Laiklik ve din özgürlüğü

Laiklik ve din özgürlüğü

Laiklik ve din özgürlüğüRahmi Yıldırım / Sendika.Org  Laik düzende bireylerin inanç özgürlüğü ve eğitim...

A+A-

Laiklik ve din özgürlüğüLaiklik ve din özgürlüğü

Rahmi Yıldırım / Sendika.Org
 
Laik düzende bireylerin inanç özgürlüğü ve eğitim hakkından söz ediyor, dinsel eğitim tarikat ve cemaatlere bırakılırsa Türkiye’nin laikleşip laikleşmeyeceğini tartışıyorduk.

Yüksek Öğretim Kurumu YÖK’ün imam hatip liselerini genel liseler karşısında avantajlı kılan katsayı kararıyla birlikte tartışma hayli güncel bir önem de kazandı.

Kaldığımız yerden devam edelim.

Öncelikle Türkiye’nin laik olup olmadığını bir kere daha tespit etmek yararlı olacaktır.

Laiklikten ne anlaşılması gerektiği konusunda Türkiye’de bir uzlaşma yoktur, tersine yaygın bir karartma, cehalet ve çatışma vardır. Daha doğrusu kendine laiklik, kendine dindarlık vardır. Kışla ve beyaz sermaye eksenli laikliği vurgulayanlar devlet işlerinin dine dayandırılmamasını yeterli sayarken; yeşil sermaye ve cami eksenli “dindarlar”, “laiklik dinsizlik değildir” söylemini papağan gibi yineleyerek devletin dinden elini çekmesini istemekte, buna karşılık devletin kendi inançlarına sağladığı ayrıcalık ve üstünlüğü tartışmamaktadırlar.

Oysa laikliğin parametreleri bellidir.

1. İlahî egemenlik alanı ile beşerî egemenlik alanları ayrıdır.

2. Devlet, siyaset ve hukuk alanı ile dinsel alan ayrıdır, birbirlerine karışmazlar.

3. Devlet inanç gruplarına ve inanmayanlara eşit mesafededir, birine ayrıcalık sağlamaz.

4. İnanç özgürlüğü ve eğitim hakkının önünde bir engel olmaz.

5. Bir dinî inancın diğer inançlar üzerinde baskı kurmasına izin verilmez.

Türkiye’de din-devlet ilişkisinin ve reel laikliğin bu parametrelerin hiçbirini karşılamadığı ortadadır. Oysa cumhuriyet kurulurken İslam hukuku anlamındaki şeriatı geriletmek, devleti, siyaseti ve hukuku dinden bağımsızlaştırmak için bir dizi reformlar yapıldı. Hilafet kaldırıldı, “devletin dini İslamdır” hükmü anayasadan çıkarıldı, öğretimde birlik sağlandı, okullarda din dersleri sınırlandırıldı, miladî takvim ve Latin harfleri kabul edildi, medreseler tekke ve zaviyeler kapatıldı, demokrat olmasa da laik nitelikli Medeni Kanun ve Ceza Kanunu yapıldı, ibadet yerleri dışında dinsel giysi ve işaretler yasaklandı, ezan Türkçeleştirildi vs.

Hiç kuşkusuz gerekli reformlardı. Ne ki bu reformlar yapılırken Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak, belirli bir İslam yorumu (Sünni–Hanefi İslamı) resmî din olarak dayatıldı, dinî faaliyetler Sünniliğin çerçevesine sıkıştırılıp denetim altına alındı. Diyanet eliyle yapılan kitlesel din eğitimi, çok partili dönemde imam okulları, ilahiyat fakülteleri ve devlet okullarında zorunlu din dersleriyle tahkim edildi. Denetim, Sünnilik dışındaki inanç gruplarının asimilasyonu boyutuna vardırıldı. Türkiye tarihinin en köklü irtica hareketi olan 12 Eylül darbesinden sonra asimilasyon iyiden iyiye zorbalaştırıldı. Etnik düzlemde Kürtlük ve Kürtçe yasaklanırken, Alevi köylerine öğretmen yerine imam, okul yerine cami politikası halen kararlılıkla uygulanmaktadır. Şimdi devletin bir mezhebe sağladığı ayrıcalık ve üstünlük de yeterli sayılmamakta, üstelik bir de din özgürlüğü adına cemaatler eliyle dinsel eğitim talep edilmektedir.

* * *

Cumhuriyet döneminde din eğitimi

Din ertelenemez, bastırılamaz bir hakikat olduğuna, demokratik laiklik bireylerin dinsel özgürlüğünü ve eğitim hakkını öngördüğüne ve laiklikte devlet eliyle din eğitimi yapılamayacağına göre dinsel özgürlük ve eğitim talebi nasıl karşılanmalıdır?

Bu talebin nasıl karşılanacağına geçmeden önce vurgulanmalı ki, laiklik demokrasinin, dahası din özgürlüğünün olmazsa olmaz şartıdır. Demokrasi ancak laik toplumlarda hayat bulur. Hiçbir din demokrasiye izin vermez. Demokraside alternaif görüşler, muhalefet ve farklı inançlar barış içinde yan yanadırlar. Teokraside ise tartışılmaz ve sorgulanmaz ilahî emirler vardır, alternatif görüşlere ve muhalefete yer yoktur. Bu bağlamda doğrudan devlet dini olarak inşa edilen, ibadeti düzenlemekle yetinmeyip ceza kanunu medeni kanun ve borçlar kanunu vs yerine de geçen, özel alanda bireylere özerklik tanımayan, kadınlar üzerinde erkek egemenliğini ilahî emirlerle pekiştiren İslam da totaliter ideolojisiyle demokrasiye kapalıdır. Demokraside egemenlik halka aitken İslamî teokraside egemenlik Allah’ındır.

İslamî devlet düzeni de demokrasiye değil, ayette vurgulandığı gibi “Allah’a Peygamber’e ve ulu’l-emre itaat”e dayalıdır (Nisa: 59). Memnuniyetsizlik durumunda tevekkül esastır; çünkü, “Allah, kullarına (tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi.” (Şura: 42) İslamî düzende farklı inanç sahipleri dost edinilmez (Maide: 51). Din yalnız İslam oluncaya kadar kâfirlerle cihad edilmeli, müşrikler bulundukları yerde öldürülmelidir (Bakara: 191 ve 193) vs.

Teokraside farklı inanç ve görüşlerin var olma hakları ulemanın lütfuna tabiyken laik demokraside bireylerin inançlarını yaşama ve öğrenme hakkı tartışmasız kabul edilir. Tartışılan, laikliğin sınırları aşılmadan inanç özgürlüğünün ve dinsel eğitim hakkının nasıl sağlanacağıdır. Bu noktada sorun laiklikte değil İslam’dadır. Zira kamusal ve özel hayatı ayrıntısıyla düzenleyen İslam demokrasiye kapalı olduğu gibi laikliğe de kapalıdır. Buna karşılık laik demokraside İslam inancını yaşama, öğrenme hak ve özgürlüğüne de yer vardır.

Demokratik laiklikte inanç özgürlüğü ve eğitim hakkının nasıl sağlanacağına geçmeden önce cumhuriyet döneminde din eğitiminin genel eğitimde nasıl bir yer tuttuğuna bakılmalıdır.

Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924’te haftada 2 saat olmak üzere “Kur’an-ı Kerim ve Din” adıyla ilkokullarda din dersine başlandı. 1930’da haftada yarım saate inen din dersi, 1935-1948 döneminde tamamen kaldırıldı. Çok partili hayata geçilince, CHP hükümeti, dinsizlik ithamını silmek ve oy alabilmek için 1949’da öğrenci velisinin istemesi koşuluyla, 4. ve 5. sınıflarda din dersi başlattı. Aynı yıl ilahiyat fakültesi ve imam-hatip okulu da açıldı.

* * *

Yoksula din iman, zengine han hamam

İmam hatip okullarının açılmasındaki resmi amaç, din hizmetlerinin yerine getirilmesiyle görevli imam ve Kur’an kursu yöneticisi yetiştirmektir. Nitekim 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda bu amaç şöyle belirtilmektedir:

Madde 32— İmam-Hatip Liseleri, imamlık, hatiplik ve Kur'an kursu öğreticiliği gibi dinî hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Millî Eğitim Bakanlığınca açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe, hem yükseköğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır.

Mesleki amaçlı imam hatip okullarının açılması, “aydın din adamı yetiştirme” söylemiyle meşrulaştırıldı. Oysa din aydınlanma ile bağdaşmaz. Çünkü, kuşku ve bilimsel bilgi aydınlanmanın olmazsa olmazıdır. Dinde ise dogmalar vardır, kuşkuya ve sorgulamaya yer yoktur, iman etmek esastır. Dolayısıyla ne dinde aydınlanma olur ne de aydın din adamı. İslamiyet laikliğe ve demokrasiye kapalı olduğundan İslamî eğitimle laikliğe saygılı ve aydın din adamı değil, bilgili bir şeriatçı yetiştirilir. Bu hakikat biline biline imam hatip okullarında aydın din adamı yetiştirileceği savı, aslında yeşil kuşak politikasını meşrulaştırmaya yönelik bir aldatmacaydı.

CHP’nin başlattığı devlet eliyle din eğitimi sonraki dönemde merkez sağ partiler ve darbe yönetimleri tarafından daha da yaygınlaştırılıp kurumsallaştırıldı. DP iktidara geldikten sonra din dersi isteyen velinin dilekçe vermesi şartı yerine dersi istemeyen velilerin dilekçe vermesi şartı getirildi. İmam hatip okulları yaygınlaştırılırken, 1956’da bu kez ortaokullara din dersi kondu. Kız çocuklarına da imam hatip okullarının kapısı 1960’larda açıldı. Oysa İslamiyet kadınların dinsel ve toplumsal önder olmalarına cevaz vermez. Bu da imam okullarında aydın din adamı yetiştirmenin değil, toplumu din yoluyla gütmenin, ulu’l-emre itaat ve tevekkül içinde düzeni sorgulamayan uysal ve edilgin bir toplumun amaçlandığını göstermektedir. 28 Şubat sürecinde popülaritesi düşmüş olsa da halen imam hatip hatip okullarından her yıl 30 bin dolayında kişi mezun olmaktadır. Buna karşılık, Diyanet’in her yıl yenilediği personel sayısı en fazla 4-5 bin dolayındadır.

* * *

Zorunlu din dersi ve Kur’an kursları

Türkiye’nin yönetici eliti yoksul dindarlar için açtıkları imam okullarına kendi çocuklarını göndermezken, bu kez 1967 yılında liselerde seçmeli olarak din dersine başlandı. Nihayet 1980 darbesinden sonra bir yandan Alevi köylerine cami yapılırken okullarda devlet eliyle din dersi anayasal zorunluluk haline getirildi.

Çoğulculuk, nesnellik ve eleştirellikten yoksun zorunlu din dersinde, devletin kuruluş paradigmasına uygun olarak, Sünni İslam’ın belletilmesi, öğrencinin sorgulamaksızın iman etmesi ve Sünni Müslüman olarak yetişmesi amaçlandı. Bu doğrultuda dersler pratikte surelerin ve hadislerin ezberlenmesiyle, Hz. Muhammed’in ve halifelerin savaşlarının öğrenilmesiyle sınırlı kaldı. Bunun dışında başka dinler hakkında bilimsel bilgi öğrenciden esirgendi, inanmanın ve Tanrı’yla bütünleşmenin değişik yolları olabileceği üzerinde hiç durulmadı. Çünkü egemen inanca göre hak din öğretilen dindir, diğerleri sapkınlıktır.

Bu arada Türkiye’de 80 bin camiye karşılık toplam okul sayısının 67 bin dolayında olduğunu, camilerin elektrik, su vs altyapı hizmetlerinin kamu bütçesinden finanse edildiğini belirtmekte yarar vardır. Camilerde görevli Diyanet personeli sayısı 84 bin 195’tir. (Radikal, 6 Temmuz 2008)

Okullarda zorunlu din dersinin yanı sıra öğrenciler tatil döneminde de resmi ve gayri resmi Kur’an kurslarına doldurulmaktadır. Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın TBMM’de bir soru önergesine verdiği yanıta göre, 2006 yılında Türkiye genelinde 4 bin 950 Kuran kursu vardı; ayrıca yaz mevsiminde 58 bin 500 geçici Kuran kursu açılmıştı. (Milliyet, 1 Kasım 2006)

Diyanet’in açtığı Kur’an kursu sayısı 2004’te 4 bin 322’den 2008 yılında 7 bin 36’ya çıktı. Kur’an kursuna giden öğrenci sayısı ise 2004’te 127 bin 726’dan, 2008 yılında 249 bin 973'e ulaştı. Dikkati çeken bir nokta da kurslara giden öğrencilerin yüzde 90’ının kız çocuklarından oluşmasıdır. Geçen eğitim yılında 228 bin 39 kız çocuğu ve 21 bin 934 oğlan çocuğu bu kurslara devam etti.

Yine Diyanet verilerine göre geçen yıl yaz tatilinde açılan kurslara 1 milyon 436 bin öğrenci katıldı. Buna göre üç yıl içinde Kur’an kursu ve öğrenci sayısı üçte iki oranında artmıştır.

* * *

Zorunlu din dersi zulümdür

Zengin elit çocuklarının eğitim için yabancı ülkelere gönderilmesi, din eğitiminin yoksullar için olması bir yana, toplumun yüzde 82’si din dersinin zorunlu olmasını istese de, amaç ne olursa olsun, bir insana veya bir ebeveynin çocuklarına devlet eliyle zorla belli bir dinin öğretilmesi ya da telkin edilmesi zulümdür.

Ebeveyn çocuğunu kendi inancına göre eğitme veya eğitmeme hakkına sahip olmalıdır. Bu, laikliğin, din ve vicdan özgürlüğünün olduğu kadar Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelerin de gereğidir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesi aynen şöyledir: “1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. 2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzenin, genel sağlığın veya ahlakın, ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir.”

Zorunlu din dersi uygulaması, Türkiye’nin imzacısı olduğu bir sözleşmeyi bizzat ihlal etmesinin, attığı imzaya sadakatsizliğinin sayısız örneklerinden biridir. Türkiye’yi yönetenler sözleşmenin öteki maddelerini olduğu kadar bu maddesini de çiğnemekten geri durmadılar. Sonuçta, bir Alevi ailenin başvurusu üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), sözleşmeye ekli 1 No’lu Protokolün 2’nci maddesindeki “Devlet, (...) ana ve babanın eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.” hükmünü anımsatmış ve din dersinin çoğulculuk, nesnellik, eleştirellik ilkelerine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Türkiye’de devlet okullarında din dersinin anayasal zorunluluk olmasına karşılık, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay da çeşitli vesilelerle verdikleri kararlarda zorunlu din dersinin laiklikle bağdaşmadığını vurgulamışlardır.

Anayasa Mahkemesi kararına göre, “Laik devletin, doğası gereği resmi bir dininin bulunmaması, belli bir dine üstünlük tanımamasını, onun gereklerini yasalar ve diğer idari işlemlerle geçerli kılmaya çalışmamasını gerektirir. Bu bağlamda, laik bir devlette bir dinin eğitim ve öğretimi zorunlu hale getirilemez.” (E:1997/ 62, K: 1998/52 sayılı karar.)

Danıştay 8’inci Dairesi’nin kararına göre de “Öğretimin adının din kültürü ve ahlak bilgisi olmasına rağmen, içerik olarak din kültürü ve ahlak bilgisi olarak kabul edilemeyeceği açık olduğundan, ... Dersin bu içeriği ile zorunlu tutulmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” (Esas No: 2007/679)

* * *

Laikliğin ve demokratlığın mihenk taşı olarak din dersi

Din dersinin anayasal zorunluluk olmasına karşılık devletin yargı kurumlarının zorunlu din dersinin laiklikle bağdaşmadığını vurgulamaları hayli ilginç bir çelişkiye işaret etmektedir.

Bu vesileyle vurgulanmalıdır ki, din dersi ve din eğitimi sorunu, türban sorunundan çok daha önemlidir. Dahası hem devletin hem reel iktidar partisinin hem de genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmeden ve laiklikten ne anladığının mihenk taşıdır.

Reel laiklikte ve dinci siyasette ortak söylem olarak dinde zorlama olmadığı öne sürülür, din ve vicdan özgürlüğünden söz edilir. Buna karşılık uygulamada inansın inanmasın, hangi dinden olursa olsun, okullarda din dersi zorunlu tutulur, devlet eliyle ruhban yetiştirilir, 7 bakanlığın toplam bütçesine ve kadroya tek başına sahip Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle kitle eğitimi yapılır, ibadet hizmetleri kamu bütçesinden finanse edilir. Ve bu spastik laikliğe ne reel laikler itiraz ederler ne de dinciler kendi inançlarına sağlanan ayrıcalıkları dürüstçe sorgulamaya yanaşırlar.

Reel laiklerin tutarsızlıkları bir yana, türbanı dinsel inanç özgürlüğünün en temel sorunu ve talebi olarak dayatanların devlet eliyle zorunlu din dersini ve bir mezhebe ayrıcalık tanınmasını sorgulamaktan kaçınmaları, sorgulamak bir yana sahip çıkmaları, güçleri yettiğinde zorunlu din dersi gibi türbanı ve kendi yaşam tarzlarını ve inançlarını da dayatacaklarının turnusoludur.

* * *

Türkiye laikleşmelidir

Ne yazık ki Türkiye, din özgürlüğü ve eğitim hakkını laik ölçülerde gerçekleştirme noktasından hayli uzaktadır. Çünkü başlangıçta atılan doğru adımlara karşın laiklik temelde devlet zoruyla bir dinin dayatılması şeklinde yanlış kurgulandığı gibi, gelinen aşamada toplumun laikliği kabullenme ve özümseme yetisi de hayli zayıflamıştır. Çok partili dönemde ve özellikle gerici askeri darbeler sonrasında devlet eliyle yapılan şeriat eğitimi toplumu laikliği özümseme, farklı inanç gruplarını barış içinde birlikte yaşatma noktasından çok uzaklara savurmuştur. Türkiye’de etnik temelli bir iç savaş olmamıştır; ama inanç temelli iç savaş provaları ve katliamlar yapılabilmiştir.

Toplumun laikliği ne ölçüde kabullenmeye hazır olduğu son “mahalle baskısı” tartışmalarıyla ve anketlerle de ortadadır. TESEV’in anketine göre halkın yüzde 82’si din dersinin zorunlu olmasını ve devlet tarafından verilmesini, derslerde abdest ve namaz eğitiminin de yapılmasını istemektedir. Yüzde 38’ine göre din dersinde sadece Müslümanlık öğretilmelidir. Aleviliğin de anlatılmasına karşı çıkanların oranı da yüzde 34 dolayındadır. (Star, 10 Mart 2008)

Özetle devlet laik olmadığı gibi toplum da laikliği özümsemiş değildir. Bu şartlarda, din-devlet ilişkisi laikleştirilmeden din eğitim ve öğretiminin cemaatlere bırakılması, ülkenin tabutuna çakılacak bir çividen farksız olacaktır.

Din eğitiminin cemaatler tarafından üstlenilmesi hiç kuşkusuz laikliğin gereğidir. Laikliğin gereği olsa da bu talebin ancak devlet laikse bir anlamı vardır. Devletin laik olmadığı (ve bir dönem resmen de kutsal sayıldığı), 7 ayrı bakanlığın toplam bütçesine ve kadroya tek başına sahip Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle kitlesel din eğitiminin yapıldığı, devlet eliyle ruhban zümresinin oluşturulduğu, her hafta devlet adına fetvalar yayımlandığı, okullarda din derslerinin zorunlu tutulduğu ve bir mezhebin propagandasına dönüştürüldüğü, ibadet hizmetlerinin kamu bütçesinden finanse edildiği, dinci totalitarizm tehlikesinin ciddiyet kazandığı ortamda din eğitim ve öğretiminin cemaatlere bırakılması söylemi, laik akla ve vicdana kurulan tuzak gibi durmaktadır.

Devlet ve toplum laikliği özümsemese de Türkiye laikleşmek, gerçek laikliği denemek zorundadır. Lakin cemaatlerin de dinsel eğitim ve öğretim yapabilmeleriyle ya da bu arada Alevilerin de Diyanet’te temsil edilmeleri ve Alevi din önderlerinin de 657 sayılı yasadan kadrolu maaşlı evliyalara karışmasıyla Türkiye laikleşmiş olmayacaktır. Kamunun sırtında ağır bir yük haline gelen Diyanet’te Alevilerin de temsilini savunmak ve bütçesinden pay koparmaya çalışmak, spastik laikliğe Alevileri de ortak etmekten, böylece ucube laikliği tahkim etmekten başka bir sonuç doğurmaz.

Türkiye’nin gerçekten laikleşmesi için atılması gereken adımlar şöyle sıralanabilir:

Din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılıp isteğe bağlı olmalıdır. İsteğe bağlı derslerde bütün dinler hakkında eşit duruşlu bir müfredat uygulanmalıdır. Dersler, dinler konusunda bilgilendirmenin yanı sıra dinî hoşgörüsüzlük ve ayrımcılıkla mücadele için bilinçlendirmeyi de amaçlamalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilmeli, dinsel hizmetlerin yürütülmesi ve finansmanı cemaatlere bırakılmalıdır. Bunun için de cemaatlerin yasal tüzel kişilik edinmeleri sağlanmalıdır.

Camiler müdavim cemaatin oluşturacağı vakıf veya derneklere devredilmeli, kamu bütçesinden finansmanına son verilmelidir. Sünniler camilerde imamlarıyla, Aleviler cem evlerinde dedeleriyle, Hıristiyanlar kiliselerinde rahipleriyle eğitim yapmalı ve ibadet etmelidir.

İmam hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri devlet okulu olmaktan çıkarılmalı, müfredatı devlet tarafından kontrol edilmek kaydıyla vakıf ve cemaatlere devredilmelidir. Müfredatın devlet tarafından denetimi laikliğin ihlali, dine müdahale anlamına gelmez. Laik devlet inanç gruplarının birbirleri üzerinde tahakküm kurmalarını önlemekle de yükümlüdür.

Bu adımlar atılmadan Türkiye laikleşmiş olmayacaktır.

Bu önerileri fantezi olarak nitelemek ve “Türkiye’nin özel şartları” vs gibi mazeretler üreterek bu adımları engellemek sorunu kangrene çevirir. Fantezi değil, pekâlâ atılabilir adımlardır bunlar. Müslüman toplulukların yaşadıkları laik Batı ülkelerinde esasen din hizmetleri ve eğitimi bu şekilde verilmektedir. Örneğin Almanya’da Diyanet’e bağlı camiler dışında örgütlenen cemaatler camilerini kendileri yapmakta, tüm giderlerini ve imamın maaşını üyelik ödentileriyle karşılamaktadırlar.

Bu adımların atılabilmesi için halkın istemesi önem taşısa da asıl önemli olan egemen sınıfın istemesidir. Asıl sorun halkın laikliğe hazır olup olmadığı değil, İslam’ın laikliğe razı olup olmayacağı da değil, Türk ve Kürt egemen sınıflarının laikliğe razı olup olmadığıdır.

Peki, egemen sınıf, “çalışan yoksula din iman, zengine han hamam” politikasından, egemen din bürokrasisi sahip olduğu ayrıcalıklardan vazgeçerler mi?

Egemen sınıf ve din bürokrasisi laikliği de dindarlığı da piyasa ve biriktirme aşkına tüketmeye devam etseler de, emek dostları laikliği ve din özgürlüğünü savunmaktan geri durmayacaklardır.

Rahmi Yıldırım / Sendika.Org  - 3 Ağustos 2009

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.