Madımak Katliamı Kayıtları Ne Oldu Nasıl Kayboldu?

Madımak Katliamı Kayıtları Ne Oldu Nasıl Kayboldu?

Madımak Katliamı Kayıtları Ne Oldu Nasıl Kayboldu?A.Mümtaz İdil / Odatv.comAli Balkız Sivas’ta, Madımak Oteli’nde gerçekleştirilecek...

A+A-

Madımak Katliamı Kayıtları Ne Oldu Nasıl Kayboldu?Madımak Katliamı Kayıtları Ne Oldu Nasıl Kayboldu?

A.Mümtaz İdil / Odatv.com

Ali Balkız Sivas’ta, Madımak Oteli’nde gerçekleştirilecek Pir Sultan Abdal Şenlikleri için beni de çağırdığında, Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’ndeydim.
 
Balkız’a gelemeyeceğimi, ancak bir kamereman ve bir muhabir gönderebileceğimi söyledim. Yerlerini de Madımak Oteli’nde ayırtmasını istedim.

Aslında Asım Bezirci ile görüşmeyi çok istiyordum. Benim “1984 Akademi Kitabevi İnceleme” ödülünü almamda büyük payı olan Asım “ağabey”, Suat Derviş ile ilgili bir çalışma yapmamı çok istiyordu.

Ama ben onun önerisi yerine “Sevgi Soysal” çalışmasını yeğlemiştim.

Aziz Nesin’i de görmeyi çok istiyordum. Birlikte “Ankara Film Festivali” kapsamında birlikte olmuştuk.

Ama gidemedim.

Kameramanları göndermem ise başlı başına bir riskti.

Olayların böyle gelişeceğini bilemezdim.

Eğer çocukların başına bir şey gelseydi, evet, oteli yakanlar ceza almadı, ama ben büyük bir olasılıkla, “Rahşan” affına rağmen büyük bir olasılıkla içerideydim.

Yobazlar otel önüne toplanmaya başladığında olsa gerek, kameramanlardan Sabri Karayel telefon etti: “Hocam, dışarıda çok büyük bir kalabalık toplandı. Otelde mahzur durumdayız. Taş atıyorlar. Camları kırıyorlar. Umarım bir şey olmadan geliriz. Halil İbrahim de yanımda.”

İşin açıkçası o anda müthiş bir endişeye kapılmadım, ama yine de Madımak otelinin yetkilisiyle görüştüm. Adam da heyecanlıydı, ama endişeli değildi pek. “Polis birazdan gelir, jandarmaya da haber verdik. Dağılırlar diye umuyoruz. Camlara taş atıyorlar, bütün camlar kırıldı neredeyse.”

Daha sonra diğer görevli arkadaş Halil İbrahim Ada ile görüşmeye çalıştım, ama ulaşamadım. Otelde görüştüklerimden birinin sesi artık heyecanı aşmış, endişeye dönüşmüştü. Telefona bile dışarıdaki azgın uğultu yansıyordu. Behçet Aysan’ı bulmaya çalıştım, o da olmadı. Herkesin merdivenlere toplandığı, bazılarının da yandaki MHP binasına geçmeye çalıştıkları söyleniyordu. Panik başlıyordu.

Sivas valisini aradım hemen. Ulaşamadım.

Erdal İnönü’ye ulaşmaya çalıştım... Ne mümkün.

O sırada bakanımız olan Fikri Sağlar’ı aradım, İstanbul’daydı. Haber ulaştırdık. İlk uçakla Ankara’ya geleceğini söylüyordu.

Opera ve Bale Genel Müdürlüğü’nün tam karşısındaki Kültür Bakanlığı ana binasına gittim hemen. Özel kalemde bakan danışmanları Bülent Ok ile Ruşen Etili vardı. Tabii, bakan özel kalemi de oradaydı.

Bülent hemen telefona sarıldı ve Fikri bey ile konuştu. Henüz havaalanına yola çıkmamıştı Fikri bey. O anda çıksa bile yetişmesi zor olacaktı.

Bir süre sonra telefon çaldı. Korumalardan biri bakan beyin havaalanı yolunda olduğunu bildirdi.

Uçağı bir süre durdurursak, Fikri bey yetişecekti.

Bülent uçağı bir süre ertelemek için elinden geleni yaptı (aklınıza ne gelirse), ama Fikri bey yetişemedi.

Yangının giderek büyüdüğü, içeride mahsur kalanlardan artık ses gelmediği, telefon bağlantısının kalmadığı haberleri geliyordu.

Ortada vali de yoktu.

Polis ve jandarma hiçbir şeyi engelliyemiyordu.

Ardından müthiş bir karanlık dönem.

Akşam televizyonlardan yansıyan ölüm haberleri.

Kameramanlarımdan hiç haber yok. Cep telefonu yok ki, irtibat kurabileyim.

Ertesi güne kadar endişeli, kaygılı ve üzüntülü bir bekleyiş. Dostların ölüm haberleri tek tek gelmeye başladı.

Sabah büroya gittiğimde, Sabri’den de Halil İbrahim’den de ses yoktu.

Öğleden sonra çıkıp geldiler.

Kamera yoktu.

Birinin çaldığını söylüyorlardı. Görmüşlerdi alanı, ama kim olduğunu bilmiyorlardı. Bildikleri yalnızca mavi gömlekli, uzun boylu ve esmer biri olduğuydu.

Biz “Sivas katliamını” o anda unutup, kamera derdine düşmüştük. Eğer bir yol bulamazsak, iki arkadaş ve belki de onları oraya göndermekle bürokratik hata işlemiş olan ben de kamerayı ödemeyle cezalandırılacaktık.

Sonunda kamerayı yangın sırasında “telef” olmakla demirbaştan düştük.

Çocukların sağ salim gelmesi bizim için daha önemliydi, bunu bakanlık bürokrasisine de anlatmayı başardık.

Ama benim aklıma hep takılan şu oldu:

Halil İbrahim de Sabri Karayel de uzun uzun çekim yaptıklarını söylemişti geldiklerinde. Üstelik ellerindeki profesyonel bir kameraydı. Her ikisi de kameranın yanmadığını biliyordu. Ama o kamerada çekilen görüntüler hiç gün ışığına çıkmadı. Yangının başlangıcını, taş atanları, perdeleri ilk tutuşturanları... Hepsini çekmişti bizim delikanlılar, ama görüntüler asla ortaya çıkmadı.

Tarihe “utanç günü” olarak geçen olayla ilgili belki de en iyi görüntüler en iyi kanıtlar bizim kameranın kasetlerindeydi, ama kayboldu. Tuhaf bir şekilde kayboldu ve 16 yıl geçmesine rağmen hiç soruşturulmadı, araştırılmadı.

KAYNAK : A.Mümtaz İdil - Odatv.com - 1 Temmuz 2009

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.