İbrahim KARAKAYA : Siz Mahalle Baskısını Bilir miydiniz?

İbrahim KARAKAYA : Siz Mahalle Baskısını Bilir miydiniz?

İbrahim KARAKAYA : Siz Mahalle Baskısını Bilir miydiniz?Perşembe günü akşamı ATV’de Ali KIRCA’nın Siyaset Meydanı Programının konusu,...

A+A-

İbrahim KARAKAYA : Siz Mahalle Baskısını Bilir miydiniz?İbrahim KARAKAYA : Siz Mahalle Baskısını Bilir miydiniz?

Perşembe günü akşamı ATV’de Ali KIRCA’nın Siyaset Meydanı Programının konusu, güncel olan Anayasa Taslağı üzerindeki tartışmalar ışığında, “tek sorun olarak özgürlüklerin vazgeçilmez koşulu gösterilen Türban yasağı”, “mahalle baskısı”, “başka ülke mi oluyoruz” idi.

Katılımcılar arasında son yılların vazgeçilmez konuşmacısı Kezban Hatemi, Nevval Sevindik, Halime Güner, Özlem Albayrak (tek türbanlı konuşmacı), ve konularını uzmanı diğer çok değerli konuşmacılarımız vardı. Üç saati aşkın bir zaman içinde, Türkiye Malezya karşılaştırılması yapıldı,  türban özgürlük kapsamında savunuldu, fakat mahalle baskısından duyulan kaygı dile getirildi. Ne yazık ki, bu ülkede yaşayan ve tarihten bu yana baskı ve katliamlarla yok edilmeye çalışılan, devletin ve mahallenin baskısını iliklerine kadar hisseden, insanı Tanrı bildiği için kin tutmayan, intikam peşinde koşmayan, sayıları hiç önemli olmasa da, onbeş-yirmibeş milyon olarak gösterilen Aleviler, sadece bir kelime olarak gayri-müslümler, eşcinseller ve Aleviler olarak tek bir konuşmacı tarafından dile getirildi.

Bu konuda söylenecek tek söz vardır. Hasan Hüseyin’in dediği gibi: “kör olasın demiyorum, kör olmada gör beni.”   

Bu başka ülkeye benzeme fobisinde önceleri İran’dı, şimdi ise Malezya keşfedildi. Günlerdir, basınımız sağ olsun derin araştırmalar yapıp toplumu bilgilendiriyor. Bu konuda ülkemize model biçenler “siz ılımlı İslamsınız” diyor, bizimkiler de “İslam tektir, ılımlısı-ılımsızı olmaz” diye itiraz ediyorlar. Aslında dedikleri doğru, İslam bir din, bir ideolojidir, bir iklim modeli değildir. Fakat ne yazık ki, hiç kimse Anayasamızda laiklik maddesinin olmasına rağmen ülkemizin zaten laik bir ülke olmadığını, ‘din devleti değiliz’, fakat devletimizin dininin olduğu gerçeğini görmüyor.

Alın size en yeni bir örnek: Sokaklarımızda Diyanet İşleri Başkanlığı imzalı bir afiş, “Kim  Allah için bir mescit yapar, Allah’ta ona cennette bir ev verir” denilmektedir.  Şener Şen’in Züğürt Ağa filminde “Şıh’tan, oy karşılığında cennetten tapu alan köylüler” gibi rüşvetçi bir anlayışı savunan Diyanet İşleri Kurumunu laiklik devlet ile nasıl izah edebilirsiniz? Laik bir ülkede görevi sadece inançlar karşısında düzenleyici ve tarafsız olması gereken devletin, diğer inançları yok sayan ve baskı altına alan bir yaklaşımını demokratik, laik, hukuk devleti kavramıyla nasıl bağdaştıracağız?  Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçe ve kadrosu, Diyanet Vakfı’nın çalışmaları ve bütçesini, Zorunlu Din Dersleri ile asimilasyon, Kuran Kursları, vakıflar, tarikatlar ve bağlı şirket ve eğitim kurumları v.s. hangi İslam ülkesinde vardır.

Malezya örneği de doğru anlaşılmalıdır. Malezya’da dört ayrı inanç grubu vardır ve bunların varlığı anayasal güvence altındadır. Resmi dil Malayca olmasına rağmen dört ayrı dilde de eğitim verilmektedir. Orada ki baskı inançların birbirine karşı değildir, inanç mensuplarının kendi içlerinde uyguladıkları baskıdır. Ayrıca Malezya yönetsel olarak federatif bir yönetim modeline sahiptir.

Her sistem Anayasalıdır ve Anayasalar sistemin niteliğini belirler. Türban üzerinden geliştirilen tartışmaların aslında Anayasada yapılacak olan köklü ve sisteme yönelik değişiklikleri gizleme amaçlı olduğu çok açıktır. Temel hak ve özgürlükleri, çoğulculuğu, farklılıkların haklarının korunması, eğitim sistemimizi, sağlığı v.b. talepleri ne yazık ki tartışamıyoruz. Ülkemizde Müslümanlar için dinin gereklerini yerine getirmede baskıların olduğunu söylemek en basitinden insafsızlık olur. Buradaki talebin, devlet dininden, din devletine geçişin sağlanmasıdır. 

Bütün ideolojiler kendisini sembollerle ifade eder. Çünkü sizin tanışmanıza gerek kalmadan, sembollerden aynı ideolojiye sahip olduğunuzu anlarsınız. Nitekim, parka ve bıyığından solcuyu, sarkık bıyık ve kafa tokuşturmasından milliyetçi-faşisti, cübbe, sarık ve türbanından şeriatçı ve tarikatçıyı tanırsınız. Kaldı ki her tarikatında ayrı ayrı türban bağlama stili vardır. Özel yaşamda bunların hepsini de özgürlük kapsamında görebilirsiniz, fakat kamusal alanda bunu böyle düşünmek, kamusal hizmetin tarafsızlığını yok eder. Örneğin, siyasal nedenlerle emniyete düştüğünüzde, sizi sorgulayan polislerin karşınızda kafa tokuştururken verdikleri mesajı anlamayacak kadar aptal değilizdir.

Şimdi gelelim mahalle baskısına:

Aleviler, uğradıkları haksızlıkları ve acılarını sözle dile getirmişlerdir. Yakın tarih ozanlarımızdan Sefil Selimi şöyle dile getirir.

"Bu Kızılbaş olmuş, yunmaz" diyorlar
"Kestiği haramdır, yenmez" diyorlar
"Camiye mescide konmaz" diyorlar,
İmam Şah Hüseyin'e uydum uyalı

Bu dörtlük bile tek başına inancından dolayı bir topluma karşı uygulanan devlet ve mahalle baskısını anlatmaya yetmektedir. 

* Siz hiç; bunlar mum söndürüp, ana bacı tanımadan, kim kimi bulursa onunla cinsel ilişkiye girer iftirasına maruz kaldınız mı? Çok yakın bir arkadaşınızın, hata en demokrat ve solcu geçinen birinin “ben inanmıyorum ama bu mum söndü olayı nedir” sorusunu cevaplamak zorunda kaldınız mı?

* Aynı sokakta yaşayıp dost olduğunuz ve ortak kaderi paylaştığınız komşularınızın, kestiği kurbanı pay ederken, bir Alevi’ye verirse kurbanı kabul olmaz diyerek, sizin kapınızı geçip yanınızdaki komşuya kurban verdiğine tanık oldunuz mu?

* Ramazan dolayısıyla tüm kamu kurumlarında yemekhane tadilatlarına gidildiğini ve zorunlu oruç tutturulduğunun, tutmayanların da mağdur edildiğini bilmeyen var mıdır?

* Okullarda Ramazan ayı boyunca, oruç tutmadığınız için saldırıya uğradınız mı, Tokat’ta dövülüp Yeşilırmak Nehrine atılan, Van’da öldürülen öğrenciden haberiniz oldu mu? 

* Henüz kendi inancınızı anlatamadığınız çocuğunuzun, okulda Zorunlu Din Derslerinden sonra sizden habersiz camiye gitmesine, ramazan da oruç tutmak istemesine karşılık yaşadığınız çaresizliği bilir misiniz? 

* Oruç tutmadığınızı söylemenize karşılık “mahallenizin davulcusunun” en uzun davulu sizin kapınızda çalmasına ne dersiniz? 

* Alevi köylerine zorla cami yapılmasını veya hizmet götürülme koşulunu cami yapılmasını isteme talebine göre karşılanmasını laik devlet olarak nasıl izah edersiniz?

* Maraş’ta, Çorum’da, Malatya’da; yüzlerce insanı yaşlı, çocuk, kadın demeden silah, bıçak ve satırlarla katleden, hamile kadınları öldürüp cinsel organlarını parçalayan, karnından bebeğini çıkarıp öldüren insanların, bu vahşeti din ve milliyetçilik adına yapmalarına ve devlet tarafından korunduğuna tanıklık ettiniz mi? 

* Siz hiç; Devletin gözetiminde bir otelde, binlerce insanın tekbir getirip, “Ya Allah,bismillah Allahü-ekber”, “Kafirlerde ne güzel yanıyor” denilerek yakılmanın acısının ne olduğunu bilir misiniz? Genç kızlarını ve erkek çocuklarını yitiren annelerin hala çocuklarının gelinlik ve damatlıklarını sakladıklarını bilir misiniz? Her hangi biriniz bugüne kadar bu insanlık utancı karşısında bir anneyi ziyaret edip onun acısına ortak oldunuz mu?

* 12 Eylül sonrası Alevi köylerine giden askerlerin, köylülerin gözü önünde inanç önderi olmaktan dolayı sakalı ve bıyığı kesilen Alevi Dedelerinin, bu alçaltıcı ve onur kırıcı davranıştan dolayı aylarca ağlayıp evinden çıkmayan insanların dramına tanıklık ettiniz mi?

* Siz Firik Dede’yi bilir miydiniz? 12 Eylül sonrası Tunceli - Ovacık ilçesinde “kulaksız yüzbaşı” olarak yaptığı işkencelerle nam salan yüzbaşının, iki kardeşi yer göstermeleri için göz altına alıp araziye götürüp, kardeşlerinden birini ağaca bağlayıp diri diri yaktığına, bu olaydan sonra Firik Dede’nin gözyaşlarının hiç dinmediğine tanıklık ettiniz mi? Yüzbaşı’nın bu vahşeti 1938 yılında dedesinin Dersim’de Alevi Kürtler tarafından vurulduğundan dolayı intikam almak için yaptığını açıkça söyleyebilmekteydi.

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Burada vurgulamak istediğimiz esas konu şudur; biraz vicdan!

En basitinde “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir” diyen Hz. Muhammeddin sözlerinden hareketle başkalarını da anımsamak gerekir.

Evet! Şairin dediği gibi; “kör olasın demiyorum, kör olma da gör beni.”   

İbrahim KARAKAYA
29.09.2007 - Ankara

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.