek, bir adım ileri gidelim. Üçlemelerin yerini sadece Ali’nin aldığı ya da Ali’nin öne çıktığı beyitlere geçelim. Eren artık gerçeği biraz daha gün güzüne çıkarmak istiyor ve gerçek inancını haykırıyor. İnsan bedeninde tasvir ettiği yaratıcısını anlatmaktadır, vahdeti anlatmaktadır. Mecburiyetten ona Ali demektedir. Bir kaç örnek verelim.

” Muhammed Ali’nin eli değil mi?- Hak bilip tuttuğum el bana yeter- Bu yolun sahibi Ali değil mi?- Ali’nin kurduğu yol bana yeter- Pir Sultan Abdal.” . ” Gafil kaldır şu gönlünden gümanı- Bu mülkün sahibi Ali değil mi?- Yaratmıştır on sekiz bin alemi- Rızıkların veren Ali değil mi?- Pir Sultan Ali.”. ” Yoğ iken yerle gökler ezelden- Kudret kandilinde pünhan Alidir- Kün deyince bezm-i elestten evvel- Alemi var eden sultan Ali’dir- Genç Abdal.”. “Bu gün bize pir geldi, gülleri taze geldi- Önü sıra kanberi Ali el Murtaza geldi- La ilahe İllallah İllallah Şah İllallah- Ali mürşit güzel Şah- Eyvallah Şahım eyvallah-Kul Himmet.”. ” Ali ismi dört kitapta okunur- La İlahe Ali yazılı- Zikr edenler Azazilden sakınır- La İlahe İlla Ali yazılı- Kul Himmet.” ” Bir ismi Ali’dir bir ismi Allah- İnkarım yoktur hem vallah hem billah- Muhammet Ali yoluna Allah eyvallah- Ben Ali’den gayri bir er görmedim.”. ” Selma bir deste gül şaha uzattı- Kendi tabutuna kendisi yattı- Cem-i Mushaf’tan nikabın attı- Kur’an yok, gördüler Ali’den gayrı- Hacı Bektaş.”. ” Ayine tuttum yüzüme- Ali göründü gözüme- Nazar eyledim özüme- Ali göründü gözüme- Ali evvel Ali ahir- Ali batın Ali zahir- Ali Tayyip Ali Tahir- Ali göründü gözüme-Mehmet Ali Hilmi Dedebaba.” Buradaki Ali, Arap Ali’ye sizce benzemekte midir? Yoksa Allah’ın ta kendisi midir? Her şey bu kadar açıkken hala Müslümanlık iddiasında bulunmak, biz bir mezhebiz demek Aleviliğe ihanettir.

” Men Ali’den gayrı Tanrı bilmezem diyen Alevinin Ali’si ile gerçek Ali arasında dağlar kadar fark var- İrene Melikoff”. ” Tarihte yaşamış Hz Ali ile Alevi ve Bektaşi inanç dünyasındaki Ali birbirinden farklıdır- A. Yaşar Ocak”. Aleviliği, İslam’ın bir mezhebi veyahut bir tarikatı sananlar, tamamıyla aldanmışlardır. Alevilik Müslümanlık değildir, onu Şiilikle de karıştırmak hata olur.- Prof. Reşit Tankut.”

Alevi erenleri Tanrı’nın insanda tecellisinin bir sonucu olarak bazı ulularıyla Ali’yi eşleştirir. Bir bakarsınız Pir Sultan, Hacı Bektaş Ali olur çıkar. Maksat Kamil insan olmak değil midir? Kamil insan Tanrı’da kaybolmuş artık Tanrı olmuş olan değil midir? “Dün gece seyranda batın yüzünde- Hünkar Hacı Bektaş Veli’yi gördüm- Elif tac başında nikab yüzünde- Aslı imam nesli Ali’yi gördüm- Kalender Çelebi”. “Hayali gönlümde yadigar kalan- Hünkar Hacı Bektaş Ali kendidir- Darağacı üstünde namazın kılan- Hünkar Hacı Bektaş Ali kendidir- Kalender Çelebi”. ” Pir Sultan’ım şu dünyaya- Dolu geldim dolu benim- Bilmeyenler bilsin beni- Ben Ali’yim Ali benim- Pir Sultan Abdal”. Bu tarz deyişler bazen, direk insanın defalarca bedenlenmesini, Tanrı’nın Ali’den de başka kimliklerle de Dünya’ya gelmesini anlatır. Ancak konumuz Ali olduğu için bu konulara girmeyeceğim.

Alevilik bazı yönleriyle Hıristiyanlığa benzese de gerçekte çok farklıdır. Çünkü Hıristiyanlıkta da yaratan ve yaratılan ayırımı vardır. Tanrı Alevilikte bir çok insanda bedenlenerek görülürken, Hıristiyanlıkta sadece insanların günahlarını kendi ödemek istediği için insan bedenine giren ve ölen bir Tanrı vardır. Bu Tanrı bir gün kıyameti koparacak ve kötülerden öcünü alacaktır. İsa’nın sağında Melkezedek düzeninde duranlar kazanacaklardır. Oysa Alevilikteki vahdet-i vücut kavramı gereği Tanrısallaşan insanlar Tanrı da birleşir ve Tanrı’nın elleri olur. Alevi ölmez, Hakka yürür. Alevilikte Tanrı ve evren özde birdir. Tanrı varlıktır. Evren varlığın yani Tanrı’nın maddeleşmesidir. İnsan ise konuşabilen, düşünebilen, maddeden bir adım ötede Tanrı parçasıdır. Tanrı’nın evidir. Görüldüğü gibi her şey Tanrı’dır. Tanrı değişik biçimlerde hep vardır ve insan onun yansımalarından biridir. Yani Hıristiyanlıkla tıpkı Şiilikteki sözde Ali benzerliği gibi teslis benzerliği dışında ortak yanı yoktur. Ancak Gnostik İncillerde hatta kabul görmüş İncillerde Alevilikten yani ışık dininden bir çok alıntıya rastlayabilirsiniz.

Aleviliğin en önemli özelliklerinden biri de; özgür bireyler olarak yetiştiklerinden dolayı her şeyi sorgulama özgüvenini kendilerinde duymalarıdır. Kul değil insandırlar. Sünnilikteki sorgusuz ve korkuya dayalı kabul onlarda yoktur. Öyle ki Tanrı’yla bile tartışır, O’nu sorgular, Ali’sine sitem eder, hatta Tanrı’yla alay bile eder. Bu müthiş eleştirel demokratik ortam, korkuya değil akla dayalı Tanrı sevgisi ışık insanlarını uygar dünyada hep bir adım önde tutar. Bunu Türkiye’den Avrupa ülkelerine göç eden Alevi vatandaşlarında açıkça görürüz. Buralara giden Sünnilerin aksine Avrupa kültürüne Aleviler kolayca adapte olur ve kendilerini sevdirir. İşte böyle insan tipi geri kalmış, başka ülkelerin güdümünde, diktatörlükle yönetilen, laiklikten uzak ülkeler için yok edilmesi yada asimile edilmesi gereken insan tipidir. Böyle insan tipini arzulayan ülkeler uygar, insan odaklı ülkelerdir.

“Allah deyip bağırma- Irak sanıp çağırma- Hakkı dilden ayırma- Şeytan güler bu hale- Hayali bir yerdesin- Sen arada perdesin- Hak sende sen nerdesin- Nedir cevap suale- Levh-i Mahfuzdur yüzün- Anı şerh eyler sözün- Arif bilir iç yüzün- Cahil düşer zevale- Mihrabi”. “Yeri göğü ins-ü cini yarattın- Sen ey mimarbaşı eyvancı mısın?- Ayı günü çarhı burcu var ettin- Ey mekan sahibi Rahşancı mısın?- Cibril’e perd ardında söyledin- İnüp Beytullah’ta kendin dinledin- Bu ateşi cehennemi neylerdin?- Hamamın mı var külhancı mısın?- Yüz bin tamun olsa korkmam birinden- Rahman ismi nazil değil mi senden?- Gaffar-üz-zünüb’um demedin mi sen- Afv et günahımı yalancı mısın?- Kazanlarda katranların kaynarmış- Yeraltında balıkların oynarmış- On bu dünya kadar ejderhan varmış- Şerbet mi satarsın yılancımısın?-Azmi”. ” Onu aleme atmışsın- Sen çıkmışsın uca Tanrı- Kıldan köprü yaratmışsın- Gelsun kullar geçsun deyu- Hele biz şöyle duralım- Yiğit isen sen geç Tanrı- Kaygusuz Abdal”. ” Bu alemi gören sensin- Yok gözünde perde senin- Haksıza yol veren sensin- Yok mu bunda suçun senin- Kainatı sen yarattın- Her şeyi yoktan var ettin- Beni çıplak dışar attın- Cömertliğin nerde senin- Ademi sürdün bakmadın- Cennette de bırakmadın- Şeytanı niye yakmadın- Cehennemin varda senin”. ” Seni sevenlerin yaralı dertli- Şu elin zalimi bizden kıymetli- Keramet sahibiydin güçlü kuvvetli- Yoksa bir kul idin öldün mü Ali?- Zalimin zulmü bizi yakarsa- Bizi ağlatıp karşımızdan bakarsa- Ahrette elim boşa çıkarsa- Tutar Zülfikar’ı kırarım Ali- Ali Kızıltuğ”. Karnım açtır karnım aç- Rahmet etgil Tanrı bana kapı aç-Sultan veled”. ” Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir- Varıp anın üstünde evler yapasım gelir- Altında gayya vardır içi nar ile pürdür- Varıp ol gölgesinde biraz yatasım gelir- Yunus Emre”.

Şimdi Aleviliğin Ali’sini Muhammed’in miracı sırasında görelim. Önce kısaca miraçta olanları anlatayım. Muhammed miraca çıkarken önüne bir aslan yatar. Bir ses ona yüzüğünü aslanın ağzına at der. Bunu üzerine aslan sakinleşir ve Muhammed’e yol verir. ( Muhammed miraçtan döndüğünde, Ali ağzından Muhammed’in yüzüğünü çıkarıp verince Muhammed “Ali sana erdim, sırrına eremedim” der.) Buradan anlıyoruz ki Muhammed’in bile Tanrı’yla görüşmesi için Ali’den izin alması ve peygamberlik mührü olan yüzüğünü Ali’ye teslim etmesi gerekir. Yani üstün olan Ali’dir.

Muhammed Allah ile konuşurken ondan yüzünü göstermesini ister. Allah kabul etmez ve sadece elini gösterir. Bu elin içi yeşil bir renk ile kaplıdır. ( Muhammed miraçtan dönünce Ali Muhammed’e elini gösterir. Aynı yeşil renk Ali’nin elinde de vardır.) Bu hikaye de bize Ali Allah’ın ta kendisidir mesajı veriyor.

Muhammed Allah ile yüzleşmesinden dönerken Ahab-ı Suffa kapısına rastlar. Kapıya vurur. İçeriden ” Kimsin” diye ses gelir. Muhammed ” Peygamberim” deyince ” Bizim aramıza peygamber sığmaz, peygamberliğini var git ümmetine eyle” diye cevap verilerek içeri alınmaz. Peygamber Allah’tan içeri girmek için yardım ister. Allah üç kere Muhammed’e tekrar oraya gitmesini söyler, ama aynı sözlerle reddedilir. Dördüncü seferinde Allah Muhammed’e ne demesi gerektiğini söyler. Muhammed’de “yoksulların hizmetçisiyim” ( Hadimül Fukara)” diyerek içeri girer. Bu bölümden de kırkların peygamberlere ayrıcalık yapmadığını, peygamberin onlara boyun eğdiğini anlıyoruz. Oysa İslam’da Muhammed ayrıcalıklı, tüm peygamberlerden ve meleklerden üstün bir peygamberdir.

İçeri giren Muhammed 22 erkek ve 17 kadından oluşan bir topluluğu görür. Bu topluluk cem yapmaktadır. Kendisine gösterilen yere oturur. 40. kişi olan Selman-ı Farisi onlara yiyecek bulmaya gitmiştir. Muhammed onlara ” Kimsiniz?” diye sorar. Onlar ” Biz kırklarız” der. Muhammed ” Küçüğünüz ve ulunuz kimdir?” der. Onlar ” Küçüğümüzde ulumuzda uludur” der. Bu bölümden de kırkların ibadetlerinin namaz olmadığını, cem olduğunu, kadın erkek birlikte ibadet yaptıklarını, aralarında hiyerarşi olmadığını, tam eşitlik üzerine bir hayatları olduğunu anlıyoruz. Oysa İslam’da Tanrı-kul, kadın-erkek, mümin-kafir, fakir-zengin, köle-efendi ayırımı olduğunu biliyoruz.

Muhammed” Biriniz eksik, ne oldu?” der. Kırklar ” O Selman’dır, ama eksik değil, aramızdadır” der. ” Biz kırk kişiyiz, kırkımızda bir kişiyiz”. Muhammed inanmaz. Bunun üzerine Ali elini keser ve oradakilerin hepsinin eli kanar. Ayrıca Selman’ın da kanı pencereden gelir ve ortaya dökülür. Ali elini sarınca hepsinin kanının akması durur. Selman’da eli sarılı olarak gelir. Buradan da demokratik platformda insanların eşitliğini, insanlığın kaderinin aynı olduğunu, Aleviliğin olmazsa olmazı çoklukta tekliği yani vahdet inancını,farklı görünen her şeyin aslında bire ait olduğu öğreniyoruz. Oysa İslam’da Tanrı ve insan ayırımı vardır ve herkesin kaderi ayrıdır.

Selman sadece bir üzüm tanesi bulabilmiştir. Bu üzüm tanesi Muhammed’in önüne konur ve ” Ey fakirlerin hizmetçisi bu üzüm tanesini kırklara paylaştır” denilir. Muhammed ne yapacağını bilemez. Kırklar O’na “Üzümü ez” der. Üzüm şaraba dönüşür. Kırklar onu içtikçe mest olur ve semah dönmeye başlar. “Kırklar meclisine gelen doluyu- Dolduran Muhammed içen Ali’dir- Pir Sultan Ali”. Muhammed’de kendinden geçer ve semah dönmeye başlar. Bu sırada Muhammed’in başındaki imame düşer. Kırklar onu da kırka bölüp bellerine dolarlar. Bu bölümden de bir üzüm tanesini bile paylaşan demokratik bir yaşam biçiminin mesajını görüyoruz. Öyle ki Muhammed’in imamesi bile paylaşılır. Artık üstünlük bir kişide değil herkestedir. Yine Muhammed kırklardan makam olarak aşağıda tutulur ve öğretilerle eğitilir.

Görüldüğü gibi hikaye Ali’yi ve mensubu olduğu kırklar meclisini Muhammed’den üstün tutmakta, Muhammed’i toy ve sırlardan bihaber göstermektedir. Şimdi yine soruyorum. Bu Ali İslam’ın Ali’si midir? Bu Ali Tanrısal birlik diye özetleyeceğimiz inanç düzleminde Tanrı’nın ta kendisi değil de nedir?

Bir diğer Ali hikayesi de cem ayini sırasında anlatılandır. Bu hikayeye göre gölde yıkanırken bir aslanın saldırısına uğrayan çocuk Selman, meçhul bir atlı tarafından kurtarılır. Selman bu atlıya bir nergis ya da lotus çiçeği verir. Bu çiçek Ali tarafından Selman’a geri verilecektir. Bu hikayenin de İslam ile ilgisi yoktur. Alevi ezoterizmi içinde insanlığın kadim tarihiyle ilgili bir söylemdir. Bence buradaki çocuk ve aslanın ona saldırması; eski çağlarda etrafı suyla çevrili genç bir uygarlığın felakete uğramasını sembolize eder. Çocuğun kurtarılması o uygarlığa ait birikimlerin kaybedilmediğini gösterir. Verilen çiçek gelenek ve sırların kuşaktan kuşağa seçilmiş kişiler aracılığı ile aktarıldığını ve unutulmadığını gösterir. Bir gün Tanrı yani Ali insanlığa tekrar o eski uygarlığı ve Tanrısal sırları verecektir. Yine soruyorum. Bu Ali’nin İslam’ın Alisi ile ne ilgisi vardır?

Alevileri Ali ismini seçmesinin sebepleri arasında tarihte haksızlığa uğramış biri olmasının yanısıra, ucu ta Sümerler’e kadar uzanan isim benzerliğinin de rolü vardır. Sümerler Tanrı anlamında Al ya da ALU ismini kullanırdı. Yine Harran bölgesinde Tanrı’ya Alla veya Al denildiğini biliyoruz. Zerdüştlere Ala-wi Tanrı’ya tapan denilirdi. Zaten İslam’daki Allah kelimesi de Süryanicedir, İslam’dan önce bilinen bir Tanrıdır ve tüm Tanrıların baş Tanrısıdır.

Kardeşlerim; bu yazımda anlatmak istediğim şeyi anlatabildiğimi ümit ediyorum. İslam’daki Ali ile Alevilikteki Ali aynı değildir. Alevilik ayrı bir dindir. Aleviliği Kur’an üzerinden savunmak akılsızlık ve asimilatör zihniyete uşaklıktır. Alevilik bir mezhep hiç değildir. Aleviler ya ayrı bir dine sahip olduğunun bilincine varacak ya da tarihin sayfaları arasında kaybolup gidecektir.

Saygılarımla

B. Tekin

Kaynaklar

Nehc’ül Belaga & J.Dierl Anton- Anadolu Aleviliği & Velayetname- Hacı Bektaş-ı Veli & Alevilik Nedir?- Baki Öz & Pir Sultan Abdal Divanı & Yunus Emre Divanı & Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi- Nejat Birdoğan & Sersem Ali Baba Divanı & Alevilik Sünnilik İslam Düşüncesi- İsmet Zeki Eyüboğlu & Virani Divanı & Kul Hüseyin Divanı & Hatayi Divanı & Genç Abdal Divanı & Kul Himmet Divanı & Kızılbaş Aleviler- Krisztina Kehl & İrene Melikoff- Uyur İdik Uyardılar & Meluli Divanı & Abdal Musa Vilayetnamesi & Kitab-ü Selim bin Kays Hilali- Selim bin Kays & Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik- Abdülbaki Gölpınarlı & Alisiz Alevilik- Faik Bulut & Devletin Bektaşi Hırkası- Ali Murat İrat & Anadolu Aleviliği- Esat Korkmaz & Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe- İrene Melikoff

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.