Hu Dost : Yörük Köyü

Hu Dost : Yörük Köyü

HU DOST : YÖRÜK KÖYÜ      750 yıllık geçmişe sahip Anadolu’nun gizli hazinelerinden biri olan Yörük...

A+A-

Hu Dost : Yörük KöyüHU DOST : YÖRÜK KÖYÜ    
 
750 yıllık geçmişe sahip Anadolu’nun gizli hazinelerinden biri olan Yörük Köyü iç ve dış mimarisiyle minyatür bir Safranbolu adeta. Üstelik daha bakir ve sırlarla dolu...

Bu hafta Safranbolu’nun yakınlarındaki Yörük köyüne gidiyoruz. Köyün girişinde ziyaretçileri Bektaşi sarıklı “Hu dost” yazan mezartaşları karşılıyor, köyü gezdikçe gizemli bir tarih yolculuğuna çıkılıyor.

Safranbolu'nun yanıbaşındaki Yörük köyü bozulmadan, yağmalanmadan günümüze ulaşmayı başarmış köylerden biri. Yörük köyündeki evlerin en eskisi 450, en yenisi ise 90 yıllık. 1997’de SİT alanı ilan edilerek korumaya alınan köydeki 93 ev korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiş. 140 hanelik köyde 50 hanede yaşam sürüyormuş, son yıllarda turizmin gelişmesiyle birlikte bir çok ev onarılmış ve köye geri dönüşler başlamış.

Yörük köylülerinin ataları yıllarca bu civarda göçebe olarak yaşamış; o dönemde Safranbolu çoğunlukla Rumların yaşadığı bir kentmiş. 16. yüzyılda Osmanlı’nın Hıristiyan yerleşimlerinin çevresine Türkmen iskanı politikası sonucu yerleşik düzene geçirilmişler. Anlatılanlara göre Karakeçili Aşiretine bağlı Hüseyin, Hacı ve Davut kardeşler köyün ortasındaki Çökön Meydanına çadırlarını kurup yerleşmiş. Kalabalıklaşıp köye sığamayınca da kardeşlerden Hacı “Hacılar Obası Köyü’nü”, Davut ise  “Davut Obası Köyü’nü” kurmuş.

YAĞMA HASAN’IN BÖREĞİ

Yörüklüler Kanuni döneminden başlayarak orduda yardımcı görevler almaya başlamışlar, böylece bir ayakları hep İstanbul’da olmuş. Sekban ve Müsellem Ocaklarının nüvesini Yörük köylüler oluşturmuş. Av köpeklerine bakmakla görevli Sekban Ocaklarının bir görevi de orduya ekmek pişirmekmiş. Zamanla Yörüklüler piyasanın da hâkimi olmuş; Safranboluluların çoğu gibi fırıncılık, ekmekçilik ve börekçilik gibi mesleklerde yoğunlaşmışlar, İstanbul’daki fırınların çoğunun sahibi onlarmış. Kazandıkları paralarla köylerinde Safranbolu tarzı büyük konaklar inşa ettirmişler köylerine, içlerini de İstanbul’da gördükleri eşyalarla donatmışlar. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile İstanbul’daki fırınların yarısı Safranbolulularınmış. (Çoğu Yörük köylüymüş) Fırıncılık yapan aileler zenginleştikçe çocuklarını okutmuş ve okuyanlar başka meslekler seçmiş. 2. Dünya Savaşı yıllarında ekmeğin karneyle satılması fırıncıları zora sokunca çoğu bu işi bırakmış, şimdilerde İstanbul’da fırıncılık yapan çok az sayıda Yörük köylü kalmış.

Yağma Hasan’ın Böreği” deyimi de bu köyle ilgiliymiş. Yörük köylü Karaköy börekçisi pişirip beğenmediği börekleri sokağa döker, vatandaş da bunları kapışırmış. (Menderes döneminde yapılan istimlaklerde Karaköy Börekçisi de yıkılıp, tarihe karışmış.) Leyla Gencer’in babası da Yörük köylüymüş. Köylüleri dünyaca ünlü hemşehrilerini unutmamış ve bir sokağa adını vermişler.

Eski bir Bektaşi köyü Yörük, köylüler dedelerinin Bektaşi olduğunu gizlemiyor ama artık Sünnileştiklerini de itiraf ediyor. Peki nasıl olmuş ta Sünnileşmiş bu insanlar? Bu sorunun yanıtını verebilmek için biraz gerilere gitmek gerekiyor. Yeniçeri Ocağı Bektaşi tarikatına bağlıydı. 2. Mahmut tarafından 1826’da Yeniçeri Ocağı kapatıldıktan sonra sıra Bektaşilere gelmişti. Padişahın emriyle Bektaşi tekkelerinin büyük bölümü kapatıldı, bazı babalar asıldı, kimi postnişin ve babalar sürgün edildi. (Bu süreçte yalnızca İstanbul’daki 14 tekkeden dokuzu yıkılmıştı;  Bektaşiler sonradan bunların yedisini yeniden kurmayı ve yenilerini kurmayı başarmıştı.) Karacaahmet ve Şahkulu dergâhındaki kitaplar yakılırken, bu dergâhların başına Nakşibendi şeyhleri getirilmişti. 2. Mahmud’un Bektaşilere karşı açtığı mücadelenin tarihini yazan Esat Efendi ise Bektaşilerin Nakşibendi, Kadiri ve diğer tarikatlara mensup baba ve abdal unvanı taşıyan mescit ve türbeleri ele geçirdiklerini bu nedenle dergahların gerçek sahiplerine geri verildiğini öne sürüyordu. Bu dönemin Bektaşiler için çok zor geçtiği, cadı avının yürütüldüğü bilinir, bu nedenle Bektaşilerin canını kurtarmak için kimliğini sakladığı ve hatta zamanla unuttuğu kabul edilir.

Sünnileştirme politikası Yörük köylülerinin de Bektaşiliği unutmasına neden olmuş ama kültürlerindeki Bektaşi etkisi yok olmamış. Köye gericilik hiç uğramamış, kadınlar köy meclisinde yer alıp, oy kullanırmış, kızlar okutulmuş, düğün-dernek bir arada yapılırmış. Her ne kadar artık Bektaşi değiliz deseler de Bektaşi izlerine dokunmamışlar, dokundurtmamışlar. Köyün girişindeki eski mezarlıkta görülmeye başlanan Bektaşi izlerine bir çok evde rastlamak olanaklı, ama en çok Sipahioğulları Konağı’nda ve çamaşırhanede görülüyor.

KÜÇÜK İSTANBUL GİBİ

Sipahioğulları Konağı üç yüz yıllık bir yapı. Konağın içinde hem yaşanıyor, hem de Gezi Evi olarak kullanılıyor. Neler yok ki, anlaşılan evin sahipleri İstanbul’da gördüğü ne varsa köyüne taşımış. Yüz yıllık bir dinlenme koltuğu mu istersiniz, kırk yamalı bohça mı? Yoksa kendi tabutunu taşıyan Hz. Ali’nin camaltı resmini mi? Antika radyolar, 1900’a ait ajandalar, köy yerinde görmeye alışık olmadığımız bir kütüphane, fes kalıbı, yüz yıllık presler gibi bir çok obje de var bu katta. Sanki Anadolu’nun bir köyünde değil de İstanbul’un eski bir konağında gibi hissediyor insan kendini, küçük İstanbul gibi bu köy.. Objelerdeki ortak nokta ise Bektaşi simgelerinin işlenmiş olması. Kalem işlerinde on iki imama atfen on iki sayısına dikkat edilmiş, yer yer üçler, yediler, kırklar vurguları da yapılıyor, baş odadaki ocağın mermer korkuluğunda bile Bektaşi sarığı göze çarpıyor ve daha önce de belirttiğim gibi her şey yerli yerinde duruyor. Ev sahibi spikerlere taş çıkartacak titizlikle ve büyük bir hızla köyün, konağın ve ailesinin tarihini anlatıyor, süslemeler hakkında bilgiler veriyor, duvarlara işlenmiş Bektaşi izlerini görmenizi sağlıyor.

İstanbul’a giden Yörük köylüler köyleriyle bağlarını hiç koparmamışlar, kazandıkları paralarla burada büyük konaklar inşa ettirmişler. Konakları gören buraya köy demez, büyük bir kasabadan farksız Yörük köyü, zaten söylenenlere bakılırsa bir zamanlar kaza merkeziymiş. Köydeki evler ahşap ve kerpiç kullanılarak iki, üç yada dört katlı, birbirlerine bitişik ve kapıları sokağa açılır şekilde inşa edilmişler. (Bu durumda Bektaşiliğe bağlanabilir, zira eski Türk evlerinde sokak kapısı mahremiyet nedeniyle direkt olarak sokağa açılmaz.) Eskiden evlerin altı ahır olarak kullanılırmış, şimdiyse evlerin girişinde hediyelik eşya ve doğal ürünler satılıyor çoğunlukla. Üst katlar ise ailenin yaşamına ayrılmış, her oda farklı bir işlev taşıyacak şekilde düzenlenip, döşenmiş. Evlerin en dikkat çekici unsurlarından biri de üç aşamalı kapı kilitleri. Düzeneği bilmeyenin bu kilidi açması olanaksız! Evlerin duvarlarına bereket getirsin diye kuş evleri, çatılarına da uğur getirsin diye geyik boynuzları konmuş. Köyde biri tahta minareli iki cami var, tarihi 1830’lara kadar gidiyor.  Bektaşiliğin yasaklanmasından hemen sonra inşa edilmişler anlaşılan.
 
***

Nasıl gidilir?

Yörük Köyü, İstanbul"a 410 km ve Ankara"ya 225 km uzaklıkta. Safranbolu’dan Kastamonu yönüne doğru 11 km gidildiğinde köye ulaşılıyor.

BİRGÜN - 25 Ekim 2008

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.