Kürk Kürk Üstüne Giyilmez

Kürk Kürk Üstüne Giyilmez

Kürk Kürk Üstüne Giyilmez*Hasan HarmancıAlevi kimliğine yönelik uygulamalar öğretici olduğu kadar, belirleyici de olabiliyor. Almanya...

A+A-

Kürk Kürk Üstüne GiyilmezKürk Kürk Üstüne Giyilmez*

Hasan Harmancı

Alevi kimliğine yönelik uygulamalar öğretici olduğu kadar, belirleyici de olabiliyor. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) Alevilik Dersleri’nin bu önemde olduğu uygulamalarının getirdiği verimlilik yanında, karşıtlarının tartışmalarıyla da çok belirleyici oldu.

Ancak bu tartışmalar içerisinde CEM Vakfı taraftarlarının tartışmaları rahatsızlıklarından öte, ideolojik, sorunlu duruşlarını da gözler önüne seriyor. Geçtiğimiz aylarda Fazilet Yoleri ve Hamza Kurnaz’ın röportaj olarak hazırladıkları yazıları CEM Vakfı çevresinin bu konudaki düşünce sistematiğini yeterince açıklar biçimde oldu.

Alevilik, CEM Vakfı çevresinin, Almanya özelinden başlayarak Avrupa’da tutunamadığı bir alandır. Bu çevrenin “Aleviliği” gerçekten batı tipi hayat karşısında tutmuyor. Bunun birinci nedeni, Alevilik ile Türklük motifini birlikte işlemeleri. İkinci nedeni ise İslam- Alevilik ve Devlet çerçevesinde, vahşi kapitalizmin yeni dönemine uyarak, masum ve Aleviliği yeni insanî-evrensel değerlerle buluşturmak için yol alanlara gerekli- gereksiz saldırılarıdır. İş yapmak yerine, amacı olanları karalamak ve bu karalamayı da kimliksizleşme boyutunda yapmaktalar. Türkiye’deki tutumlarını ise en iyi Alevi Birlikleri Federasyonu’nun düzenlediği mitinglere yönelik saldırılarında gördük.

Bu amaçlı tutumlarından birini de, “Alevi ve Bektaşiler’in Alevilik derslerinin içeriği ve İslam sözcüğünden kaçınılmasına gelen itirazları”yla on başlık altında yayınladılar. Gerçekte itirazları dikkate alınabilir, ancak Alevilikle ilgisi olduğunda. Onlara göre, Alevilik Allah’la başlamalı, Muhammet’le yol almalıdır. Bunun nereye götüreceği ise önemli değildir. Aleviliğin İslamı öteleyen bir vahiy anlayışı olduğunu görmek istemedikleri gibi Muhammed’i İslam’daki anlamıyla “Peygamber” olarak değil de, Kırklar’daki anlamı olan “Mürşit” olarak kabul etmezler. Tanrı’nın da doğa-dışı bir evrende değil de insanın “gönlünde” doğduğunu, bu temsiliyetin ise Ali ile tanımlandığını anlamak istemezler.

Tartışmamızın içeriği onların nasıl bir yol almak istediğini yeterince belirleyecek. Onlardan biri olan ve kendisini Alevi, ancak “Horasani İslamı” içinde gören, Özgür Savaşçı’ya göre müfredat tartışılmamış. Ancak kendisini taraftar gördüğü dernek dedeleri tartıştıklarını, kendi görüşlerini benimsetemediklerini belirtiyorlar. O ise bu tartışmalara karşın şöyle diyor: “Bu müfredatın derneklerde doyurucu bir şekilde tartışıldığını söylemek aşırı iyimserlik olur. Müfredat tartışılmaya açılmış, irdelenmiş olsaydı facia bu boyutta olmazdı. Sayın (İsmail) Kaplan herhalde Aleviliği İslam dışı gören ve ocakzade olduğunu iddia eden kişilere danışmış olmalı. Cem-cemaat bağlamış hiçbir post dedesinin bu yanlışlığı kabul edeceğini sanmıyorum” diyor.

Şeriat Bağlamış da Geziyor Hocam

Röportaj sorularından biri: “Alevilik derslerinde İslam sözcüğünün geçmemesinin ileriye dönük ne gibi sakıncaları olur?” biçiminde. Savaşçı’nın yanıtı artık kullanılmayan bir literatüre ait. Hem akademik titrin olacak hem de Sünnileşmiş bir jargonla Aleviliği tanımlayacaksın, cahillik bakî: ”İslam bir üst kavramdır. İslamiyet dediğimiz dinde, Hz. Muhammed’in Hakk’a (Muhammed’i de Hakk’a yürüttün ya; acaba şimdi hangi dondadır bu evrende) yürümesiyle ilk ayrışmalar başlamış ve bu ayrışmalar günümüzde dört ana kol biçiminde, yani Sünni, Şii, İsmailî ve Horasanî kol olarak sürmektedir. Bunların hiçbiri İslam’ın dışında değildir, aynı zamanda İslam’ın kendisi de değildir. İslam’ın birer alt şubesi veya ana dallarından birisidir.” Kendi cehaletini, ne yapacağını bilen kurumlarımızla ölçebilecek kadar da disiplinsiz bir kişilik: “Bu kadar yanlışı bir araya getirme başarısını (!) gösteren bir kurum yalnızlaşır, marjinalleşir. Çünkü Hak-Muhammed-Ali inancı, Ehlibeyt yolu bu kadar hatayı, hamlığı ve cehaleti kaldıramaz, kaldırmamıştır da.” Savaşçı’nın Federasyonu tanımaması yanında, Sünni jargondan kalma bilgilerle beslendiği de ortaya çıkıyor. Örgütlenmiş ve alevi yaşamını her haliyle sorgulayan ve üreten bir örgüte bu kadar kin ve nefret duyulur mu?

AABF, “Alevilik ne İslam’ın içinde ne de İslam’ın dışındadır. Herkes nasıl görüyorsa öyle görsün diyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” ve “Alevilik derslerinde İslam sözcüğü geçmiyor. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nasıl?” sorularına verdikleri yanıt aynı; “Aslında bu Avrupa Birliği projesinin bir parçası. Yani AB, Türkiye’yi cemaatlere, tarikatlara, bölgelere ayırarak yeni bir Yugoslavya yapmak istiyor. Bu nedenle de Aleviliği İslam’dan koparmak istiyorlar… Siz Alevilikten Allah’ı, peygamberi, Hz. Ali’yi çıkarırsanız geriye ne kalır?.. İslam’dan uzaklaştırıyorlar da... Peki sizin tanımladığınız Tanrı kim?  ‘Telli Kuran’. Burada bile bir laubalilik var. Biraz ciddi olmak gerekir. Arkadaşlar lütfen başka dinlere, inançlara gösterdikleri hoşgörüyü Aleviliğe de göstersinler...  Alevilik bir mezheptir… Esas olan bu ayrı ayrı mezheplerin aynı tanrıya, aynı kitaba, aynı peygambere inanmasıdır. İşte Alevilikle Sünni İslam arasındaki fark da böyledir. Birisi Cem yaparak Allah’a inancını gösterir, diğeri namaz kılarak. Bundan neden rahatsız olunur ki?... Ramazan orucuyla Muharrem orucunun da amaçları çok farklı. Birinde nefse karşı durma, diğerinde matem var… Halbuki denilebilir ki ben Müslümanlığın Alevi-İslam anlayışını benimsemiş Enel Hak diyen bir felsefenin devamıyım, ister Müslüman olsun ister Hıristiyan olsun her insanda Tanrı’nın suretini gördüğümüzü anlatabiliriz…

Almanya’daki bir gerekçeyi başka yerlere, özellikle Türkiye’ye bağlamaları kadar boş bir bakış açısı ve sakatlık olabilir mi? Hem de İslam’ı tartışma konusu yapmayan bir ders kitabında. Aleviliği, Sünniler gibi Kuran kaynaklı veya Muhammed süreçli bir gösterge olarak ele alıyorlar. Çocuklar için hazırlanan bir ders kitabında bile ideolojik ve dinsel göstergeleri yoğunluklu olarak kullanılmasını istiyorlar. Unuttukları, Aleviliğin kurumlarının sadece inancı ‘içermediği’dir. Tüm yanıtlar karma karışık. Hangisi Aleviliğe hangisi İslamiyet’e ait karıştırıyorlar. Yetmiyor, AB Projesi diyorlar. Tarikatların destekçisi olarak AABF’yi görüyorlar da, CEM Vakfı Başkanı İ. Doğan’ın F. Gülen tarikatına hangi çerçeveden destek olduğunu görmek istemiyorlar. Bu kadar çelişki dengesizlik değil de nedir. Örneğin, Alevi “Cem yaparak Allah’a inancını gösterir…”, Ramazan orucu ile Muharrem orucu karşılaştırılıyor ve: “Birinde nefse karşı durma, diğerinde matem var…”, “Enel Hak diyen bir felsefenin devamıyım… her insanda Tanrı’nın Sureti’ni gördüğümüzü anlatabiliriz…”.

Cemde, ceme katılanlardan başkası ile karşı karşıya olunur mu. Orada beraber rızalık aldığınız ve arındığınız makam, zaten Hak katıdır. Ayrıca bir başka olağanüstü güce karşı herhangi bir amaç ve çaba var mıdır.  Ramazan orucu ile Muharrem orucunu bilen biri hiç Ramazan’ı yanında taşımaya ihtiyaç çeker mi? Hele hele Ene-l Hak demeyi bileceksin, posta niyaz edeceksin, Hallacı Mansur’un darına duracaksın ve sonra da ben Ramazan’da oruç da tutarım, camiye de giderim diyeceksin. Aslında bu karmaşa karşısında, umarım ulu divanda Mansur size “lanet” çekmez. Alevilik onun gibilerin ödediği bedelden nasip alarak böyle mi sürdürülür.

Kuran mı Ene-l Hak mı!

Alevilikte Cem Tanrı’ya mı ulaştırır? Bunu söyleyen bir Dede olunca bu durum daha da ağırlaşıyor. Aleviliğin Tanrı anlayışını Muhammedi anlayış olarak algılayan ve Tanrımız birdir diyorsa bir Dede, “dar”a çekilmelidir. Yetmez, Alevilikteki  “insan- Tanrı” anlayışı ile İslam’daki anlayışın bir olduğunu, ikisinin de insanı merkeze aldığını söylemek yalan ve cahillik değil midir. Korkutuyor beni böyle insanların sözleri. Çünkü Alevilikte cahilliğin de, hamlığın da bir sınırı vardır. Ene-l Hak demek o kadar kolay mı? Bir caminin önüne gidip Ene-l Hak deyin, bakın neler oluyor. Nasıl kardeş olunur gösterirler size. “Ben tanrıyım”, “Tanrı benim” veya “ben tanrının suretiyim” diyince –İslam’a göre- sizin gideceğiniz yer cehennemdir.

Aleviliği İslam’dan ayıran nedenler var mıdır ki bu iddialar ortaya atılmaktadır?” diye soruyor acar muhabirlerimiz. Yanıtı da kendileri veriyorlar: “Alevilerde  ‘eline- beline-diline sahip ol’ ilkeleri vardır ki, bu ilkelere uymayanlar düşkün ilan edilirler ve aklanmadan da ceme giremezler. İşte bunlar da bizim şartlarımız ve kurallarımızdır.” Aleviliğin şartları bunlarsa, nasıl Kuran’ımız bir diyebilirsiniz. Beline sahip olacaksın sonra da dört eş helal diyeceksin. Sonra da bu ilkenin ardındaki söz dolanıp geliyor: ‘Din kardeşi’ oluyoruz birden; onlar yakan, biz yakılan. Onlar cihadcı, biz hoşgörülü… Dayanılmaz ölçüde narsist şu Aleviler de. Allah-Kuran-Muhammed, yok bunlar olmazsa inanmam “vallahi”. Çocuklarımıza Hacı Bektaş’ın “Dört Kapı Kırk Makamı”nı öğreterek zehirleyemezsiniz, AABF’liler. Siz nasıl bir örgütsünüz bre zındıklar! Yunus’un “sevgi” anlayışı ile çocuklarımızı büyütemezsiniz. Maazallah sizin sapkın okullarınızla Hallac’ın okulları karışırsa çocuklarımızın hali nice olur. Çocuklarımız F. Gülen okulları gibi okullarda okutulmalılar. İ. Doğan boşuna mı destek veriyor. Siz çocukların kul olmasını nasıl önlersiniz. Alevilik derslerinde felsefe okutamaz, onlara sorgu/sual yollarını açamazsınız.

Cem Almanya Alevi Federasyonu (CEM-AAF) Dedeler Kurulu Başkanı (AABF taklitçiliği akıyor, akıyor…) ve Alevi İslam Din Hizmetleri (Diyanet akıyor, akıyor…) Almanya Dedesi ve Temsilcisi Yusuf Karip: “…Burada Hz. Muhammed’e ihanet etmiş oluruz. Alevi-İslam İnancı Kur’an’sız, Ali’siz, Muhammed’siz ve Ehl-i Beyt’siz olmaz…” diyor, sonra da “Musahiplerden birisinin yanlış iş yapmaması için diğeri onu gözetler, korur, her sene görgü cemlerinde sorgu sualleri yapılır. Ağlattığı varsa onu güldürür, kırdığı varsa onu temiz toplum yaratmak için, halk mahkemesi kurulur, haklı haksız birbirinden ayırt edilir. Bu da cahillerin değil, yol yezitlerinin hiç değil, kâmillerin işidir…” Kamillerin işi bunlarsa ve sorgu sual yapıyorlarsa, Aleviler bunu neye göre yapıyorlar. Dede neye göre rızalık alıyor. Dede niye var, Dedelik İslamiyet’te var mı?.. Eğer biri size bu halinizle İslam, öz-İslam derse, bu Muhammed’e ihanet olmaz mı?  Şunu bilmeleri gerekir diyor Karip: “Şeytanda bilgililerdendi ama  kovulmuşlardan oldu! Neden? Çünkü Allah’a karşı geldiği için. Bunlar da yani haddini bilsinler!..” Sevgili Karip dostumuz, Aleviliğin bu şeytan masalıyla ne ilgisi var. Biraz üstte, görgü-sualden bahsedip –şeytanın olmadığı bir dünyada- kâmil toplumdan bahseden siz değil miydiniz? Nasıl da korkakça Sünniliğin mazgalları ile Alevi’yi korkutmaya kalkıyoruz… “Şeytan bunun neresinde”, sana göre bağlamasında olmalı. Ancak dilin varıp da o kadar öteye gidemiyorsun.

Bu CEM-AAF yöneticinin önerisine bakın; “İnsan tanımadığından, bilmediğinden korkar. Bunlar da İslam’ı bilmedikleri için öcü gibi görüyorlar.” İslam zaten ‘korku’ dini değil midir? Tanrı’dan korkmaz mı, “kulları…”. İnsan Tanrı’yı içinde barındırıyorsa nasıl korkar ondan. Şeyh Bedreddin’i hiç okumadınız mı: “İyilik de kötülük de içinizdedir, başka yerlerde aramayın.

Alevilik derslerinde İslam sözcüğünün geçmemesinin ileriye dönük ne gibi sakıncaları olur” sorusunu gerçekten özel bir soru sayıyorum. Düşünülerek yanıtlanması gerek. Ancak bakın bunu tılsım ve mücizevî dilliler nasıl yanıtlıyor; “Şöyle ki, ‘eline diline, beline’ ilkesini, o öğrencilerden bekleyemezsin. Vicdani duyguları olmaz. Fakire, yetime, yoksula yardım elini uzatmaz. Anaya, babaya karşı saygısı olmaz, sevgiden mahrum kalır. Bu, inançtan tamamen uzak, insanlık için bir uçurumdur.” El insaf, milyonlarca İslam olmayan insan nasıl yaşıyor. Hatta ateistler, din ve ahlak karşıtları hırsız mı, arsız mı, yalancı mı… Ne büyük bir değerlendirme, afallama. Tam cami imamı ağzı. Ama bir cümle kurmuşlar ki tuttum doğrusu. Ancak bir Alevi’den beklenir bu cümle: “Ehl-i Beyt’in dostuna dost, düşmanına düşman…” Yani, tevella ve teberra! Soruyorum ben de onlara; tevella mı teberra mı diyorsunuz?

Bu röportaj dizisinde elle tutulur yanıtların da olduğunu söylemeliyim. On yıl AABF yöneticisi olan Uğur Aydoğdu’nun sözleri tüm bunlara iyi yanıt. Ancak anlamak isteyene;  “… inancımızı tanımlarken veya aktarırken bizlerin bildiği şekliyle, Anadolu’da yaşanıldığı şekliyle, hurafelerden, hayalci abartılı söylemlerden arındırılmış biçimiyle yapılmasının doğru olacağını düşünüyorum… Öncelikle belirtmek istediğim, üzerinde tartışabileceğimiz bir olgunun ortaya çıkması uzun bir süre ve emeği gerektirmiştir… Doğruluğunu, yanlışlığını tartışmak varsa eksiklerini belirtmek yine varsa eklemeler yapabilmek önermek gayet doğaldır. Ancak bu şekilde mükemmele ulaşabiliriz.”

Kazak Abdal Söyler

Aşık Kemteri ile de konuşulmuş. Neden ise hep ayrılanlarla yapılmış bu konuşmalar. Kemteri’ye göre: “Bu dersleri hazırlayanlar Alevi inancının temeline dinamit koymaya çalışanlardır. Onların inançla bir ilgileri yok. Onların maksadı kendilerine göre uydurdukları bir ideoloji… Zaten bu kadar gencimizin helak olması başka nasıl açıklanır. Genç neslin dedeye, pire, raybere, yola erkana uzak kalmasının en büyük nedeni işte bu maceracı inançsız örgüt (ağalarının) marifeti… “dir. Ayıptır Kemteri Baba. Vicdan ve Hak var “insan” içinde. Böyle mi konuşur Hak dili ozan! Böyle mi sırt dönülür, emek verilen yere ve sana emek verenlere; ”eline, diline, beline” demek gerek. Yahu ozanım, civanım sen çelişkinin en iyisisin: “…Zavallı Aleviler, İslamiyet’in özünü kökünü bilmeyen zavallılar, pire rehbere, dedeye, mürşide danışın. Rehberimiz Kuran değil midir?” diyorsun da, sen hangi imam okulundan icazet aldın söyle de, el alacağımız hikmetliyi bilelim.

Röportajı yapanlardan birisi de Hamza Kurnaz. Kendisiyle de röportaj yapmış sonunda ve bakın neler söylemiş: “Yaşam biçimimize bakıldığı zaman bunu rahatlıkla görebiliriz. Hakk’a (ölüm) yürüdüğümüz zaman cenaze merasimimizde, okuduğumuz dualar, mezar yönlerimiz, mezar taşlarımıza yazılan ‘ruhuna el Fatiha’ hangi dinde var?” Doğru, imam dedem, doğru. Bakın hangi dinde hangisi var. Hakk’a nasıl yürürsün ki sen bu sorularla. Siz ancak cennet ve cehennem yolunu bilirsiniz. Hakk’a yürümek Alevilik gibi yüce öğretilerde vardır. Ancak “el Fatiha”nız hem Madımak’ta yakarken sahnedeydi, hem de 1826’da Bektaşi Babaları’nın katledilişi sırasında… Bu Fatiha’nızı Aleviler açısından 1826’dan önce göstermeniz acaba mümkün müdür? Yazık diyeceğim halinize, zira şu kavramları da olayları da siz sıralamışsınız: “Kırklar Meclisi, Hz.Muhammed, Hz.Ali, Hz. Hüseyin- kanlı Kerbela, Ehli-beyt, Hallac-ı Mansur, derisi yüzülen Nesimi, 7 ulu ozanlar ve 7 ulu ozanlarımızın deyişleri, Cem ibadeti, Cem’de söylenen tevhidler bunlar hangi dinde var?..” Dedem, bunların Kuran’da yerini bir belletsene bize, allahaşkına! Sana Kazak Abdal söyler söyleyeceğini Dedem, bize söylemezsen

Biliyorum okurken sıkıldınız. Size son sözleri AABF Dedeler Kurulu Başkanı Cafer Kaplan’ın aynı röportajda, Nesimi’den verdiği örnek nefes yanıt versin:

“Ey zahid surete tapma Hakkı bul/Şah-ı Velayet’e olmuşuz hep kul
 Hakikat şehrinden geçer bize yol/ Başka şey bilmeyiz Ali’miz vardır
Nesimi esrarı faşetme sakın/Ne bilsin ham ervah likasın Hakk’ın
Hakk’ı bilmeyene Hak olmaz yakın/Bizim Hak katında elimiz vardır…”

KAYNAK : Alevihaber.com – 23 Ocak 2010

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.