Kökün türban mı Karacaoğlan mı!

Kökün türban mı Karacaoğlan mı!

Kökün türban mı Karacaoğlan mı!  Nihat Behram: Askerin önüne kırmızı halı sersen de darbe yapmaz!”Türk halkının...

A+A-

Kökün türban mı Karacaoğlan mı! Kökün türban mı Karacaoğlan mı!
 
Nihat Behram: Askerin önüne kırmızı halı sersen de darbe yapmaz!”

Türk halkının kimlik meselesini bu soruyla ortaya koyuyor Nihat Behram. Onun tercihi açık, tabii ki Karacaoğlan... “Eğer ’Zülüf düşmüş ak gerdana’ diyen bir ozanı halk baş tacı etmişse yüzyıllar boyu, o ülkede türban tutmaz” diyor Behram...

Nihat Behram ile söyleşi yapmamın tek sebebi ’Hatırla Sevgili’ dizisi ve toplumda yarattığı etki değildi elbette... O, 68 Kuşağı’nın temsilcilerinden biri, hem de bunu kitaplara, şiirlere taşıyanlarından... Hâlâ aynı fikirleri, aynı değerleri koruyor, pek çok dava arkadaşı gibi reklamcı olmamış! İşte bu nedenle, bugünü de 68 ruhuyla değerlendiriyor ve ağzından biraz naif, çokça devrimci, ahlâk eksenli sözcükler dökülüyor. Konu ister politika olsun, ister gündelik yaşam, Behram farklı bir dünyadan bakıyor. Tıpkı Deniz Gezmiş ve arkadaşları gibi...

Ordu darbe yapacaktı da AKP’den mi korktu?

Tabii ki mesele dönüp dolaşıp, AK Parti iktidarına geliyor sohbetimizde... Önce Behram’ın siyasi krize yaklaşımıyla başlayalım. “Bu ülkede niye darbe olsun? Darbe, AKP’nin seçim sloganıydı. Hani türban Köşk’e çıkarsa darbe olurdu? Niye olmadı? İşte, Abdullah Gül cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Ne oldu? AKP, ‘Darbe olur’ diye propaganda yapıp, oyları topladı. Yani mazlumu oynayarak oy avcılığı yaptılar. Ordu istese darbe yapamaz mıydı? Darbe yapacaktı da AKP’den mi korktu? Bu büyük bir palavra... Askerin önüne kırmızı halı sersen de darbe yapmaz!” diyor.

İyi de laiklik tehdit altındaysa bile mi? Ona göre de laiklik tehdit altında, ama laikliğin sigortası işçi sınıfı ve halk... “Biz ne güne duruyoruz? Laikliği tehdit ederken bu iktidar, aslında beni, seni tehdit ediyor” diye devam ediyor Behram. İyi güzel de artık eskisi gibi örgütlü bir işçi sınıfı kaldı mı? Aslında Behram’a göre de, sistem işçi sınıfının örgütlü gücünü ortadan kaldırmak için elinden geleni yapıyor. Tarikatlarla, sadaka politikasıyla, her türlü baskıyla... “Fabrika patronları tarikat şeyhi, işçiler de o tarikatın müritleri olmaya başladıysa eğer, siz hiçbir zaman gidip o işçilere ’Bu patron sizi sömürüyor’ diyemezsiniz. Çünkü onlar, patronun müritleridir artık” diye özetliyor durumu Behram. İşte bu yüzden sendikalı işçi sayısı her geçen gün azalıyor, işte bu yüzden Tuzla’da işçiler ölüyor...

Siyaset konusu açıldı mı, türbandan söz etmemek olmuyor bu ülkede artık. Behram’a göre türban meselesi de kapitalizmin bir oyunu. Peki bir 68’li olarak her türlü yasağa karşı olmak gerekmez mi? Konu türban oldu mu, özgürlükten söz etmek mümkün değil Behram’a göre... “Gericiliğe özgürlük olmaz. Kapanma özgürlüğü diye bir şey olur mu? İnsanın gelişmesinin önünde karanlık bir perde çekmek, nasıl bir özgürlüktür ki?” diye sıralıyor kendi sorularını... Soru sırası bende; “İyi ama 18 yaşından sonra bir genç kız kapanmak istiyorsa bu onun bireysel özgürlük hakkı değil midir?” Yanıtı uzun oluyor bu kez Behram’ın: “Kapansın kardeşim, evinde kapansın, sokakta kapansın. Bizim türbanla ilgili meselemiz kamu alanı. Yasalaşıp gelişeceği tehlikeye işaret ediyoruz biz. Şu karşı masada oturan kız, başını örtüyormuş, örtmüyormuş kendi bilir. Güzelliğini saklamak istiyorsa, saçıyla başkasını tahrik ettiğini düşünüyorsa, kapansın o da. Ama Türkiye’deki tartışmanın odağı bu değil ki! Tartışmanın odağı, bir süre sonra uçaktaki hostesten bankadaki memura, doktordan hakime tüm çalışan kadınların örtünmek zorunda kalacak olması. Öyle mahalle baskısıyla falan da değil, bizzat devlet baskısıyla...”

Biraz da Türkiye’nin sosyokültürel panoramasına gelelim... Konu türban oldu mu, iş sadece siyasetle bitmiyor zira. Bu kez 500 yıl geçmişe dönüyor Behram, Karacaoğlan’dan dizelerle başlıyor söze: “Aşık bilir aşıkların suçunu... Cennet sandım yar koynunun içini... Tarayıp zülfünü, düzelt saçını... Hilal kaş üstüne sal kara gözlüm’ demiş Karacaoğlan Toroslar’da. Siz şimdi türbanın mı yanındasınız, yoksa Karacaoğlan’ın mı? Sevgilisinin saçlarını bu kadar güzel anlatan bir ozanın çıktığı bu topraklarda, Katar’dan mı, Bahreyn’den mi, her nereden gelmişse saçı gizleyen türbanı mı tartışacağız? Bu ne bizim geleneklerimizde, ne de inançlarımızda var. Kökünüz türban mı, Karacaoğlan mı, karar vereceksiniz. Eğer Karacaoğlan’sa, bu ülkede türban tutmaz!”

Deniz, çirkin olsaydı diziyi izlemeyecek miydiniz?

Ünİversİtelİ genç kızlar Nihat Behram’ı arayıp, “Sizin kitabınızda Yusuf Aslan açık tenli, Hüseyin İnan ise esmer olarak görülüyor. Oysa dizide tam tersi... Hangisi doğru?” diye soruyorlarmış. Behram bu soruları duyunca hem şaşırıyor hem de üzülüyor. “İşte işin özünü kaçırıp, magazine düşmek bu... Şu cevabı veriyorum onlara; ’Brecht gibi çok çirkin biri olsaydı Deniz Gezmiş, ne yapacaktınız? ’Hatırla Sevgili’yi izlemeyecek miydiniz? Siz insanların kafasının içine bakın, şu magazin kültüründen kurtulun’... Arabesk olan her şey afyonludur, zehirlidir. Gerçeği görmeyi engeller” diyor... Sohbetimiz sırasında söz bir kez daha arabeske geliyor. Behram, “Bir arı 100 gram bal yapmak için 2 milyon çiçek dolaşıyor. Ama insanoğlu arıyı da arabeskleştirdi. Kovanının yanına şekerli su koyup onu da tembelleştirdi” diyor...

Deniz Gezmiş'e büyük ayıp ettiler!

- BİTTİ -

Foto: Mert İNAN / Mine Şenocaklı /  VATAN - 20 Mayıs 2008

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.