Hidayet Karakuş : Polis Adeta Teşvik Etti

Hidayet Karakuş : Polis Adeta Teşvik Etti

Hidayet Karakuş : Polis Adeta Teşvik EttiŞair-Yazar Hidayet Karakuş 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde bulunan aydınlardan. Karakuş, Sivas’ta...

A+A-

Hidayet Karakuş : Polis Adeta Teşvik EttiHidayet Karakuş : Polis Adeta Teşvik Etti

Şair-Yazar Hidayet Karakuş 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde bulunan aydınlardan. Karakuş, Sivas’ta yaşanan katliamın basit önlemlerle engellenebileceğini, ama ne emniyet ne de asker olay günü yeterli çabayı gösterdi” diyor. Katliamın planlı biçimde gerçekleştiğini ve uzun vadeli bir projenin sonucu olduğunu düşünen Karakuş, Sivas’ta yaşadıklarını şöyle anlattı:

“1 Temmuz sabahı Ankara’dan toplu halde yola çıkarak sabah 9’da Sivas’a indik. Aslında bize DSİ’nin tesislerinde yer ayrılmıştı. Ancak Pir Sultan Abdal Kültür Festivali’nin düzenleyicilerinden Ali Balkız tüm yazar ve sanatçıları aynı otelde toplamak istemiş. Bu nedenle Madımak Oteli’ne gittik. Otele giderken Madımak’a 30 metre mesafede kaldırım taşları sökülüyordu. Orada çalışan işçiye ‘Kolay gelsin’ dediğimizde belli belirsiz ‘sağ olun’ mu, ‘savulun’ mu, dediği anlaşılamadı. O gün Kültür Merkezi’ndeki izlenceden sonra Sivas’ı dolaştığımızda kentin başka bir yerinde kaldırım çalışması yapıldığını görmedik. Bu da dönemin Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun olaylardaki payını gösteriyor. Otele yerleştikten sonra gittiğimiz açılış etkinliğinde salonda Aziz Nesin, Sami Karaören, Cahit Külebi, Asım Bezirci, Behçet Aysan, Metin Altıok gibi aydınların da yer aldığı 1500 kişi vardı. Pir Sultan Abdal ile ilgili düzenlenen açık oturum çok canlı ve bilgilendirici geçti. Aziz Nesin  inançsız olduğunu, ama kendini Alevilerin düşüncelerine yakın hissettiğini söyledi, kışkırtan bir konuşma yapmadı. Açılışın ardından Cumhuriyet Lokantası’na yemeğe, oradan da etkinliklere geçildi.

‘80-100 KİŞİYLE BAŞLADI’

Ertesi gün saat 11’de Buruciye Medresesi’ndeydik. Kitap imzalayacaktık, ancak imzalatacak okuru bulmak zordu. Ben de midesinden rahatsızlanan eşimin yanına, otele döndüm. Eşime ekmek peynir almak için Saat 13.25’te Paşa Camii’nin karşısındaki bakkala gittim, o sırada cami avlusunda sloganlar atılıyor, kalabalığın ortasından alevler yükseliyordu. Oradaki bir yurttaşa ne olduğunu sorduğumda, ‘ABD bayrağı yakılıyor’ dedi. O anda tepkinin bize yönelebileceğini anladım. Otele dönerken 80-100 kişilik bir kalabalık da caddeye çıktı. Bugün nice kalabalıkları, öğrencileri, işçileri zorla dağıtan, coplayan, panzerle müdahale eden polis, o gün göstericileri adeta okşuyor, dağılmaları için ricada bulunuyordu. Kalabalık, caddede gidip geldikçe çoğalıyor, ‘Şeriat gelecek, zulüm bitecek’, ‘Muhammed’in ordusu, laiklerin korkusu’ sloganları atıyordu. Otele döndüğümde eşimle birlikte yemeğimizi büyük bir sıkıntıyla yedik. ‘Bu demokratik bir tepki olabilir, az sonra dağılırlar’ diye düşündüm, ancak kalabalık yarım saat içinde 5 bin kişiyi buldu. Sonradan öğrendik ki şehirdeki öğrenci yurtları çevre illerden getirilen şeriatçı militanlarla  doldurulmuş. Saat 14.10 dolaylarında otele ilk taş atıldı. Ardından taş yağmaya başladı ve otelin tüm camları kırıldı. Gördük ki otelin karşısındaki işhanının tüm katları taş ve molozla doldurulmuş. Saat 15.30’da belediye hoparlöründen Temel Karamollaoğlu’nun ‘Aziz kardeşlerim, gazanız mübarek olsun, biz gereken tepkiyi gösterdik, artık dağılın’ şeklindeki kışkırtıcı konuşmasını duyduk. Taşlama, akşam 8’e kadar sürdü. Bu arada odaları boşalttık, genç arkadaşlar merdivenlere barikat kurdu. Aziz Nesin telefonda Erdal İnönü ile konuştu, İnönü telefonda ‘Sakin olun, devlet yanınızda’ dedi. Tugaydan asker desteği isteyen valinin  talebi karşılığındaysa eğitimini yeni bitirmiş 15-20 asker, silahlarında eğitim mermileriyle gönderildi. Bunu sonradan bir arkadaşımın oğlundan öğrendim. Çünkü o da gelen birlik içindeymiş. Saat 17.30’da telefonlar,19.30’daysa elektrik kesildi. Elektrikler gitmeden önce, 18.00’de Zerrin Taşpınar ve Lütfiye Aydın’la birlikte 109 numaralı odada televizyon kanallarını karıştırdığımızda olaylarla ilgili sadece Star Tv’de “Sivas’ta olaylar” altyazısının geçtiğini gördük. O sırada pencereden dışarı baktığımda üçgenimsi bir boşluk gördüm iki bina arasında. Bu boşluk bizi bir süre koruyabilir, diye geçti aklımdan.

ÇANDAR VE CEMAL SESSİZ KALDI

Elektriğin kesilmesinin ardından aşağıdan gaz kokusu gelmeye başladı. Kokuyla beraber bir ses ‘Aşağı gelin arkadaşlar’ diye bağırdı, ancak 1-2 basamak inmiştik ki büyük  sıcaklık ve dumanla karşılaştık. Bir başka ses bu kez ‘arkadaşlar yukarı’ diye bağırdı. Sıcaklık ve dumanın yukarı çıktığını düşünerek  ‘Arka odalara yürüyün, camları kırın arkadaşlar’ diye bağırdım. Karanlıkta kim ne kadar duydu bilmiyorum. Kalabalık arka odalara yürüdü. Bizim televizyon karıştırdığımız odaya girdik. Bir elimle eşimin elinden tutmuştum, bir elimde valiz vardı. Yatakların üzerinden geçerken eşim ‘At şu valizi’ dedi, ben de valizi iki yatağın arasına attım. 109 numaralı odanın pencerelerinden çıkarken camları kırdık.  Sözünü ettiğim o  boşluğa çıktık. Bu kez karşı pencerelerde iki Aczimendi ellerinde sopalarla bizi  karşıladı. Ağza alınmaz küfürler ediyor, ‘Gelmeyin, geldiğiniz yerden çıkın, buraya gelirken bize mi sordunuz’ diyorlardı. Yanımızda Ali Yüce’nin eşi Nimet Abla, ‘Anneniz yaşındayım, yapmayın’ dediğinde küfürle karşılık verdiler. Ama dönmemekte kararlıydık, ‘ya yeneriz, ya ölürüz’ dedim. Bir süre sonra sopalı adamlar gitti, penceredeki 45-50 yaşlarında başka bir kişi ‘Gelin arkadaşlar’ dedi. Eşimse ‘Sizin elinizde ölmektense burada yanmayı tercih ederim’ diye cevap verdi.  O  anda karşıda Aziz Nesin’in koruması Komiser Mehmet’i gördüm ve geçmeye karar verdik. 31 kişi karşıya geçmişti ki anladık, geçtiğimiz yer BBP binasıymış. Onlar da bizim orada olduğumuzun anlaşılıır da partilerine saldırılır diye korkuyorlardı. Gösteriler sürüyor, silah sesleri geliyordu. Elimizi yüzümüzü yıkattılar, salona oturttular, kadınları mutfağa aldılar. Merdivenlerde kısacık sürede yüzümüz gözümüz islenmiş meğer. BBP’nin kadın üyesi olmadığından haremlik selamlık olduk. Şüphe çekmesin diye ışıkları açtılar ve pencere kenarlarına kendi üyelerini oturttular. Bu arada Aziz Nesin’in 3 korumasından 2’si ortadan kaybolmuştu, en yiğitleri Komiser Mehmet çıktı. Saat 21.00’e doğru karanlık merdivenlerden tek sıra halinde indik ve ışıkları söndürülmüş belediye personel aracıyla emniyet müdürlüğüne götürüldük. Herkes kurtuldu sanıyorduk, ancak haberleri izleyince gerçekle karşılaştık. Ertesi gün televizyonlarda devlet yetkililerinin ne kadar aymazlık içinde olduğunu gördük. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu,  aydınları suçlu ilan ediyor, Başbakan Tansu Çiller, ‘Oteli saran yurttaşlarımıza bir şey olmamıştır’ diyordu. Ertesi gün yaptığımız açıklama sırasında Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün de Çiller’in fotokopisi gibi konuştuğunu söyledik, Gazioğlu da toplantı sırasında odadan çıkıp gitti. 3 Temmuz günü Aziz Nesin’in arkadaşı Ayben Kop, Nesin’in son çalıştığı dosyanın otelde kaldığını ve ona ulaşmamız gerektiğini söyledi. O sırada emniyet müdürlüğüne Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gelmişti. Onlara durumu aktarıp yardım istediğimde ikisi de tek kelime etmedi. 14.00 sıralarında izin alabildik ve birkaç arkadaşla otele giderek dosyayı aldık. Valizlerle birlikte onu da getirdim, Ayben Hanım’a teslim ettim. Bu çalışma sonradan ‘Onursal Doktor Olmamanın Büyük Onuru’ adıyla kitaplaştı. Aynı günün akşamı uçakla Ankara’ya götürüldük.”

***

‘İyi bir insan olmadan ne Müslüman, ne Hıristiyan, ne Türk olunur’

Hİdayet Karakuş, Sivas Katliamı’nın nedenlerini değerlendirirken bilimle aklın, inanç ve duyguyla yüzyıllardır süren bir savaş içinde olduğunu söylüyor:

“Sivas’ta yakılan aydınlar gibi İskenderiye’de de Hypatia isimli bilim kadını öldürülmüş, derisi yüzülmüş, etleri kemiklerinden ayrılmıştır. Her dinin yobazı vardır. Ortaçağ’da, 1000’li yıllarda İslam ülkelerinden İbn-i Batuta, Farabi, Ömer Hayyam çıkmış. Ancak İslam bilim insanlarının bilimsel düşüncesi batı tarafından alınıp geliştirilmiş. Din ulemasının fetvalarıyla karar veren padişahlar, örneğin III. Murat’la I. Ahmet ‘mekruh’ olduğu gerekçesiyle kahveyi yasaklarken, batı, rönesansı, reformu yaşıyor, sonra  Fransız Devrimi’yle bilimi dinden bağımsız kılan laikliği geliştiriyordu. Dünyada sınıf savaşı ve emperyalizmin savaşları sürüyor. Emperyalizm, savaşını sürdürürken halkları birbirine düşürmek için dini ve ırkı kullanıyor. Maraş, Sivas, Çorum Olayları’na bakın;  hep dinsel ayrılıklar körüklenmiş, etnik ayrılıklar kışkırtılmıştır. Sonuçta dinle akıl sürekli birbirine karşı durmuş. Emperyalizmin ereği barış, demokrasi, insan hakları değildir. Tek derdi vardır, dünyayı sömürmek. Bunun için kültürü de, dinleri de, ırksal ayrılıkları da sürekli körüklemiştir. Ülkeleri, geniş coğrafyaları, enerji kaynaklarını halkların gözünün yaşına bakmadan kanla, ateşle, türlü silahlarla ele geçirmeye çalışırken kültürel yozlaşmanın temel taşlarını da toplumların bağrına döşüyor. Bunun için ne yapıyor; eğitimi bozuyor. Kitleleri beyninden yakalıyor.

Soygun için savaşan, kan döken güçlere karşı insanlık mücadelesi er geç kazanacak. İnsanlar sadece inanç penceresinden bakmayacaklar, daha iyi bir dünya için akıllarını başlarına toplayacaklar. Bilinçlerini kullanacaklar.”

Sivas’ı şeriatın kalesi yapmak isteyenlerin, Alevileri şehirden toplumsal baskıyla kaçırdığını ifade eden Karakuş, Sivas katliamının sorumlusunun, yıllardır dini politikaya alet eden siyasi iktidarlar olduğunu düşünüyor:

“Osmanlı’nın hantal, ümmetçi yapısı Cumhuriyet’le yıkılmış ama sonradan öğretim birliğinin çatallanmasıyla yeni ümmetçiler yetiştirilmiş, Cumhuriyet Aydınlanması’nın önüne engeller konulmuş. Yakın tarihimizi herkesin iyi bilmesi gerekiyor. Artık yaşamımızı savunmak zorundayız. Dinci kesim pompalı tüfeklerle donandı, toplumda büyük silahlanma var. Çünkü güvensiz bir toplum yaratıldı. Biz çocukken annem tarladan topladığımız ayrıkları kurutur ve ekmek yaparken sacın altında yakardı. Arada yeşil yaprak görürse onu ayırır, ateşe atmazdı,  ‘Onun da canı var’ derdi. Bir yeşil otu ateşe atmayan Müslüman annemle, insanları cayır cayır yakanların aynı inanca sahip olabileceğine inanmıyorum. Ya onların Tanrıları, peygamberleri farklı; ya annemin Tanrı’sı peygamberi farklı! İnsan yakanlarla bir otu ateşe atmayacak denli yaşama saygılı olanlar aynı dinden olamazlar. İyi bir insan olmadan ne Müslüman olunur, ne Hıristiyan, ne Türk, ne başka bir ulustan olunur! İnsanlığın temel değerlerini taşımayanların canavarlıkları kolay biteceğe benzemiyor. Bu yüzden insanlığın yolu çok uzun. O zamana dünya kalırsa belki barış içinde, özgür bir dünya kurulabilir çağlar sonra.

ERKAN ÇINAR - İZMİR
BİRGÜN - 30 Haziran 2008

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.