Hasan KAYA : Alevilik İslamın Neresinde?

Hasan KAYA : Alevilik İslamın Neresinde?

Alevilik İslamın Neresinde? Alevilik bugünkü yapısı ile daha çok İslam ile ilişkilendirilecek duruma gelmiştir. Ancak bu ilişkinin düzeyi...

A+A-

Hasan KAYA : Alevilik İslamın Neresinde?Alevilik İslamın Neresinde?

Alevilik bugünkü yapısı ile daha çok İslam ile ilişkilendirilecek duruma gelmiştir. Ancak bu ilişkinin düzeyi ne olursa olsun gündelik yaşam ve ibadet pratikleri noktasında İslam ile de arasına hemen bir duvar örer.

Hasan KAYA     

Aleviliği İslam İçinde Görme İsteği, Aleviliği Sünnileştirme Çabasıdır

Hasan KAYA
                   
Aleviliğin genel ve herkes tarafından kabul gören bir tanımının yapılması son derece zordur. Böyle bir tanım şimdiye kadar yapılabilmiş değildir. Her kesim kendince bir tanım yapıp Aleviliği görmek istediği yere koymaktadır. Bu tanımların her biri belli doğruları içermekle birlikte Aleviliği henüz anlama olanağı vermiyor.

“Alevilik: Muhammet peygamberin damadı Ali’ye bağlı olan ve onun yolunu tutan topluluğun mezhebi.” olarak tanımlayan TDK sözlüğünün tanımı en yaygın bilinen tanımıdır. Bu tanımla kolaycı ve kestirme bir tanıma ulaşılmakta ve Aleviliğin nerede olduğu belirlenmekte.

İslam peygamberinin ölümünden sonra kimin ilk halife olacağı konusunda başlayan iktidar mücadelesi ve tartışma İslam içindeki ilk büyük bölünmenin sebebi olmuştur. İslam inancının kırılma noktası dediğimiz bu bölünmenin etkileri hala silinmiş değildir. Bundan dolayı bu olaydan çok sonra, -çıkış noktası bu olayla hiç ilgili olmayan her yorum,- bu olayı değerlendirmesine göre İslam dünyasında kendine bir yer bulmuştur.

Alevilerin bu olay üzerine yaptıkları değerlendirmeler özünde Şii İslam ile aynı olurken Sünni İslam ile de çelişir. Şiilerin ve Sünnilerin bu olay konusundaki farklı değerlendirmeleri çok farklı olmakla birlikte İslam’ın diğer konularda özelikle ibadet pratiklerinde bir farklılıklarının olmadığı var olan farklılıkların da öze ilişkin olmadığı biliniyor.

Aleviler Ali ve ailesine yapılan haksızlıkları ortaya koydukları gibi yaşamlarıyla İslam’ın Sünni yorumunu benimsemediklerini ortaya koymaz İslam ile aralarındaki mesafeyi belirlemiş olurlar. Alevilik bugünkü yapısı ile daha çok İslam ile ilişkilendirilecek duruma gelmiştir. Ancak bu ilişkinin düzeyi ne olursa olsun gündelik yaşam ve ibadet pratikleri noktasında İslam ile de arasına hemen bir duvar örer. Kendi içinde kısmen özgün bir inanç olan Alevilik kendisinden önce var edilmiş kültürel birikimi yadsımaz. Alevilik, İslam’dan etkilendiği kadar Anadolu İlk Çağ felsefesinden ve Ön Asya’da yaşamış halklar tarafından yaratılmış kültür ve uygarlıklardan da son derece etkilenmiştir.

Aleviliği incelediğimizde çoğu kez İslamiyet’in bilinen yorumları içinde kalarak açıklayamayacağımız birçok unsurla karşılaşmaktayız. Bu noktada dinsel (İslam-i)  kaygılara düşmeden bir değerlendirme içinde olmak gerekir. Aleviliği açıklamak adına, ona İslamiyet’in dar elbisesini zorla giydirmeye kalkmak ona yapılabilecek haksızlığın en büyüğü olur...

Alevilik, “Hak Mezhebi” olarak kabul edilen ve “gerçek” İslamiyet olarak sunulan anlayış ve yorumlardan farklıdır. Bu farklılık, dışarıdan çıplak gözle bile görülecek kadar belirgin ve nettir. Bir başka deyimle söyleyecek olursak; bu farklılık, Aleviliğin, İslamiyet dışındaki başka unsurlardan etkilenmiş olmasından kaynaklanır. Bundan dolayıdır ki Aleviler İslam içinde görülmemiş ve suçlanmış, hatta çirkin ahlaki suçlamalara hedef olmuşlardır. Bütün tarihleri boyunca maddi manevi her türlü saldırıya hedef olan Aleviler, kendilerini gerçek anlamda ifade edememişlerdir. Bütün bu baskıların bir sonucu olarak inançlarından uzaklaşmış, zaman içinde inançlarının özgün uygulamalarını unutma durumuna gelmişlerdir.

Bugün kendilerini bulma çabası içinde olan Aleviler bu kez de içten ve dıştan ortaya atılan görüşler ve ortalığı saran yayınlar içinde kendilerini kaybetmiş görünüyorlar. Müslüman olmadıklarından söz edenler olduğu gibi, gerçek Müslümanların onlar olduğu görüşünü savunanlar da çıkıyor. Bütün bu karmaşa arasında gerçek bilgiye ulaşmak, özü bulmak, nesnel bir yaklaşım, iyi bir tarih bilinci ve sağlam bir uslama yapabilme yetisine kalıyor.

Alevilerin Müslüman olmadığını, görüşü daha çok İslam’ın Sünni yorumu ile ulaşılan bir görüştür.  Bu görüşün çıkış noktası, Alevilerin ibadet pratiğinin Sünni yoruma benzemezliğinden kaynaklanmaktadır. Bu düşünceden hareketle Alevileri İslam’ın dışında görmek, İslam’ın Sünni yorumunu gerçek İslam kabul etmekle eş anlamlıdır.

İslam’ın Sünni yorumu, İslam’ın var olan yüzlerce yorumundan sadece biridir. Ancak her yorumun kendisini gerçek İslam görmesi son derece doğaldır. Değişik yorumların çıkış ve varlık nedeni, var olanların gerçeği yansıtmadığı, inancın özünden kopmuş olunduğu, kendisinin gerçeği yansıttığı savıdır.

Kendisini gerçek İslam gören, kendi dışındakileri Müslüman görmeyen, İslam’ın dışında kabul eden bu yaklaşım son derece öznel bir yaklaşımdır. Bu da “gerçek” İslam’ı, İslam’ın değişik yorumlarından öğrenmek durumunda olan bizler için son derece sınırlı ve güvenilir olmayan bilgi anlamına gelmekte.

Değişik yorumları bir kenara bırakıp İslam-i kaynaklara dönmek istediğimizde, gerçek İslam ile ilgili sağlıklı bir kaynağın olmadığını görmekteyiz. Değişik yorumların var oluş nedeni, bir yanıyla bu kaynakların tartışmalı oluşundan kaynaklanmaktadır. Örneğin elimizdeki en eski kaynak olan Kuran bile İslam dünyasında tartışılmıştır. Kuran’ın kitap haline getirilmesi Halife Osman zamanında gerçekleşti. Halife Osman’ın kişiliğinden kaynaklanan güvensizlik bir yana,  kitap haline getirildikten sonra deri ve kemik üzerine yazılan ilk metinlerin yakılmış olması elimizdeki Kuran’ın doğruluğunu test etme şansını bize vermiyor. Kaldı ki elimizdeki en eski Kuran’ın Osman zamanında yazılan Kuran olduğu tarihsel olarak doğrulanmış bir bilgi değildir.

İslam dünyasında, Kuran ayetlerin sıralamasının doğru olmadığı, bazılarının sonradan eklendiği veya yeniden düzenlendiği ve hatta bazı ayetlerin kitaplaştırmada kendine yer dahi bulmadığı, tartışılan konuların başında gelmektedir. Bunun gibi elimizdeki en eski yazılı kaynaklardan biri olan Hadisler de, değişik çevrelerce sürekli tartışma konusu yapılmıştır.

İlk üç halife döneminde hadis yazmak yasaklanmış, yazılı hale getirilen hadisler toplatılıp yakılmıştır. İlk Hadis kitabı peygamberin ölümünden neredeyse iki yüz yıl sonra İmam-i Buhari (810–870) tarafından yazılmıştır. Hadislerin doğru olduğunu kabul etsek bile, sözlü aktarmalarda zaman içinde nelerin eklendiği veya çıktığını bilmek olanaksızdır. Bütün bu muğlâklık ve İslam’ın ilk dönem uygulamaları ile ilgili bilgilerin yetersizliği, değişik yorumların çıkmasının nedeni olmuştur.

Bundan dolayı her hangi bir yorumu temel alıp “gerçek” İslam budur deme şansımız yoktur. Aynı şekilde bir yorumu temel alarak diğer İslam yorumları hakkında kesin yargıya varabilmemiz de olanaksızdır.

Kaldı ki bu tartışmalardan bağımsız olarak Kuran ve Hadisler, belli küçük ayrıtlarla her kesim tarafından kutsal kabul edilir. Sorun kutsal olup olmadıklarından bağımsız, Kuran ve Hadislerde yer alan bilgilerin yoruma açık olmasından kaynaklanır. İslam dünyasında çok kısa bir zaman içinde birçok farklı yorumun ortaya çıkmasının asıl nedeni de budur. 

Kısaca İslam’ın yüzlerce yorumundan biri olan Sünni yorumundan hareketle Alevilerin Müslüman olmadığını ve Aleviliğin İslam’ın dışında olduğunu söyleyemeyiz.

Aynı şekilde Aleviliğin İslam içinde olduğunu ileri süren, gerçek Müslümanların Aleviler olduğunu söyleyenlerin de bize gösterebildiği elle tutulur kanıtları yok. Dillerine doladıkları “Aleviliği İslam’dan ayırmak, İslam’ın içinde görmemek onun içini boşaltmak olur” sözü havada kalan ezbere söylenmiş bir sözden ibarettir.

Elbette bu çevrelerinin ileri sürdüğü kanıtlar bu kadar değildir. Aleviliğin en yaygın söylemlerinden biri olan Allah, Muhammet, Ali ve bundan başka Kırklar Cemi üzerine bilinen söylence de bir kanıt olarak ileri sürülenlerdendir. Bunlar yetersiz kanıtlar olmakla birlikte, Aleviliğin İslam ile bir bağı olduğunu bize gösterir.

Bu bağı yadsıyacak değiliz. Ancak bu kanıtların pek tutarlı olmadığını da söylemek zorundayız. Bizce en tutarlı kanıt Alevilerin ibadet biçimleri ve bu ibadetlerinde okudukları dualar olabilirdi. Çünkü bir inancın diğerlerinden farklılığını veya benzerliğini gösteren, ibadet pratikleridir. “Dinleri, örneğin İslam’ı Hıristiyanlıktan ayıran da, daha çok bu doğmaların içeriği ve ibadetlerin türüdür.”  Bir başka söylemle Aleviliğin İslam’ın içinde olduğunu göstermenin en tutarlı yolu, Alevilerin yaptığı Cem Ayinlerinde Kuran’dan okunan ayetleri göstermeleri olmalıydı.

Aleviliğin İslam’ın içinde olduğunun ateşli savunucuları acaba hiç düşündüler mi: Neden Aleviler ibadetlerinde Kuran’dan ayetler okumazlar? Şimdi bu noktada Kuran’ın değiştirildiğini ileri sürmelerinden başka bir çareleri olduğunu sanmıyoruz. -Ki böyle bir sav Aleviler arasında sıklıkla dile gelen savlardan biridir- Bu görüşe göre Ali ile ilgili bir çok ayet Kuran’a girmemiş ve daha önemlisi Ali’ye yapılan haksızlıklar, ekleme ayetlerle gözlerden uzak tutulmuştur. Umarım bu pek de inandırıcı olmayan savın arkasına sığınmazlar. Çünkü bu sav aynı zamanda kendileri ile çelişmeleri demek olur. Nedeni hemen biz söyleyelim: Önce şu alıntıyı bir okuyalım ve ardından devam edelim. “Hz. Ali’nin ordusu tam zaferi kazanacağı sırada, Muaviye’nin ordusunun bir hilesiyle karşılaştı. Muaviye’nin kumandanı Amr Übnül As askerlerinin mızrakları ucuna Kur’an-ı Kerim’in sayfalarını takarak barış istedi. Hz. Ali ve ordusu Kur’an-ı Kerim’e kılıç çekmeyince Muaviye yenilgiden kurtuldu.” 

Tarihe Sıffıyan Harbi olarak geçen bu tarihi gerçeği bilen birinin, Kuran’ın Ali aleyhine değiştirildiğini ileri sürmesi komik olur. Ve haklı olarak bunu ileri sürenlerden; kendisi ile ilgili ayetlerin çıkarıldığı ve birçok uydurma ayetin eklendiği bir Kur’an-ı Kerim’e Ali’nin neden kılıç çekmediğini ve daha önemlisi halifeliği döneminde bu yanlışı neden düzeltmediğini de açıklamalarını bekleriz. Hemen anımsatalım eğer hala düşüncelerinde diretiyor ve yine de bir açıklama yapmak istiyorlarsa, mantığa en az iki takla attırmak zorunda olduklarını bilmelerini isteriz.

Anadolu Alevilerinin neden namaz kılmadığını da İslam içinde kalarak açıklamak son derece zordur. Alevilik salt Ali taraftarı olmak olsaydı, Ali gibi tüm Alevilerin de namaz kılması gerekmez miydi?

Şimdilerde namaz kılan Alevilerin olduğunu biliyoruz. Ancak bu namaz kılan Alevilerin nasıl namaz kıldıklarını da merak etmiyor değiliz. Çünkü “Hak Mezhebi” olarak kabul edilen dört Sünni Mezhebin bile namaz kılmada belli farklılıkları var. Şiilerin de namaz kılmaları diğerlerinden farklılıklar içermekte. Bunlardan her hangi birinin kabul ettiği biçimde namaz kılmak ibadet etmek ne kadar Aleviliktir?

Tekrar konumuza dönecek olursak: Tarihsel bilgilerimizden biliyoruz ki Ali -halka namazı değil- namaz kılmış, bir Halife olarak cuma günleri cemaate Cuma Namazları kıldırmıştır. Ali’nin camide öldürülmüş olmasından dolayı Alevilerin camiye gitmediği ve namaz kılmadığını ileri sürenler olabilir. Bu nahiv, çocukça bir bahaneden başka bir anlama gelmeyen görüşü ileri sürmek, tarih bilgisi hiç olmayanların işi olabilir. Çünkü Ali’nin ölümünden sonra oğulları camiye gitmiş ve namaz kılmışlardır. Özellikle Hasan, kısa süren halifelik döneminde diğer halifelerden farklı bir uygulama içinde olmamıştır. 

Anadolu Alevilerinin temel ibadet biçimlerinden biri olan Cem Ayinlerinin ise bu yukarıdaki uygulamalarla yakından uzaktan bir benzerliği yoktur. Aleviliği İslam’ın içinde görmek isteyen ve salt Ali sevgisiyle açıklamak isteyenler, Kırklar Cemi söylencesinden başka Ali’nin veya oğulları Hasan ve Hüseyin’in bir Ayini Ceme katıldığı ve bir Cem yönettiğini ispatlama şansları da yoktur.

Sonuç olarak: Alevilerin İslam ile olan bağları sanıldığı gibi çok da kuvvetli değildir. Hatta Alevilerin İslamiyet, Ali ve Ehli Beyit konusundaki tarihi bilgileri çok sınırlı veya yetersizdir diyebiliriz. Olan bilgileri de kulaktan dolma ve tarihsel bir gerçekliği olmayan bilgilerdir. Buna rağmen Ali ve Ehli Beyit sevgisi Allah, Muhammet, Ali üçlemesi, On İki İmam Orucu, Kırklar Cemi gibi unsurlar, Aleviliğin İslam ile bir bağı olduğunu ve bu bağlamda kendisini İslam’ın içinde görme hakkı olduğunu kabul etmemize neden olabilecek verilerdir.

Bütün bunlardan başka Alevilerin kendilerini Müslüman tanımlamaları bile, tek başına İslam içinde kabul edilmeleri için yeterlidir.

Ancak İslam’ın içinde olduğunu kabul etmenin, Aleviliğin diğer unsurlarının yadsıması anlamına gelmediği de bilinmelidir. Çünkü Alevilik, kendisini var eden tüm unsurları ile bir anlam ifade eder ve ancak o zaman Alevilik olabilir.

Aleviliğin İslam içinde olduğunu ileri sürenler, farkında olmadan Sünnilikle arasındaki derin çizgi farklılığını da silikleştirme gayreti içindedirler. Allah’ın birliğini, Muhammet’in onun peygamberi olduğu ve Kuran’a inanmak gibi genel ama daha çok söylemde var olan bu benzerlikler ileri sürülerek aradaki tüm farklılıklar gözden kaçırılmakta. Ancak her nedense bu savın sahiplerinden biri çıkıp bize; Alevilerin bütün tarih boyunca Sünniler tarafından ezilmişliğini ve tümden ortadan kaldırılmak istenmiş olmasını açıklama zahmeti dahi göstermez.

Bu çabayı sürdürenleri anlamadığımızı sanmasınlar. Aksine çok iyi anlıyoruz... Bunlar, Aleviliği İslam’ın içinde gösterip, -Sünniliğe yakınlaştırılarak- Aleviliğin herkes tarafından kabul gören, dışlanmayan bir inanç olmasını sağlayabileceklerine inanmaktalar. Bu kaygıyı anlamakla birlikte kabul etmek olanaksızdır. Bu çabanın bir benzerini de bazı çevrelerin Aleviliği Türk Milliyetçiliğinin payandası yapması biçiminde gözlemlemekteyiz. Buradaki mantık da aynıdır. Devletin kabul edebileceği Türk İslam sentezine uygun bir Alevilik ile kabul görme ve onay alma çabasıdır bu.

Alevilik toplumda kabul görecekse bu; içeriğinden hiç bir taviz verilmeden olmalıdır. İslam içinde olma kaygısı taşınarak, Aleviliği içerdiği diğer unsurlardan arındırmak veya onu ulusçuluğun (milliyetçiliğin) payandası yapmak Aleviliğin inkârı olur. Sünniliğe benzetilmiş, asimile edilmiş bir Aleviliğin, Alevilik olamayacağı gibi, Aleviliğin her hangi bir ulusun ulusçuluğunun payandası yapılması da Alevilikten vazgeçmektir.

Alevilik ile Sünnilik arasında kesin bir çizgi farklılığı olduğunu yenileyerek devam edelim. Bu farklılık, ayrıntılardaki bir farklılık değil temele ilişkin bir farklılıktır. Alevileri Sünni inançların etkin olduğu bir toplum içinde savunmanın zorluğu gerekçesiyle; Aleviliğin özünü görmezden gelerek onu kabul edilebilir bir hale getirmeye çalışmak haksız ve anlamsız bir çabadır...

Alevilikle Sünniliğin hiç bir yakınlığı yok mu?

Alevilik kendini İslam'ın içinde gördüğü oranda Sünniliğe yakındır. Bütün yakınlığı, aynı dinin ve aynı coğrafyada yaşamanın getirdiği doğal benzerliklerden öteye geçmez. Bunun dışında; bu iki inanç yaşam ve ibadet biçimleri olarak birbirlerinden kesinlikle ayrılır. Bunlar yaşam karşısındaki tutumlarıyla ve İslamiyet'e getirdikleri yorumlarla birbirinden çok farklı yerlerde dururlar.

Alevilerin günlük yaşamda daha rahat ve Sünni İslam-i yorumun ördüğü önyargılardan uzak oldukları bilinir. Müslüman olmadıkları varsayımına neden olan unsurlardan biri de bu tutumlarıdır.

Aleviliğe illa bir yer bulma uğraşı içinde olanlar, her seferinde Orta Asya stepleri ile Arap Yarım Adasının çölleri arasında gidip gelirler. Bunun nedenlerini anlamakla birlikte, bu yaklaşımların Aleviliğe katacağı bir şey olmadığını düşünmekteyiz.

İran ve Anadolu Aleviliğinin farklılığını ve bu iki coğrafyada İslam’ın Arap Yarım Adasından çok farklı algılanması, bu coğrafyaların geçmişten bu güne getirdiği uygarlıklar ve kültürlerin farklılığında aramak gerekir. Anadolu tarihler boyunca uygarlıkların ve kültürlerin kesişme alanı olmuştur. Bu kesişmenin çok doğal olarak bu bölgedeki inançlar üzerinde bir etkisi olma olasılığı büyüktür.

Anadolu’da hayat bulmuş değişik kültürlerin, uygarlıkların ve etnik kimliklerin yan yana, iç içe yaşaması, bu bölgedeki inançlarda hoşgörünün en etkin ve belirleyici unsur olmasının nedenidir.

Anadolu’nun bu geçmişten getirdiği çok renkliliği ve çok sesliliği, Anadolu’ya gelmiş sert yönetimleri, katı inançları değişmeye zorlamış ve bunda genellikle başarılı olmuştur. Başarılı olunamadığında ise bu unsurları bünyesinde barındırmamıştır. Batı Roma İmparatorluğunun son dönemlerindeki baskıcı yönetim anlayışı, Haçlı Seferleri ve iki Moğol istilası bunun en güzel örnekleridir. Bütün bunlara Osmanlı Hanedanının Sünnîleşmesi sonrası yönetimin halktan kopması, inançların giderek katılaşması ile başlayan gerileme dönemini de unutmadan ekleyelim.  

Çok ilginçtir; Anadolu’daki Sünni inançlar, Orta Asya ve Arap Yarım Adasından esen rüzgârlara arkasını döndüğü ve etki alanından çıktığı dönemlerde katılıklarından eser görmeyiz. Bu rüzgârlardan hep uzak olmuş, etki alanına girmemiş Aleviliğin bu alana çekilmek istenmesinin kabul edilebilir bir mantığı ve haklı bir gerekçesi yoktur. Bu olsa olsa Aleviliği İslam’ın içinde görme isteği adı altında, Aleviliğin Sünnileştirilmesi çabasıdır ve yalnız ona hizmet eder.

Anadolu’ya özgü hoşgörü ve sağduyu, toplumsal barışın en önemli unsurudur. Bu hoşgörü ve sağduyunun bir ürünü olan Anadolu Alevliğini Türk İslam sentezinin etki alanına sokmak ve katılaşmasına sebep olmak bu topraklara ve bu inancın tüm değerlerine sırt dönmek ile eş anlamlıdır.
  
Hasan KAYA
14.11.2007
Kaynak : http://www.2temmuz.com

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.