Masum insanlar yatıyor, Beyazıt Meydanı'nda!

Masum insanlar yatıyor, Beyazıt Meydanı'nda!

Masum insanlar yatıyor, Beyazıt Meydanı'nda! Yüksel Işık (...) “Dur” diyelim kendimize; “bilmeden gelip bastığımız” Beyazıt...

A+A-

Masum insanlar yatıyor, Beyazıt Meydanı'nda!Masum insanlar yatıyor, Beyazıt Meydanı'nda!

Yüksel Işık

(...) “Dur” diyelim kendimize; “bilmeden gelip bastığımız” Beyazıt Meydanı’nda masum insanlar niçin yattıklarını öğrenebilmek için 16 Mart’ı milat kabul edelim ve bugünümüzü arıtabilmek için geçmişin anası olmak sorumluluğunu üstlenelim...

Bugün, 16 Mart katliamının 32. Yıldönümü. İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilen katliam, adeta, “geliyorum” demişti. Önce bomba ihbarı dikkate alınmamış; sonra da, öğrenciler, hiç kullanılmayan kapıya yönlendirilmişti. O kapıdan öğrencilere bombalar ve kurşunlar yağdırılmış; yedi öğrenci yaşamını yitirmiş, onlarcası da yaralanmıştı. İşte bu olaya ilişkin istenmeye istenmeye açılan dava, geçtiğimiz günlerde delil yetersizliğiyle tarihin tozlu sayfalarının arasına itilmiş itilmişti.

Darbe karşıtlığı diskurunun geçer akçe kabul edildiği günümüz Türkiye’sinde, 12 Eylül darbesine zemin hazırlayan karanlık olaylara ilişkin süreçler, 16 Mart katliamı örneğinde olduğu gibi, özenle kapatılıyor. Katili salıverilen İpekçi’nin ölüm yıldönümünde, yakınları faili meçhule kurban giden ailelerin, “katliamlar açığa çıkartılsın” çağrısı bile boşlukta yankılanmayı sürdürüyor. Alevi köylerine yardımın bile “terör örgütü” suçu kabul edildiği Türkiye’de, 16 Mart’a ilişkin bir “lal olma hali” yaşanıyor.

16 Mart katliamıyla ilgili yıllardır bilgi ve belge toplayan Av. Cem Alptekin’in, "Beyazıt katliamı örgütlü bir saldırının ürünü. Basit bir cinayet davası değil" şeklindeki feryadını biliyoruz. Susurluk skandalı sonrasında, 16 Mart Katliamında kullanılan bombaları Çatlı’nın temin ettiği; sonradan Hrant Dink suikastı ile ilgili görevi ihmalden Trabzon Valiliği görevinden alınan ve olay sırasında Üniversitedeki polis yetkilisi olan Reşat Altay’ın olay sonrasında Çatlı ile telefon görüşmesi yaptığı da biliniyor.

TCK’nın ilgili maddeleri, dava süreçlerinde zaman aşımını böyle işletiyor. Bu durum, bir “vak’a” olarak karşımızda duruyor. Zaten, hukukta, “zaman aşımı” olmasa da, 16 Mart katliamını gerçekleştirenlerin açığa çıkartılabilmesi pek mümkün görünmüyor; tıpkı Ankara Bahçelievler, 1 Mayıs 1977, Maraş ve diğer katliamlar gibi. Dolayısıyla da geciktirilerek, zaman aşımına sokulan bu katliamın sorumluluğunu bir mahkemeye yıkmak, Türkiye gerçeğini kavramadığımızı gösteriyor. ‘78’lilerin, “Gerçekle yüzleşelim... Adalet, barış ve demokrasi için yapalım bunu” şeklindeki çağrısı, bu açıdan büyük önem taşıyor.

Katliam suçlusu iddiasıyla gözaltına alınan üç kişiden Mehmet Gül, milletvekili seçilip, Che şapkası giydikten kısa bir süre sonra yakalandığı illet hastalık nedeniyle yaşamını yitirdi. Diğer ikisi yaşıyor; onların bildiklerini Türkiye hala bilmiyor. Reşat Altay, Çatlı ile yaptığı telefon görüşmesinin nedenini biliyor ama biz hala, öğrencilerin her gün kullandıkları kapıyı değil de hiç kullanılmayan kapıya niçin yönlendirildiklerini bilmiyoruz.

Balyoz darbe planına ilişkin hepimiz bilgi sahibi olduk ama Mümtaz’er Türköne’nin bile, “bu bir Ergenekon katliamıdır” dediği 16 Mart katliamı planı bir türlü açığa çıkmıyor. Ümit Doğanay’dan Abdi İpekçi’ye; Ankara Bahçelievler’den 16 Mart’a, 1 Mayıs 1977’den Maraş’a kadar uzanan bir dizi “derin” bağlantının üzerine gidilmeden bütün ayrıntılarını öğrendiğimiz yeni dönem “darbe planları”nın hangi saikle hazırlandığını öğrenmemiz mümkün görünmüyor. Zira tarih bize, “görünenle yetinilseydi, bilime gerek kalmazdı” aforizmasını öğreteli çok oluyor.

Bu yazı, ilgililerin toplatılıp hapse atılması; Silivri’ye ek bina yapılması gibi “kan davası” gütmüyor. Sorumluların hapse atılmasındansa, o tarihsel sürecin bütün yönleriyle açığa çıkması önem taşıyor. Hani Can Yücel, “Us yasası bu insanın:/ Suyu şavka döndürüp/ Düşü gerçeğe çevirip /Düşmanı dost kılacaksın!” diyor ya; bu ülkenin “düşü gerçeğe çevirmesi”nin yolu, dönüp geçmişine bakmasından geçiyor.

Madem söz şiire geldi; şair Adnan Yücel’in dizeleriyle bu bahsi kapatalım: “Hep yatağı olduk tarihin ırmağının /Yenilgilerle durulmanın /Zaferlerle köpürüp kabarmanın /Ama hiç bir zaman /Anası olamadık geçmişi doğurmanın”.

Dur” diyelim kendimize; “bilmeden gelip bastığımız” Beyazıt Meydanı’nda masum insanlar niçin yattıklarını öğrenebilmek için 16 Mart’ı milat kabul edelim ve bugünümüzü arıtabilmek için geçmişin anası olmak sorumluluğunu üstlenelim. Ailelerin, “katliamlar açığa çıkartılsın” çağrısına kulak vermeden darbecilikle mücadele edilemeyeceğini anlayalım.
 
KAYNAK : Alevihaber.com - 16 Mart 2010

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.