Keçiören'de neler oluyor?

Keçiören'de neler oluyor?

Keçiören'de neler oluyor?Yüksel Işık(*)1994’den bu yana, uygulamalarındaki demokrasi dışı yöntemlere rağmen her seferinde...

A+A-

Keçiören'de neler oluyor?Keçiören'de neler oluyor?

Yüksel Işık(*)

1994’den bu yana, uygulamalarındaki demokrasi dışı yöntemlere rağmen her seferinde oylarını artırarak Başkanlığa seçilen Turgut Altınok’un yönettiği Belediye, bugünlerde, sopalı zabıtaların esnafa karşı şiddet uygulamasının açığa çıkması nedeniyle tartışılıyor. Hürriyet gibi çok satan ve Taraf gibi çok okunan gazetelerin bir numaralı isimlerinin bile değinmek gereği duydukları; “küresel imparator”un temsilcilerinin de inceleme gereği duydukları Keçiören, kurumuş gölde su bekleyen kurbağayı anımsatıyor. Malum, “göle su gelene dek kurbağanın gözü patlarmış”!

İlk yılların “acemiliğini” atmış ve hedefinde Büyükşehir Belediye Başkanlığı olan Altınok gibi birinin tam da yerel seçimler öncesinde kendi iradesiyle mi, her taşın altından çıkması beklenen “Gökçek marifeti” ile mi böyle bir “”e bulaştığı bilinmiyor. Bilinen, Altınok’un başkanlığının başladığı noktaya geri dönmüş olduğudur.

“A Takımı”ndan bugüne

1994-99 arasını “A Takımı”nın gölgesinde geçiren Altınok, sonraki tarihlerde o günleri unutturmak için yoğun çaba sarfetmişti. Projesi kendisinden önceki başkan Hamza Kırmızı döneminde yapılan Keçiören Kent girişinde yaptığı vitrin düzenlemesi nedeniyle medyadan haddinden fazla övgü alan Altınok, nihayetinde, yeni bir seçim öncesinde, istemeden de olsa, Keçiören’in arka yüzünde yaşanan gerçekler nedeniyle kamuoyunun önüne çıkmış bulunuyor. Üstelik bu karşılaşmayı, biri Yozgat’ta dövdüğü doktorlarla; diğeri çete reisleriyle kurduğu ilişkiyle ünlenen iki zabıta yetkilisi üzerinden yapıyor. Söz konusu şahısların bir rastlantı sonucu Keçiören’de yetkili hale gelmediklerine göre, demek ki, “at sahibine göre kişniyor”!

Gençliği Keçiören’de geçmiş biri olarak, Turgut Altınok’u onbeş yıldır yakından izliyorum. Onbeş yıl önce, Belediye çalışanlarından başlanılarak Keçiören’in sindirilmek, susturulmak istendiğini; Altınok’un da, direnen memurlara yönelik sindirme operasyonuna bizzat katıldığına ilişkin iddiaların mahkemelik olduğunu biliyorum. Zaman hızla akıyor; kurulan kooperatif üzerinden Ovacıklılara verilen arsaların geri alınması için uygulanan şiddetten “içki satışı”nın engellenmesi için uygulanan şiddete gelmiş bulunuyoruz. O olaylar sırasında Erdal Yıldırım adlı bir genç, 30 Ağustos 2004 tarihinde vurularak öldürülmüştü; şimdiyse Metin Şahin adlı bir esnaf, mosmor edilmiş vücuduyla vicdanlarımıza sesleniyor.

Altınok Belediyeciliği, bir anlayışı simgeliyor. Dolayısıyla bu olay üzerinden nasıl bir yerel yönetim istenildiğini konuşmak daha doğru sonuçlar üretecek gibi görünüyor. Altınok’tan Gökçek’e, bütün örnekler, siyasi partilerin, belediye başkan adaylarını seçerlerken, her hangi bir kriterlerinin olmadığına işaret ediyor. Adaylar ise, aday oldukları belediyeyi nasıl yöneteceklerine ilişkin bilgi verme gereği bile duymayabiliyor. Yerel seçimlere genellikle konjonktür damgasını vurabiliyor ve örneğin bazen Pazarlardaki düzensizlik; bazen, adayın okuma yazma derecesi (örneğin profesör olması) bile bir seçimin kazanılıp kaybedilmesine; bir adayın diğerinden daha fazla şanslı olmasına neden olabiliyor.

Başkanları kim, nasıl belirliyor?

Daha önce de yazmıştım; Türk belediyecilik sistemi, ilginçtir; merkezi hükümete vermediği, başkanlık yetkisini belediye başkanlarına vermiş bulunuyor. Başkanlar şekil şartlarına uydukları sürece hiçbir yaptırım ile karşılaşmıyorlar ve bu durum onları süper yetkili hale getiriyor. Süper yetki, başkanları, demokratik kurallardan hoşlanmayan, “dediğim dedik”çi bir yetkiliye dönüştürüyor. Bu nedenle de, örneğin Ekmek Fabrikası’nın adının altına mutlaka Belediye Başkanının adının yazılmasında kimse bir tuhaflık görmüyor. Bütün bu örnekler, Türkiye’nin, demokratik bir yerel yönetime ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin 82 Anayasası gibi bir sorunu bulunuyor. Anayasasıyla yasasıyla mevcut mevzuatın, demokratik teamülleri dışladığı biliniyor. Ancak, asıl sorun, yasadan çok zihniyetten kaynaklanıyor. Kentin rantları nasıl dağıtılıyor; kentin ihtiyaçları nasıl belirleniyor; kentliler, kendi yaşamlarını ilgilendiren karar süreçlerinden nasıl haberdar olabiliyor? Konu Keçiören ise, onbeş yıl önce düzenlenen Kent girişinden sonra, sıra neden arka sokaklara gelemiyor? Neden mafyatik örgütlenmeler, rantçı belediyelerin alanlarında palazlanabiliyor?

Bu noktada iki şeyi tartışmamız gerekiyor. Bunlardan birincisi, geleceğimize ilişkin karar verme yetkisine sahip olan başkan adayları hangi kriterlere göre seçiliyor? Diğeri de, belirlenen başkan adayı kenti hangi kriterlere göre yönetmek istiyor? Bugünkü tabloda, ne partilerin kriterlerini ne de partilerince belirlenen adayların yaklaşımları bilemediğimize göre, yaşadığımız kente ilişkin kararları kimler alıyor? Bu kararların bizi ne kadar etkileyip etkilemediği, ilgilileri ilgilendiriyor mu? Bütün bunları tartışmadığımız sürece, şansımıza kim çıkarsa, (bazen Turgut Altınok, bazen Osman Özgüven gibi biri), kentimizi onun yönetmesine rıza göstermek zorunda kaldığımızı unutmamak gerekiyor.

Kent, esasen heterojen bir kitleyi temsil ediyor. Türkiye’nin kentleri, kültürel olarak, kentlilik bilincine sahip bir nüfusu da ne yazık ki, kapsamıyor. Üstüne üstlük, kentli kimliğiyle bilinen nüfusu, şimdilerde, “elitlik” nedeniyle eleştirmek de pek moda görünüyor. Oysa kentler, yönetenlerin anlayışı dışında da insanları barındırıyor. Farklı anlayışa sahip topluluğun görüşlerinin dikkate almak, çoğulcu demokrasinin ön koşulu değil mi? İçki sattığı için dövülen büfeci üzerinden demokrasi kültürünü tartışmak pek sıkıcı ama, içki de hayatın bir gerçeği; içenler de, bu toplumun önemli bir parçası değil mi? O halde, Altınok ve O’nun uzun yıllardır görevde tuttuğu ve mafyatik örgütlenmelerle ilişkisi olduğu Ergenekon iddianamesine bile yansıyan zabıta amirleri, kimin ne yiyip ne içeceğine nasıl karar verebiliyorlar? Ve daha da tuhafı, “dinimizin gereğini yerine getiremiyoruz” diye feryat edenler, kendileri gibi olmayanlara yönelik uygulanan şiddet karşısında nasıl oluyor da dilsizleşebiliyorlar?

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy79789 = 'isikyukselk' + '@';

addy79789 = addy79789 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text79789 = 'isikyukselk' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

79789 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


(*) gazeteci-yazar

Alevihaber.com - 2 Eylül 2008

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.