İran Devrimi (Yeniden) - Ergin Yıldızoğlu

İran Devrimi (Yeniden) - Ergin Yıldızoğlu

İran Devrimi (Yeniden) - Ergin Yıldızoğlu  İran'da başkanlık seçimlerinden son­ra başlayan, hafta boyunca yaygınlaşan, güçlenen,...

A+A-

İran Devrimi (Yeniden) – Ergin Yıldızoğlu İran Devrimi (Yeniden) - Ergin Yıldızoğlu
 
İran'da başkanlık seçimlerinden son­ra başlayan, hafta boyunca yaygınlaşan, güçlenen, protesto gösterilerinin, dini li­der Hamaney'in tehditlerine rağmen cumartesi günü de güvenlik güçleriyle çatışmayı göze alarak devam etmesi, özel bir "durumla" karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Artık "Batı kışkırt­ması", rejim içi çatışma, orta sınıf tepkisi gibi yorumlara sığmayan bu "durum", ak­lıma Walter Banjamin'in "Her devrimin, bir öncekini kurtaran (hatalarından arındıran-E.Y) tekrarı" (llluminations'dan, aktaran Zizek, Paralax View, sf. 78) olduğuna ilişkin sözlerini getirdi.

Iran devriminin (1978-79), bu kez, halkın eşitlikçi ve özgürlükçü taleple­rinin gerçekleşmesine olanak verecek bir tekrarıyla karşı karşıya olabilir miyiz?

Bir devrimden öbürüne

Bu soruya cevap verebilmek için ön­celikle İran devrimini kısaca anımsamak yararlı olabilir. Cumhuriyet'te özetle­meye çalıştığım gibi (Dizi, 26-28 Mart 2009) İran'da 1979'da aslında iki devrim yaşandı: Biri sosyalist potansiyeller de içeren bir demokratik halk devrimi, diğeri de bu devrime sonradan katılan Si­yasal İslamın karşıdevrimi.

Demokratik halk devrimi, üniversite öğrencilerinin aydınların tepkisiyle, çe­şitli sol örgütlerin inisiyatifiyle başladı, kent orta sınıflannın katılımıyla genişledi, işçi sınıfının katılmasıyla Şah rejimini de­virecek güce ulaştı. Bu aşamada dev­rime, dini duyarlıkları güçlü kır ve kent yoksullarının da katılmaya başladığını gördük. Bu noktadan sonra toplumsal hareket, o zamanın en örgütlü, mali kay­nakları en güçlü kesimini oluşturan Şii bürokrasinin hegemonyası altına gir­meye başladı. Şii bürokrasisinin (ruhban sınıfının) liderliği ele geçirmesinde, Humeyni'nin yalnızca siyasal Islamı kap­sayan özgürlükçü söylemlerine kanarak uzlaşmacı bir tutum alan, programla­rından taviz veren sosyalistlerin, demokratların, büyük bir katkısı oldu. Şii bürokrasisinin, iran devriminin liderliğini ele geçirirken Şah rejiminin ordusuyla gizli anlaşmalar yaptığını, ardından, sosyalist demokratik muhalefeti imha et­meye başladığını, demokratik halk devriminin de dinci totaliter bir düze­nin doğuş spazmları içinde öldüğünü gördük.

12 Haziran seçimlerinden sonra baş­layan protesto gösterileri içinde özgür­lükçü, demokratik taleplerin yine önce­likle öğrencilerin, orta sınıfların inisiyati­fiyle harekete geçirildiğini görüyoruz. An­cak iki gözlem, bu kez işçi sınıfının ha­rekete daha baştan katılmaya başladı­ğını düşündürüyor. Bunlardan birincisi, geçen 20 yılda gerçekleşen ekonomik teknolojik dönüşümlerle ilgili. Bugün, ge­lir düzeyine, yaşam tarzına bakarak "or­ta sınıf" olarak algıladığımız kesimlerin büyük bir kısmının, aslında geleneksel or­ta sınıflardan çok farklı özellikler sergi­lediğini, söz konusu ekonomik teknolo­jik gelişmelere paralel olarak bilişim, hiz­met sektörlerinde başlayan bir işçi sı­nıfı şekillenmesinin parçası olduğu söylenebilir, ikincisi, Tahran'dan bir gözlemci, kentin yeni demografik yaşa­mının iyi anlaşılamamasının protesto gösterilerinde orta sınıf egemenliğinin abartılması­na yol açtığı­nı yazıyordu (The New York Times, 17/06/09). İran'da nüfu­sun yüzde 70'i kentler­de yaşıyor, bunun yüzde 75'i 25 yaşın altında. Ge­çen 10-15 yı­lın iç göçleri, dünün orta sınıf yaşam alanlarını bugün artık düşük gelirli, çalışanlar kategorisine girecek insanların yaşam alanı haline dönüştürmüş.

Umutlar ve korkular

Bugün yaşananlarla, I. İran devrimi ara­sında paralellik kurmak açısından iki göz­lem daha yapılabilir. Birincisi umutlara, ikincisi korkulara ilişkin...

Umutlardan başlarsak, sokak gösterilerine katılanların I. devrimin mirasını fe­na halde hissettiğini, 1979 sloganlarını yeniden canlandırdıklarını, özellikle ka­dınların bu kez özgürlüklerini kimseye kaptırmaya niyetli olmadıklarını görü­yoruz.

Bu umutlar, imkânsızı, rejiminin demokratikleştirilmesini istiyor. Rejimin demokratikleş­mesi için ikili (Tann'nın ve halkın) ege­menliğin, tekil (halkın) ege­menliğe, dö­nüşmesi, Şii, ruhban sınıfının "devlet maki­nesini" tahliye etmesi gereki­yor. Ne yazık ki bu koşulların, ülkenin, iktidarı taşıyan sı­nıflar matrisi, devlet makinesinin totali­ter özellikleri yüzünden, deyim yerin­deyse "barışçı bir geçişle" gerçekleşmesi olanaklı değil. Dini lider Hamaney'in iradesinin hiçe sayılması, 1979'dan kal­ma "diktatöre ölüm" sloganları siyasal islamın hegemonyasının kırılmaya, ikti­darda kalabilmek için, cumartesi günü olduğu gibi giderek daha çok şiddete başvurmak zorunda kalacağını düşündürüyor.

Bu yüzden, başarısız totaliter (teknik yetersizliklerinden dolayı "total" bir egemenlik kuramamış) rejim hızla yıkılamadığı takdirde, bildiğimiz türden bir askeri yarı-faşist bir rejime dönüşebilir.

Korkulara gelince; dünya medyasında yazarların, yorumcuların büyük çoğun­luğunun ısrarla hareketin orta sınıf özel­liklerini abartmaları, tüm kahramanlığı­na, haklılığına karşın kazanma şansı ol­madığını, çatışmaların aslında rejimin seçkinleri arasında yaşandığını, halkın pi­yon olduğunu, adeta "timsah gözyaşla­rıyla", tekrar tekrar vurguladıklarını gö­rüyoruz. Küreselleşmenin krizinin içinde, İran'da bir halk devriminin başlamasın­dan dünyanın efendileri çok korkuyor. Tabii, siyasal Islamın seçkinleri de... Böyle bir devrim 30 yıllık ivmeyi kırarak bu beylerin emperyalizmle pazarlık gü­cünü bir anda sıfıra indirebilir.

Klasik bir 'durum'

Bunlar haklı korkular. Çünkü İran'da, klasik bir devrimci süreç başladı. Birin­cisi, hemen hiç kimse "yarın" ne ola­cağını kestiremiyor, tarafların talepleri, liderlikleri belirgin değil. İkincisi, İran'da yönetenler eskisi gibi yönetemiyor. Yö­netilenlerin çok dinamik ve ekonomik, kültürel olarak etkin ve giderek tüm ulus adına konuşmaya niyetli bir kesimi es­kisi gibi yönetilmek istemiyor.

Ancak, bu, devrimci sürecin mutlaka bir devrimci "duruma", bu "durumun" da bir devrim "olayına" yol açacağı anlamı­na gelmiyor.

Birincisi, sürecin "devrimci duruma" dönüşebilmesi için, bir taraftan, bugün hareket eden toplumsal kesimlerin, eko­nominin, toplumsal iletişimin "sinir merkezlerini", etkilemeye başlamaları, diğer taraftan rejimin kendi içindeki hesaplaşmanın, iktidar blokunu dağıtmaya başlaması gerekiyor. Bu "devrimci du­rumdan" bir devrim çıkabilmesiyse tü­müyle öznel koşullara bağlıdır. Çeşitli sı­nıf ve tabakalardan oluşan devrimci dalganın içinde bir siyasi liderliğin kris­talleşmesi, bunun da totaliter rejimin şid­det aygırlarına karşın ayakta kalmayı ba­şarması gerekiyor.

Bunları beklerken bir gözlem daha ya­pabiliriz. Toplumsal yapının seçkinleri, ne kadar farklı siyasi görüşlere sahip olur­larsa olsunlar kitleleri koyun sürüsü gi­bi görme noktasında birleşiyorlar. Dün "Nisan Mitingleri" karşısında, bir taraf "darbeciler yaptı" derken darbeci olmakla suçlanan kimi kesimler de bu kalabalıkların gerçekten kendilerine ait olduğunu sanıyorlardı. Şimdi, seçkinler İran'a da benzer bir biçimde yaklaşıyor. Bir taraf, sokaklardakileri emperyalizmin destabilizasyon politikalarının ürünü olarak gö­rürken öbür taraf rejimin iç çatışmalarındaki tarafların araçları olarak görüyor...

Bana gelince, ben İran halkını, Beckett'ten esinlenerek, "tekrar dene, eğer başaramazsan, tekrar tekrar dene, başarısızlığın her seferinde da­ha muhteşem olsun" diyerek selamlıyorum...

Cumhuriyet / - 22 Haziran 2009

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.