"Mahalle baskısı"na burun kıvırmanın ağır bedeli

"Mahalle baskısı"na burun kıvırmanın ağır bedeli

"Mahalle baskısı"na burun kıvırmanın ağır bedeliRuşen ÇAKIR / VATAN(...) 2004’den bu yana ne değiştiği sorusuna gelecek olursak,...

A+A-

"Mahalle baskısı"na burun kıvırmanın ağır bedeli"Mahalle baskısı"na burun kıvırmanın ağır bedeli

Ruşen ÇAKIR / VATAN

(...) 2004’den bu yana ne değiştiği sorusuna gelecek olursak, yakın zamana kadar bölük pörçük dile getirilmekte olan “yaşam tazrlarına müdahale” şikayetleri ilk kez Prof. Şerif Mardin’in geliştirdiği “mahalle baskısı” kavramıyla daha kolay ve sistemli bir şekilde ifade edilir oldu. AKP hükümetiyse, sanki özellikle taşrada Aleviler, kadınlar, gençler tarafından yavaş yavaş dile getirilmeye başlanan bu şikayetlere kulak tıkadı, hatta baskının dindarlardan gelmediği, tam tersine onlara baskı yapıldığı şeklindeki karşı propagandaya dolaylı da olsa destek verdi. Milliyet’te Hasan Cemal’in de belirttiği gibi, AKP’nin özellikle Batı bölgelerinde yaşadığı kayıplarda bu tür “mahalle baskısı” şikayetlerini ciddiye alıp üzerlerine gitmemesinin hayli etkili olduğunu düşünüyorum....

"Mahalle baskısı"na burun kıvırmanın ağır bedeli

Ruşen ÇAKIR / VATAN

Mersin’de AKP mitinginde, Erdoğan’ın alana ulaşmasından önce Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Eyiceoğlu kürsüye çıktı. Kısa ve sıradan konuşmasını “Mersin’de tek parti AK Parti” diye bitirdi. Ardından seçim bölgesi Mersin’de kampanyayı omuzlamış olan Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen konuştu. O da konuşmasını “Mersin’de tek parti AK Parti” diye bitirdi. Halbuki bu ilde esas yarışın CHP’li Başkan Macit Özcan ile MHP adayı Mahmut Tat arasında geçtiğini öğrenmek için şehirde bir-iki saat nabız yoklamak yeterliydi. AKP’nin seçtiği aday daha baştan havlu atmış olduğunuysa miting alanındaki değişik kademelerden partililerin dert yanmalarından çıkartıyordunuz. Nitekim AKP, Erdoğan’ın çok istediği bu ilde,CHP’nin 9 puan gerisinde ancak üçüncü olabildi. AKP’nin parlak aday çıkarmada sıkıntı yaşadığını Adana, Diyarbakır, İzmir gibi önemli merkezlerde de yerinde gözlemiş ve yazmıştım. Ayrıca İzmir’de NTV’den deneyimli meslektaşım Merih Ak, iktidar partisinin Ege’de Manisa, Aydın, Isparta, Uşak gibi yerlerde zor durumda olduğunu aktarmıştı, hepsinde haklı çıktı. Bir başka meslektaşım İrfan Bozan da AKP’nin Yalova ve Zonguldak’ı kaybedeceğinden emindi, onun da öngörüsü tuttu. Bütün bu örnekleri AKP’nin birçok seçim bölgesinde “göz göre göre” yenildiğini göstermek için sıraladım. Herhalde yılların deneyimli siyasetçisi Erdoğan ile kurmayları da gazetecilerin kolaylıkla saptayabildiği bu neticelerden bir şekilde önceden haberdardılar, ama değiştiremediler.

Geri alınan kredi

Peki neden böyle oldu? Yazının girişinde de belirttiğim gibi AKP birçok yerde adaylarının yetersizliği nedeniyle yarışı kaybetti. Ancak Erdoğan’ın bu isimlerin büyük kısmında mecburen karar kıldığının, çünkü değişik illerde teklif götürülen birçok ismin yanaşmadığının altını çizmek gerek. Normalde tek başına iktidar olan ve 29 Mart’ın da baş favorisi gösterilen AKP’ye adaylıkta patlama yaşanmamasının, “merkez” de bilinen bazı parlak isimlerin uzak durmasının nedenlerini kurcaladığımız zaman iktidar partisinin neden mağlup olduğunu daha iyi kavrayabiliriz. Sözü hiç uzatmadan söylemek istiyorum: Her ne kadar ilk kez bir seçimde “laiklik”, “hayat tarzları” gibi temalar dile getirilmediyse de özellikle Batı bölgelerinde AKP’nin başarısız olmasında bu tür kaygıların etkili, yer yer de belirleyici olduğunu düşünüyorum. Tezimi açıklamak için bir başka tez ileri sürmek istiyorum: AKP bugüne kadar girdiği dört seçim içinde en yüksek başarıyı beş yıl önce 2004 yerel seçimlerinde yaşadı. Zira gerek 2002, gerekse 2007 genel seçimleri olağanüstü koşullarda gerçekleştiği için bizlere bir dizi aldatıcı veri sunabiliyor. Halbuki iki yıldan az bir süre tek başına iktidar olduktan sonra girdiği 2004 yerel seçimlerinde AKP hem oylarını çok iyi artırmış, hem de Milli Görüş partilerinin rüyalarında bile göremeyecekleri Adana, Antalya, Aydın, Zonguldak, Sinop, Tekirdağ gibi illerde, İzmir’de 7 ilçede belediyeleri toplamıştı. Yani beş yıl önce AKP’nin gerçek anlamda sistemin merkezine doğru yola çıkmış olduğunu gördük. Batı illerinin merkez sağ ve sola eğilimli seçmenlerinin bir bölümü, o zamana kadar, kökleri nedeniyle şüpheyle yaklaştıkları AKP’ye çok geniş bir kredi sunmuşlardı.

İşte geçen Pazar bu verilmiş olan kredilerin büyük kısmının geri alındığına tanık olduk. Antalya ve İzmir örneklerinde, merkez sağa eğilimli seçmenin ciddi bir bölümünün, sol alerjisinden arınıp CHP’ye yöneldiğini rahatlıkla varsayabiliriz. Yine birçok seçim bölgesinde, 2007’de propagandası yapılmakla birlikte yaşanmayan bir “CHP-MHP ittifakı” nın parti yönetimleri tarafından değil de bizzat seçmen tarafından kotarılmış olduğunu duyuyor ya da tahmin ediyoruz. Örneğin Balıkesir ve bazı ilçeleri hakkında çok ilginç öyküler anlatılıyor.

Prof. Toprak’ı neden dinlemedi?

2004’den bu yana ne değiştiği sorusuna gelecek olursak, yakın zamana kadar bölük pörçük dile getirilmekte olan “yaşam tazrlarına müdahale” şikayetleri ilk kez Prof. Şerif Mardin’in geliştirdiği “mahalle baskısı” kavramıyla daha kolay ve sistemli bir şekilde ifade edilir oldu. AKP hükümetiyse, sanki özellikle taşrada Aleviler, kadınlar, gençler tarafından yavaş yavaş dile getirilmeye başlanan bu şikayetlere kulak tıkadı, hatta baskının dindarlardan gelmediği, tam tersine onlara baskı yapıldığı şeklindeki karşı propagandaya dolaylı da olsa destek verdi. Milliyet’te Hasan Cemal’in de belirttiği gibi, AKP’nin özellikle Batı bölgelerinde yaşadığı kayıplarda bu tür “mahalle baskısı” şikayetlerini ciddiye alıp üzerlerine gitmemesinin hayli etkili olduğunu düşünüyorum.

Eğer Erdoğan, Açık Toplum Enstitüsü için “Türkiye’de Farklı Olmak” araştırmasını gerçekleştiren ekibin başındaki Prof. Binnaz Toprak’ı davet edip ondan geniş bilgi alsa ve kamuoyuna bu çalışmayı önemsediklerini, gerekeni yapacaklarını söylese bir şeyler farklı gelişebilirdi. Ama yapmadı.

Aslında bu noktada Erdoğan’a da fazla haksızlık yapmamak lazım. Sorun büyük ölçüde Erdoğan ile kentli orta sınıflar arasında köprü olma iddiasındaki bazı kişi ve kurumlardan kaynaklanıyor büyük ölçüde. Örneğin Açık Toplum Enstitüsü’nün Danışma Kurulu Başkanı olan ve Erdoğan’la yakın ilişkisini bildiğimiz Can Paker, Başbakan’ı bu konuda bilgilendirmek, diyelim ki onu Prof. Toprak ile buluşturmak yerine, medyada araştırma aleyhine konuşmaktan geri kalmadı.

Eğer AKP merkez parti olma iddiasında samimiyse, toplumun önemli bir kesiminin yaşam tarzları ve laiklik konusundaki hassasiyetlerini anlamaya ve onların kaygılarını gidermeye çalışması şart. Aksi takdirde RP’nin tekrarı olmaktan öteye gidemez ki o alanda da karşısında, yarın geniş olarak tartışacağımız SP var.

Ruşen Çakır 

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy82901 = 'rcakir' + '@';

addy82901 = addy82901 + 'gazetevatan' + '.' + 'com';

var addy_text82901 = 'rcakir' + '@' + 'gazetevatan' + '.' + 'com';

( '' );

82901 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


VATAN - 2 Nisan 2009

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.