Maraş Katliamı: Unutuyoruz, Unutturuyoruz, Unutuluyor...

Maraş Katliamı: Unutuyoruz, Unutturuyoruz, Unutuluyor...

Maraş Katliamı: Unutuyoruz, Unutturuyoruz, Unutuluyor... Bir katliama maruz kalanlara sunulan şefkat ve anlayış ancak bu kadar. Onlara yapılanlar değil; göçmeleri...

A+A-

Maraş Katliamı: Unutuyoruz, Unutturuyoruz, Unutuluyor... Maraş Katliamı: Unutuyoruz, Unutturuyoruz, Unutuluyor...

Bir katliama maruz kalanlara sunulan şefkat ve anlayış ancak bu kadar. Onlara yapılanlar değil; göçmeleri Maraş’ı “sevimsiz” kılmış. “Unutmak ille de unutmak” diyenler bol, sesleri gür, sırtları ise güçlü.

Serdar DEĞİRMENCİOĞLU / BİA

Geçen Pazar Birgün manşeti “Maraş Katliamı hayaleti ortalıkta” idi. Radikal İki’nin ilk sayfasında ise kocaman “Unutmak ya da unutmamak” vardı. Aynı gün Maraş Katliamı’nı protesto için Aleviler Adana’da sokağa çıktı.

Bu manşetler ve miting sayesinde Aralık 1978’de Maraş’ta olanlardan yeni haberdar olanlar oldu. Umuyorum yazılanları okuyunca, söylenenleri duyunca dudakları uçukluyanlar da vardır.

Çarşamba günü bianet’te Emma Sinclair-Webb’in “Maraş Katliamının Faillerini Kimse Hatırlamıyor” başlıklı yazısına yer verildi. Yazı Londra’dan yazılmış; hani katliam sonrası nice insanın göç ettiği ülkeden. Yazı, “Maraş’ta, 1978’te yaşananlarla ilgili suskunluk devam ediyor” diye bitiyor.

Nasıl devam etmez ki? “Unutmak ya da unutmamak” başlığına yanıt olarak “Unutmak ille de unutmak” diyenler bol, sesleri gür, sırtları ise pek. Belki manşete kapağa yazmıyorlar, belki bu şekilde açıktan söylemiyorlar ama mesaj da niyet de anlaşılıyor.

Aksiyon ve Maraş

İşte bir örnek... Derginin adı Aksiyon. Tam 15 senesini dolduran, Türk-İslam Sentezi çizgisine uygun; din değiştiren, yani bu senteze göre dine-millete ihanet edenlerin, listesini yayımlayacak denli cüretkâr bir dergi. Aksiyon tarihin yeniden yazılması konusunda da çok cesur. Tarih eğer senteze aykırı düşüyorsa, elbette yeniden düzenlenmeli. Derginin adı boşuna ‘eylem’ konmamış.

Sayı 658’de (16.07.2007) “Adı çıkmış, dile düşmüş şehirler” başlıklı yazı şöyle başlıyor: “Türkiye’nin imajı zedelenmiş şehirleri, küskünlüğü bir yana bırakıp toparlanmaya çalışıyor. Ancak ‘yıldönümleri’ filmi başa sarıyor, yaftayı boyunlarına yeniden asıyor.”

“Şehirlerin de bir yazgısı var; ak ya da kara… Biz, ‘kara yazgı’lıları bulduk haritadan, insafsız gözlere bir ‘leke’ gibi görünenleri. Yangınların, katliamın ya da ayaklanmanın sözlükteki karşılığı olan şehirler hep bir savunma hâlindeler, suçsuzluklarını ispat etme, güzelliklerini göz önüne serme yarışında… Yıllar önce yaşanmış hadiseler ne şehrin hafızasından silinmiş, ne sakinlerinin. Yorulmuş da değiller üstelik; cevabını alamadıkları soruları, görülmemiş hesapları var hâlâ… Hikâyelerinde benzer yanlar da var tabii; şehirde o güne dek hiç görülmeyen bir takım adamların ortaya çıkması ve olayların ardından kaybolması gibi... Aradan geçen uzun yıllara rağmen temize çıkma mücadelesi sona ermiş değil.”

Bu yazının pek yansız olmayacağı daha en baştan belli. Korkunç şeylerin olduğu kentlere insafsızlık edenler varsa, işte Aksiyon bu kentlere insaflı ve merhametli olacak. İlk paragraf şöyle bitiyor: “Bir olay yüzünden adı çıkan, dile düşen şehirleri dolaştık, gönüllerini aldık, onlar başka yere göçemez ne de olsa...”

Korkunç şeylerin olduğu kentlerden göçenler olabilir ama kentler göçemez. Yazıda “bu göçenler neden göçtü?” sorusu ele alınacak diye beklemek hiç gerçekçi değil çünkü daha ilk paragraftan söz Ökkeş’e verilmiş. Katliamda ölen 100’den çok insana olanlar, bir koca katliamın dağladığı nice hayatlar bir yana, asıl Ökkeş’in öyküsü “hüzün verici” imiş.

Maraş’ın en mağduru Ökkeş

Bu hüzünlü öykünün sahibine, soyadı değişkenlik gösterdiği için sadece “Ökkeş” demekte yarar var. Meğer Ökkeş “29 yıl önce güvenlik gerekçesiyle” değiştirmiş soyadını. Meğer “Maraş’ın en mağduru” oymuş. Bir kere davada suçlu bulunmamış ama katliamın her yıldönümünde yeniden suçlular listesine alınıyormuş. Beraat ettikten sonra değiştirdiği soyadına geri dönemiyormuş; mahkeme başvurusunu “güvenliği tehlikede olduğu gerekçesiyle” geri çevirmiş. O kadar mağdur olmuş ki, milletvekili olmuş. Kendisini suçlu gösterenlere açtığı davaları hep ama hep kazanmış. Ama nedense kimse ona inanmamış.

Meğer Ökkeş adaleti çok severmiş! Maraş olaylarının “arka yüzünü” anlatan bir kitap yazmış, on bin adet dağıtmış ki, insanlar onu anlasınlar. Kenan Evren’e bile karşı çıkmış cesur Ökkeş; Evren’i Maraş’ın “olumsuz imajın başmimarı” olarak görürmüş. Meğer Evren Maraş olaylarının hemen arkasından şehre gelerek, ‘Kaldırın şu kahraman tabelasını!’ diye gürlemiş. Ökkeş “Evren’in dokunulmazlığının kaldırılmasını bekliyorum. Onunla görülecek hesabım var, hepimize iftira etti. Kendi mahkemelerinin verdiği karara inanmadı.” diye kızarmış.

Düzene uygun tarih

Türk-İslam Sentezi – tıpkı tüm totaliter ideolojiler gibi – düzensizliğe gelemez; dogmalara göre sürekli tarihe çeki düzen verir. İşte bu çizgide Maraş’ta olan ve düzene uymayan “olayları” Aksiyon yeniden düzenliyor, ‘yansız’ ve ‘insaflı’ bir tarih yazıyor. “Bir olay yüzünden adı çıkan, dile düşen şehirleri” ve gönüllerinin alınması gerekenlerin gönlünü alıyor.

Görüşülenler ve görüşülmeyenler bir yana, kullanılan dil hemen kendini ele veriyor. “Maraş Katliamı” yerine “Maraş olayları” konmuş. Asıl “mağdur” olanlara, sürekli mağdur edilenlere “güzelliklerini göz önüne serme yarışında” olanlara kulak verildiği yeniden yeniden vurgulanarak, “işte, mazlumun sesi!” kisvesi oluşturulmuş.

Düzene uygun kaynaklar

Aksiyon olayları yeniden düzenlerken öyküyü anlatacak sağlam kaynaklara gereksinim duyuyor. Bu kaynaklar elbette ki, öldürülenler olamaz; onlar zaten ölmüş gitmiş. Göçenler, kaçanlar olamaz; onlar da göçmüş gitmiş. O zaman doğal olarak sağlam kaynak olarak Ökkeş kalıyor. En mağdur olan Ökkeş. Mağduriyetinden milletvekili olan, kitaplar bastıran Ökkeş.

Sağlam kaynak ölçütlerini çıkartmak çok zor değil. Eğer yazıda ele alınan diğer “olaylar” da incelenirse, galiba ölüsü olanlardan öldürülenlerden olanlardan olmamak, muhalif Alevilerden olmamak, Madımak Müzesi gibi yüzleşme gibi aykırı ‘fikir ve cereyanlara’ kapılmamış olmamak gibi ölçütler var.

O zaman Sivas Katliamı incelenirken başvurulacak kaynak, bu ölçütler düşünüldüğünde kim olabilir? Doğal olarak, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu.

Düzene uygun kurgu

Tarihi yeniden düzenlerken öyküyü sağlam bir kurguya oturtmak gerekli. Yoksa inandırıcı olmaz. Has Türkler kötü şeyler yapmış olamayacağına, İslam ise her zaman pürüzsüz olmak durumda olduğuna göre, bu ‘elim hadiseler’ başkaları tarafından yapılmış olmalı. Maraşlılar, Sivaslılar – daha doğrusu has Türkler ve Müslümanlar suçlu olamayacağına göre – suç ve her tür kötü şey dışarıdan gelmiştir. Eğer ‘kökü dışarıda olan’ failler belirlenirse, dışarıdan gelen “leke” akıllardan ve vicdanlardan hemen çıkabilir.

Tıpkı Aksiyon’daki yazının girişinde yazıldığı gibi: “Yıllar önce yaşanmış hadiseler ne şehrin hafızasından silinmiş, ne sakinlerinin. Yorulmuş da değiller üstelik; cevabını alamadıkları soruları, görülmemiş hesapları var hâlâ… Hikâyelerinde benzer yanlar da var tabii; şehirde o güne dek hiç görülmeyen bir takım adamların ortaya çıkması ve olayların ardından kaybolması gibi... Aradan geçen uzun yıllara rağmen temize çıkma mücadelesi sona ermiş değil.”

Bir takım ‘tuhaf’ adamlar Sivas’ta bile varmış: “Bir de şehirde kimsenin aşina olmadığı ‘tuhaf tipli adamlar’ meselesi var. Madımak Oteli’nin tam karşısında kuyumcu dükkânı işleten Murat Kiriş de o gün yabancı adamlar görenlerden: “Sanayide dükkânını kapatıp elinde filesiyle evine gidenler, kalabalık neymiş diye bakınca polis kordonunun içinde kaldı. Köşedeki dükkânın önünde bidonlar vardı, sonradan onların içine benzin konduğunu anladık; her şey ayarlanmıştı.”

Sağlam kaynak Yazıcıoğlu durumu daha da netleştirmiş: “Şehirlerimizde uzun yıllar kapanmayan yaralar açan olaylar, kesinlikle dış odakların Türkiye üzerindeki operasyonlarıdır. Şehirlerin seçimini ve olayların karakterini dikkate aldıkları, tesadüfî davranmadıkları kanaatindeyim. Sivas, üzerindeki olumsuz imajı kesinlikle attı. Tabii, büyük fedakârlıklar yapıldı, büyük emekler harcandı. Hâlâ belli kesimler, konuyu her yıl gündeme taşımak suretiyle hatırlamaya gayret ediyor; ama bu yaranın sarılması konusunda Sivas ciddi bedel ödedi. ‘Aydınları yakan şehir’ imajı için dışarıda büyük gayretler harcandı ve bu bir Sivas karakteri gibi yansıtılmak istendi. Ama tutmaz; çünkü Alevi-Sünni asırlardır kardeşçe yaşadı.”

Bu ‘kökü dışarıda olan’ failler listesi uzun çünkü dış odakların iç hizmetçileri olmalı. Aksiyon’da adı anılanlar şöyle: “Ankara’da yaşayan Sivaslı Aleviler”, “Sivas’ı bağnaz bir şehir gibi lanse eden CHP’de, Hacı Bektaş ve Pir Sultan derneklerinde görev alan memur zihniyetli Aleviler”, “sol eğilimli polislerin kurduğu POLDER”.

Bu kurgu tanıdık gelmiş olabilir. TRT’de yayımlanan ve güya 12 Eylül’ü sorgulayan Şahların Labirenti dizisi de çok benzer bir kurguya sahip. Dizinin danışmanları BBP Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Öznur ve Avrupa Nizam-ı Âlem Ocakları kurucusu Zülfü Canpolat. (Okumak isterseniz, ‘Şahların Labirenti’ ve çamaşır suyu etkisi. Radikal İki, 2 Aralık)

Düzene uygun şefkat

Sağlam kurgunun bir de barıştırıcı, şefkatli, ulvi öğeleri olması gerekiyor. Madem tüm kötülükler dışarıdan gelmiştir, “şefkatli” olmak, ardından asıl tutkal olan “hepimiz din kardeşiyiz” çıkışını oturtmak gerekli. Yoksa çatışmalara, vicdanların rahat olmamasına zemin kalabilir. Düzen kabulü, yani unutmayı gerektiriyorsa; o zaman ezenlerin ezmediğini düşündürtmek, sonra ezenlerin “ulvi düzeyde bağışlayıcı” olmasını sağlamak gerekiyor.

Tam da Aksiyon’daki yazının yaptığı gibi. Yazıda Maraş defterinin kapatılması için şöyle bir zemin sağlanıyor: “Bugün Maraş’ta yaşayan Sünniler, her iki tarafın da hata yaptığına; fakat faturanın sadece kendilerine kesildiğine inanıyor.” Ama buna rağmen şefkatle bağışlamaya hazırlar. Bu ulvi bağışlama ardından gidenler geri gelebilir; imaj ve ticaret düzelebilir.

Maraş defterinin kapatılması için hazırlanan zemindeki şefkatin ve anlayışın aslında ne olduğunu şu satırlar gösteriyor. Bir katliama maruz kalanlara sunulan şefkat ve anlayış ancak bu kadar. Onlara yapılanlar değil; göçmeleri Maraş’ı “sevimsiz” kılmış.

“Çatışmalarda zarar gören ve yakınlarını kaybeden Alevilerin Antep ve Mersin gibi yakın yerlere göçmesinin Maraş için büyük kayıp olduğu konusunda bütün görüşmeciler hemfikir. İşin aslı, Maraşlılar iki üzüntü arasında kalmış durumda; vaktiyle komşuluk yaptıkları insanların şehirden adeta kaçarcasına gitmesine mi üzülsünler, yoksa olayların gerçek yüzünü bilmeyenlerin yönelttiği ‘Alevi düşmanı’ yaftasına mı? Bir şehir düşünün, üç beş gün süren ve neredeyse bir iç savaşı andıran çatışmaların ardından korkunç bir yalnızlığa mahkûm olmuş, sakinleri Maraş adını anmaya korkar olmuş. Ticareti birdenbire zayıflamış, geleni gideni azalmış… Yazar Ahmet Doğan İlbey, Maraş’ın elli yıl geriye gittiğine inanıyor: “Çoğunluğu Şeyh Adil Mahallesi’nde yaşayan on bin küsur Alevi vatandaş göçtü. Beyaz eşya ticareti yapıyorlardı, mağazaları tahrip edildi. Aralarında müteahhitler de vardı. Topluca göçtüler ve bu durum Maraş’ı sevimsizleştirdi.

İnadına unutmamak

Düzene uygun kurgunun kaynakları ve şefkati işte böyle. “Unutmak ille de unutmak” diyenler bol, sesleri gür, sırtları ise güçlü. Onların kurgusu ve çabası belli. Adalet isteyenlere ise inadına hiç unutmamak; bütün bu katliamların, bu acıların üzerine gitmek, yüzleşme için çalışmak düşüyor.(SD/EÜ)

Serdar DEĞİRMENCİOĞLU

BİA Haber Merkezi - 27 Aralık 2008, Cumartesi

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.