İlhan Erdost  (1944 - 7 Kasım 1980)

İlhan Erdost (1944 - 7 Kasım 1980)

İlhan Erdost  (1944 - 7 Kasım 1980)Hiç bu kadar kararmadı gökyüzü Hiç bu kadar kirlenmedi sular İnsan insana bu kadar uzak...

A+A-

İlhan Erdost  (1944 - 7 Kasım 1980)İlhan Erdost  (1944 - 7 Kasım 1980)

Hiç bu kadar kararmadı gökyüzü
Hiç bu kadar kirlenmedi sular
İnsan insana bu kadar uzak değildi
Böyle kaçırmazdık birbirimizden gökyüzünü Küçük bir kız şimdi babasını sorar
Hadi yanıtlayın kızartıp yüzünüzü

Yayıncı İlhan Erdost 17 Aralık 1944’te Tokat’a bağlı Artova’da doğdu. İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılarıyla boğuşan ailesinin maddi sıkıntısı nedeniyle ilkokulu köyünde okudu.

Ortaokula gönderilmeyen İlhan Erdost’u babası bir berberin yanına çırak olarak verdi. Ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost’la birlikte Ankara’ya giden İlhan Erdost’un yaşamı ve dünyaya bakışı burada şekillenmeye başladı.

Ağabeyinin içinde yetiştiği Atatürkçü düşünceyi özümseyerek, lise yıllarını bu duygular altında geçirdi. 27 Mayıs 1960’ın yarattığı ‘yeni coşkuyla’ yaşanan lise dönemi, onun düşünce dünyasının donanımına büyük katkılarda bulundu.

Düşünceye vurulan kelepçeyle, ortaokul yıllarında Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne konulan ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost’un başına gelenler ile tanıştı. Lise eğitiminin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Bölümü’ne girdi.

Muzaffer Erdost’un kurduğu Sol Yayınları’nın başına geçen İlhan Erdost, fakültedeki tek dersini yayneviyle yakından ilgilenmekten dolayı veremedi. Ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost 12 Mart 1971 askeri darbesinin hemen ardından tutuklanıp hüküm giyince, Sol ve Onur yayınlarının yönetimini üstlendi. 12 Eylül 1980 sonrası yasak yayın bulundurmak iddiasıyla gözaltına alınan İlhan Erdost, Ankara Mamak Askeri Cezaevi’nde 7 Kasım 1980’de askerler tarafından dövülerek öldürüldü.

İLHAN ERDOST'UN EŞİ İLHANI ANLATIYOR

1980 yılında gözaltında dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost'un eşi Gül Erdost:

Kızım bir kez bile baba diyemedi

1980 yılında gözaltında dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost' un eşi Gül Erdost 'un çığlığı şu gökkubede bugün de asılı: "Kızım Alaz bir kez bile baba diyemedi" Gül Erdost, İlhan Erdost'un öldürülmesi ile ilgili duygularını şöyle paylaştı:

- Bize İlhan Erdost'tan söz eder misiniz?

Ölenlerin arkasından hep söylendiği için değil ama gerçekten İlhan bana yazdığı mektuplarda da söz etmişti, çocukluğunda da arkadaşlarıyla bir kez dahi kavga etmemiş, aile içerisinde, arkadaşları arasında yapıcı rolü nedeniyle çok sevilen; çocuklarına, ailesine düşkün, ülkesini seven bir sosyalistti.

TÜRKÜLERLE BAŞLADI...

Nasıl tanıştınız? Ne zaman evlendiniz?

Aslında burası tam bir masalımsı hikâye....

1973 yılıydı... Ben Hacettepe Üniversitesi Sosyal Çalışma Bölümü'nde okuyordum. Sesim fena değildir. Ailemizden gelen bir de türkü merakımız var. Azeri türkücü Beybitof 'un türkülerine ulaşmak istiyordum. Sınıf arkadaşım (yazar Talip Apaydın 'ın kızı ) Su Apaydın Öge "Benim bir akrabam var; o da türküleri sever ve söyler de.. istersen gidelim" dedi. Birlikte Zafer Çarşısı'nda 'Onur Kitabevi' ne gittik. İlhan oradaydı. Zaten Sol-Onur yayınlarını hem ideolojim gereği hem de Bölüm Başkanımız Emre Kongar 'ın kaynak kitapları olan derslerimiz nedeniyle okuyorduk. İlhan'la tanıştım ve kaset bulma sözü aldım... Birkaç gün sonra İlhan'ı elinde kasetler, Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampusu'nda beni ve Su'yu ararken buldum. Ancak arkadaşlarıyla yapacakları piknik önerisini de reddettim.

Mezun olup İzmir SSK Tepecik Hastanesi'ne tayin oldum. Ailem Ankara'da olduğu için de sık sık Ankara'ya geliyordum. Bayram gelişlerimin birinde Su'nun "İlhan'lara da uğrayıp türkü söyleme" çağrısı bana da sıcak geldi ve birlikte Muzaffer Abimlerin evine gittik. İlhan, arkadaşıyla masaya yayılmış yayınlarla ilgili çalışıyordu... Bizim girişimizle masa birden rakı/türkü sofrasına dönüştü. Gün, İlhan'ın davudi sesi ve benim sesimle inanılmaz güzellikte geçti. Birlikte evden çıktık... Yürüyerek giderken bana birden "Gel seninle evlenelim" dedi. Bu teklifi ben hemen kabul etmedim ve İzmir'e döndüm.

İlhan'dan her hafta 'özel ulak' mektup aldım. Bu mektuplarda çocukluğunu, yaşamını bana şiirsi bir dille anlattı ve yaklaşık bir yıl sonra da bir anneler gününde bana yolladığı ve üzerinde 'Geleceğin anasına' yazılı hediyesinden etkilenerek evlenme teklifini kabul ettim. 5 Temmuz 1976 yılında da evlendik.

KENDİ ELİMİZLE TESLİM ETTİK

- Olay nasıl oldu?

Evimiz arandı ve arama sonucunda, kendi yayınlarımızda birden fazla evde bulunduğu için 'yasak yayın bulundurmak' suçlamasıyla Abim gözaltında iken, İlhan'ın da gelmesini istedikleri için ben, İlhan ve İlhan'ın amcası, birlikte emniyet müdürlüğüne gittik ve İlhan'ı kendi ellerimizle teslim ettik. Bunu özellikle kendi ellerimizle diye bastırarak söylüyorum, çünkü İlhan'ın öldürülme haberini Cunta, "Çeşitli suçlardan aranan sanık İlhan Erdost başına vurulan bir dipçik darbesiyle hayatını kaybetti" diye ilan etti. Yani evimiz, adreslerimiz açıktı ve de ' çeşitli' değil, tek 'suçu' vardı İlhan'ın; dövülürken Astsubay Şükrü Bağ 'ın sürekli tekrarladığı "10 yaşındaki bebeleri zehirlediniz" dediği Marksist klasikleri Türkiye'ye kazandırmak için yayın yapmak.

Sorgulanmaları süresince emniyet müdürlüğünden her gün Mamak Sıkıyönetim Komutanlığı'na gidip gelirken SSK Hastanesi'nin (benim işyerim) önünden geçtiler ve de büfeden su içme bahanesiyle beni de yanlarına çağırdılar, çocukları anlattım, İlhan'ı en son orada gördüm. Akşam da tutuklandılar. Ve İlhan öldürüldü.

'3 gün sonra öğrendik'
- Siz olayı nasıl öğrendiniz?

GÜL ERDOST - Biz olayı 3 gün sonra öğrendik. Aile dostumuz ve avukatımız Halit Çelenk, İlhan ile Muzaffer Abimin tutuklanmaları haberini verdiğinde hava soğuktu, halbuki İlhan, yukarıda da değindiğim gibi 'bir konuda ifadesine başvurulmak üzere' emniyete çağrılmıştı, takım elbisesi ile gitmişti 'ifade vermeye'. Ben hemen ertesi gün (8 Kasım) İlhan'ın yeğeni ile birlikte Mamak Cezaevi Dış Nizamiyesi'ne gittik. Elimde İlhan'ın paltosu ve iç çamaşırları olan bir paketle.. Ancak nizamiyedekiler bizi bir garip karşılayıp paketimizi de almadan yolladılar... Ben de 'Halit Abiyle yollarım' rahatlığı içerisinde eve döndüm.

'MUMCU'YU ARADIM'

10 Kasım günü akşamüzeri Muzaffer Abimin kızı Suları bize geldi ve "Halit Abi geldi, seni bize çağırıyor" dediğinde yine poşeti ve paltoyu kaparak Abimlere gittim. Ama garip bir hava var evde. Halit Abi inanılmaz kötü ve suratıma bakamıyor. "Gül, İlhan mide kanaması geçiriyor ve Gülhane Hastanesi'ne kaldırılmış" sözcüğü ağzından çıkar çıkmaz ben hemen kan gereksinimi olur ve doktor bulup ilgilenmeyi sağlamak (kendim de hastanede çalıştığım için tıp çevremi harekete geçirmek istedim) amacıyla telefonlara sarıldım. Yalnız bu arada evin kapısı sürekli çalıyor ve gelen giden sayısı artıyor, endişem de artıyor.. salona gidip Halit Abiye "Başka bir şey mi var Abi?" diye sorup 'Hayır' yanıtını alınca "Ben Uğur'a soracağım (Mumcu)" diye telefonunu aldım ve bir okuyucu gibi Uğur'u aradım ve Uğur "Maalesef kaybettik" deyince kendimi tanıtıp telefonu kapattım.
 
CUMUHRİYET - 29 OCAK 2007

*****

12 EYLÜL FAŞİST CUNTASININ İLK FAİLİ BELLİ CİNAYETİ İLHAN ERDOST

12 Eylül Faşist Cuntasının İlk Faili Belli Cinayeti ilhan Erdost (1944 - 7 Kasım 1980)

Hiç bu kadar kararmadı gökyüzü

Hiç bu kadar kirlenmedi sular

İnsan insana bu kadar uzak değildi

Böyle kaçırmazdık birbirimizden gözlerimizi

Küçük bir kız şimdi babasını sorar

Hadi yanıtayın kızartıp yüzünüzü

Can dostumuz devrimci arkadaşımız Yayıncı İlhan Erdost 12 Eylül Faşist Cuntasının ardından, 7 Kasım 1980'de Ankara Mamak Askeri Cezaevinde dövülerek öldürüldü.

1968'lerde kontrgerillanın tetikçileri tarafından bilinerek öldürülen, katili bilinmesine ve bulunmasına rağmen cezalandırılmayan TAYLAN ÖZGÜR katliamının bir şekilde benzeriydi İlhan Erdost'un öldürülmesi. Taylan Özgür 23 Eylül 1969 yılında İstanbul'da sokak ortasında tetikçi polis memuru İhsan Çakıcı tarafından öldürüldü. İhsan Çakıcı "delil yetersizliği" bahanesiyle berat ettirildi. Yurt dışına kaçırıldı.

İlhan Erdost'u ve ağabeyi Muzaffer Erdost'u öldüresiye döverek. İlhan'ın Ölümüne sebebiyet verenler "korunarak" çok az cezalarla kurtuldular.

Tetikçiler belli: Astsubay Şükrü Bağ. cvş. Ahmet Şeker, er Metin Gündoğan, Er İbrahim Keskin, er Kısmet Çağlar. Ama bunlara emir verenler asıl katiller hiç aranmadı, bulunmadı, cezalandırılmadı. Cinayetler, katliamlar, provokasyonlar birbirini izleyerek devam etti. Sistemce korunan yarı-gizli karanlık güç Çorum'da, Susurluk'ta, Şemdinli'de bir göründü bir kayboldu. Tetikçiler zaman zaman yakalandı, ama asıl "terör örgütü" hep kollandı ve korundu. Dün olduğu gibi bugün de katliamlarını ve provokasyonlarını sürdürüyor.

7 Kasım tarihi Türkiye Sosyalist hareketine yayınlarıyla, yazılarıyla, düşünceleriyle büyük katkıları bulunan Muzaffer ilhan Erdost için çok daha anlamlı, iki önemli olayı birlikte anıyor Erdost. Büyük Ekim Devrimini ve kardeşi İlhan Erdost'u.

Değerli devrimci ağabeyimiz Muzaffer İlhan Erdost'la 7 Kasım öncesi İlhan'ı ve Büyük Ekim Devrimi sonrası gelişmeleri konuşuyoruz.

 — Muzaffer ağabey, 12 Eylül sonrası tutuklanarak, İlhan'la birlikte Mamak Askeri Cezaevine götürüldünüz. Burada vahşice dövüldünüz, İlhan Erdost gözünüzün önünde öldürüldü. Sizce, bu dövülme ve öldürülme olayı, önceden tasarlanmış, tepelerde kararlaştırılmış bilinçli bir öç alma eylemi miydi?

 Erdost — Sondan başlayarak yanıtlayabilirim: Askeri Yargıtay 5. Dairesi, üç muhafız erin 10 yıl 8 ay ve görevli olmadığı halde araca alınmıştı daha doğrusu özel görevli olan) bir erin 8 yıllık hapis cezalarını onadı, muhafız birliğinin komutanı Assubayın 10 yıl 8 aylık hapis cezasını bozdu. Askeri Yargıtay Başsavcılığı, assubayın cezasının bozulmasına itiraz etti. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu itirazı yerinde görerek, assubayın 10 yıl 8 aylık cezasını onadı ve dava hukuksal anlamda, dosya üzerinden tamamlandı.

 Dosyanın mahkemesine gelmesini bekledik. Gecikince Askeri Yargıtaya gittik. Avukat Nevzat Helvacıyla. 5. Daire kaleminde bir durgunluk duyumsadık. Dosyanın başsavcılıkta olduğu söylendi. Dosyanın yeniden savcılığa gönderilmiş olmasına bir anlam veremedik. Başsavcılık kalemine gittik. İlhan Erdost dava dosyasını sorduk. Bizi oturttular. Birkaç dakika sonra bir yarbav hakim geldi. Ya başsavcıydı, ya da yardımcısı. Biraz da sorgular bir söylemle, "İlhan Erdost davasında, Askeri Savcılık olarak elimizden geleni yaptık!" dedi ve arkasından da ekledi: "Ama bu iş yukardan kotarıldı.

" Biz birbirimize bakındık. "Yukardan kotarılan işin" ne olduğunu geç de olsa anladık. Assubay için yargılamanın yenilenmesi istenmiş, neden olarak da. bizim bindirildiğimiz reo aracının dışarıya ses ve görüntü vermemiş, kıyamet gününün yaşandığı aracın içini görmemiş, sesleri duymamış olmasıydı.

Mahkeme sonucu şöyle: Assubay Bağ. görevi ihmalden 6 ay ceza aldı. Sıkıyönetim Komutanı onadı kararı, işi bitirdiler. Görevi ihmal ise, bizim konduğumuz reo aracının tutuklulara ayrılan bölüm ile muhafız erlere ayrılan bölüm arasındaki demir parmaklı kapıyı kilitlememiş olması.

Ama, bize, "On yaşındaki bebeleri zehirlediniz, içersi sizin zehirlediklerinizle dolu" diyen, ve verdiği emir doğrultusunda cop ve tekme sağanak! altında bizi araca tıkayan, biz araca bindikten sonra, muhafız erlere, "Bunlar birer yılandır, analarını ağlatmazsanız ben sizin ananızı ağlatırım" diyen, üç-beş dakikalık yaya yolu yarım saat içersinde tamamlatan, araçtan sonra, iki kez birer sigara içimi dövdüren, "Bir patlatılmadık hayalarınız kaldı, şimdi onları da patlatırlar!" diyerek el işaretiyle emir verip bizi gözleri önünde de iki kez dövdürten assubay, bizim araç içersinde dövüldüğümüzü görmediği ve dövülme seslerini duymadığı için "görevi ihmaı"den cezalandırıldı.

Kısacası, "bu iş. yukardan kotarılmıştı'', yarbay-yargıç bunun bilinmesini ve bizim de bilmemizi istiyordu.

Sorunuzu, sonundan yanıtladım. Bir de başından yanıtlayayım:

Beni gözaltına aldıkları Birinci Şubede, komiser yardımcısı, önüme doldurulmuş bir form sürerek okumamı istedi. En altta "elyazılı" olan satırları okumamı istiyordu özellikle. "Hiç bir delil bulunmadığı takdirde derin uygulama yapılması" yazılıydı.

Bana "derin uygulama" nedir bilir misin diye sordu. Bilmiyordum. Sıkıyönetimden geliyor ama bu asker terimi değil dedi. Arkasından da. "derin uygulama"nın ağır işkence olduğunu söyledi. Ekledi de: Biz eziyet olsun diye değil, konuşturmak için işkence yapıyoruz.

"Derin uygulama"yı, iki cezaevi arasında, "derin uygulama" emirini verenler gerçekleştirdi, ne var ki, ben sağ çıktım. Yoksa bilinebilir miydi, "tepeden kararlaştırılmış bilinçli bir öç almak'' sonucu İlhan'ın öldürüldüğü.

Yanıtıma şunu da ekleyeyim:

Başlığı "12 Eylül Cuntasının İlk Faili Belli Cinayeti" olarak belirlemişsiniz. Bizi döven erler ve dövdüren assubay açısından "fail belli", ama dövdürten ve öldürten irade bugün de "meçhul". Kuşku yok ki "fail" ile "irade'" birbirlerine halkalarla bağlı. Assubaya Kenan Evren emir verecek değildi ya. Ama erler ile öldürten irade arasındaki bilinen halka, assubay, nasıl ki yukardan "kurtarıldıysa", irade de yukarda. Bana sorarsanız bu irade daha da yukarda. Yani kökü dışarda. İçerdeki irade onun kuklası.

Cinayeti aydınlatmamız bu nedenle zor. Ama karanlıktan aydınlığa çıkartmak bizim görevimiz, hepimizin görevi.

— Bildiğiniz gibi 7 Kasım aynı zamanda Büyük Ekim Devriminin gerçekleştiği gün, sizce İlhan'ın ölümüne neden olan saldırının bugün düzenlenmesi bir raslantı mı?

Erdost: Mahkemede tanık olarak dinlenen cezaevi müdürü Raci Tetik, bizim dövüldüğümüz ve İlhan'ın öldüğü saatlerde, Mamak Muhabere Okulunda bir resepsiyonda olduğunu söyledi. Ekim devriminin yıldönümünde, gelenekselleşmiş bir uygulamadır, komutanlar, birliklerinde birlikte olurlar. Ne yaparlar bilmem. Raci Tetik, kokteyl benzeri bir toplantıdan sözetmişti. Ama cezaevinde ve cezaevinin bulunduğu 28. Tümende değil, 28. Tümenin hemen karşısında bulunan Muhabere Okulunda toplanmışlar.

Bu, Gladyo'nun ve CIA'nın klasikleşmiş yöntemidir. "Muhafız" olmadığı halde, muhafız er gibi araca alınan, daha sonra da yargıdan saklanan Kısmet Çağlar'ın, olaydan sonra araştırılmasında, Etlik'te faşist militan olduğu, mahkemede dile getirildi. Kısmet Çağlar, asker-şoför olarak Etlik'e gidildiğinde, aracın komutanı assubaya, ordaki bir ihtiyar, "Bu sarı oğlan asker mi olmuş, iyi olmuş, Etlik'i birbirine katıyordu." dediği tutanaklara geçti. Daha ilginç olanı, İlhan'ın öldürülüşünün ilk duruşmasını televizyondan yengem (amcamın eşi) izlerken, bize pusu kuran yedi kişinin içinde bulunan bu eri (Kısmet Çağlar'ı) tanımıştı. Bize kurulan pusuyu atlattığımız akşam televizyon haberlerinde yer alan iki haber unutulmayacaktı: Biri, Demirel'in güvenoyu almış olması, ikincisi Ağca'nın cezaevinden kaçtığı haberi. Bir şey daha var. İlhan'ın kavrayışı sonucu, biz pusudan öyle çıktık ki, pusu kuranlar dönüşümüzü dört saat beklediler. Bu arada, amcam ve yengem otobüs durağında izledi bunları, polis otosu geldiğinde, polis geliyor diye otobüse binip kaçtıklarını saptadılar. Kızkardeşimin eşi, biz pusudan çıktıktan biraz sonra ortalığı yoklamak için eve girip çıkıyor ve bizim oturduğumuz dairenin bulunduğu apartmanın önünde duvara oturmuş birinin sürekli kendisini izlediğini anlıyor. O an değil ama, ertesi gün gazetelerdeki fotoğraflardan o duvarın üstünde oturan ve gözlerinin içme bakarak kendisini izleyen kişinin Ağca olduğunu bize aktarıyordu. Ama gördüğü zaman, kaçtığı bilinmiyordu ve fotoğraf olarak da tanınmıyordu.

Sorunuza dönersek, ben bir kitabımın ikinci adını "İki 7 Kasım" koydum. 7 Kasım, Ekim Devriminin yıldönümüdür, bizi, 7 Kasım günü (üç gün götürüp getirdikten sonra) gözaltına almış olmalarının nedeni de, 7 Kasım günü ile duyumsamamız gereken mesajlar olmak gerekir. Örnek de verilebilir: 24 Ocak Kararları 1980'de. 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu öldürüldü, Gaffar Bumin, bir başka 24 Ocakta öldürüldü. 12 Mart (1961) yarı askeri darbe, 12 Mart (1965) Gazi olayları, toplam 21 ölü. Bu tarihler raslantı mı, yoksa, tarih ile duyumsatılmak istenen mesajlar mı iceriyorlar, tam bilemiyorum, ama ikinci düşünceyi benimsiyorum.

 — Her 7 Kasımda İlhan'ı sevenleri ve dostlarıyla Mezarı başında ve düzenlediğiniz diğer etkinliklerle anıyorsunuz, ilhan'ın ölümünden sonra onun ismini de adınıza ekleyerek Muzaffer îlhan Erdost oldunuz ve yeni bir kimliğe burundunuz. Adeta kimliğinizi, lhan'ın kişiliği ile birleştirdiniz. Bunlar yalnızca çok sevilen bir kardeşin faşistlerce elinizden alınmasına bir tepki mi? Yoksa çok daha fazla bir anlamı mı var? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi açıklayabilir misiniz?

Erdost: Zor bir soru. İlhan, doğal olmasa da, doğal diyebileceğimiz bir nedenle, örneğin bir hastalık sonucu filan yaşamdan ayrılmış olsaydı, böyle bir ad kenetlenmesinin olsa olsa "kardeş'likle sınırlı bir anlamı olabilirdi.

Geçenlerde, "Darbe Karşıtı Demokrasi Platformu"nda da dile getirme gereğini duydum. Acının yakmadığı hemen tek bir ev kalmadı. Kan, Kızılırmak oldu, ülkenin bağrından aktı. Bunlar tek tek dile getirildiği zaman, kişisel boyutuyla algılanabiliyor. Ama kan niye döküldü, kan dökenlerin amacı neydi diye sorduğunuz ve sorguladığınız zaman, kanın ve acının, bireysel, kişisel değil, ailesel değil, toplumsal, ulus ölçeğinde ulusal, insanlık ölçeğinde evrensel nedenini de birlikte algılıyoruz.

 Dolayısıyla, öldürümün anlamı da bireyden topluma, insana ve insanlığa, insanlaşma ve özgürleşme paydasında yumaklaşan evrensel anlamıyla kendini bize duyumsatıyor.

İlhan'ın adını adıma katarak insanlaşma ve özgürleşme bayrağını, onun düşürdüğü yerden alma, daha ileriye, daha yukarıya taşımaya çalıştım. Bu bir özgürleşme kavgası, kişisel bir kavga değil.

— Ben kendimi bildim bileli "SOL" ve "ONUR" Yayınları ile, Türkiye sorunlarının çözümleri üzerine, Sosyalizm Üzerine yazılar yazıyorsunuz, bu konularda kitaplar yayınlıyorsunuz. Bu nedenle başınıza gelmedik karmadı. 12 Martta, 12 Eylülde kitaplarınız toplatıldı, cezaevlerine atıldınız, eziyete uğradınız. Çok sevgili kardeşiniz gözlerinizin önünde dövülerek öldürüldü. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, birtakım eski "sosyalistler" ye kapitalistler, sosyalizmin artık sona erdiğini bittiğini söylediler. Bugün de eskisi kadar gür sesle olmasa bile söylemeye devam ediyorlar. Siz ise sosyalist düşünceyi destekleyen yazılar yazmayı, kitaplar yayınlamayı hala sürdürüyorsunuz. Son kitaplarınızdan birinin adı "Sosyalizmi Seviyorum". Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce SOSYALiZM NEDEN “ÖLMEDİ” Mi?

Erdost: Uç gün önceydi, bir bayan girdi İlhanilhan'dan içeri. "Sosyalizmi Severim" kitabını sordu. Ama benim kitabımın adı "Sosyalizmi Seviyorum". Bu farklı söylem hoşuma gitmedi değil. Şunun için: Sosyalizmi sevse de sevmese de, birçok insan, kitabın adını yinelerken, sosyalizmi sevdiğini söylüyor. Bu, bence güzel.

İkinci bir not: Gecen akşam "Eve Dönüş"ü izledim. Herkes kendi acısından bir şey söyleyebilir. Tek bir şey var önemli olan: 12 Eylülün vahşetini, her şeyden önce işkencelerini, kimlere niçin ve nasıl işkence yapıldığını duyumsatması acısından önemli bir belgesel niteliğinde. Oyuncular "harika". Oyuncu değil "gerçek" kişiler gibi. Bu, böyle de, filmde, 12 Eylül vahşetinin karşısında şiddeti esas almış devrimci eylemi soluyorsunuz, yapılanları kargışlıyorsunuz ama, devrimi seviyorum diyemiyorsunuz, ikisinden de korkuyorsunuz. Ben böyle algıladım.

Benim "Sosyalizmi Seviyorum" yazım, ilk kez Gim'de "Ekim 1987'de yayınlanmış. Sunumun son tümcesini alayım buraya: "Elveda proletarya, elveda başkaldırı, elveda sosyal sınıflar ve kısacası elvedalar saldırısının ortasında, duyumlu, naif bir deneme gibi.

" Bu yazıyı özellikle de işçilerin okumasını istemişim. O günleri kederle anımsıyorum. Daha çok da Sovyetlerin yörüngesinde şişirilmiş bazı isimlerin, emek-toplurnun yerini bilgi-toplumun aldığını vurguluyordu birtakım bilgisizler. Mavi gömleklilerin egemenliği döneminin başladığını, emperyalizmin varlığının bile tartışılamayacağım bu şişirilmiş adlar yineliyordu. Emperyalizmin bu gönüllüleri, kendi televizyonlarında devrimi pas pas, devrimci ideolojiyi by-pas ederken, çok bilmiş edasıyla, şımarık bir biçimde gülüyorlardı da. Tıpkı, 12 Martta ve 12 Eylülde, emperyalizmle kenetlenmiş tekelci sermayenin gülmesi gibi.

Sosyalizm, Stalin'in ikinci Dünya Savaşı sonrası baskıcı dönemiyle özdeşleştirildi sürekli. Bizler 12 Martta kontrgerillada işkencedeyken, cezaevlerinin avlularını voltalarken, Türkiye Cumhuriyetinin devlet radyoları her saat başı yurtdışına çıkarılmış Soljenitsin'in dramatik serüvenini yineleyerek, işte diyorlardı "komünizm" bu. Tıpkı, Bay-Kuş'un Saddam faşizmini yıkarak Irak'a götürdüğü "özgürlük" gibi. Bay-Kuş, yakıp yıktığı bir ülkede çiçeklerle karşılanacağını gülüştürüyordu. Ama Irak'a, gizlice girdi. Askerlerine, Irak halkının kemesinden çaldığı hindiyi servis yaptığının fotoğrafı basına yansıdığı zaman, Irak'ta değil, Beyaz Saray zırhının içindeydi. Sorun şu: Bir sosyalist ülke olsaydı bölgede dengeyi sağlayacak, Bush, Ortadoğu'nun içini dışına çevirebilir miydi, bu kadar insan en vahşi biçimde yaşamdan koparılabilir miydi? Eklersek şöyle diyemez miyiz: Soljenitsin sosyalist sistemin yıkılması için çalışırken, bugün Guantanomo'da yapılan işkencelere, Irak'ta hemen her gün yüz kişinin yaşamını yitirmesine yolu açmış, destek vermiş olmadı mı? O, bunun için desteklenmedi mi?

Niye söylüyorum bunları: NATO ile korunan sistemi, dünya kapitalist sistemini ve onun ağababası emperyalist sistemi korumak adına, sosyalizmden korumak adına, yalnızca sosyalizmi değil, ilerici, devrimci, demokratik tüm hareketleri, dünya komünist silahlı ayaklanmasının dolaylı saldırısı olarak niteleyerek, özel savaş yöntemleriyle, yani anayasasında, yasasında bulunmayan yasa-dışı oluşturulmuş güçlerle, yasa-dışı yöntemler uygulayarak bastırmak, ezmek ve yoketmekti amaç. Bu, bugün de değişmedi. Onların, yalnızca komünist oldukları için değil, laik oldukları için de (Aksoy, Üçok, Kışlalı anımsansın) öldürülmüş olmaları ile bağımsızlaşma, özgürleşme, demokratikleşme arasındaki karşıtlığı algılamak gerekir. Emperyalist egemenlik sistemini cinayet, sabotaj, katliam gibi özel yöntemlerle korunmak istenmesine karşı, sosyalizm evrensel gülümseyişiyle bizi bir kez daha çiçeklendiriyor, umudumuzu, bir yanıyla yıkılmış, bir yanından yara almış, bir yanı düşürülmüş gülüşümüzü yeniden yaşamın renkleriyle canlandırıyor.

Sorunuz etkileyici: " Sizce SOSYALiZM NEDEN “ÖLMEDİ” Mi?

Yanıtım kısadır: İnsanlık öldürülemez de ondan.

Şöyle de somutlaştırabiliriz: İlhanlar öldürülemez de ondan.

Yazar : Tuncay ÇELEN 07 Kasım 2006


İLHAN'IN ANISINA TÜRKÜLER

Senli benli buğday çocuk
Nerden başlasam bilemiyorum
Taşıtlar seçenek değil artık
Ayrıca cesaretim de yok

Bir bardak su içsem şimdi
Yaralarımdan dökülür
Gün ki yıkımlar günüdür
Boştur ne söylesem şimdi

Birini görüyorum kalabalıkta
o adam işte sana benziyor
Ama sana nasıl da benziyor
Binlerce adam kalabalıkta

O'sun sen yürüyüp gidiyorsun
Parmağında küçük bir zincir
Bıyıkların yazgı gibidir
Dolmuştan indin gidiyorsun

Anıştırır yüzleri aşklar
Belirsizdir o mu değil mi
Ama orda kalmaz acıların ki
Değiştirir her şeyi, o kılar

Şimdi bir parçasısın artık
Ekmeğin Ankara'nın Türkçenin
Gurbet ezgilerinin her şeyin
Kendisi, küçüğü eşisin artık

Cemal SÜREYA

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.